Bugün Türkiye’de işçi sınıfının ve toplumsal mücadele dinamiklerinin halet-i ruhiyesini belirleyen en önemli olgu savunma konumunda direnme olgusudur. Toplumun bütün katmanlarına yayılan, bürokrasinin ve yargı kurumlarının içerisindeki kilit noktaları ele geçiren ve sosyal hayata müdahale eden muhafazakar bir sermaye partisi hükümeti(AKP), işçi sınıfında ve diğer toplumsal mücadele dinamiklerinde haliyle bir korku yaratıyor. Bu korku olgusunu belirleyen algı ise “burjuva demokratik” kurumların, muhafazakar sermaye hükümeti tarafından tasfiye edileceği tehlikesinden geliyor. Hatta yer yer bu tehlike “faşizm” ile açıklanıyor. Hal böyle olunca işçi sınıfı içerisindeki kimi unsurlar, bu tehlikeye karşı demokratik kurumları korumak adına görece “seküler” sermaye partisi (CHP)den medet umabiliyor. Bu çok şaşırtıcı değil, işçi sınıfının en örgütsüz olduğu bu dönemde; sınıf hareketinin “tehlike” hissederek savrulmalar yaşaması doğaldır. Ancak şaşırtıcı olan ve doğal karşılayamacağımız şey; Türkiye’de ki sosyalist hareketlerin burjuva demokrasisine yönelik bir “tehlike” öngörerek, korumak adına ona dört elle sarılmasıdır. Bugün gerçekleştirilen ittifakların gerçekleşme zemini budur, yanı “tehlike”de olan burjuva demokrasisini korumaktır.
Türkiye sosyalist hareketi içerisinde, her kriz ve her toplumsal eylemlilikler sonrası “hazırlıksız yakalandık!” sözü çok yaygındır.Bunu en net şekilde Gezi başkaldırısı sırasında da gördük. Birçok sosyalist grup, hazirandaki eylemlilik sürecine hazırlıksız yakalanıldığı noktasından dem vurdu. Aslında bu “hazırlıksız yakalanmak” sözü çok vahim anlamlar içeriyor ancak daha önemlisi ilk önce hazırlıktan ne anlamamız gerektiğini ve ne için hazırlanmamız gerektiği noktasında kafaların netleştirilmesi gerekiyor. Söz ve Eylem dergisi’nin Kasım sayısının başyazısı; “Konferansımız Yaklaşırken”de Komünist Hareket’in gerçekleştirecek olduğu konferans öncesi bir önderğerlendirme yapılırken bugünün ihtiyacı tek cümlede şöyle özetleniyordu; “Devrim için partiye, parti için ise örgütlü bir hazırlığa ihtiyaç var!” Bu yalın şiar aslında her şeyi de özetliyor; işçi sınıfının devrimci önderliğinin olmadığı günümüzde en acil ihtiyaç bu önderliği yaratacak örgütlü bir hazırlıktır. Önüne bu tür bir hazırlık çalışması koyan Komünistler için öncelikli hedef, bu hazırlık çalışmasına bağlı olarak devrimci bir önderlik yaratmak için kendi örgütsel düzeyini yükseltmektedir. En önemlisi ise bu hazırlığı işçi sınıfının içerisinde yaratmaya çalışarak, daha bugünden başlayarak işçi sınıfını belli hedefler ve talepler doğrultusunda örgütlemek ve eyleme seferber edebilmektir.
Ancak bugün hazırlığı AKP’nin yarattığı “tehlike” karşısında sadece mevzileri savunmak olarak anlayanlar için hedefler daha farklıdır. Çünkü onlara göre bugün en önemli görev; haziran ayaklanması ile darbe almasına rağmen toplumsal hayatın alanlarını kuşatmaya devam eden muhafazakar sermaye partisi AKP’ye karşı set oluşturmaktır. Bu acil görev karşısında kendi başına güçsüz olan bütün muhalif özneler yan yana gelmeli ve cepheler oluşturmalıdır. Bu anlayışın getirdiği en güncel cephe denemeleri Birleşik Haziran Hareketi ve Halkların Demokratik Partisi’dir . Bu cephe denemesinin üzerine söz söylemeden önce Türkiye sosyalist hareketindeki cephe anlayışı ve demokratik mevzileri savunma algısını belirleyen; burjuva demokrasisi ve onun savunusu üzerine söz söylemek çok daha önemli.
Burjuva ideolojisinin en büyük kazanımlarından biri; burjuva demokrasisi ve burjuva özgürlük anlayışının işçi sınıfının mücadelesinden bağımsız olarak “ilerici” nitelikler taşıdığı ve her türlü “gerici” politik öznelere kaşı savunulması gereken bir mevzi olduğu aldatmacısıdır. Bu aldatmacayı ne yazık ki Türkiye sosyalist hareketleri fazlasıyla sahiplenmişlerdir.
Türkiye sosyalist hareketinin büyük bir çoğunluğu; devletin hem yasal kurumlarıyla hem de kontrgerilla, faşist çeteler v.b yoluyla devrimci hareketi ezmesini, işçi sınıfının geniş devrimci yığınlarını örgütsüzleştirerek kendi aralarında bir rekabete sürükleyip onları parçalamayı hedefleyen saldırılarını, burjuva demokrasisinin “içsel olmayan” bir olgusu olarak algılamaktadır. Ayrı bir olgu olarak algılanan bu saldırılar aslında burjuvazinin sınıfsal iktidarının aynı anlama gelmek üzere demokrasisinin ve diktatörlüğünün her dönem ve koşulda –sınıf hareketinin yükselişte olması her zamanda gerekmez- boyutu ve biçimi kısmen değişse bile uyguladığı yöntemlerdir. Ve bunlar burjuva demokrasisini ayakta tutan ve olanaklı kılan burjuva sınıf egemenliğinin genetik şifreleridir.
Bu genetik şifreleri kavrayamamak; burjuvazinin kendi iktidarını korumak için dozajı bazen oldukça yükselen şiddetini, ondan ayrı bir şekilde ele alarak burjuva demokrasisini kutsamaya gitmektedir. Tam da bu sebeple bugün, Türkiye sosyalist hareketinin çok büyük bir çoğunluğu iki ana cepheye bölünerek Türkiye demokrasisini “kurtarmaya” çalıyor. HDP cephesine dahil olanlar Kürt özgürlük hareketinin yürüttüğü mücadele ve bu mücadeleye bağlı olarak öne sürülen talepler üzerinden Türkiye demokratikleştirmeye çalışıyor. Burada şu ince çizgiyi çekmek lazım Kürt özgürlük hareketi, Kürt meselesinin çözümünü Türkiye’nin demokratikleşmesinde görüyor olabilir veya Kürt ulusal hak ve özgürlüklerinin kazanılmasında bir tür ara mevzi olarak da görüyor olabilirler. Bunların hiçbirisi o kadar da önemli değildir, Kürt hareketi kendi ulusal hak ve talepleri için bu tür yönemlimler gerçekleştirebilir. Ancak devrim iddiasında olanların, işçi sınıfının kendi iktidarını gerçekleştirmesi iddiasında olanların bugün kendi iddialarını bir kenara bırakarak önce Türkiye’yi demokratikleştirmeye çalışmaları büyük bir kafa karışıklığından başka bir şey değildir.
BHH’ye geldiğimizde ise öne sürdüğü taleplerin HDP’nin öne sürdüğü taleplerden çok da farklı olmadığını görebiliriz. BHH’yi HDP’den ayrı örgütlenmeye iten en önemli şeylerden bir tanesi taleplerden çok kimi BHH bileşenlerinin Kürt meselesi noktasındaki şoven tutumlarıdır. Bir diğer önemli ayrım noktası ise BHH bileşenleri için sermayenin “seküler” olduğu söylenen partilerinin AKP’den ehven-i şer olmasıdır. HDP’nin programında hiç sosyalizm geçmediğini savunan kimi “komünist” BHH bileşenleri, kendi programlarında bırakın sosyalizm kelimesini geçirmeyi Türkiye Cumhuriye’nin bir zamanlar çok ilerici olan demokrasisini savunulması gerektiğini yazarak vahim tabloyu bize göstermekteler.
Yazının başında söylemiştik “tehlike” olgusu bugün Türkiye işçi sınıfının halet-i ruhiyesini belirleyen en önemli olgudur. Bu tehlike olgusu bugün aynı zamanda Türkiye sosyalist hareketinin de siyasi manevralarını belirleyen en önemli olgulardan bir tanesidir. İçinde geçtiğimiz dönem şekilsiz ittifakların tavan yaptığı; AKP’nin saldırganlığına karşı burjuva demokrasisinin savunulmaya çalışıldığı ve bunun için acilen yan yana gelinmeye, cepheler oluşturulmaya çalışıldığı bir dönem. Siyaseti sınıf mücadelesinin ihtiyaçları ve talepleri noktasından kavramayanların ve tam da sınıf mücadelesinin getirdiği bir ihtiyaç olarak devrimci parti ihtiyacını hissetmeyenlerin; siyaset zemininde ve Haziran ayaklanmasından sonra yüzünü sosyalizme çevirmeye başlayan kitlelerde kafa karışıklığı yarattığı bir dönemdeyiz.
Tehlike olgusuna karşı geliştirilen refkleslerle, dönemin ihtiyaçları arasında keskin bir ayrım çizgisi çekmemiz gerekiyor. Bugün ihtiyaç, işçi sınıfı siyasetini yükseltecek ve onun mücadelesini taşıyacak bir devrimci önderlik ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı hissedenler için hedef; bu önderliği yaratacak planlı bir hazırlık çalışmasını önüne koyarak, bu ihtiyacı hisseden diğer komünistlerle de buluşmaya çalışmaktır.