Anayasa referandumunda oligarşik diktatörlük; devletin baskısı, yalan, dolan ve hileyle yurttaşların yarısının oyuyla anayasal bir kılıfa büründürülerek onaylandı. Referandum öncesinde ve sırasında yaşananlar, hayırcılara karşı yürütülen baskılar, tutuklamalar, sandık hileleri, referandumdan çıkan “evet”in ve sonuçlarının hiçbir biçimde meşru kabul edilemeyeceğini açık bir biçimde ortaya koymuştur. Ancak burjuvazi için önemli olan meşruiyet değil, sonuçtur. Ve bu sonuç baskı ve hile ile elde edilmiştir. Derin bir ekonomik ve siyasal krizin içinde debelenen burjuvazi için meşruiyetin tek aracı baskı ve şiddettir. Referandum sürecinde yaşananlar ve bizzat referandumun kendisi burjuvazinin baskı ve şiddetten başka hiçbir araca sahip olmadığını göstermektedir. Bunun anlamı mevcut olağanüstü halin koyulaştırılarak, yaygınlaştırılacağıdır.
Referandumla birlikte ortaya çıkan sonuçları şu şekilde özetlemek mümkündür;
1- Türkiye burjuvazisinin yönetim krizi referandumla birlikte çözülmemiş, aksine derinleşmiştir. Parlamentonun dışlandığı yürütmeci devlet biçimiyle (oligarşik diktatörlük) halkın yarısına dayanarak diğer yarısını yönetmek uzun vadede olanaksızdır.
2- Referandum Türkiye siyasetinde önemli değişiklikleri de beraberinde getirecektir. MHP’de referandum öncesinde başlayan ve devlet eliyle önlenen muhalefet hareketi ile CHP arasında gelişen ilişki, siyasette yeni oluşumların sinyalini vermektedir. Referandum boyunca MHP muhalefeti ile CHP arasında ortaya çıkan buluşma burjuvazinin gelecek planlarından birini oluşturmaktadır.
3- CHP hem referandum sürecinde izlediği çapsız politika, hem de referandumda ortaya çıkan duruma gösterdiği tepki ile burjuva siyasetin kendine biçilen misyona bağlı kaldığını bir kez daha ortaya koymuştur. Diktatörlüğün en kuru olduğu ülkelerde bile burjuva muhalif partiler, bizde yaşananlardan çok daha hafif hilelere halkı sokağa çağırarak tepki verirken, CHP ağır hilelere karşın, üstelik referandum gecesi, sayıları az da olsa, kimi sosyalist parti ve grupların, yurttaşların kendiliğinden tepkilerine rağmen, halkı sokağa çıkmaya çağırmaması devletin bekasını referandumun sonucundan daha önemli bulduğunu bir kez daha teyit etmiştir.
4- Kürt halkı üzerinde tutuklamalar, işkenceler ve sürgünlerle kurulan Evet baskısı beklenen sonucu vermemiştir. Bütün engellemelere rağmen Kürt halkı referandumda kararlı bir tutum göstermiş, çok az fireyle (bu firenin büyük kısmının hileli oylar oluşturuyor) oligarşik diktatörlüğe ve katliamcı, asimilasyoncu devlete hayır demiştir. Devletin referandum boyunca izlediği; Kürt halkını Kürt Özgürlük Hareketi ile karşı karşıya getirme taktiği başarısızlığa uğramıştır.
5- On yıllardır Türkiye parlamenter demokrasi ile bölgedeki diğer İslam ülkelerindeki oligarşik diktatörlüklere bir model olarak gösteriliyordu. Bu referandumla işler tersine döndü, Türkiye’nin oligarşik diktatörlüğe geçişi ılımlı İslam modelinin de ölümü oldu. Bu değişimle emperyalizmin ılımlı İslam projesinin iflası da onaylandı.
6- Referandum rejimin ana dayanağının tutucu küçük mülk sahipleri ve küçük burjuvazi olduğunu bir kez daha teyit ederken, AKP’nin bu kesimin üzerinde 15 yıldır kurduğu hegemonyanın, küçük çapta da olsa dağılmaya başladığını gösterdi. AKP’nin büyük kentlerde üstünlüğünü kaybetmesi bu yargıyı doğruluyor.
7- Referandum sürecinde toplumun en sessiz kesimini, referandumda içgüdüsel olarak ağırlıklı kitlesiyle Hayır oyu kullanan sanayi proletaryası oluşturdu. Bunun önemli nedenlerinden biri, devletle girift ilişkiler içerisinde olan sendika yöneticilerini, kendi ayrıcalıklı durumlarını koruma çabası ise, diğer önemli bir nedeni de sanayi proletaryasının bilinç ve örgütlülük bakımından içinde bulunduğu gerilik ve aktif siyasete uzaklığıdır.
8- Referandum sürecinde ortaya çıkan başka bir olgu da burjuva siyasetin tekleştiğidir. Referandumda her iki cephenin; “Evet” ve “Hayır” cephelerinin ortak bileşkesini milliyetçilik oluşturdu. Evet cephesi propagandasını bu bileşkeye Sünni İslami ekleyerek sürdürürken, milliyetçiliğin farklı biçimlerini kendi bünyesinde birleştiren Hayır cephesi, Sünni İslam’a karşı yaşam tarzının korunmasına dayalı laiklik savunusunu öne çıkardı. Referandumun bu ortak bileşkesi Evet ve Hayır arasında nitelik farkını ortadan kaldırırken, her iki durumda da kapitalist egemenliğin kazanmasını garanti altına aldı.
9- Sosyalist hareketin uzun bir dönemden beri yaşadığı ideolojik savrulma referandum sürecinde iyice açığa çıktı. Sosyalist hareketin önemli bir kesimi Kürt sorununun “barışçıl çözümü” ve laiklik söylemi ile Hayır cephesinde, bu cephenin uysal bir bileşeni olarak yer aldı. Hayır cephesinin bozulmaması adına itirazlarını burjuva Hayır cephesinin argümanları ile sınırlandırdı. Bir anlamda tümüyle apolitik bir kampanya yürüttü. Bu noktada hesap edilen ideolojik farklılıklarının geri plana itilmesinin Hayır cephesini büyüteceğiydi, ama tersi oldu. Sonuçta sosyalist hareket kendi bağımsız tavrını ortaya koyamadı ve burjuva Hayır Cephesi’nin bir uzantısı haline geldi.
Yürütülen kampanyanın içeriği ne olursa olsun, referandum, işçilerin, emekçilerin ve haklarını siyasallaşmasında, siyasette katılımında önemli bir eşik oldu. Yurttaşların yarısını Hayır oylarıyla oligarşik diktatörlüğe karşı itirazlarını ortaya koydu. Şimdi gündemde olan bu itirazın kapitalizme karşı bilinçli ve örgütlü bir itiraza dönüştürülmesidir. Elbette Hayır cephesinin topyekün bir örgütlenmesinde söz etmiyoruz. Hayır cephesinin bileşenleri dikkate alındığında bunun söz konusu olamayacağı açıktır. Ancak Hayır cephesinde önemli bir işçi ve emekçi potansiyelinin olduğu ve bu potansiyelin sadece yeni anayasaya değil, sömürü düzenine karşı da bir itirazı bağrında taşıdığı bir gerçektir. İşte bugün komünistlerin dikkate alması gereken siyasal olgu budur ve çözmemiz gereken bu olguya nasıl yaklaşacağını ve onu nasıl etkileyeceğimizdir, pratik müdahaledir.
Referandum sırasında ve sonrasında kitlelerin gösterdiği tepkilere reformist olduğu gerekçesiyle burun kıvırmak komünistlerin işi değildir. Eylemleri düzenleyenlerin reformist olmasıyla eylemin reformist olması aynı şey değildir. Kitleler, genellikle devrimci oldukları için sokağa dökülmezler; onlar kitaptan değil, pratik mücadele içinde, kendi deneyimleriyle öğrenirler ve daha büyük mücadelelere bu deneyimlerden elde ettikleri bilinç, örgüt ve kararlılıkla girişirler.
Önümüzde 1 Mayıs var, arkasından metal işçilerinin toplu sözleşme dönemi geliyor. Referandum sırasında ortaya çıkan ve referandum sonrasında protestolara dönüşen eylemleri dikkate alarak 1 Mayıs hazırlığını sürdürmek önümüzdeki temel görevimizdir. Komünist olmak, Komünist kadro olmayı hak etmek bugünün görevini kavramak ve ona müdahale etmektir.
Bugün çok uzağındaymış gibi görünse de toplumsal ataleti kırmada ve umudun yeşermesinde belirleyici olan işçi sınıfının hareketlenmesidir. 1 Mayıs ve metal toplu sözleşmeleri bu gücü harekete geçirebilecek potansiyele sahiptir. Bugün toplumsal alanda yaşanan tıkanıklığı aşabilecek yegâne gelişme işçi sınıfının hareketlenmesidir. Referandum sürecinde kent yoksullarında ve küçük burjuvazide baş gösteren değişimi büyütecek olan budur.
Komünistlerin bugünkü ana görevi, mevcut duruma pratik olarak müdahale etmek ve bu durumu değiştirecek yol ve yöntemleri bulmaktır.