“Bütün dünya için şiir söyleyen en büyük şair.
İnsanlığın ezici çoğunluğundan biri, büyük bir insan.
Öz yurdunda ezilmiş büyük bir yurtsever.
Yüzyılın şiirinde bir eşi daha olmayan Nâzım Hikmet
Benim gözümde yiğitliğin ve sevecenliği ta kendisiydi.”
Pablo Neruda
Tarihin tempolarının alabildiğine hızlandığı devrim ve geçiş dönemleri vardır. Örneğin öncesi ve sonrasıyla -çok uzun bir karanlık ve suskunluktan sonra- Rönesans dönemi, devrim yılları ve sonrasıyla Fransız İhtilali, 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyılın özellikle ilk 60-70 yılı. 1905, 1917 Şubat ve Ekim Devrimleri, 1. ve 2. Emperyalist paylaşım savaşları, pek çoğu komünistlerin öncülüğünde dünyanın her kıtasını sarmış ulusal kurtuluş devrimleri, faşizmin ezilmesi… bu türden tarihsel dönemlerdir. Devasa olaylar, hayatın hemen her alanını derinden etkileyen bu türden geçiş ve altüst oluş dönemleri düşüncede, eylemde, bilimde, sanatta devler talep eder, devler yaratır, Nitekim Marks ve Engels Rönesans dönemi için “Rönesans devler istiyordu, devler yarattı.” demektedirler.
Devasa olaylar, bilim ve özellikle sanat alanlarında da devler talep eder, devler yaratır. Özellikle Ekim Devrimi, öncesi sonrasıyla büyük düşünce ve eylem adamları, büyük şair, yazar, sanatçı, estetikçi ve eleştirmenler, sanat kuramcıları yaratmıştır. Gorki, Neruda, Brecht, Alberti, Aragon, Yevtişenko, Nevzal, Mayakovski ve Ritsos… gibi.
Hiç kuşku yok ki destanlar, ancak kitlelerin ve onlara önderlik eden kahraman bireylerin destansı kahramanlıklar gösterdiği dönemlerde yazılabilir. 20 yüzyılın ilk 60-70 yılı, Mavi Gözlü Dev de içinde olmak üzere bütün bu dev şairler, yazarlar ve üstün eserler talep etmiş ve ortaya çıkarmıştır. Ve bu devrimci dev sanatçılar; devasa olayları, kahramanları ve kahramanlıkları dışarıdan izleyip yalnızca tasvir etmekle yetinmemişler, bizzat bilinçleri, yürekleri; yani tüm fiziksel, zihinsel ve duygusal yetenek ve olanaklarıyla kendileri de olayların ve daha yaşanası bir dünya kavgasının ta içinde, önünde yaşamışlardır. Ve biliyoruz ki bu büyük yaratıcıların çoğu, aynı zamanda birbirlerinin arkadaşı, tanıdığı, dostu ve yoldaşıdırlar.
Hiç kuşkusuz, Nâzım Hikmet; çağdaş Türk edebiyatının en büyük şairi; çağdaş dünya şiirinin de en büyük birkaç şairinden biridir. Şairliğinin yanında, tiyatro oyunları ve film senaryoları, romanlar kaleme almıştır. Ayrıca örgütlü bir komünist savaşçı olarak çok sayıda gazete köşe yazıları yazmış, siyasal analizler, radyo konuşmaları yapmıştır. Bu arada kendisine ilişkin anılar ve kitaplarda, yazdığı mektuplarda. verdiği mülakatlarda ve yazdığı çeşitli yazılarda; şiir sanatı, Türk ve dünya edebiyatı ve edebiyatçıları, devrimci sanat ve estetik kuramı, devrimci sanatçıların sorumluluk ve yükümlülüklerine ilişkin çok özgün ve önemli düşünce ve değerlendirmeleri vardır.
Ne yazık ki düz yazıları ve konuşmalarının çok az bir bölümü toplanarak kitaplaştırılmıştır. Bu alanda en büyük şanssızlık; özellikle şiir sanatı, kendi poetikası (=şiir sanatına ve kendi şiirine ilişkin estetik görüşleri). Türk ve dünya edebiyatı ve edebiyatçılarına ilişkin ufuk açıcı devrimci değerlendirmeleri, sanatın ve devrimci sanatçıların toplumsal işlevleri, toplumcu gerçekçi edebiyat akımı, devrimci sanat kuramı ve estetik üzerine düşünce ve değerlendirmelerinin çok çok azı toparlanıp kitaplaştırılmıştır. Bu eksikliğin nedenleri; elbette onun bir devrimci olmasından kaynaklanan fırtınalı yaşamı, devrimci sanat teorisine ilişkin bağımsız bir kitap yazmamış olması ve/veya usta bir diyalektikçi olarak şiir-edebiyat-sanat ve estetik üzerine bu önemli düşüncelerini kendi eliyle kitaplaştırmaması ve tabii ki araştırmacıların bu alana yeterince yönelmemiş olmalarıdır.
Oysa, Türk edebiyat dünyasında kendisinden önce ne sanat ve estetik kuramına ilişkin dişe dokunur bir anlayış, bir akım ve kuramsal çalışma; ne de toplumcu gerçekçiliğe, hatta eleştirel gerçekçiliğe örnek sayılabilecek sanat eseri ve eleştiri örneği bulunmaktadır.
Nâzım Hikmet; edebiyat, sanat ve estetik alanında sosyalist- realist akımı – yani devrimler döneminde dünya edebiyatını altüst eden ve sanat ve edebiyat devlerini talep eden ve yaratan bir dönemde; ülkemizdi toplumcu gerçekçi (sosyalist- realist) estetiği hem eşsiz örnekler ve hem de düşünce ve akım olarak başlatan devrimci dev bir sanatçı, düşünce ve eylem insanıdır. Orhan Kemaller, Ahmet Arifler, Enver Gökçeler, Sabahattin Aliler, Hasan Hüseyin Korkmazgil’leri, Asım Bezirci’leri, Fethi Naci’leri… ve edebiyat ve öteki sanat dallarında ve eleştiri alanında daha nice sanatçıyı ve eserini ortaya çıkarmış; bu değerli sanat, düşünce ve eylem insanı sayesinde –devrimci olmanın en ağır bedellerini, işsizlik ve yoksullukları, zindanları, hatta öldürülmeyi bile göze alarak- bu sanatın devrimci sel yatağında çoğalarak gürül gürül akabilmiştir.
Özetlersek; Nâzım Hikmet yalnızca evrensel düzeyde büyük bir şair, çok yönlü büyük bir sanatçı değil, aynı zamanda bir sanat kuramcısı, bir estetikçidir. Ve bugünün genç sanatçı ve sanatçı adayları dersine iyi çalışmalı ve toplumcu-gerçekçi komünist şair, devrimci sanat ve estetik kuramcısı, devrimci düşünce ve eylem adamı Nâzım Hikmet’i iyi tanımalıdır.
Unutmayalım ki Nâzım Hikmet, az önce de belirttiğimiz gibi sanat ve edebiyat dünyamızda toplumcu gerçekçilik (sosyalist-realizm) akımını başlatan, tanıtan, bu anlayışta en güzel şiir örneklerini topluma sunan ve bu akımın, bu ülkede temellerini atan, onu kalıcı ve etkin kılan bir kuramcıdır.
O, yetkin bir diyalektik ustası ve tarihsel materyalist olarak gerçekliği çok yönlü olarak bütün boyutlarıyla ve derinliğine görerek incelemeyi başarmıştır. Lenin’in belirttiği gibi, “asıl önemli olan, nereye baktığınız değil, nereden baktığınızdır.” Doğaya ve doğal yaşama, topluma, toplumdaki karmaşık ve sınıfsal nitelikteki ilişkilere; bütün bedensel, zihinsel ve duygusal olanakları ve yetenekleriyle her biri farklı bir dünya olan insanlara… tarihsel bir akış içinde ve diyalektik materyalist bir bakışla bakabilmek; yetenekli bir sanatçıya geniş ufuklar açar, olağanüstü bir güç ve yetkinlik kazandırır.
Nâzım Hikmet’in sanat ve estetik kuramlarına ilişkin olarak elimizin altındaki en güzel kaynak; Aziz Çalışlar’ın -esas olarak yurt içindeki yayınların önemli bir bölümünden derleyerek- hazırladığı ve “Evrensel Basım Yayın”ca bastırılan “Sanat v e Edebiyat Üstüne / Nâzım Hikmet” adlı derlemedir. (Yazıda ‘age’ -adı geçen eser- kısaltması bu eseri işaret etmektedir.)
***
Şimdi söz sırası söz sırası Nâzım Hikmet’te:
• “Bu kitabın yazarı yüreğini, kafasını, kalemini, boydan boya ömrünü halkına vermiş olmakla övünen, sıradan bir Türk şairidir. Öte yandan bu şair; adı, coğrafyası, ırkı, milliyeti ne olursa olsun, milli bağımsızlık, sosyal adalet, barış için dövüşen her halkın bunlar uğrundaki savaşlarını şiirlerinde övmüştür. Onların zaferlerini öz halkının zaferleri, yenilgilerini öz halkının yenilgileri, sevinçlerini, acılarını öz halkının sevinci, acısı bilmiştir. Bu kitapta bu acılardan, bu sevinçlerden, bu yenilgilerden, bu zaferlerden yankılarda var,” (age, s. 33 )
* “Yazarım halisi (hası), ister Doğuda, ister Batıda yurttaşın da halisidir. Ama Asya’da Afrika’da yazarın halisi, Çok kere kavga bayrağı da oluyor. Ömrü boyunca halkı uğruna katlandığı meşakkatlerde örneklik ediyor. Şu bizim konferansa katılanlar arasında, Irak zindanlarından inkılaptan sonra, yani taze taze çıkmış, Pakistan zindanlarında yıllarca yatmış, belki yine de yatmaya hazırlanan Fransız, İngiliz, Amerikan emperyalizminin kırbaç izlerini sırtında Taşıyan nice yazar yok mu?” (age, s. 33 )
* “Komünist oldum olalı, güzel sanatlardan beklediğim, istediğim şey; halka hizmetleri, halkı güzel günlere çağırmalarıdır. Halkın acısına, öfkesine, umuduna, sevincine, hasretine tercüman olmalarıdır. Sanat telakkimde değişmeyen İşte budur. Geri yanı boyuna değişti, değişiyor, değişecek. Değişmeyeni en dokunaklı, en usta, en faydalı, en güzel, en mükemmel ifade edebilmek için durup dinlenmeden değiştim, değişeceğim. ( age, s. 88)
* “Memleketimiz, halkımız, dünyamız ve insanlarımız için en güzel şiirlerimizi, en güzel hikâyelerimizi yazacağız… Rahatlığımızdan, şahsî emniyetimizden yüzümüz kızaracak, dehşetli azap duyacağız; fakat Türk halkına ve dünyamızın insanlarına söyleyebileceklerimizin en güzellerini söyleyeceğiz. ( age. s. 90 / Kemal Tahir’e Mapushaneden Mektuplar)
* “İşte böyle Kemalciğim. Çalışmak. Türk halkı, sevgili memleket ve bütün namuslu insanlar için Onlara layık büyük, namuslu eserler vermek lazım.” (s. age. / s. 90)
* “İki türlü sanatçı eseri ve iki türlü sanat vardır:
1. Hoşça vakit geçirmek için okunan eser. Eğlence değerinden başka bir değeri olmayan kitap. Ve onun muharriri.
2. Sanat değerinden, sırf estetik kaidelerinden hiçbir şey kaybetmeksizin, bilakis onu bir kat daha da kuvvetlendirerek, insanlara hiç olmazsa bir doktorluk kitabı kadar gerekli, lüzumlu, faydalı olan, mesuliyetini müdrik (sorumluluğunun bilincinde ) kitap ve onun muharriri.” (age / s. 90)
* “Nazım’a göre bir muharririn okurlarına karşı -karamsarlığa yol açan her türlü olumsuzluklara rağmen- önemli bir görevi ve sorumluluğu daha vardır. Eğer yazar bu sorumluluğunun bilincinde ise “… ve esasen sosyal realitede her şeye rağmen ümitsizliği, kötümserliği gerek görmediğinden, insanoğlu, tabiri caizse, daha iyiye, daha güzele, daha doğruya doğru bir sosyal zaruret olarak ve aynı zamanda kendi mücadelesiyle gittiğinden ötürü, muharrir, okuyucusunu, en bedbin okuyucusunu dahi ümitsizlikten kurtarmaya, her şeye rağmen yaşamaktan tad almaya, yani onun üzerinde müspet bir tesir yaratmaya, ona yardım etmeye, yol göstermeye çalışır.” ( age / s. 91)
* Bilindiği gibi Nevzal, Çeklerin bütün halkların ve tüm insanlığın en büyük devrimci şairlerinden biridir. Nâzım’ın da en yakın dostlarındandır. Nâzım, onun hakkında şunları söylüyor:
“ Çeklerin, sosyalistlerin ve 20. yüzyıl insanlarının büyük şairlerinden Nevzal, dostumdu. Onun hayran okurlarındandım.
Şimdi şiirlerini düşünüyorum da daha iyi anlıyorum: Nevzal; hayatı doludizgin, doymamacasına sevdiği için büyük adalete, büyük hürriyet’e büyük bahtiyarlığa, yani sosyalizmin gerçekleşeceğine, gerçekleşmesi gerektiğine inandı. Emeği, düşünmeyi, sevdayı, hasreti, yemeyi içmeyi, münakaşa etmeyi, denizi, dağı yıldızları, geleneğin tecrübesini, yeninin, yeniyi araştırmanın, gerçekleştirmenin hırsını duymayan bir insanın toplumcu-şair olabileceğine -ama Nevzal gibi, Nevzal çapında gerçek ve büyük- inanmıyorum.” ( age. / s. 206)
* “Ben hem yalnız kendinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler. Hem bir tek elmadan, hem sürülen topraktan, hem zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin daha güzel günden için savaşından, hem bir tek insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan bahseden şiirler yazmak istiyorum.” ( age. / s. 31 )
Sanatta Tezlilik ve Yan Tutma
* “Davası, meselesi olmayan kitap kitap değildir. Dikkat et, bütün büyük kitaplar, roman, şiir falan, insanların karşısında bir davayı öne süren, bir meseleyi ele alan, onu edebiyat çerçevesi kanunları ve imkânları ile halle çalışan kitaplardır. Bu dava ve mesele ne kadar insana yakın, ne kadar kendi devrinin ve hiç olmazsa yakın geleceğin davası ve meselesi olursa kitap o kadar büyük ve değerli olur. Davası olan kitap, kavgası olan kitap demektir. Kavgasız kitap, hareketsiz kitaptır, hareketsiz kitap ise ölüdür” (age. / s.35)
* “Ben her şeyden önce bir yazarım, fakat aynı zamanda komünistim. Bence 20 yüzyılda yüceliğinin doruğuna ulaşan sosyalist öğretiyi bilmeden hiçbir şey olamayız, yalnız şair değil, genellikle düşünen insan da olamayız.” (age. / s. 35)
* “Söz yok, ilerici şair olmak iyi şey güzel şey. Ama daha da güzeli sosyalist şair olmak. Ben sosyalist şairim. ( age. / s. 35)
* “… sosyalist bir şair olmak, yani memleketini ve halkını en çok seven, memleketinin ve halkının en mamur olması isteyen şair olmak neden kusur olsun ve neden dolayı Türklük şuuruyla uygun düşmezmiş? Ah bir kere, bir saniye olsun, memleketimi bir sosyalist şairin sevdiği gibi sevmesini, böyle bir şuura sahip olmasını öğrenebilseydiler. Bir sosyalist şairde memleket ve halkının sevgisi nasıl konkre(somut), elle tutulur bir toprağa ve gözle görülür, sesle konuşulur insanlara ait bir sevgidir. ama onlar bunu bilmezler. Onlar sevgilerini bile mücerret(soyut) mahluk olarak şiirlerine geçirirler. Halbuki, mesela ben sosyalist şair, memleketimi ve halkımı, tıpkı karımı sevdiğim gibi etiyle kemiğiyle seviyorum.” ( age. / s. 36)
* “Bugün halkının ve bütün ilerici insanlığın mutluluk ve barış mücadelesinin dışında kalan aydın, ya egemen sınıfın elinde basit bir araçtır, ya da havayı zehirlenmekten başka bir şeye yaramayan kokuşmuş bir ottan ibarettir.” (age. / s. 36)
* “Halide Edip burada diyor ki:
‘İçlerinde Taranta Babu veya sırf ideoloji propagandası olan parçalar çıkarılırsa ‘Benerci Kendini Niçin Öldürdü” derecesindeki eserleri ile gençler arasında, hatta bu devirde dahi sıfatını alabilecekler vardır.’
“…yazıyı bir daha okudum, beni gençler arasında sayması tuhafıma gitti. Hem içerledim, hem sevindim. Sonra ve belki hepsinden önce ‘ideoloji’ meselesine güldüm. Hey sersem bayan, dedim, ben bir dahi değilim; fakat iyi bir sanatkarım ve bunu her şeyden önce ideolojime borçluyum. (altını biz çizdik) Eğer sizin iyi sanatkârlarınız yoksa ideolojinizin bugün artık iyi sanatkâra muhteva(içerik) olamayacak kadar tefessüh etmiş(kokuşmuş) olmasından gelir.” ( age. / s. 36)
* “Dönemlerinin karanlık güçleri ile savaşan ileri sanatçılara her ülkede ve her çağda rastlanır. İnsanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış, kavuşturulmuş, baskıya uğratılmış, hapsedilmiş ve öldürmüşlerdir. Fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün. hiçbir yalanın; tarihin akışına, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını bilirler ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur.” ( age. / s. 38)
* “Biliyorsunuz 1923’ten beri Komünist Partisi üyesiyim; övündüğüm tek şey bu. Bana öyle geliyor ki devletler arasındaki ilişkilerde yansızlık politikası yararlı etkili olabilir, ama yazarlarda olamaz. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgin kalmış bir tek büyük yazar göstermek kuşkusuz güç olacaktır. Yansız olduğu sanılabilir ve söylenebilir ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olunamaz. Bana gelince ben, kesinlikle yan tutmayı yeğlerim.” ( age. / s. 38)
* “… Önce yazar olarak, Parti üyesi olarak, Parti ile benim aramda kurulan bağ hiç de edilgen değil, ama(tersine) etkin bir bağ. Bir değişim var: Parti bana bir şeyler verir ve sıram gelince ben de ona bir şeyler vermeliyim. Ben Partiye, kongre tarafından onaylanmış bulunan tüzük ve programı ile bağlıyım. Bu belirli ilkeler dışında kimseden buyruk almam. Kuşkusuz Partinin belgilerinden, tüm belgilerinden onları halka yaymak için, esinlenirim; ama onları gerçekten sanatsal bir düzeye yükseltmeye çalışarak.
Öte yandan, Parti’nin, halkımın ruhunu benim yapıtlarından öğrenip kavrayabileceği bir biçimde yazmaya çalışırım. ‘Ozanlar geleceği önceden sezerler diyor da Engels, eğer onlar geleceği önceden sezmeye yetenekli iseler, o zaman bugünün sorunlarını haydi haydi sezinleyebilirler. Parti tarafından önerilen genel konular ile ozanın duyduğu şey arasında çelişki olamaz.” (age. / s. 39)
* “Güdümlü sanatın da aleyhindeyim. Çünkü sanatkârı koyun saymıyorum. Hiç kimseyi de bu koyunu gidecek çoban payesinde göremiyorum. Sanatçının güdümü kendi sosyal, felsefi inançlarından gelmeli. Sanatkâr, yapılan tenkitleri dinlememeli demek istemiyorum. Dinlemeli. Ama iş güdüme, gütmeye, güdülmeye dayandı mı sanat denilen nesne de ortadan yok olur. (age. / s. 39)
• “ Partim benden hiçbir zaman savaş için şiirler yazmamı istemedi. Her zaman halkların dostluğu, iyimserlik ve dünyada insan soyunun mutluluğu üstüne yazmamı istedi. Fakat hüzünlü olmak hakkını dışarıda bırakmıyor bu. Hüzün, kötümserlik değildir. Bazen çok hüzünlüyümdür, fakat kötümser değilim ben. Partim dışında edebiyat yoktur benim için; çünkü benim için onsuz yaşam yoktur. Şiirlerim, okurlarının tüm sorunlarına yanıt versin istiyorum. Bir delikanlı bir kızı sevdiğinde şiirlerimi okusun. Yaşlı bir adamı ölümün kederi kapladığında, şiirlerimi okusun. İnsanlar 1 Mayıs gösterilerine giderken şiirlerimi okusunlar. Bürokratın biri size kötü bir oyun oynadığında, şiirlerimi okuyun. Komünist yazar tüm İnsan duygularını yanıtlamak zorundadır. (abç)” ( age. / s. 43)
• “Realist-diyalektik materyalist iyimser bir insanım, hayatımı ve sanatımı yaratıcı, geniş halk yığınlarının hayatına ve yaratıcılığına bağlamışım. Bunda samimiyim, palavracı değilim. Gerçek olarak kabul etmediğim şeye, gerçekliğini hatta ispat etmemiş olan şeye inanmam ve inanmadığım şeye sanatını alet etmem. Böylece, insanlarımı seviyorum. Bütün zaafları ve kepazeliklerine rağmen onlara güveniyorum; tarihi onlar yapmışlardır ve onlar yapacaklardır. işte sanatım aydınlıksa. Ümitliyse, palavracı değilse bundan dolayıdır. Halbuki şuaramızın (şairlerimizin) çoğu bu bakımdan şaşkın bir durumdadırlar. Kafaları karmakarışık ve yürekleri sosyal durumlarından gelen bir kahredici şüphe içindedir. Bundan dolayı da samimi değildirler. Bundan dolayı da büyük eser veremezler.
(…) Shakespeare, Dante, Gorki, Cervantes, Fikret, Hugo vs. gibi bütün büyük abideler aynı zamanda büyük müjdecilerdir. Onların her biri bir devri müjdelemişlerdir. (…) Bütün bunlara rağmen maziye hasret çeken öyle eserler vardır ki onlar da büyüktür. Bunlara, mesela Dostoyevski’de ve Balzac’ta rastlarız. Ama, ayrı ayrı zaviyelerden her ikisi de maziye hasret çektikleri halde mazinin bir daha geri gelmeyeceğini anlamış, hala kızgın –burjuvaziye- istikbali ister istemez aksettiren Balzac’ta olduğu gibi- yahut Maziye hasretlerini en marazi şekillerde verip okuyucuya ister istemez daha güzel bir dünyanın hasretini çektiren muharrirlerdir.” (age. / s. 41- Cezaevinden Mehmet Fuat’a Mektuplar, s.86-87))
• “Gelelim iyimserlik meselesine. Sanatta kötümserlik gayet kolaydır. Muayyen şartlardan dolayı faciayı sanata daha çok yakıştırırız ve bize facianın asaleti varmış, gibi gelir. Baksana, Şekspir’i Molyer’den daha çok sayarız. Kötümserlik bir felsefe sistemi, bir görüş zaviyesi olarak berbat bir şeydir ve kolay bir şeydir; güç olan, zor olan ümitli olmak, iyimser olmaktır sanatta. Tabii, kötümserlikle kederliliği birbirine karıştırmamak lazımdır. Çok ümitli ve çok iyimser bir sanat aynı zamanda kederli de olabilir. Bundan dolayı senin romanlarının iyimser olmalarında hiçbir mahzur yok. Sonra bizin millet, Türk milleti, genç bir millettir, yani istikbali Gülpembe görmekte fizyolojikman haklı bir millet. Bundan dolaylı onun sanatkârları olan bizler de genciz, her sıhhatli genç gibi de iyimseriz, istikbale ümitli bakarız.” (age. / s. 40 – Kemal Tahir’e Mapushane’den Mektuplar / s. 399)
(Devam edecek)