1917- 1945 Ekim devrimi – I – Mustafa Sağlam
Emperyalist Savaş ve Dünya Devrimi
Temmuz 1914’de Avusturya-Macaristan’ın bir bahaneyi kullanarak -Bosna Hersek’te Avusturya Arşidükünün öldürülmesi– Sırbistan’ı işgaliyle başlayan savaş bütün kıtalara yayılarak ve devletleri içine çekerek, bir dünya savaşına dönüştü. Savaş, Lenin’in de belirttiği gibi, 1900’lerin başında dünya ekonomisinde ve politikasındaki değişmeler tarafından hazırlandı. 1880 – 1900 yılları arasında kapitalizmin nispi “barışçı” gelişme döneminde yakaladığı hızlı büyüme, belli başlı kapitalist devletler arasındaki güç dengelerini kökünden sarstı. Hızlı kapitalist gelişmenin ihtiyaç duyduğu pazar ve hammadde ihtiyacı emperyalist devletler arasındaki rekabeti çatışmaya dönüştürerek dünyanın emperyalist bölüşümünün koşullarını yarattı. 1880 – 1900 yılları arasında Almanya, Fransa ve İngiltere’den nerdeyse dört kat hızlı bir büyümeyi gerçekleştirdi; bu hızlı gelişmenin bozduğu güç dengeleri ancak yeni bir savaşla yeniden kurulabilirdi. Çünkü, “kapitalizmde bozulan dengenin geçici olarak yeniden kurulması için sanayide krizden, politikada savaştan başka yol yoktur.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt-V- İnter yay. saf.-151)
Lenin, kapitalizmin bu hızlı gelişmesi ile savaş ve devrim arasındaki ilişkiyi şöyle ortaya koydu: “Bugünkü savaş emperyalist niteliktedir. Bu savaş, kapitalizmin en yüksek gelişme seviyesine ulaştığı bir dönemin; sadece meta ihracının değil, sermaye ihracının da büyük önem kazandığı; sanayiin kartelleşmesi ve ekonomik hayatın uluslararasılaşmasının önemli boyutlara ulaştığı; sömürge politikasının neredeyse bütün dünyanın paylaşılmasına yol açtığı; dünya kapitalizminin üretici güçlerinin ulusal devlet sınırlan dışına taştığı, sosyalizmin gerçekleşmesi için nesnel koşulların tamamen olgunlaştığı bir dönemin koşullarından çıkmıştır.” ( a.g.e, s. 142 )
Savaşa yol açan nedenler gibi,savaşın cepheleri de 1900’lerin başında biçimlenmeye başladı. O dönemde dünyanın – daha önceki – paylaşımından en büyük payı alan en büyük sömürgeci güçler, İngiltere, Fransa ve Rusya, İtilaf Cephesi’ni oluştururken, en zayıf sömürgeci güçler olmalarına rağmen hızla gelişen Almanya, Avusturya – Macaristan ve İtalya – İtalya, savaş başlamadan kısa bir süre önce taraf değiştirerek İtilaf devletleri safına geçti – savaşın İttifak Cephesi’ni oluşturdular.
Kapitalizmin hızlı geliştiği, mevcut güç dengelerinin değişime uğradığı ve savaş hazırlıklarının sürdüğü bu dönem, aynı zamanda, bizzat kapitalist sistemdeki bu değişimlere bağlı olarak sosyal demokrat hareket içinde de bölünmelerin ortaya çıktığı ve karşıt kutuplar olarak biçimlendiği bir dönem oldu.
1900’lerin başında, Alman Sosyal Demokrat Partisi liderlerinden Bernstein ve yandaşları sosyal demokrat harekette revizyonist akımın liderliğini üstlendi. İleri sürülen şuydu: ‘ kapitalizm değişmiştir; o halde Marksizm de değişmek zorundadır.’ Bu belgi altında Devrim, Sınıf, Parti ve Proletarya diktatörlüğü konusunda Marksizm’in devrimci özünü reddederek, sınıf uzlaşmacılığına doğru ilk adımları attılar. ( Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Söz ve Eylem kitap dizisi, sayı 2 – Marksizm ve Sınıf Mücadelesi -I).
Bernstein ve yandaşlarının attığı bu adımı, savaşın başlamasıyla birlikte yeni adımlar izledi; daha doğrusu, Bernstein’ın başlattığı revizyon, savaşla birlikte sosyal demokrat harekette derin bölünmeyle ve burjuvaziyle bütünleşmeyle sonuçlandı.
Savaş hazırlıkları ve muhtemel bir emperyalist savaşta sosyal demokrasinin nasıl bir tavır takınması gerektiği sorunu II. Enternasyonal’in 1904 Amsterdam Kongresi’nden bu yana başlıca tartışma konularından biri olagelmişti.
1907 Stuttgart Kongresi, 1904 Kongresi’nin militarizme karşı mücadele konusunda alınan kararları daha da netleştirdi. Kongre sırasında Lenin ve Rosa’nın hazırladığı karar tasarısı, uzun tartışmaların ardından, bazı değişikliklerle – emperyalist savaşa karşı iç savaş istemi metinde yer almadı – Kongre çoğunluğunca kabul edildi. Bu karar metninde, emperyalist savaş hazırlığına, “kitlelerin sosyalist devrime hazırlanmasıyla” cevap verilmesi öngörülüyordu.
Savaşa karşı sosyal demokrasinin tavrı konusunda asıl önemli karar metni, emperyalist savaş hazırlığının olanca hızıyla sürdüğü 1912 Basel Kongresi’nde yine çoğunluk kararıyla onaylandı. Kararda; “Bir savaşın patlak verme tehlikesine karşı, ilgili ülkelerin işçi sınıflarının ve onların parlamentodaki temsilcilerinin Uluslararası Sosyalist Büronun koordineli etkinliğiyle desteklenen görevi, doğal olarak sınıf mücadelesinin ve genel politik durumun keskinliğine göre çeşitlendirecekleri en etkin araçlarla her halükarda savaşın patlak vermesini önlemek için ellerinden gelen tüm çabayı sarf etmektir. Savaşın patlak vermesi durumunda ise görevleri, onu hızla sona erdirmek üzere müdahale etmek, savaşın yarattığı ekonomik ve politik krizden halkı ayaklandırmak için var güçleriyle yararlanmak ve böylece kapitalist sınıf egemenliğinin yıkılışını çabuklaştırmaktır.” deniliyordu.
Bu metin açıkça emperyalist savaşa iç savaşla yanıt vermekten söz etmese de, savaştan devrim için yararlanmayı öngörmesi nedeniyle, dolaylı da olsa bunu içeriyordu.
Ancak savaş 1914 Temmuzunda başladığında, Stuttgart ve Basel’de alınan kararların hiçbir öneminin olmadığı ortaya çıktı. Başta ana gövdesini oluşturan Alman Sosyal Demokrat Partisi olmak üzere, II. Enternasyonal’in bütün kalburüstü partileri ve liderleri, savaş kredilerini onaylayarak açıkça kendi burjuvalarının yanlarında yerlerini aldılar. “Anayurt savunması” belgisi altında, sınıf mücadelesinden sınıf işbirliğine geçtiler. Bu aynı zamanda aldığı kararlara uyma becerisini gösteremeyen II. Enternasyonal’in çöküşünün de resmileşmesi oldu.
Savaş ilerledikçe Sosyal Demokrat harekette “Anavatan savunması” ile, devrimci iç savaş temelinde ortaya çıkan keskin bölünme ve saf değiştirme, yeni bölünmeleri de beraberinde getirdi. Savaşın büyüttüğü ekonomik ve siyasal krizden devrimci amaçlarla yararlanma sorununun gündeme gelmesiyle birlikte sosyal demokrat harekette, pasifist bir barış savunuculuğu ile “ne zafer, ne yenilgi” şiarlarında ifadesini bulan yeni bölünmeler ortaya çıktı.
Lenin, “merkez” ya da “bataklık” olarak nitelediği bu iki akımın da, özünde “Anavatan savunması”nı öne süren ana akımdan bir farkı olmadığını ortaya koydu.
“Aynı zamanda kitleleri devrimci eyleme çağırmayan”, “savaşa karşı soyut bir barış propagandasının” “işçi sınıfını yanıltmanın bir biçimi olduğunu”, bunun, “burjuvazinin insanlığına güvenmesini sağlayarak, proletaryayı savaşan ülkelerin gizli diplomasisinin bir aleti” haline getireceğini vurguladı. ( age, – 145, 146)
Öte yandan, savaşın gerçeğini kavrayamayan, savaşta işçi sınıfını silahsızlandıran, “Ne Zafer, Ne Yenilgi” şiarını Lenin “iç barışın” savunulması olarak niteledi: “Troçki ile birlikte “ÖK”cılar “Ne Zafer, Ne Yenilgi” parolasını savunurken tümüyle ve bütünüyle David’in zemininde duruyorlar! Daha yakından bakıldığında bu şiar “iç barış” demektir, bütün savaşan ülkelerde ezilen sınıfların sınıf mücadelesinden vazgeçmek demektir; çünkü “kendi” burjuvazisine ve kendi hükümetine darbe vurmadan sınıf mücadelesi imkansızdır…Kim “Ne Zafer, Ne Yenilgi” şiarını savunuyorsa, o bilerek ya da bilmeyerek bir şovenisttir, en iyi ihtimalle uzlaşmacı bir küçük-burjuva, ama her halükârda proleter politikanın bir düşmanı, bugünkü hükümetlerin, bugünkü egemen sınıfların bir yandaşıdır.” (a.g.e, 157 – 158)
Savaşın yol açtığı korku ve umutsuzluğun kitleleri teslim aldığı, şovenizm ve burjuva terörün tavan yaptığı o günkü koşullar içinde, vatana ihanet suçlaması, tutuklamalar, parlamenter ayrıcalıkların kaybedilmesini de göze alarak, savaşa karşı tek doğru tutumu, ( diğer sosyal demokrat partilerdeki küçük ama cesaretli çıkışlar bir yana – örneğin Alman parlamentosunda savaş kredilerine karşı tek karşı oyu kullanan Liebknekt oldu) savaşa karşı iç savaş şiarını yükselterek, Bolşevik Partisi aldı.
Lenin’e göre savaşın başlangıcında ortaya çıkan genel gericileşme, korkunun ve umutsuzluğun yaygınlaşması, yoksulluk ve acıların yol açtığı dine sarılma, savaşılan ülkeye duyulan kinin yükselttiği milliyetçilik ve şovenizm, bütün bunlar geçici olgulardı. Savaşın gelişmesiyle bu durumun değişmesi, kitleleri esir alan yurtseverce yanılsamaların dağılması, öfkenin “kendi” burjuvalarına yönelmesi, savaşın yol açtığı sefalet ve acıların devrimci duyguları harekete geçirmesi ve devrimci bir ortamın oluşması kaçınılmazdı. İşte “iç savaş şiarı bunların genelleştirilmesi ve yönlendirilmesi için”di. (age – 143)
Lenin, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürecek adımları şöyle sıraladı: “1) Savaş kredilerini kayıtsız şartsız reddetmek ve burjuva hükümetlerden çekilmek; 2) “Ulusal barış” (“bloc national”, “iç barış”) politikasından tamamen kopmak; 3) Hükümet ve burjuvazinin savaş hali ilan ederek anayasal özgürlükleri kaldırdığı her yerde illegal bir örgüt oluşturmak; 4) Savaşan ulusların askerlerinin siperlerde ve genel olarak savaş alanlarında kardeşleşmesini desteklemek; 5) Proletaryanın genel olarak bütün devrimci kitle eylemlerini desteklemek.” (age.-144)
Hem işçi sınıfı ve kitlelerin günlük mücadelelerine yön verilmesi, hem de devrimci bir ortama yanıt verecek devrimci hazırlığın yürütülmesi, en başta devrimci bir partinin yaratılmasıyla olanaklıydı. Lenin’in 1901’den beri yürüttüğü mücadelenin temelini böyle bir partinin yaratılması oluşturuyordu. Bu hedef, (1903’deki) RSDİP İkinci Kongresi’nin temeliydi. Ancak 2. Kongre’den RSDİP güçlenerek, birliğini bir üst düzeye taşıyarak değil, bölünerek çıkmıştı. ( Bolşevik – Menşevik) RSDİP’deki bu bölünme, 1905’in devrimci ortamında aşılmış gibiydi. Devrimin ateşi Bolşevik ve Menşevikleri yeniden bir araya getirdi. 1905 devrim koşullarında sağlanan bu biçimsel birlik, 1908 – 1910 gericilik yıllarında da korundu.
Ancak 1910 – 12 yılları, biçimsel birliğin ortadan kalktığı, partinin fraksiyonlara bölündüğü ve fraksiyonların partinin örgütsel varlığını tehdit eden bir noktaya vardığı yıllar oldu.
Kapitalist dünyada savaş hazırlıklarının hızlanarak sürdüğü 1912, Rusya’da sınıf mücadelesinin yeniden yükselişe geçtiği yıldı. RSDİP mevcut durumda — fraksiyonların partinin örgütsel varlığını tehdit ettiği bir noktaya ulaşması ve buna karşı parti Merkez Komitesinin hiçbir şey yapamaz duruma düşmüş olması – önündeki siyasal görevleri üstlenmekten uzaktı. Lenin’in, RSDİP tarihindeki ikinci köklü müdahalesi bu koşullarda oldu. Bolşevikler, partiyi içinde bulunduğu dağınıklıktan çıkarmak için 1912 Ocağında bütün partiye, Prag’da bir konferans düzenlenmesi çağrısı yaptılar. RSDİP içindeki diğer fraksiyonların bu çağrıyı reddetmeleriyle, konferans fiilen Bolşeviklerin konferansı olarak gerçekleşti. Bu konferansta parti, fraksiyonlardan arındırılarak yeniden örgütlendi. RSDİP içindeki diğer fraksiyonlar, Bolşevik konferansa 1912 Ağustosunda ortak bir konferans düzenleyerek karşılık verdiler. Rus devrim tarihine “Ağustos bloku”* olarak geçen ve ideolojik hiçbir ilkeye dayanmayan, tümüyle Bolşevik karşıtlığı üzerine toplanan bu konferans, beklendiği gibi, kısa sürede dağıldı. Ağustos bloğunun kısa sürede dağılması, fraksiyonları bir araya getirerek devrimci bir partinin kurulamayacağına dair Bolşevik görüşün de bir teyidi, fraksiyonlara dayalı RSDİP’nin biçimsel birliğinin de sonu oldu.
Parti, Lenin’in bu müdahalesiyle yeniden ideolojik, politik ve örgütsel bütünlüğe kavuştu. Ardından, parti ile sınıf arasında, gericilik ve dağılma yıllarında kopan bağlar yeniden kuruldu. Böylece Bolşevikler, bütün fazlalıklarından arınarak, zaferin temel koşulunu sağlamlaştırarak, önlerindeki göreve, devrimci hazırlık görevine yoğunlaşma olanağını elde ettiler.
Sadece Rus SDİP içindeki fraksiyonlardan arınma değil, Dünya Sosyal Demokrat Hareketinden bir kopuşu ifade eden Lenin’in bu devrimci müdahalesi kavranmadan, ne Bolşeviklerin savaş döneminde izledikleri devrimci tutum, ne de Rus devriminin Şubat 1917’den, Ekim 1917’ye olan serüveni anlaşılabilir.
1917 Şubat devrimi;
Halka İnceldiği Yerden Koptu
1917 Şubat devrimi patlak verdiğinde tarihçiler, bu devrimin hiçbir parti tarafından önceden bilinmediğinde hemfikirdiler. Lenin’in 1917’de Zürih’te işçi gençlik örgütünün düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmada söylediklerini buna kanıt olarak gösterdiler. Lenin bu konuşmasını “Biz yaşlılar belki gelecekteki devrimin bu tayin edici savaşlarını göremeyeceğiz. Fakat ben. İsviçre’de ve bütün dünyada sosyalist hareket içinde böylesine mükemmel biçimde çalışan gençliğin, gelecek proleter devrimde sadece savaşmak değil, aynı zamanda zafer kazanmak mutluluğunu da yaşayacağına olan umudumu büyük bir güvenle ifade edebileceğime inanıyorum” sözleriyle bitirmişti. (Seçme Eserler, Cilt. III -29)
Şubat devrimi bu konuşmanın yapıldığı tarihten bir buçuk ay sonra patlak verdi. Tarihçilerin, Şubat devriminin önceden bilinemediğine dair tespitleri, kendiliğinden patlamaların nasıl, nerede ve ne zaman ortaya çıkacağının bilinemezliği anlamında doğru olsa da, Lenin ve Bolşevikler 1907 kapitalizmin krizi ve kapitalist dünyada sürmekte olan hummalı savaş hazırlığını dikkate alarak, dünya devriminin yeni bir dalgasının yaklaşmakta olduğuna sürekli olarak dikkat çektiler. II. Enternasyonal’in 1907 Stuttgart Kongresi’nde Lenin ve Rosa Luxemburg’un zorlamasıyla alınan “savaşın yaratacağı olanaklardan devrimci amaçla yararlanma” kararı, tam da buna işaret etmekteydi. Lenin daha 1908’de “ Dünya Politikasında Patlayıcı Madde” makalesinde, Avrupa ve Asya’nın çeşitli ülkelerindeki devrimci gelişmelere dikkat çekerek “proletaryanın uluslararası mücadelesinde önceki örnekleri çok daha aşan yeni bir safhanın çizgilerinin gayet açık bir şekilde” belirginleştiğini vurguladı. (Seçme Eserler, Cilt. IV – 307)
1914’de başlayan emperyalist paylaşım savaşı, dünya sosyal demokrat hareketi ve işçi hareketini iki yönde etkiledi: Dünya sosyal demokrat hareketinde 1900’lerin başında ortaya çıkan bölünme, evrim sürecini tamamlayarak, savaşın başlamasıyla birlikte burjuvazinin devrimci işçi hareketine yönelik en etkili silahı haline geldi. Sosyal demokrat hareketin ana gövdesi işçi sınıfından koparak burjuvazi ile bütünleşti. Savaşla birlikte en tepe noktaya ulaşan milliyetçilik ve şovenizm, işçi hareketinde eski yurtseverce yanılsamaları yeniden dirilterek, işçi hareketinin “anavatan savunması” şiarı altında saf değiştiren sosyal demokrat hareketin arkasına eklemlenmesine yol açtı. Lenin savaşın yol açtığı bu değişimi söyle betimledi; “Savaşın neden olduğu büyük kriz bütün örtüleri yırtmış, geleneksel olan her şeyi süpürüp atmış, çoktan olgunlaşmış olan çıbanı patlatmış ve oportünizmi gerçek rolünde, burjuvazinin müttefiki olarak göstermiştir. Bu unsurların işçi partilerinden tamamen, örgütsel olarak ayrılması zorunlu olmuştur. Emperyalist dönemde, bir ve aynı parti içinde, devrimci proletaryanın öncüsünün yanında, “kendi” ulusunun “büyük güç” konumundan kaynaklanan ayrıcalıklardan kırıntılar elde eden yarı- küçük-burjuva bir işçi sınıfı aristokrasisinin varlığı imkansızdır. Oportünizmin, bütün “aşınlıklar”a yabancı yekpare partinin “haklı bir nüansı” olduğu eski teorisi, artık işçiler için en kötü yanılgı, işçi hareketi için en büyük engel haline gelmiştir.” ( Seçme Eserler, Cilt V – 234)
Öte yandan savaş, kapitalist sistemin mevcut krizini derinleştirerek, dünya devriminin nesnel koşullarını – devrimci durum – daha da olgunlaştırdı. Savaş ilerledikçe bizzat savaşın yol açtığı acılar ve sefaletle birlikte işçi hareketinde egemen olan yurtseverce yanılgılar da dağılmaya başladı.
Lenin bu durumu “ II.Enternasyonalin Çöküşü ” adlı makalesinde şöyle ifade etti: “Savaşın yol açtığı ve şimdi daha da genişleyen ve derinleşen nesnel devrimci durum, kaçınılmaz olarak devrimci bir hava yaratacak, en iyi ve en bilinçli proleterleri çelikleştirecek ve aydınlatacaktır. Kitlelerin ruh halinde ani bir değişiklik sadece mümkün değil, aynı zamanda gittikçe daha muhtemel hale gelmektedir” ( age– 235)
Devrim, savaşın etkilerinin en fazla hissedildiği Rusya’da patlak verdi. Halka inceldiği yerden koptu. Rusya’nın özellikle batı cephesinde aldığı yenilgi egemen sınıf içindeki çelişkileri keskinleştirerek bir siyasal kaosa yol açtı. Hemen her askeri ve siyasal gelişme, hükümette bir bakanın istifasıyla sonuçlanıyordu. Bürokrasi iş göremez durumdaydı. Orduda itaatsizlik, isyan boyutlarına varmıştı. Savaşın yol açtığı acılar ve sefalet, kitlelerdeki öfkeyi daha da büyütüyordu. Devrim, egemen sınıf içinde kaosun büyüdüğü, kitle hareketlerinin yükseldiği böylesi bir devrimci ortamda kendiliğinden bir patlamayla ortaya çıktı. Tıpkı 1905 devrimi gibi grevlerden gösterilere, genel grevden silahlı ayaklanmaya doğru bir yol izledi. Lenin iki devrim arasındaki bu benzerliği tarihin tekerrürü olarak nitelendirdi. “1905’de olduğu gibi yine bir savaş, çarlığın ülkeyi kesin ve açık fetih amaçları için, haydutça ve gerici amaçlar için soktuğu bir savaş, savaşta yine bir yenilgi ve bu yenilginin hız kazandırdığı devrimci kriz. Yine liberal burjuvazi – hatta bu kez muhafazakâr burjuvazi ve çiftlik sahiplerinin en geniş kesimleriyle birlikte – bir reformlar ve çarlıkla anlaşma programı öne sürüyor. Tıpkı 1905 yazında Buligin Duması’ndan önce, ya da 1906 yazında 1. Duma’nın dağıtılmasından sonra olduğu gibi. Fakat aslında buradaki büyük fark, savaşın bu kez tüm Avrupa’yı, güçlü sosyalist kitle hareketlerinin mevcut olduğu bütün ileri ülkeleri kapsamış olmasıdır. Emperyalist savaş Rusya’daki devrimci krizi, burjuva demokratik devrim temelindeki krizi, Batı’da gelişen proleter sosyalist devrimle birleştirmiştir. Bu bağ öylesine dolaysızdır ki şu ya da bu ülkede devrimci görevlerin hiçbir tekil çözümü mümkün değildir. Rusya’da burjuva demokratik devrim bugün artık batıdaki sosyalist devrimin sadece önsözü değil, aynı zamanda ayrılmaz bir bileşenidir.” (Seçme Eserler, Cilt -IV – 160 – 161 )
Devrimin ilk kıvılcımı 21 Şubat’ta Putilov işçilerinin, işverenin lokavt ilan etmesi üzerine başlattıkları grevle çakıldı. Bu grevi kadınların 23 Şubat Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nde ekmek kıtlığını protesto etmek için sokaklara çıkması izledi. Bu gösteride 1907’de derlenen kızıl bayraklar yeniden ortaya çıktı.
Aynı gün Bolşeviklerin öteden beri örgütlü olduğu Vyborg bölgesi işçilerinin grevi başladı. Grev kısa sürede Petrograd’ın diğer işçi semtlerine yayıldı. 24 Şubat’ta Sovyetler yeniden ortaya çıktı. Petrograd’lı işçiler fabrikalarda Sovyet seçimleri yapmaya başladılar. 25 Şubat’ta Bolşevikler, genel grev çağrısı yaptı. Gösteri ve grevlerin büyümesi karşısında Çar, askeri birliklere gösterilerin bastırılması emrini verdi. 26 Şubat’ta pek çok yerde göstericilere ateş açıldı. Ölenler ve yaralananlar oldu. Aynı gün, içlerinde Petrograd Komitesinin üyelerinin de olduğu yüzlerce işçi tutuklandı. Çarın emrine uymayıp isyana katılan askerler tutuklanarak Peter ve Paul kalesine kapatıldı. 27 Şubat’ta ayaklanma askeri birliklere sıçradı.26 Şubat’ta işçilere ateş açan Volinski alayı, bir daha işçilere ateş açmama kararı aldı. Birçok askeri birlikte askerler kışlaları terk ederek işçilere katıldılar. 28 Şubat’ta işçilerin ve askerlerin katıldığı ayaklanma en tepe noktasına ulaştı. Silahlı işçi ve askerler, Peter ve Paul kalesini işgal ettiler. Yakalayabildikleri hükümet üyelerini tutuklamaya başladılar.
1905 devrimindeki gibi, ilk kez Petrograd’da ortaya çıkan işçi vekilleri Sovyetleri, kısa sürede askerleri ve köylüleri de içine alarak ülkenin tümüne yayıldı ve Rusya’nın tek gücü haline geldi. Artık iktidar fiili olarak işçi ve asker Sovyetlerinin elindeydi.
Ancak fiili iktidarın Sovyetlerde oluşu, iktidar sorununun çözümü için yeterli değildi. Sovyetlerin, Rusya’nın tek siyasi iktidarı olmasının önündeki başlıca engel bizzat Sovyetlerin toplumsal bileşimi ve bu bileşime egemen olan siyasetin, siyasi iktidarın niteliğine ilişkin görüşleriydi. Sovyetlerde askerler ve köylüler, işçilerden daha büyük bir temsil olanağına sahiptiler. Bunun nedeni sadece köylüğün nüfus içindeki çoğunluğu oluşturması değil, Sovyetlere temsilci seçimindeki orantısızlıklardı. Örneğin Petrograd’da 150 bin askere karşın, 450 bin işçi olmasına rağmen, askerlerin Sovyetlerdeki temsilci sayısı işçilerin iki katından fazlaydı. Aynı dengesiz durum işçiler için de geçerliydi. Tüm fabrikaların % 87’sini oluşturan büyük fabrikaların delege sayısı, % 13’ü oluşturan küçük işletmelerdeki delege sayısıyla neredeyse eşitti ( 488’e karşı 422). Daha da önemlisi, siyasi olarak Sovyetlerde Menşevik ve Sosyal Devrimciler (SD) ezici bir üstünlüğe sahiplerdi. Petrograd Sovyetlerindeki 1600 delegeden sadece 40’ı Bolşevik’ti.(Tony Cliff, Lenin- Cilt-II – 123)
Duma’da bir geçici burjuva hükümetin kurulmasını olanaklı hale getirerek ikili iktidarın oluşmasına yol açan bizzat Sovyetlerin bu bileşimi ve bileşime egemen olan Menşevik ve Sosyalist Devrimci görüşlerdi.
Menşevik ve Sosyalist Devrimcilere göre Rusya’daki devrim, bir burjuva demokratik devrimdi; dolayısıyla iktidar olma sırası da burjuvazide olmalıydı. Sovyetlerin iktidarı alması yanlıştı; onun görevi demokratik bir güç olarak iktidarı dışarıdan etkilemekti.
Menşeviklerin Sovyetlerdeki en etkili liderlerinden biri olan Tsereteli, iktidarla ve Sovyetlerin rolüyle ilgili görüşlerini şöyle özetliyordu : “Burjuvaziyle bir uzlaşmaya varılması zorunludur. Devrimin izleyebileceği başka bir yol yoktur. Tüm iktidarın elimizde olduğu ve bir parmak hareketiyle hükümeti alaşağı edebileceğimiz doğru; ancak bu, devrimi bozguna uğratmak anlamına gelir.” (a.g.e 112)
Sovyetlerin 2 Mart 1917 tarihli toplantısında, “devrimi bozguna uğratmamak” adına Menşevik ve Sosyalist Devrimci (SD) çoğunluk oylarıyla iktidar Geçici Hükümet’e devredildi.
Şubattan Ekime; Sosyalist Devrim
Şubat devrimi gerçekleştiğinde Bolşevik liderlerin önemli bir kısmı ya Sibirya’da sürgünde, (Stalin Kamenev, Murolov) ya da yurtdışındaydı ( Lenin Zinovyev, Buharın, vb.) Merkez Komitenin Rusya Bürosu üç kişilik bir komiteden oluşuyordu (Şliapnikov, Molotov, Zalutski). Petersburg komite üyeleri 26 Mart gösterileri sırasında tutuklanmıştı. Buna rağmen Bolşevikler Şubat Devrimi’nde özellikle Vyborg işçi bölgesinde önemli bir rol oynadılar. Çoğu grevi ve gösteriyi düzenleyen Bolşeviklerdi.
Gerek Bolşevik Parti Merkez komitesi Rusya bürosu, gerekse Vyborg bölge komitesi Geçici Hükümet’e karşı tutarlı bir tavır izlediler. Sovyetlerin iktidarı alması gerektiğini savunarak Geçici Hükümet’e destek verilmesini reddettiler. Ancak bu durum devrimin izlemesi gereken yol konusunda Bolşevikler arasında kafa karışıklığı olmadığı anlamına gelmiyordu. Sovyetlerin iktidarı kendi elleriyle geçici hükümeti devretme kararı aldığı 2 Mart toplantısında, 40 Bolşevik temsilciden ancak 15’i karar aleyhine oy kullanmıştı. Petrograd Sovyet’inin toplantısında Bolşevik temsilcilerin iktidarı alması için Sovyetlere çağrıda bulunan bir karar tasarısının oylaması sırasında da aynı durum ortaya çıktı, Bolşeviklerin bir kısmı kendi karar tasarısına oy vermedi.
Devrimin ilk günlerinde iktidarın Sovyetlere geçmesi ve geçici hükümetin desteklenmemesi konusunda en tutarlı tutumu Bolşevik Parti Vyborg bölge komitesi ortaya koydu. Komite 27 Şubat’ta iktidarın Sovyetlere geçmesini öngören bir bildiri yayınladı. 1 Mart toplantısında iktidarın Sovyetlere devri ve Geçici Hükümetin desteklenmemesi çağrısında bulundu. 5 Mart’taki Parti Petersburg komitesi toplantısında işçi asker ve köylü vekilleri Sovyetlerinden oluşan geçici bir devrim hükümeti kurulması önerisinde bulundu. MK Rusya bürosu Vyborg Bölge komitesinin Sovyetler ve Geçici Hükümet’e ilişkin kararlarını desteklemekle birlikte, geçici hükümetin hemen devrilmesi isteminin Sovyet çoğunluğunun Menşevik ve SD’lerde olması nedeniyle gerçekçi olmadığı ve olgunlaşmamış bir ayaklanmaya yol açabileceği endişesinden hareket ediyordu.
Geçici Hükümet’e karşı tavır konusunda Bolşevik Partide asıl yanılsama ve savrulma sürgündeki merkez komite üyelerinin Pravda yazı kurulunda yer almasından sonra ortaya çıktı. MK üyeleri Stalin ve Kamenev ile Duma’daki Bolşevik milletvekili Muralov 12 Mart’ta Petersburg’a geldiler. Onların gelişiyle 5 Mart’ta yeniden legal olarak çıkmaya başlayan Pravda’nın yazı kurulu da değişmeye başladı. Muralov yazı kurulu üyesi oldu, Stalin’in konumu, “ kişisel olarak kendisine has özelliklerinden dolayı” istişare oy hakkı ile sınırlandırıldı. Kamenev ise tutuklandığında mahkemede Bolşeviklerin iç savaş şiarına katılmadığını açıklamasından dolayı yazı kurulunun dışında bırakıldı. (Yuriy Yemelyanov, İktidara Giden Yol Lena yay. saf.-271)
Kısa bir süre sonra yazı kurulu yeni bir operasyonla yeniden değiştirildi, Molotov’un yerine Muralov getirildi, Stalin ve Kamenev yazı kurulu üyesi oldu. Molotov bu operasyonu; “Stalin ve Kamenev geldiğinde beni Petrograd komitesinden, daha sonra da Pravda’nın redaksiyonundan attılar, ama usul usul gürültüsüz patırtısız yaptılar bunu, bir çeşit uzmanlıkla, çünkü onların nüfuzları daha fazlaydı, bu kesin. Ve on sene kadar da kademliydiler benden. İşte Kamenev’in – o ünlü diyebiliriz- “Kurşuna kurşun” başlıklı makalesi( Molotov Kamenev’in “anayurt savaşını” savunan makalesinden söz ediyor-y) ” o zaman basılmıştı. ….Oysa Stalin redaksiyondaydı. İşte hata orada. …Bu Stalin’in hatasıydı. Aynı dönemde bir tane daha oldu…. Ana fikri yaklaşık şöyle bir şeydi; barış için mücadele etmek lazım, Geçici Hükümetin eylemlerini barış için kullanmak lazım.” (Feliks Çuyev, Molotov Anlatıyor- Yordam Kitap, saf. -156).
Pravda yönetimindeki değişikliği Petrograd Parti komitesindeki değişiklik izledi, Stalin Petrograd Parti komitesinin başına geçti, aynı tarihte Stalin Parti Merkez Komitesi Prezidyumuna seçildi, Lenin’in Petrograd’a gelmesine kadar geçen sürede Parti yönetimini fiilen üstlendi.
Yazı Kurulu’ndaki bu değişikliklerden sonra Pravda’nın eski çizgisi -geçici hükümeti desteklemeyen onu alaşağı etmeyi öngören çizgisi- değişmeye başladı. Pravda’nın 15 Mart sayısında Kamenev’in yazısı bu değişimi en açık biçimde ortaya koydu. Kamenev yazısında büyük Rus devriminin savaşı durduramadığını belirttikten sonra şöyle devam etti; “iki ordunun birbiri ile karşı karşıya geldiği bir ortamda en saçma şey bunlardan birinin silahlarını yere indirip geri dönmesini önermektir. Bu bir barış siyaseti değil, ancak özgür halkın öfkeyle reddedeceği bir kölelik siyaseti olabilir. Hayır özgür halk olduğu yerde kalacak ve kurşuna, kurşun, bombaya bombayla karşılık verecektir.Bu durum kaçınılmazdır.” (Tony Cliff , Cilt II- 132)
Kamenev bu yaklaşımıyla 2 yıl önce mahkemede yaptığı savunmayı tekrarlayarak yeniden Bolşevik tezlerden “ana vatan savunması”na bir dönüş yaptı. Kamenev’in bu yazısından sonra Bolşevik Parti içindeki tartışma daha da keskin bir hal aldı. Parti içindeki bu çalkantılı durum 27 Mart’ta Petrograd’da yapılan Rusya geneli Bolşevik toplantısında tartışmaya açıldı. Toplantının gündemini Geçici Hükümet’e karşı takınılacak tavır ve savaş konusundaki Kamenev’in görüşlerinin tartışılması oluşturdu. Stalin toplantıda Geçici Hükümet’e karşı tavrı “Geçici Hükümet devrimi pekiştirdiği sürece ona destek verelim, karşı devrimci olduğu noktada ise ona destek verilmesini kabul edemeyiz” olarak açıkladı. (İktidara Giden Yol -274)
Toplantıda karşı yönde görüşler ileri sürülse de çoğunluk Stalin’in önerisini destekledi. Kamenev’in savaşa karşı dile getirdiği Menşevik görüşler toplantıda hararetli tartışmalara yol açtı. Stalin ve Muralov, Kamenev’in görüşlerine katılmadıklarını açıkladılar. Konferans bu konuda bir karar alamadı. Gerek Stalin’in Geçici Hükümet’le ilgili, Geçici Hükümet’in karşı devrimci olamayabileceği, devrimi değiştirebileceği ünlü formülü, gerekse Kamenev’in ana vatan savunmasından yana açıklamaları Bolşevikler ile Menşevikler arasındaki görüş farklılıklarını önemli ölçüde silikleştirerek yakınlaştırdı. Bu yakınlaşma Menşevik cephede Menşevik ve Bolşeviklerin tek bir partide birleşmesi önerisiyle karşılık buldu. Menşevik Tsereteli tarafından yapılan bu öneri konferansın bir diğer tartışma konusunu oluşturdu. Stalin bu önerinin ancak “Zimmerwald- Kienthal’da kararlaştırılan politika doğrultusunda” mümkün olabileceğini dile getirdi. Stalin’in bu yaklaşımı da Konferans çoğunluğu tarafından kabul gördü. ( E.H. Carr Bolşevik Devrimi- Cilt-I- saf. -80)
Lenin Bolşevik Parti’de bu tartışmaların olduğu dönemde Zürih’teydi, tartışmaya Zürih’ten, uzaktan mektuplar dizisiyle katılmaya çalıştı. Ancak Lenin’in mektupları uzakta olması, ülkedeki durumu tam olarak görememesi ve Menşevikler ile oluşan olumlu havayı dinamitleyeceği gerekçesiyle Pravda yazı kurulu tarafından sansür edildi. Lenin’in 7 Mart’ta yazdığı ilk mektup Pravda’da ancak 21 Mart’ta yayınlandı.
Bolşevik Partideki bu kafa karışıklığı ve savrulmalara yol açan şey, Rusya’da devrimci sürecin özgünlüğü nedeniyle -iktidar ikiliği- devrimin hâlâ burjuva demokratik aşamada olduğu yanılsamasıydı. Bolşevik Parti’deki bu kafa karışıklığı ancak Lenin’in Petrograd’a gelmesiyle dağılmaya başladı.
Lenin 22 Martta 32 kişiden oluşan bir Bolşevik grupla Almanya’dan mühürlü bir trenle Rusya’ya döndü. Bu tren 1917, 3-4 Temmuz olayları sırasında Lenin’in Menşevikler tarafından Alman ajanı olmakla suçlanmasına ve hakkında tutuklama kararı çıkarılmasına yol açacaktı. Ancak bu yolu izleyerek Rusya’ya dönen sadece Lenin değildi. 5 Mart’ta Menşevik liderlerden Martov da aynı yolu izleyerek Rusya’ya döndü. Bu yolculukta 58 Menşevik, 48 Bund’cu, 34 SD, 18-25 Anarko komünist, 22 partisiz olmak üzere 257 kişi Martov’la birlikteydi.
Lenin 3 Nisan 1917 akşamı Petersburg Finlandiya Garına ulaştı. Garda Bolşevikler tarafından karşılandı, bekleyen kalabalığa kısa bir konuşma yaptı. Rus devrimini selamlayarak başladığı konuşmasını “Bugün değilse yarın tüm Avrupa emperyalizminin çökmesi her an beklenebilir. Sizler tarafından gerçekleştirilen Rus devrimi, bu süreci başlattı ve yeni bir devrin başlangıcı oldu. Yaşasın dünya sosyalist devrimi.” sözleriyle bitirdi. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- saf. -82)
5 Temmuz’da Lenin, Sovyet oturumlarının yapıldığı Tauride sarayında Bolşevik, Menşevik ve bağımsızların oluşturduğu bir sosyal demokrat topluluğa seslendi. Bu toplantıda ilk kez Nisan tezlerini okudu. Tezler sadece Menşevikler değil, Bolşeviklerde de şok etkisi yarattı. Eski Bolşevik Bogdanov; “ sayıklama, bir delinin sayıklamaları” diye bağırarak Lenin’in konuşmasını kesti, başka bir eski Bolşevik Goldanberg; Lenin’in, “30 yıldan beri boş olan Avrupa tahtına, Bakunin’in tahtına adaylığını koydu” ğunu söyledi. Lenin sataşmalara aldırmadan salondan çıktı. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- saf. -83)
5 Nisan akşamı tezler Bolşevik yöneticilerin toplantısında yeniden okundu; Molotov, Kolantai, ve Şliapnikov dışında hiç kimse Lenin’i desteklemedi. Bu Lenin’in Parti içindeki ikinci büyük yalnızlığıydı. Birincisini, 1903 RSDİP 2. Kongresindeki Menşevik- Bolşevik bölünmesinde yaşamıştı. Ancak bu yalnızlık birincisinden daha az etkili oldu ve daha kısa sürdü. İki hafta sonra Parti’nin büyük çoğunluğu Lenin’le birlikteydi.
Lenin Birinci Uzaktan Mektubunda, Şubat devriminin bir mucize olmadığını, bu devrimin gerçekleşmesinin arkasında 1905 devrimci deneyiminin ve emperyalist savaşın büyüttüğü devrimci durumun olduğunu, savaşın devrimde “rejisörlük rolü üstlendiğini” belirttikten sonra; Rusya’da, biri burjuvazi ve burjuvalaşmış toprak sahipleri, diğeri işçi ve asker Sovyetleri olmak üzere ikili bir iktidarın oluştuğunu, ikinci iktidarın içinde bulunduğu bilinç ve örgütsel gerilik nedeniyle iktidarı kendi elleriyle burjuvaziye teslim ettiğini, iktidarın burjuvaziye geçişi –sınıfsal el değiştirmesi- anlamında devrimin birinci aşamasının “tamamlandığını”, sosyalist devrimin gündemde olduğunu, devrimin bu ikinci aşamasında sınıfların durumu ve sınıflar arası ilişkilerin bir değişime uğradığını, devrimin bu yeni aşamasında, proletaryanın, biri “Rusya’da nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan düzinelerce milyon yarı-proleter ve kısmen küçük-burjuva unsurlar kitlesi”, diğeri, “bütün savaşan ülkelerin ve bir bütün olarak tüm ülkelerin proletaryası” olmak üzere iki müttefike sahip olduğunu vurguladıktan sonra işçilere şu çağrıyı yaptı; “İşçiler, Çarlığa karşı iç savaşta proleter kahramanlık mucizeleri yarattınız, devrimin ikinci aşamasında zaferinizi hazırlamak için proletaryanın ve tüm halkın örgütlenmesinde mucizeler yaratmalısınız.” (Seçme Eserler, Cilt-VI-25)
Lenin mektuplarında değindiği bu noktaları Nisan Tezleri olarak bilinen tezlerde daha da ayrıntılandırdı. Lenin, tezlerinde savaşın bir emperyalist savaş olduğunu, Şubat devriminden sonra da bu durumun değişmediğini, bu nedenle Bolşevik Parti içinde dillendirilen “devrimci anavatan savunması” görüşünün yanlış olduğunu, buna taviz vermenin sosyal şovenizme evet demek anlamına geleceğini, “devrimci anavatan savunmasının” ancak Sovyetlerin iktidarında söz konusu olabileceğini, “Rusya’daki özgün durumun özelliğinin devrimin birinci aşamasından ikinci aşamasına geçişten ibaret olduğunu”, bu koşullarda Geçici Hükümet’e en ufak bir desteğin söz konusu olamayacağını, Bolşeviklerin şiarının “Bütün iktidar Sovyetlere” olması gerektiğini, bunun Sovyetlerde bilinç ve örgüt bakımından devrimci bir değişim gerçekleşmesine bağlı olduğunu, partinin bu aşamadaki görevinin bu değişimi sağlamak üzere harekete geçmek olduğunu sıraladıktan sonra, tezler çürümüş II. Enternasyonalin yerine yeni bir enternasyonalin kurulması çağrısıyla son buluyordu.
Lenin 1905 devriminden sonra kaleme aldığı “İki Taktik”te, Çarlığa karşı savaşımda yer alan güçlerin sınıfsal konumlarını ve amaçlarını göz önünde tutarak, “Rusya’nın ekonomik ve politik düzeninin burjuva demokratik doğrultuda oluşup dönüşme”sinin kaçınılmaz olduğunu ve bu dönüşümün iki farklı biçimde sonuçlanabileceğini belirtmişti: “a) ya her şey çarlığa karşı devrimin kesin zaferiyle sonuçlanacaktır, b) ya da kesin zaferi sağlayacak olan güçler yeterli olmayacak ve her şey burjuvazinin en tutarsız, en bencil öğelerinin çarlıkla uzlaşmasıyla sonuçlanacaktır.” (Lenin –İki Taktik –TKP yay. saf. 34)
Lenin, 1917 Devrimi öncesi ve sonrası somut durumu ele alarak bu yeni taktiği şöyle açıkladı: “O tarihlerde (1917 Şubat devrimine kadar olan süre kastediliyor) burjuva devriminin öngününde ya da tamamlanmamış bir burjuva devriminin akışı içinde bulunuyorduk ve görev her şeyden önce bu devrimi krallığın yıkılmasına kadar götürmekti. Şimdi krallık yıkılmış bulunuyor. Rusya’nın, başında Kadetler, Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler bulunan bir demokratik cumhuriyet haline gelişi ölçüsünde burjuva devrimi tamamlanmıştır…. Yalnız proletarya ve köylüler krallığı devirebilirler, o çağda bizim sınıf siyasetimizin belirleyici ilkesi bu olmuştur. Ve bu ilke doğru idi. 1917 Şubat ve Mart ayları bu ilkeyi bir kez daha doğrulamaktan başka bir şey yapmadı. Yalnız proletarya en yoksul köylüleri (…) yöneterek savaşı demokratik bir barışla sona erdirebilir (…) ve sosyalizme doğru mutlak olarak zorunlu olan, acil bir hale gelen adımları atabilir. Şimdi sınıf siyasetimizin belirleyici ilkesi budur.” (Lenin- Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi Sol yay. saf. -127-128))
Lenin’in bu tezine karşı çıkanların dayandıkları ana nokta; 1917 Şubat devriminin öngörüldüğü gibi (“Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü”) biçiminde gerçekleşmediği, bu devrimin önüne koyduğu hiçbir sorunu çözemediği, dolayısıyla henüz “burjuva demokratik devrimin tamamlanmadığı” tezidir.
Bu noktada sözü Lenin’e bırakalım:
“Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Bu sorun aydınlatılmadıkça devrimde kendi rolünü bilinçli bir biçimde oynamak ve hele devrimi yönetmek söz konusu edilemez.”” (Lenin- Ekim Devrimi Dosyası Sol yay. saf.-42)
“Bugünkü Rusya’ya özgü olan şey, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğinden ötürü, iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı proletarya ve köylülüğün yoksul katlarına devredecek olan ikinci aşamasına geçiştir.” (Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi -10)
“Şubat – Mart 1917 devriminden önce devlet iktidarı, Rusya’da eski bir sınıfa, başında Nikola Romanov’un bulunduğu feodal toprak soylularına aitti.
Bu devrimden sonra, iktidar başka bir sınıfa, yeni bir sınıfa, burjuvaziye ait bulunuyor.
İktidarın bir sınıftan ötekine geçişi, sözcüğün salt bilimsel anlamında olduğu kadar, politik ve pratik anlamıyla da bir devrimin birinci, başlıca ve esas belirtisidir.
Burjuva devrimi, ya da burjuva demokratik devrim, Rusya’da, bu bakımdan tamamlanmıştır. (age. 19-20)
Pavda’da yayınlanmasından sonra Lenin’in tezleri partide tartışılmaya başladı. Tezlere ilişkin tartışma daha çok Lenin’le Kamenev arasında bir polemik olarak gelişti.
Lenin’in tezlerine ilişkin parti içinde ilk oylama 7 Nisan’da Petrograd Parti komitesinde oldu. Bu oylamada tezler ikiye karşı onüç oyla reddedildi. 14 Nisan’da Petrograd bölgesi Bolşevikler toplantısında tezler yeniden tartışıldı. Toplantıya katılanların büyük çoğunluğu Lenin’e karşı olmasına rağmen, Geçici Hükümet’in desteklenmemesine dair Lenin’in önergesi 6 aleyhte 33 oyla kabul edildi. Bu Lenin’in ilk zaferiydi.
Sürmekte olan bu tartışma Partinin 24-29 Nisan tarihleri arasında toplanacak olan Bolşeviklerin Tüm Rusya Konferansı’nda sonuçlanacaktı. Lenin bu toplantıya tezlerini daha da ayrıntılandırarak ve itirazları tek tek çürüterek hazırlandı. Konferans 79,204 parti üyesini temsilen 151 delegenin katılımıyla toplandı.
Kamenev Bolşeviklerin Tüm Rusya Konferansı’nda da geleneksel karşıtlığını sürdürdü. Lenin, Kamenev’in, “Lenin yoldaşın genel şemasına gelince, bu şema, şu burjuva demokratik devrimin tamamlanmış olduğu tezinden hareket etmesi bakımından ve bu devrimin derhal sosyalist devrime dönüşmesine dayanması yüzünden bize kabul edilmez bir şema olarak görünüyor” biçimindeki, bugün de karşımıza çıkan o çok meşhur “demokratik devrim tamamlanmamıştır” itirazını söyle yanıtlar.
“Burada iki büyük yanlış var. Birincisi, burjuva demokratik devrimin tamamlanmış ya da tamamlanmamış olduğunu anlama sorunu yanlış konulmuştur. Sorun şeylerin yalnız bir yanını dikkate alan, nesnel gerçeğe uygun düşmeyen soyut ve yalın bir biçimde konmuştur. Kim ki sorunu böyle koyar, kim ki bugün “burjuva demokratik devrim tamamlanmış mıdır?” diye sorar, en azından, son derece karışık ve hiç olmazsa iki yön içeren bir gerçeği anlamak olanağından kendini yoksun kılar; teoride bu böyle. Pratikte ise acınacak bir şekilde küçük burjuva devrimciliğine teslim olur.” (age. 25-26)
Toplantı sırasında Stalin ve Zinovyev, Kamenev’e karşı Lenin’i destekleyen birer konuşma yaptı. Kamenev’in toplantı üzerindeki etkinliğinin azalmasıyla, tartışma bu kez devrimin tamamlanıp tamamlanmadığı sorunundan Rusya’da sosyalist devrimin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği sorununa kaydı. Rikov Lenin eleştirisi ile başladığı konuşmasını, “Sosyalist devrim güneşi ne zaman, nerede doğacaktır? İçinde bulunduğumuz şartlarda ve bizim hayat standartlarımızla sosyalist devrime kalkışmanın bize düşmediğini sanıyorum. Ne bunu gerçekleştirecek gücümüz var, ne de bunun objektif şartları var” diyerek sürdürdü. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- saf. -87)
Daha sonra Parti içinde önemli tartışmaların başlangıcı olan Rikov’un bu açıklaması toplantının yoğun gündemi içinde, Lenin’in kısa bir değinmesi dışında bir anlamda es geçildi. Lenin Rikov’un sözlerine şu cevabı verdi.“Rikov yoldaş, sosyalizmin gelişmiş sanayiye sahip başka ülkelerden gelinesi gerektiğini söylüyor. Bu doğru değil. Kimin başlayacağını söylemek olanaksızdır. Bu Marksizm değil, Marksizmin bir parodisidir” (Seçme Eserler, Cilt-VI- 559)
Uzun tartışmalardan sonra konferans, Lenin’in Nisan tezlerini; geçici hükümetin desteklenmesi, bütün iktidarın Sovyetlere geçmesi, savaşa karşı iç savaşın savunulması, devrimci savunmacılık tezini kınanması, iktidar Sovyetlere geçmeden demokratik bir barışın olamayacağı, bunun tek koşulunun iktidarın Sovyetlere geçmesi gerektiğine dair tezleri 7 çekimser oya karşılık oybirliğiyle onayladı. Toplantıda devrimci bir enternasyonalin kurulması konusu Zinovyev’in önerisiyle başka bir biçim aldı. Zinovyev’in Zimmerwald’cıların 18 Mayısta Stockholm’de yapacakları toplantıya katılma önerisi Lenin’in karşı oyuyla kabul edildi.
Konferans mevcut ulusal ve uluslararası durumda partinin yeni politikası ve taktiklerini belirledi. Bolşevik Parti, Konferanstan ideolojik, politik ve örgütsel birliğini güçlendirerek çıktı. Parti iki ay süren bir bocalamadan sonra yeniden Lenin’in etrafında kenetlendi. Artık parti ana görevine, konferansta alınan kararların hayata geçirilmesi görevine dönebilirdi. Şüphesiz konferansta alınan kararların belirleyici olanı bütün iktidarın Sovyetlere geçmesini öngören karardı. Bunun için yapılması gereken, Lenin’in deyimiyle, “Sovyetlerin sayısını çoğaltmak, güçlerini artırmak ve partimiz içinde birleştirmekti.” ( Seçme Eserler, Cilt-VI -89)
Konferansta Partinin yeni merkez komitesini de seçti. Lenin-104 oy, Znoyen-101, Stalin-97, Kamanev-95, Miliutin-88, Nogin-76, Sverdlov-71, Smilga-53, Federov-48 oyla yeni MK’yi oluşturdu. (Tony Cliff , Cilt II- 166)
Hem Bolşevik partide hem de SD ve Menşeviklerde Lenin’in tezlerine karşı çıkış şu iki noktada düğümleniyordu; birincisi, Lenin’in “bütün iktidar Sovyetlere” çağrısının bir silahlı ayaklanma çağrısı olduğu, ikincisi de bu çağrının doğrudan sosyalizme geçişi öngördüğüydü. Lenin bu çağrının doğrudan ve hemen bir ayaklanma çağrısı anlamına gelmediğini, “Rusya da iktidar ikiliğine yol açan koşulların –“proletaryanın sayısal zayıflığı, sınıf bilinci ve örgütlenmedeki yetersizliği”- ortadan kaldırılmadan yani, Sovyetleri geçici burjuva hükümete mahkum eden, SD ve Menşeviklerin Sovyetlerdeki üstünlüğüne son verilmeden Sovyetlerin iktidarı alamayacağını vurguladı. Lenin’e göre iktidar ikiliği uzun süre devam edemezdi; Çünkü; “Bir devlet içinde iki devlet erki varolamaz. Onlardan biri çekilmek zorundadır, ve tüm Rus burjuvazisi daha şimdiden var gücüyle, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri’ni olası bütün araçlarla her yerde bir kenara itmeye, zayıflatmaya, bir hiçe indirgemeye ve burjuvazinin mutlak egemenliğini kurmaya çalışıyor.” (Seçme Eserler, Cilt-VI-61)
Burjuvazinin Sovyetleri ortadan kaldırma girişimi, ancak Sovyetlerde devrimci bir değişimin gerçekleşmesiyle önlenebilirdi. Bunu sağlayacak olan Sovyetlerde çoğunluğu kazanmaya yönelik sabırlı ve kararlı bir propaganda ve ajitasyon faaliyetiydi.“Görünüşte bu “sadece” Propagandist çalışmadır. Gerçeklikte ise en yüksek dereceden pratik devrimci çalışmadır, çünkü dış engeller nedeniyle değil, burjuvazi ona karşı şiddet uyguladığı için değil (Guçkov şimdilik sadece asker kitlesine karşı şiddet kullanma tehdidinde bulunuyor), bilakis kitleler körü körüne bir güvenin esiri oldukları için duraklamış olan, boş laflar içinde boğulan ve yerinden kıpırdamayan devrim başka türlü ilerletilemez.” (age – 63)
Rusya’nın mevcut ekonomik gelişme düzeyinin sosyalist bir devrime elvermediği gerekçesiyle Bütün İktidar Sovyetlere çağrısının doğrudan sosyalizme geçişi öngördüğü ve bunun kabul edilemez olduğu yolundaki eleştiriyi ise Lenin şöyle yanıtladı. “…Rus devrimi Sovyetleri yarattı. Dünyanın hiçbir burjuva ülkesinde bu tür devlet kurumları yoktur ve olamaz da, ve hiçbir sosyalist devrim bunun dışında başka bir iktidarla hareket edemeyecektir. İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri, iktidarı devralmak zorundadır, ama alışılmış bir burjuva cumhuriyet yaratmak ya da doğrudan sosyalizme geçmek için değil. Bu imkânsızdır. O halde ne için? Bu geçiş için atılabilecek ve atılması gereken ilk somut adımları atmak için iktidarı almak zorundadırlar. Bu bakımdan korku en kötü düşmandır. Kitlelere, bu adımların derhal atılması gerektiği vaaz edilmelidir, aksi halde İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerinin iktidarı anlamsız olacak ve halka hiçbir şey vermeyecektir.” (age – 99)
Devrimin ilk dört ayında Bolşevikler, Sovyetler içinde azınlıktaydı. Ancak gerek Rusya’da, gerekse uluslararası alandaki gelişmeler Bolşeviklerden yanaydı. Rusya’da devrimci kriz derinleşerek sürüyordu. Menşevik ve SD’lerin desteğini arkasına alan burjuva Geçici Hükümet işçi, asker ve köylülerin istemlerinin hiçbirine çözüm üretememiş, tersine Sovyetleri etkisizleştirmeye çalışmıştı.
Boş vaatlerle yetinmeyen işçi, asker ve köylüler Bolşeviklerin önerdiği önlemleri kendi alanlarında fiilen uygulamaya geçtiler. Devrimden sonra hızla büyüyen fabrika komiteleri işyerlerinde ücretler, çalışma koşulları, işe alma ve çıkarma vb. konularda denetimi ellerine aldılar. Geçici Hükümetin savaş bakanı Kerenski’nin orduda disiplini sağlamaya yönelik eski tarzı – her türlü görevlendirme ve görevden alma yetkisinin komutanlara verilmesi, emirlere mutlak itaat, uymayanların cezalandırılması vb. – uygulama direktiflerine karşın askerler, Bolşeviklerin önerilerini – subayların seçimle belirlenmesi ve geri çağrılabilir olması – fiilen uygulamaya başlamışlardı. Köylüler için de durum farklı değildi. Geçici Hükümetin tarım reformu bir vaatten ileri geçmiyordu. Köylüler tarım reformunun sürekli ileri bir tarihe ( Kurucu Meclis’in toplanmasına) ertelenmesine tepki olarak işi kendi ellerine aldılar, toprakları işgal etmeye, büyük toprak sahiplerinin, ürünlerine, mülklerine ve araçlarına el koymaya, toprak kirasını düşürmeye başladılar. Geçici Hükümetin icraatı ise, işgalci köylülerin üzerine asker göndermek oldu. Tarım reformunun bir türlü gerçekleşmemesi ve Geçici Hükümetin köylü isyanlarını askerle bastırmaya yönelmesi, köylülük üzerinde büyük etkisi olan SD’lerde sağ ve sol biçiminde bir bölünmeye yol açtı. Sol SD’ler Bolşeviklerle yakınlaştı.
Uluslararası durum da Bolşeviklerin lehineydi. Orduda dağılma ve devrimcileşme sürüyordu. Cephede Rus ve Alman askerler arasında kardeşleşmeler, burjuvaziyi rahatsız edecek boyutlardaydı.
Kısaca Lenin’in, devrimin “rejisörü” dediği savaş, uluslararası durumu devrimcileştirmeye devam ediyordu. Öte yandan Geçici Hükümet müttefiklerin ( İngiltere ve Fransa) baskısıyla yeniden savaş hazırlıklarına başlamıştı. 20 – 21 Nisan’da Sovyetleri iktidarı almanın eşiğine kadar taşıyan kitlesel gösteriler bu koşullarda ortaya çıktı.
21 Şubatta SD ve Menşeviklerin üstünlüğü elde tuttuğu Petrograd Sovyet’i, her türlü gösteriyi yasaklayarak bir kez daha Geçici Hükümetin imdadına yetişti. 20 – 21 Nisan gösterileri Sovyetleri iktidar yapmaya yetmediyse de, Geçici Hükümeti derinden sarstı. Hükümet istifa etmek zorunda kaldı.
Bu tür kriz anlarında, bütün burjuvaların başvurduğu bir aldatma taktiği devreye sokuldu. Burjuvazi krizini fırsata dönüştürmek için SD ve Menşeviklerin içinde yer aldığı, bu yolla Sovyetler üzerindeki denetimini sağlayacağı bir koalisyon hükümeti kurmak için harekete geçti. 1 Mayıs’ta toplanan Petrograd Sovyeti, SD, Menşevik ve Kadetlerden oluşacak bir koalisyon hükümetinin desteklenmesi önergesini oyladı. Bolşeviklerin karşı oy kullandığı önerge, SD ve Menşeviklerin oylarıyla kabul edildi. 6 Mayısta içinde üç SD ve üç Menşevik bakanın yer aldığı yeni bir geçici hükümet kuruldu.
3 Haziran’da toplanan Sovyetlerin Tüm-Rusya Kongresi, Sovyetlerde SD ve Menşevik üstünlüğü teyit etse de, genel eğilimin Bolşeviklerin güçlenmesinden yana olduğunu gösterdi. Kongreye katılan 822 delegenin 285’i SD, 248’i Menşevik’ti. Bolşeviklerin delege sayısı ise 105’ti. Bu Kongre’nin tarihsel önemini belirleyen şey ise, Sovyet başkanı Menşevik Tsereteli’nin “şu anda hiçbir parti iktidarı bize verin durumda değildir. – Rusya’da böyle bir parti yoktur”, sözlerine Lenin’in verdiği “evet, vardır” cevabıydı. Kongre Bolşeviklerin iktidarın Sovyetlere geçmesini öngören önergesini reddederek bir kez daha Geçici Hükümet’e olan desteğini tazeledi. 250 üyeli bir Yürütme Komitesi ( Tüm-Rusya) ( VTsIK) seçildi. Bu organda Bolşevikler 35 üye ile temsil edildi. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- saf. -92, 93)
Yeni Geçici Hükümetle birlikte Rusya’nın emperyalist savaşa dahil olması yönünde çabalar da güçlendi. Bolşevikler, Geçici Hükümetin savaş yanlısı tutumunu protesto etmek için 10 Haziran’da barışçı bir gösteri düzenleme kararı aldılar. Sovyet Yürütme Komitesi, hemen harekete geçerek alelacele bir kararla gösteri yapılmasını yasakladı. Bu gelişme üzerine Bolşevikler, yoğun tartışmalardan sonra gösteriyi iptal ettiklerini açıkladılar.
Bolşeviklerin geri adım atmasını fırsat olarak değerlendiren Sovyet Yönetimi 18 Haziran’da Bıolşeviklere karşı bir gövde gösterisi düzenleme kararı aldı. İç tartışmaların ardından Bolşevikler, gösteriye katılacaklarını açıkladılar. 18 Haziran’da yaklaşık yarım milyon insan Petrograd sokaklarındaydı. Gösteri Menşevik ve SD’lerin umduğu gibi, Bolşeviklere karşı bir gövde gösterisi değil, tersine Bolşeviklerin bir gövde gösterisi oldu. Göstericiler, Bolşeviklerin “iktidar Sovyetlere,” kahrolsun 10 kapitalist bakan”, “gecekondulara barış, saraylara savaş” sloganlarını haykırdılar.
Geçici Hükümet tıpkı 1905 ve 1917 Şubat devriminde olduğu gibi, devrimi, savaşla boğmak yoluna gitti. Kerenski19 Haziran’da orduya Almanlara karşı saldırı emri verdi. Burjuvazinin hesabı, savaşın yaratacağı milliyetçi, şoven dalgadan yararlanarak Sovyetleri tümden ortadan kaldırmaktı. Ancak hesap tutmadı, 1905 ve 1917 Şubatındaki gibi geri tepti.
Ordunun Almanlar karşısında hezimete uğraması, kitlelerde Geçici Hükümet’e karşı öfkeyi daha da büyüttü. Öfke 3 Temmuzda büyük bir patlamaya dönüştü. Aynı gün Kadetler, Sovyet yönetimiyle Bolşevikleri karşı karşıya bırakmak amacıyla hükümetten çekildiklerini açıkladılar. Kerenski Geçici Hükümetin başkanı oldu. Kerenski’nin niyeti, Bolşeviklerin 3 Temmuz gösterisini provoke edip, silahlı bir ayaklanma gibi göstererek, Bolşeviklere karşı bir saldırının başlatılmasını sağlamaktı. Bunda kısmen de başarılı oldu. Gösteri sırasında hemen her öfkeli kitle eyleminde yaşanan “taşkınlıklar” yaşandı. 4 Temmuzda Bolşevikler, provokasyonu boşa çıkarmak için eylemlerin sonlandırıldığını açıkladılar. Bu, karşı devrim için yeni bir saldırının başlangıcı oldu. Çarın karşı devrimci birlikleri Petrograd’a sevkedildi. Aynı anda Bolşeviklere karşı pogromlar başlatıldı. Pravda bürosu ve basıldığı matbaa, tahrip edildi. Lenin’in Alman ajanı olduğu söylentisi yayıldı. Bolşevik önderler hakkında tutuklama kararı çıkartıldı. Kamenev ve Kollontai ile birlikte Troçki de tutuklandı. Lenin ve Zinovyev yeniden illegaliteye geçtiler.
Daha önceki bütün devrimlerden sonra ( 1848 – 1871 devrimleri) burjuvazinin ilk işi , işçi ve devrimci birliklerin silahsızlandırılması olmuştu. Bu kural, 3 – 4 Temmuzu izleyen günlerde Rus burjuvazisi tarafından da uygulandı. Geçici Hükümet, ayaklanma bahanesiyle devrimci işçi ve askerlerin silahsızlandırılması emrini verdi. Ancak bu kez silahlı işçi ve askerler, öncekiler gibi burjuvazinin tuzağına düşecek kadar deneyimsiz ve “toy” değillerdi. Karşı devrimin ise, işçi ve askerleri zorla silahsızlandıracak bir gücü yoktu.
Askerin silahsızlandırılması girişiminde, asıl hedef, Şubat devriminin önemli merkezlerinden biri olan ve 17 Mayısta “Kronstadt’ta tek iktidar, Kronstadt İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerinindir” kararını alan Kronştadt’tı. Kronştadt’ı bu karardan vazgeçirme uğursuz görevi yine Menşeviklere düştü. Menşevik bakan Tsereteli ile Kronstadt Sovyeti arasında varılan anlaşmayla Kronstadt kendi Sovyet’i için bir isim belirleyecek ve bu isim hükümet tarafından onaylanacaktı. (Seçme Eserler, Cilt-VI– 563)
Karşı devrimin işçi ve askerleri silahsızlandırma girişimi, küçük bazı başarılar dışında bir sonuç vermedi. Silahlı işçi ve askerlerin büyük bir bölümü silahsızlanmayı reddetti.
Bütün bu süreç zarfında Tüm-Rusya Sovyet Yönetimi aldığı kararlarla -savaşın yeniden başlatılması, cephede ölüm cezasının geri getirilmesi, işçi ve askerlerin silahsızlandırılması ve gösterilerin yasaklanması- açıkça karşı devrimin safında yer aldı. Lenin bu durumu, SD ve Menşeviklerin “eğik düzlemde dibe vurması,” karşı devrimle birleşmesi olarak nitelendirdi.
Kerenski Bolşeviklere karşı 3-4 Temmuzda yürütülen kampanyanın meyvelerini toplamak için yeni bir aldatmacaya başvurdu. 12 – 15 Ağustos tarihleri arasında Moskova’da bir devlet konferansı topladı. Çeşitli burjuva, küçük burjuva parti ve kurumlardan 2414 kişinin çağrılı olduğu toplantıda İşçi ve Asker Sovyetleri, 129 delege ile temsil edildi. Bolşevikler devlet konferansına genel grev çağrısıyla karşılık verdi. Genel greve 400 bin işçi katıldı. Grev Moskova dışında da yankı buldu. Burjuvazinin bu hamlesini boşa çıkartan bu genel grev aynı zamanda Bolşevikler için 3-4 Temmuz günlerinin artık geride kaldığını gösterdi.
3-4 Temmuz saldırılarının ardından 26 Temmuzda (26 Temmuz- 3 Ağustos) Bolşevik Partisi 6. Kongresi yapıldı. Bu Kongre, 1907 Kongresinden sonra düzenlenen ilk kongre idi. Lenin’in illegalitede olduğu bir dönemde düzenlenen kongrenin başkanlığını Sverdlov üstlendi. Siyasal durumla ilgili raporu ise Stalin sundu. Kongrede Rikov’un, daha önce Nisan Konferansı’nda ileri sürdüğü görüşleri bu kez Nogin dile getirdi. Nogin’in “gerçekten iki ayda sosyalizme hazır hale gelecek kadar ne kadar sıçrama yapılıp yapılamayacağı “ sorusuna Stalin, “Rusya’dan Avrupa “ başlayıncaya” dek beklemesini ve ancak ondan sonra sosyalist dönüşüme girişmesini istemek, münasebetsiz bir ukalalıktır” cevabını verdi. Stalin kongreden sonra yapılan MK toplantısında Pravda’nın baş redaktörlüğüne seçildi. ( Bolşevik Devrimi- Cilt-I- saf. -94)
Bu kongrede Troçki’yle birlikte hareket eden Mejrayonzi (Bölgeler arası birleşik sosyal demokrat örgütü) grubundan Troçki ve Uritski, MK üyeliğine, Joffe de aday üyeliğe seçildi.
Troçki Mayısta Amerikadan İngiltere üzerinden Rusya’ya döndü. Petrograd’da 1913’den beri faaliyet gösteren, Bolşevikler ve Menşevikler karşısında kendini fraksiyonlar üstü bir grup olarak ilan eden Mejrayonzi diye bilinen küçük bir gruba katıldı. Bolşevik Parti Nisan konferansında aldığı “gerçekten enternasyonalizm zemininde duran grup ve akımlarla yakınlaşma ve birleşme, bunların sosyalizme küçük-burjuva ihanet politikasından kopmaları koşuluyla gereklidir.” karar uyarınca Mejrayonzi ve Martov’un Menşevik “enternasyonalistler” grubuyla ilişkiye geçildi. Mejrayonzi grubuna Pravda ve merkez yayın organı yazı kuruluna birer temsilcisi verme ve Parti Kongresinin toplanması için kurulacak özel Organizasyon Komisyonuna iki üyeyle katılma önerisi getirildi. Bu öneriye karşı Mejrayonzi grubunun tavrı; “proletarya için öylesine acil gerekli olan güçlerin birliğine yalnızca Zimmerwald ve Kiental bayrağı altında, yalnızca Parti programı ve 1908, 1910, 1912 ve 1913 Parti kararlan temelinde ulaşılabileceği” oldu. Görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı. Troçki bu görüşmeler sırasında “bizden Bolşevizm’in kabul edilmesi beklenmemelidir”, “Bolşevikler kendilerini Bolşevik olmaktan çıkardılar, ben de kendime Bolşevik diyemem.” diyerek üst perdeden konuşma tavrını sürdürdü. Troçki ve grubu 6. kongrede Bolşevik partiye katıldı. (Bak, Seçme Eserler, Cilt-VI-132)
3-4 Temmuzda Bolşeviklere karşı düzenlenen pogromlara rağmen Bolşeviklerin Sovyetler içindeki yükselişleri, Rus burjuvazisi için ölüm çanlarının çaldığının habercileriydi. Genel Kurmay başkanı General Kornilov son bir hamle olarak Kerenski’ye bir karşı devrim planı sundu. Bu plana göre hükümet, Petrograd’da sıkıyönetim ilan edecekti. Kornilov da birlikleriyle Petrograd’a girecekti. Kerenski baştan desteklediği bu plandan, Kornilov karşısında güçsüz olduğunu ve planın tümüyle Kornilov lehine sonuçlanacağını hesaba katarak son anda vazgeçince, Kornilov İtilaf ( İngiltere, Fransa) devletlerinin desteğini de arkasına alarak 26 Ağustosta yayınladığı bir genelge ile iktidara el koyduğunu duyurdu. General Krasnov yönetimindeki Kornilov birlikleri Petrograd’a doğru yürüyüşe geçti.
27 Ağustos’ta Petrograd Sovyetinin Bolşevik fraksiyonu “bütün iktidar Sovyetlere” şiarı altında işçi ve askerleri Kornilov’a karşı silahlandırma kararı aldı. Kızıl Muhafızların sayısı kısa sürede 50 bine ulaştı. Bu gelişme karşısında sessiz kalamayan Petrograd Sovyeti, kendi bünyesinde bir devrimci askeri komite oluşturarak harekete geçti. Bolşevikler azınlık olmalarına rağmen, komitenin faaliyetini fiilen üstlendiler. Kronstadt Sovyeti de harekete geçerek Peter ve Paul Kalesini işgal etti. Cephelerde de durum farklı değildi. Birçok cephede birlikler Kornilov’un karşısındaydı. Bu gelişmeler karşısında kısa süreli bir ilerlemenin ardından Kornilov birlikleri dağılmaya başladılar; darbe, başladığından dört gün sonra çöktü.
Kornilov darbesini Lenin, “beklenmedik ( bu anda ve bu biçimde beklenmedik), neredeyse inanılmaz derecede sert bir dönemeç” olarak nitelendirdi. [ Lenin’in bu darbe ile ilgili olarak Merkez Komiteye yazdığı mektubu, konunun güncelliğini ( burjuvazinin gerici kanadına karşı liberal kanadının desteklenmesi sorunu) dikkate alarak olduğu gibi yazıya eklemeyi uygun gördük.
“Bütün sert dönemeçler gibi bu da taktiğin gözden geçirilmesini ve değiştirilmesini gerektiriyor. Ve her gözden geçirmede olduğu gibi, ilkesizliğe düşmemek için olağanüstü dikkatli olmak zorunludur.
Biz ancak iktidar proletarya tarafından ele geçirildikten sonra, barış teklifinden sonra, gizli anlaşmaları yırttıktan ve bankalarla bağları kopardıktan sonra, ancak bundan sonra anavatan savunucusu olacağız. Ne Riga’nın işgal edilmesi ne de Petrograd’ın işgal edilmesi bizi anavatan savunucusu yapmayacak. (Bunun okuması için Volodarski’ye verilmesini çok rica ediyorum.) O zamana kadar biz proleter devrimden yanayız, savaşa karşıyız, anavatan savunucusu değiliz.
Kerenski Hükümeti’ni şimdi bile desteklemeıneliyiz. Bu ilkesizlik olur. Şu sorulacak: Kornilov’a karşı mücadele etmemeli mi? Elbette etmeli! Fakat bu bir ve aynı şey değil, burada bir sınır var. Bu sınır, “uzlaşmacılığa” düşen, kendini olayların akışına kaptıran bazı Bolşevikler taralından aşılmaktadır.”
… “Yaşanılan anı hesaba katmak gerekir. Kerenski’yi derhal devirmek istemiyoruz. Ona karşı mücadele görevine başka biçimde yaklaşmak istiyoruz; halkı, (Kornilov’a karşı savaşan halkı), Kerenski’nin zaafları, yalpalamaları konusunda aydınlatacağız, Bunu önceden de yapıyorduk. Fakat şimdi bu esas mesele haline geldi: değişiklik bundan ibarettir.” (age.-213-214)
Kornilov ayaklanmasından kısa bir süre sonra Petrograd Sovyeti 31 Ağustosta “Sovyetlere sorumlu” bir hükümet kurulabileceği kararını oy çokluğuyla kabul etti. Aynı doğrultuda bir karar, VTSIK’nın köylü temsilcileri Sovyetleriyle yaptığı ortak oturum ve Moskova Menşevik Komite toplantısında da alındı. Lenin ve Bolşevikler, burjuvazinin içinde yer almadığı, (SD ve Menşeviklerin oluşturacağı) böyle bir uzlaşmayı, Sovyetlere karşı sorumlu olma ve Bolşevikler için tam görüş özgürlüğü şartıyla destekleyebileceklerini, bunun aynı zamanda devrimin barışçıl gelişmesi için de son bir şans olduğunu belirttiler. (age. – 216)
Ne var ki, Menşevik ve SD’lerin burjuvaziden kopuşu çok kısa sürdü. Bolşeviklerin önerisi burjuvaziyle yeniden uzlaşan Menşevik ve SD’ler tarafından reddedildi.
Kornilov darbesinin önlenmesinin ardından Bolşeviklerin Sovyetlerdeki gücü hızla büyüdü. Eylül başında Petrograd Sovyetinde üstünlük Bolşeviklere geçti. Darbeden sonra serbest bırakılan Troçki, Petrograd Sovyeti başkanı oldu. Bu Sovyet bünyesindeki “askeri devrimci komite” yeniden organize edildi. Troçki bu komitenin de başkanlığını üstlendi. Petrograd Sovyetini Moskova ve diğer sanayi bölgelerindeki ( Kiev, Kazan, Bakû, Nikolayev vb.) Sovyetler izledi. Bolşevikler ülke çapında 216 Sovyet’te üstün durumdaydı. Partinin Temmuzda 240 bin olan üye sayısı, Ekimde 350 bine yükseldi. Kerenski’nin umudunu bağladığı Baltık donanmasında bile üstünlük sol SD’ler ve Bolşeviklerdeydi. Bolşeviklerin en güçsüz olduğu köylerde bile, Ekimde 203 köylü grupları vardı.( İktidara Giden Yol -293)
Bolşeviklerin güçlenmesi karşısında Sovyetleri kaybettiklerini anlayan SD ve Menşevikler, Sovyetleri yeni bir kurum oluşturarak dengeleme yoluna gittiler. Bu amaçla 14 Eylülde “Demokratik Konferans”ı topladılar. Konferansa katılma sorunu Bolşevik Parti Merkez Komitesinde tartışıldı. Troçki ve Stalin, konferansın boykot edilmesini savundular. Kamenev’in katılma önerisi toplantıda kabul edildi. Lenin’in bu kararı protestosundan sonra Bolşevikler 5 Ekimde “ön parlamentodan” çekildiklerini açıkladı.
Bu konferansta Kurucu Meclis seçimlerine kadar görev yapacak bir ön parlamento kurulması kararıyla, Kadetlerin içinde yer almadığı bir koalisyon hükümeti kurulması kararı alındı. Ancak birkaç gün sonra Kerenski, içinde sanayici ve burjuva politikacıların yer aldığı bir hükümet kurdu.
Lenin, hızla Bolşevikler lehine değişen toplumsal ve siyasal gelişmeleri dikkate alarak Eylül 1917’de MK’ya krizin olgunlaştığı ve hemen silahlı bir ayaklanmanın hazırlıklarına başlanması için harekete geçilmesi gerektiğini belirten üç mektup yazdı. “Bolşevikler İktidarı Ele Geçirmelidir” mektubunda İşçi ve Asker Sovyetlerinde çoğunluğun Bolşevikleri desteklediğini vurgulayarak, silahlı ayaklanma hazırlıklarına başlanmasını önerdi. “Bolşevikler şimdi, iki başkentte İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerinde çoğunluğu elde ettikten sonra, devlet iktidarını kendi ellerine alabilirler ve almalıdırlar. Alabilirler, çünkü iki başkent halkının devrimci unsurlarının aktif çoğunluğu, kitleleri beraberinde götürmeye, düşmanın direnişini aşmaya, onu bizzat yenmeye, iktidarı ele geçirmeye ve korumaya yeter…Kurucu Meclis de “beklenemez”, çünkü Petrograd’ın teslim edilmesiyle Kerenski ve ortakları Kurucu Meclis’i herhangi bir zamanda giimletebilirler. Sadece bizim Partimiz, iktidarı ele geçirdikten sonra Kurucu Meclis in toplanmasını garantileyebilir.”….
“Bolşeviklerin “biçimsel” çoğunluğunu beklemek saflık olur. Hiçbir devrim bunu beklemez. Kerenski ve ortakları da beklemiyor, Petrograd’in teslimini hazırlıyorlar. Tam da Demokratik Konferans’ın acınası yalpalamaları, Petrograd ve Moskova işçilerinin sabrını taşırmak zorundadır ve taşıracaktır! İktidarı şimdi ele geçirmezsek tarih bizi affetmeyecektir.
Aygıtımız mı yok? İşte aygıtımız: Sovyetler ve demokratik örgütler. Uluslararası durum tam da şimdi, İngiltere ile Almanya arasında ayrı barışın öngününde bizden yanadır. Tam da şimdi halklara barış sunmak muzaffer olmak demektir.
Moskova’da ve Petrograd’da iktidar aynı zamanda ele geçirilmelidir (kimin başlayacağı önemli değil; hatta belki de başlangıcı Moskova yapabilir). Mutlaka ve hiç kuşkusuz muzaffer olacağız.” (Seçme Eserler, Cilt-VI- 223-225)
“Marksizm ve Ayaklanma” mektubunda Marksist bir partinin ayaklanma sorununa nasıl yaklaşması, başarılı bir ayaklanma için nelerin yapılması gerektiğini belirttikten sonra, Rusya için ayrıntılı bir ayaklanma planı ortaya koydu.
“Kriz Olgunlaşmıştır” başlıklı üçüncü mektubunda Lenin, abartılı da olsa, özellikle İtalya ve Almanya’daki mücadele ve ayaklanmalara dikkati çekerek, devrimin dünya çapında olgunlaştığını vurguladı. İşçi ve asker ayaklanmalarına Eylül’de eklenen köylü isyanlarıyla Rusya’da silahlı bir ayaklanma için koşulların olgunlaştığını belirterek partiye şu çağrıda bulundu; “Hiç kuşku yok ki Eylül’ün son günlen, Rus tarihinde ve büyük ihtimalle dünya devriminde de muazzam bir ani değişikliği getirmiştir…..Kuşkusuz Önümüzde bir proleter dünya devrimi var ve bütün ülkelerin proleter enternasyonalistleri arasında nispeten en büyük özgürlükten yararlanan, bir legal partiye ve iki düzine kadar gazeteye sahip olan, başkentlerdeki İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri ve halk kitlelerinin çoğunluğu bugünkü devrimci anda yanımızda olan biz Rus Bolşeviklerine karşı şu sözler sarfedilebilir ve sarf edilmelidir: “Çok verilenden çok istenir!”
Kriz olgunlaşmıştır. Rus devriminin tüm geleceği tehlikededir. Bolşevik Partinin şerefi tehlikededir. Sosyalizm için uluslararası işçi devriminin tüm geleceği tehlikededir.
O halde ne yapmalı? Olanı söylemek, Merkez Komitemiz ve Parti önderliği içinde Sovyetler Kongresini beklemekten yana, iktidarın derhal ele geçirilmesine karşı, derhal ayaklanmaya karşı olan bir eğilim ya da düşüncenin varlığı gerçeğini kabul etmek gerekir. Bu eğilim ya da düşünce yenilgiye uğratılmalıdır.
Aksi halde Bolşevikler ebediyen rezil olacaklar ve Parti olarak işleri bitik olacaktır.
Çünkü böyle bir anı kaçırmak ve Sovyetler Kongresi’ni “beklemek” ahmaklığın dik âlâsı ya da ihanetin dik âlâsı olacaktır.Alman işçilerine ihanetin dik âlâsı. Onların devriminin başlamasını bekleyemeyiz!!…
Köylülere ihanetin dik âlâsı. Her iki başkent Sovyet’i elimizde olmasına rağmen köylü ayaklanmasının bastırılmasına göz yummak, köylülerin her türlü güvenini yitirmek ve haklı olarak yitirmek demektir,… Sovyetler Kongresini “beklemek” ahmaklıktır, çünkü bu kongre hiçbir sonuç vermeyecektir, hiçbir sonuç veremez!”
Lenin Parti yönetiminin mektuplarına cevap vermemesini, silahlı ayaklanma konusunda kendisiyle aynı fikirde olunmadığının kanıtı olarak değerlendirerek üçüncü mektubunun altına şu notu iliştirdi; “MK’nın, Demokratik Konferans başladığından bu yana benim bu yöndeki tüm düşüncelerime bir yanıt bile vermediğini, merkez organın makalelerimden Bolşeviklerin, örneğin Ön Parlamento’ya katılma yönündeki utanç verici karar, Sovyet başkanlık divanının bir sandalyesinin Menşeviklere bırakılması vb. gibi son derece açık hatalarına işaret ettiğim yerleri çtkardığını görünce, bunda MK’nın bu sorunu tartışmak bile istemediğine, dilimi tutup uzaklaşmam gerektiğine ilişkin “yumuşak” bir ikaz görmek zorundayım.
Merkez Komitesi’nden istifamı talep etmek zorundayım, ki şimdi yaptığım budur, alt Parti örgütlerinde ve Parti Kongresinde ajitasyon özgürlüğümü saklı tutarım.
Çünkü Sovyetler Kongresi’ni “bekleyip” anı kaçırırsak devrimi mahvedeceğimize ta derinden inanıyorum.” (age.-232-241)
Lenin endişelerinde haklıydı. Mektupları MK toplantısında ele alınıp tartışılmış, tam bir kararsızlık içinde geçen tartışmalardan ayaklanma konusunda bir karara varılamamıştı. Merkez komitesindeki bu tartışmalarda “Kamenev ve Zinovyev Lenin’in teklifine (ayaklanma teklifine-y) karşı çıktılar, Troçki ise alternatif bir plan sundu, buna göre harekete geçmek için Sovyetlerin desteği şarttı. Bu tür önemli kararların geniş bir şekilde ve her yönüyle görüşülmesi gerektiğini düşünen Stalin ise, Lenin’in mektuplarını partinin geniş tabanlı ve büyük örgütlerinin görüşüne sunmayı teklif etti. (İktidara Giden Yol- 293)
Farklı nedenlere dayansa da Merkez Komite de ayaklanma konusundaki her üç yaklaşımın ortak yanını bekleme, – Kurucu Meclis’in,Sovyet Kongresi’nin ya da, parti tabanı ile görüşmelerin beklenmesi- oluşturuyordu. Hâlbuki Lenin mektuplarında beklemenin ölüm demek olduğunu vurguluyordu.
Lenin silahlı ayaklanma önerisine karşı çıkanların ileri sürdükleri argümanlar, “ . . . Halk içinde çoğunluğa sahip değiliz, bu önkoşul olmadan, ayaklanmanın hiç şansı yoktur…” “İktidarı ele geçirebilecek kadar güçlü değiliz, ve burjuvazi de Kurucu Meclis’i akamete uğratacak kadar güçlü değil…” “… Her geçen gün güçleniyoruz, güçlü bir muhalefet olarak Kurucu Meclis’e girebiliriz, neden her şeyi tehlikeye sokalım…”’ ” … Aslında uluslararası durumda vakit geçirmeksizin eyleme geçmemizi gerektirecek hiçbir şey yok, tam tersine eğer kendimizi kurşunlatırsak, Batı Avrupa’da sosyalist devrim davasına zarar vermiş olacağız…” “…kitlelerde onları sokağa iten ruh hali yok…” vb. idi. (Seçme Eserler, Cilt- VI -314- 327)
Lenin parti içinde ayaklanma karşıtı görüşlerin liderliğini yapan Kamenev ve Zinovyev’in bu argümanlarını güvensizlik, kararsızlık, inançsızlık olarak nitelendirerek eleştirdi.
Lenin’in Merkez Komite’ye yazdığı bu üç mektup parti – sınıf ilişkisine dayanan devrim teorisinin parlak bir açıklamasıydı. Lenin daha Ne Yapmalı’da bu teoriyi “bilimsel komünizm ile işçi hareketinin birliği olarak ortaya koydu. 1905 Devriminin ortaya çıkardığı yeni örgüt biçimini – Sovyetler – dikkate alarak teorisini daha da somutladı. 1905 Devrimi’nde ilk Sovyetler ortaya çıktığında Bolşevikle rve Menşevikler arasında parti ve Sovyetlerin rolüne ilişkin tartışmayı – bu tartışmada Bolşevikler partiden, Menşevikler ise Sovyetlerden yana tavır almışlardı – hem parti, hem Sovyetler, her ikisi de olarak noktaladı. 1917 Şubat devriminden sonra bütün iktidar Sovyetlere sloganının hemen ve doğrudan bir silahlı ayaklanma çağrısı olmadığını, Sovyetlerde Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerin üstünlüğüyle gerekçelendirdi. Ekimde Sovyetlerdeki güç değişimine bağlı olarak, tereddüt etmeden silahlı ayaklanma çağrısı yaptı. Çünkü;Sovyetlerde çoğunluk – örgütlü kitlenin çoğunluğu – Bolşeviklerden yanaydı ve bu devrimin zaferi için gerekli iki koşulun, parti ve aktif çoğunluğun oluştuğuna işaret etmekteydi.
Bolşevik Parti içinde ayaklanmaya ilişkin bu tartışmanın arka planını devrim teorisine ilişkin Bolşevik ve Menşevik tezler oluşturuyordu. Lenin devrimci durumun olduğu koşullarda zaferi, parti ve onu izleyen kitlenin Sovyetlerdeki çoğunluğuna dayandırırken, Menşevik tez, devrimin zaferini halkın sayısal çoğunluğunun kazanılmasına bağlıyordu. Bolşevik parti içinde silahlı ayaklanmaya itiraz edenlerin ileri sürdüğü görüşler – Kurucu Meclis ya da Sovyet Kongresi’nin beklenmesi – bu Menşevik tezin başka bir versiyonuydu.
Lenin, temel sınıflarını burjuvazi, proletarya ve küçük burjuvazinin oluşturduğu kapitalist bir toplumda, sayısal çoğunluğa dayalı devrim anlayışının iki önemli faktörü; küçük burjuvazinin bu toplumdaki yeri ve konumu ile burjuva ideolojisinin hegemonyanın, özellikle geri kitleler üzerindeki gücünü göz ardı ettiklerini vurguladı. Kapitalist toplumda “Küçük-burjuva öyle bir ekonomik konumda bulunur, yaşam koşullan öyledir ki, kendini kandırmadan edemez, elinde olmadan ve kaçınılmaz olarak kâh burjuvaziye, kâh proletaryaya doğru çekilir. Ekonomik olarak bağımsız bir “çizgi”ye sahip olamaz. Geçmişi onu burjuvaziye, geleceği proletaryaya çeker. Yargısı onu buna, önyargısı (Marx’ın ünlü ifadesiyle) diğerine çeker.” (age.-191) Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir devrimci süreç bu yalpalamayı ortadan kaldıramaz. Öte yandan burjuvazinin ideolojik hegemonyası devrimci bir durumda bile tümüyle etkisizleştirilemez, bu etki alışkanlıkların gücü ile kendini devrimden sonra bile uzun bir süre korur. Bu iki ana faktöre bağlı olarak hiç bir devrim toplum içinde sayısal birçoğu elde edemez.
Lenin “halkın içinde çoğunluğa sahip değiliz, bu önkoşul olmadan ayaklanmanın hiçbir şansı yoktur” söylemini şöyle yanıtladı:
“Böyle birşey söyleyebilen insanlar, ya gerçeği çarpıtıyorlar, ya da koşullar ne olursa olsun, devrimin gerçek koşullarını hiç mi hiç dikkate almadan, daha baştan, Bolşevik Partinin bütün ülkede tamı tamına oyların yarısından bir fazlasını alacağı güvencesini isteyen ukalalardır. Bu tür güvenceleri tarih hiçbir zaman, tek bir devrimde bile sunmamıştır ve zaten kesinlikle sunamaz da. Böyle bir talep ileri sürmek, dinleyenlerle alay etmek demektir ve sadece, kendinin gerçeklikten kaçışını gizler.” (age.-314)
Silahlı ayaklanma konusunda Merkez Komiteye yazdığı mektuplardan bir cevap alamayan Lenin 9 Ekim’de gizlice Petrograd’a geldi. 10 Ekim’de Merkez Komitesi toplantısına katıldı. Lenin’in toplantıda bulunması MK’nin ayaklanma kararını onaylaması için yeterli oldu. Kamenev ve Zinovyev’in karşı oy kullandığı oylamada ayaklanma kararı 10 oyla onaylandı. Aynı toplantıda Lenin, Zinovyev, Kamenev, Troçki, Stalin Sokolnikov ve Bubnov’dan oluşan bir “siyasi büro” (merkez ) kuruldu. Böylece Bolşevik Partide politbüro geleneği de başlamış oldu.
11 Ekimde ayaklanma kararına karşı çıkan Kamenev ve Zinovyev’in kararı eleştiren bir mektubu parti örgütlerine göndermesiyle tartışma partiye taşındı.
Tartışma ve oylama 16 Ekim’de toplanan Merkez komitesi genişletilmiş toplantısında (plenum) devam etti. Ayaklanma karar önerisi iki karşı, iki çekimser, ondokuz oyla yeniden onaylandı. Plenum’da ayaklanma hazırlıklarını tamamlamak üzere Bubnov, Stalin, Cerjinski (Dzerjinski), Sverdlov ve Uritski’den oluşan “askeri devrimci komite” kuruldu. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- saf. 98) Bu komite, ayaklanma hazırlığını Ekim’de Petrograd Sovyet’inde kurulan ve başında Troçki’nin bulunduğu “devrimci askeri komite” ile eşgüdümlü olarak yürüttü.
Kamenev ve Zinovyev ayaklanma kararını protesto ederek MK’den de istifa ettiklerini açıkladı. Protestolarını 18 Ekim’de ayaklanma kararını parti dışıi basında İfşa ederek sürdürdüler. Lenin grev kırıcı olarak nitelendirdiği Kamenev ve Zinovyev’in partiden atılmasını istedi; “Her ikisini de artık yoldaş olarak görmediğimi ve gerek MK’da, gerekse de parti kongresinde partiden ihraç edilmeleri için tüm gücümle mücadele edeceğimi açıkça söylüyorum……grev kırıcıları ihraç edilerek Bolşevik cephenin birliği yeniden sağlanmalıdır.” (Seçme Eserler, Cilt-VI-335)
Lenin’in önerisi kendisinin katılmadığı 20 Ekim MK toplantısında ele alındı, MK ihraç istemini onaylamadı ancak, Kamenev ve Zinovyev’in MK ve parti kararlarına karşı demeç vermesini yasaklayan bir karar alındı.
Lenin 24 Ekim’de MK’ya, harekete geçmeye çağıran bir mektup daha gönderdi; “Yoldaşlar! Bu satırları 24 Ekim akşamı yazıyorum. Durum son derece kritik. Şimdi ayaklanmayı herhangi bir şekilde geciktirmenin gerçekten ölüm anlamına geleceği gün gibi ortada…. Tarih bugün muzaffer olabilecekken (ve kesinlikle muzaffer olacakken) yarın birçok şeyi yitirme, evet hatta her şeyi yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak devrimcilerin geç kalmasını affetmeyecektir…. 25 Ekim’de yapılacak şüpheli oylamayı beklemek de fesatlık ya da şekilciliktir, halk bu tür sorunları oylamayla değil, şiddetle çözme hak ve yükümlülüğüne sahiptir, halk devriminin kritik anlarında bizzat kendi temsilcilerine, hatta en iyi temsilcilerine yönü gösterme, onları beklememe hak ve yükümlülüğüne sahiptir…. Hükümet yalpalıyor. Son darbe indirilmelidir ne pahasına olursa olsun! Eylemin gecikmesi ölümdür.” (age.-343-44)
Lenin’in mektubu Merkez komitesi toplantısında görüşüldü, 25 Ekim sabahı harekete geçmek üzere “askeri devrimci komite” üyeleri arasında görev bölümü yapıldı, Cerjinski demiryollarının, Bubnov posta-telgraf idaresinin kontrolü, Sverdlov Kışlık Saray’ın ele geçirilmesi ve geçici hükümetin tutuklanması, Milyutin, levazım işlerini üstlendi. (N.K. Kurupskaya- Lenin’den Anılar – Odak Yay. Cilt III Saf. -16-17)
Lenin’in talimatı uyarınca Rusya Sovyetleri (VTsIK) ikinci Kongresi beklenmeden 25 Ekim sabahı harekete geçildi, Kışlık Saray ele geçirildi, geçici hükümet üyelerinin bir kısmı tutuklandı, tutuklanan askeri öğrenciler Sovyetlere karşı bir daha silah kullanmayacakları taahhüdü ile serbest bırakıldı.
Moskova’da ayaklanma Petrograd’a kıyasla daha çetin geçti, sekiz gün süren bir çatışmadan sonra şehrin yönetimi ele geçirildi. Ayaklanmanın başarısından sonra Bolşevik Parti sol Sosyalist-Devrimci’ler (sol SD) ile görüşerek kurulacak yeni hükümette görev almalarını teklif etti. Sol SD’ler Bolşeviklerin bu önerisini reddedince Bolşevik Parti kendi hükümetini oluşturdu. “ Halk Komiserleri Konseyi” adı verilen Bolşevik hükümette konsey başkanlığına Lenin, İçişleri halk komiserliğine Rikov, Dışişleri halk komiserliğine Troçki, Milliyetler Halk komiserliğine Stalin getirildi, Ordu ve donanma işlerini Antonov, Krilenko ve Dibenko’dan oluşan bir komite üstlendi. Ulaştırma Halk komiserliği demiryolu işçileri Merkez komitesi ile bir anlaşmaya ulaşılabileceği beklentisiyle boş bırakıldı.(Age. -27)
25 Ekim akşamı Tüm Rusya Sovyetleri (VTsIK) toplantısı açış konuşmasında Lenin delegelere geçici hükümetin devrildiğini ve Sovyetlerin iktidarı aldığını açıkladı.
Kapitalizme Cepheden Saldırı
Bolşevik, Menşevik, SD’ler bazı küçük grupların (Bundcular, Enternasyonal istler –Gorki’nın grubu vb.) katıldığı VTsIK Kongresi 26 Ekim’de çalışmalarını sürdürdü. Kongreye katılan 670 delegenin çoğunluğunu Bolşevikler (300 delege) oluşturuyordu, sağ ve sol olmak üzere bölünen SD’lerin delege sayısı 193, Menşeviklerin delege sayısı ise 68 idi. Sağ Sosyalist devrimciler (24 delege) ve Menşevikler “ayaklanmacı bir parti ile işbirliği yapmayı reddettiklerini söyleyerek Kongre Salonu terk ettiler, kongre Bolşevikler, sol SD’ler (169 delege) ve diğer küçük grupların birleşimiyle sürdürüldü. Bolşeviklerden oluşan Halk Komiserler Konseyini onaylayan kongre’de VTsIK’nın yeni Yürütme Kurulu belirlendi. Yeni VTsIK yürütmesinde Bolşevikler 67, Sol SD’ler 29 üye ile temsil edildi, geri kalan 20 üyelik küçük gruplara paylaşıldı. (age. -17)
Halk Komiserleri Konseyi 26 -31 Ekim tarihleri arasında dört önemli kararname çıkardı. Barış üzerine kararnamede savaşa katılan tüm halklara ve hükümetlerine adil bir demokratik barış için görüşmelerin başlatılması çağrısı yapıldı, ilhakların ve savaş tazminatlarının olmadığı barış çağrısında; “Rusya Hükümeti savaşa katılan bütün halklara, derhal böyle bir barış yapmayı önerir ve en küçük bir gecikmeye meydan vermeden, böyle bir barışın bütün koşullarının, bütün ülkelerin ve bütün ulusların halk temsilcilerinin yetkili meclisleri tarafından kesin onaylanmasına kadar tüm tayin edici adımları atmaya hazır olduğunu” açıkladı. (Seçme Eserler, Cilt-VI – 441)
İkinci önemli kararname olan toprak kararnamesi ile toprakta özel mülkiyetle birlikte toprağın alınıp satılması, ipotek edilmesi ve devredilmesi ortadan kaldırıldı. Kararnamede şu noktalar öne çıkarıldı; “Bahçeler, plantasyonlar, fidelikler, fidanlıklar, seralar vs. gibi üzerinde gelişmiş tarım yapılan araziler dağıtıma tabi olmayıp, örnek çiftliklere dönüştürülürler ve büyüklükleri ya da önemlerine göre devletin ya da komünlerin inhisarı kullanımına devredilirler…. Ailesinin yardımıyla kendi başına ya da başkalarıyla birlikte toprağı işlemek isteyen ve toprağı işleyecek durumda olduğu sürece her Rus vatandaşı (cinsiyet farkı gözetmeksizin), topraktan yararlanma hakkına sahiptir. Ücretli emeğe izin verilmez….Yaşlılık ya da sakatlık nedeniyle artık toprağı bizzat işleyecek durumda olmayan köylüler ondan yararlanma hakkını yitirirler, fakat buna karşılık devletten emekli maaşı alırlar.” (age.-417-18)
İşçi denetimiyle ilgili kararname ile işçi denetiminin ilkeleri ortaya konuldu; “İşçi denetimini, işletmenin tüm işçileri ve hizmetlileri, ya doğrudan işletme, – bu mümkün olacak kadar küçük olduğunda – ya da derhal genel toplantılarda seçilecek temsilcileri aracılığıyla uygularlar. Seçim toplantılarında tutanak tutulmalıdır ve seçilenlerin adlan Hükümete ve İşçi, Asker ve Köylü Temsilcileri yerel Sovyetlerine bildirilecektir. … İşçilerin ve hizmetlilerin seçilmiş temsilcilerinin kararlan işletme sahipleri için bağlayıcıdır ve ancak sendikalar ya da sendika kongreleri tarafından kaldırılabilir.” (age.-421)
4 Ekim’de çıkartılan başka bir kararnameyle seçmenlere, seçilmiş temsilcileri geri çağırma hakkı tanındı. Devrimin ilk aylarında başka birçok kararname çıkartıldı. Bu kararnamelerle kapitalizme karşı cepheden bir saldırı örgütlendi. Büyük sanayiden başlamak üzere fabrika ve işletmeler devletleştirildi, Burjuvaların sabotaj ve spekülasyona yönelmesiyle devletleştirmeler küçük işyerlerini kapsayacak ölçüde genişletildi. Bankalar, el konularak tek bir banka olarak birleştirildi. Tarımda, demokratik görevlerle sosyalist görevlerin içiçe geçtiği bir tarım programı uygulandı. Topraksız ve az topraklı köylülere toprak tahsisi ile birlikte Rus köylü komünü (Mir sistemi) korundu. Kamulaştırılan büyük tarım platolarında örnek çiftlikler (sovhoz) , tarımsal ürünlerin üretimi ve pazarlamasını içeren kolektif köylü çiftlikleri kurulmaya başlandı. Bütün bunlar Sovyet aygıtının yönetimi ve denetimi altında hayata geçirilmeye çalışıldı.
Artık Sovyetler 1905 ve 1907 Şubat başındaki gibi proleter iktidarın nüveleri değil, bizzat kendisi, parçalanmış bir devlet aygıtının yerine alışılagelmiş tipte olmayan yeni bir devlet erkinin adım adım kurulmasıydı.
26 Ekim / 8 Kasım’da 2.Tüm Rusya Sovyet kongresini terk eden gruplar, Menşevikler SD’ler ve diğerleri Sovyet iktidarına karşı savaşmak üzere “Anayurt komitesi” kurdular. Bu komite karşı devrimin ilk örgütlenmelerinden biriydi. Komite ile bağlantılı olan ve öteden beri Menşevik ve SD’lerin kalesi konumundaki Demiryolu İşçileri Sendikası – ki; bu sendika devrim sırasında Moskova’ya yardım gönderilmesini engellemişti – Bolşevik Parti’ye bir ültimatom vererek Menşevik ve SD’lerin içinde yer alacağı bir koalisyon hükümetinin kurulmasını, aksi halde genel greve gideceklerini açıkladı. Lenin, başlangıçta Sovyet iktidarını ve Halk Komiserleri Konseyinin aldığı kararları tanıma koşuluyla bu öneriye karşı çıkmadı. Ancak görüşmelerde Menşevik ve SD’lerin mevcut Sovyet iktidarını tanımaması, kurulacak hükümette çoğunluğun kendilerine verilmesi ve özellikle Lenin’in yeni hükümette yer almamasını koşul olarak ileri sürmeleri görüşmelerin seyrini değiştirdi, Menşevikler ve SD’lerin bu koşullarının kabul edilmesi Sovyetlerin ölüm fermanının imzalanması anlamına geliyordu. Bu koşulları bir ültimatom olarak nitelendiren Lenin, bu ültimatomu şöyle yanıtladı: “Bütün emekçiler sükunet ve kararlılıklarını korumalılar! Partimiz Sovyetlerin azınlığının bir ültimatomuna, burjuvazinin gözünü yıldırdığı ve kendi “iyi niyetlerine” rağmen fiiliyatta Kornilovcuların elinde bir kukla olan bir azınlığın ültimatomuna asla boyun eğmeyecektir”.
Sovyetler iktidarı, yani son Sovyetler Kongresindeki çoğunluğun iktidarı ilkesinde ısrarlıyız; dün olduğu gibi bugün de Sovyetler’de azınlığın sadakat ve dürüstlükle çoğunluğa tabi olmayı taahhüt etmesi, İkinci Tüm-Rusya Sovyetler Kongresi’nin tümü tarafından onaylanan ve sosyalizmin gerçekleştirilmesi için tedrici fakat sağlam ve kararlı önlemlerden oluşan programın hayata geçirilmesi koşuluyla iktidarı azınlıkla paylaşmaya hazırız. Fakat arkalarına kitleleri almamış, arkalarında gerçekte sadece Kornilovcular, Savinkovcular, Junkerler vs. olan aydın gruplarının herhangi bir ültimatomuna boyun eğmeyeceğiz.” (age.-429)
Menşevik ve SD’lerin bu meydan okumasına karşı Kamenev’in görüşmeleri sürdürmesi Bolşevik Partide Ekim devrimi sonrasında yaşanan ilk krizin başlangıcı oldu. Konu Bolşevik MK’nin 14 Kasım toplantısında ele alındı; uzun süren tartışmalardan sonra koalisyonu reddeden karar yediye karşı sekiz oyla kabul edildi. Koalisyon kurulmasında ısrar eden Kamenev ve Zinovyev,MK’dan istifa ettiler. Aynı tarihte Kamenev Tüm Rusya Sovyetleri yürütme kurulundan, Nogin, Rikov, Milyutin ve Teoderoviç, Halk Komiserleri Konseyi görevlerinden ayrıldılar. Lenin bu istifaları “Parti Üyelerine ve Rusya’nın Tüm Emekçi Sınıflarına” çağrısında söyle değerlendirdi; “Yoldaşlar! Parti MK’mızın ve Halk Komiserleri Konseyi’nin bazı üyeleri, Kamenev, Zinovyev, Nogin, Rikov, Milyutin ve başkaları, dün akşam, 17 Kasım’da Partimiz MK’sından ayrıldılar, son üçü Halk Komiserleri Konseyi’nden de ayrıldı. Partimiz gibi büyük bir Parti içinde, politikamızın proleter-devrimci rotasına rağmen, halk düşmanlarıyla mücadelede tek tek yoldaşların yeterince metanetli ve sağlam çıkmamaları kaçınılmazdı. Partimizin bugün karşı karşıya olduğu görevler gerçekten sonsuz, zorluklar korkunçtur ve daha önce sorumlu görevlerde bulunan Partimizin bazı üyeleri, burjuvazinin saldırısından korkuya kapılarak saflarımızdan kaçmıştır. Tüm burjuvazi ve onun tüm yardakçıları buna sevinç naraları atıyorlar, kına yakıyorlar, dağılma üzerine yaygara koparıyorlar, Bolşevik hükümetin çökeceği kehanetinde bulunuyorlar…..Partimizin en üst örgütlerinden birkaç üyenin kaçmasının, Partimizi izleyen kitlelerin birliğini ve dolayısıyla Partimizi de bir an için, bir nebze bile sarsmayacağını açıklarız.” (age.-426-27) Lenin’in bu kararlı tutumu karşısında önce Zinovyev, ardından da diğerleri istifalarını geri aldı.
Sovyet iktidarına karşı mücadele zaferin ilk günlerinden başlayarak şekillenmeye başladı. Devrim, başlangıçtan itibaren birbirlerinden irtibatlı olmasa da karşı devrim tarafından bir çembere alınmıştı. Sovyetler, Çarlık Rusya’sı topraklarının önemli, ama küçük bir bölümünde, iki başkent, Avrupa Rusya’sının orta ve kuzey bölümüne sıkışmıştı. Batıda Riga’ya kadar olan Rus toprakları, Alman ve Avusturya işgali altındaydı, Finlandiya’da burjuvazi ile Sovyetler arasındaki iç savaş sürüyordu, güneyde, Kafkaslarda itilaf devletlerinin desteğiyle milliyetçi hükümetler kurulmuştu, bu alanda Bolşeviklerle milliyetçi ve Menşevik güçler arasındaki savaş devam ediyordu, Don havzasında Denikin birlikleri hareket halindeydi, Orenburg’da Kaledin egemendi, Sovyetlerin duruma hakim olduğu Petrograd’da eski devlet bürokrasisi ayaklanmış, ulaşım, iletişim ve iaşe sistemi karşı devrimci sabotajlarla çökertilmişti. Devrimin zaferinin hemen ardından Kornilov darbesi generallerinden Krasnov, tutuklanıp serbest bırakılan Kerenski’nin emriyle, birçok yerleşim bölgesini işgal ederek Petrograd’a doğru ilerledikleri sırada Kışlık Saray’ın alınması sırasında tutuklanıp serbest bırakılan askeri öğrenciler Kerenski’yi desteklemek amacıyla ayaklandı, Krasnov birlikleri 14 Kasım’da bozguna uğratıldı, General Krasnov tutuklandı, diğer tutuklular gibi Krasnov da devletlere karşı silah kullanmama taahhütüyle serbest bırakıldı. Bu ilk saldırı hem iç savaşın başladığının bir ilanı, hem de bu savaşta Bolşeviklerin aldığı ilk galibiyetti.
İç savaşın bir başka cephesini de gittikçe artan sabotaj eylemleri oluşturuyordu. Bolşevikler iktidarı aldıktan sonra karşı devrimci sabotajcılara karşı oldukça müsamahakar davrandılar. Ölüm cezasının kaldırılması ve tutuklananların yazılı taahhütle serbest bırakılmaları karşı devrimci eylemlerin daha da yaygınlaşmasına yol açtı. Karşı devrimci terörün devrimci terörle karşılık bulması tarihteki bütün devrimlerin genel bir yasallığıdır. Sovyet devrimi de bu genel yasanın dışında kalamadı. 7 / 20 Aralık’ta yayılma eğilimi gösteren karşı devrimci terörü önlemek için ”Karşı Devrim ve Sabotajla Mücadele için Olağanüstü Komisyon ”ÇEKA” kuruldu. Çeka’nın başına Çerjinski atandı. Böylece beyaz teröre karşı Kızıl terör dönemi de başladı.
Menşevik ve sağ SD’lerin adım adım karşı devrim cephesine kaymaları, işçi sınıfı ile köylülük arasındaki ilişki sorununu yeniden gündemin ön sıralarına taşıdı. 14/27 Kasım tarihinde toplanan Köylü Temsilcileri Olağanüstü Kongresi bu anlamda kritik bir öneme sahipti. Kongre, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti ile Köylü Sovyeti arasındaki ilişkinin yeniden kurulması için Bolşeviklere yeni bir fırsat sunuyordu; kongrenin siyasal önemi ise SD’lerin sol kanadıyla Bolşevikler arasında Ekim devriminin hemen başında kurulamayan siyasi ittifakın kurulabilme olasılığıydı. Nitekim bu kongre hem işçi asker Sovyeti ile köylü Sovyeti’nin birleşmesi, hem de sol SD’ler ile Bolşevikler arasında bir anlaşmanın koşullarını sağladı. 480 delegenin hazır bulunduğu kongrede sol SD’ler 195, sağ SD’ler 65, Bolşevikler 37 delege ile temsil edildi, geride kalan 33 delege ise Menşevik ve diğer küçük grupları temsil ediyordu. Sağ SD ve Menşeviklerin kongreyi terk etmesinden sonra kongre 26 Ekim/8 Kasım’da yayınlanan Toprak Kararnamesini onayladı, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyet’i ile birleşme kararı aldı. Ayrıca konuda sol SD’lerin Halk Komiserleri Konseyi’nde yer almalarını sağlayan anlaşma maddelerini kabul etti. Sol SD’ler Halk Komiserleri Konseyi’nde üç bakanlıkla temsil edildiler. (Tarım, Adalet, Posta-Telgraf). Lenin ikinci köylü Kongresi’nin önemi üzerine şunları yazdı; “Toprak Yasası’nın kesin başarısı ve tam olarak uygulanmasına olanak sağlayacak sosyalist devrimin zaferi için zorunlu önkoşul, tüm ileri ülkelerde emekçi ve sömürülen köylülüğün işçi sınıfıyla, proletaryayla sıkı ittifakıdır. Rusya Cumhuriyetinde şu andan itibaren devletin bütün yapılanması ve yönetimi aşağıdan yukarıya kadar bu ittifaka dayanmalıdır. Yaşamın mahkûm ettiği burjuvaziyle ve burjuva politikasının temsilcileriyle anlaşma politikasına geri dönme yolunda doğrudan, açık ve gizli tüm girişimleri reddedersek, böyle bir ittifak, bütün dünyada sosyalizmin zaferini güvence altına alabilecektir.” (age.-437)
Bolşeviklerin devrimin zaferini garanti altına almak için çözmek zorunda olduğu sorunlardan bir de Kurucu Meclis sorunuydu. Kurucu Meclis 1917 Şubat devriminden sonra kurulan burjuva geçici hükümetten kurtuluşun ve devrimi ilerletmenin bir aracı olarak gündeme gelmişti ve Bolşevikler de dahil bütün partiler tarafından savunuluyordu. Kurucu Meclis seçimleri Geçici Hükümetin kendine güvensizliği yüzünden sürekli ertelendi ve ancak Ekim devriminden sonra yapılabildi. Yapılan seçimde oyların %58’ini SD’ler, %25’ini Bolşevikler, % 4’ünü Menşevikler ve %13’ünü çeşitli burjuva partiler aldı. Ülke genelinde SD’ler bariz üstünlüğü kazanırken, sanayi bölgelerinde üstünlük Bolşeviklerdeydi. Bu sonuçlar proletaryayı Bolşeviklerin, köylülüğü de SD’lerin temsil ettiği gerçeğini teyit diyordu. Ancak bu tablo eski bir hedefi -geçici hükümetin yerini Kurucu Meclis’in alması – ve eski bir toplumsal ilişkiyi yansıtıyordu. Yeni siyasal durum ve toplumsal ilişki eskisinden taban tabana farklıydı, Sovyetler içinde üstünlük Bolşeviklere geçmiş ve Sovyetler sosyalist devrimle iktidarı ele geçirmişti. Kurucu Meclis seçimlerine tek parti olarak katılan SD’ler sağ ve sol olmak üzere ikiye bölünmüştü. Burjuvazi Sovyetlere karşı iç savaşı başlatmış, sağ SD ve Menşevikler hızla karşı demirci cepheyle bütünleşmekteydi. Bu toplumsal durum karşısında Kurucu Meclis geleceği değil geçmişi temsil ediyordu, Şubat’ta birbirini tamamlayan bu iki kurum -Sovyetler ve Kurucu Meclis- Ekimden sonra birbiriyle çatışma halindeydi, biri geçmişi diğeri bugünü ve geleceği temsil ediyordu. Bu iki kurum arasındaki mücadele kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadelenin büründüğü somut biçimdi. Bolşevikler açısından bu yeni sınıflar güç dengesi altında Kurucu Meclisin toplanması halkın isteğinin yerine getirilmesinden başka bir anlam taşımıyordu. Bu koşullarda Kurucu Meclis, karşı devrimin Sovyetlere karşı bir ileri sürdüğü önemli bir silahtı.
Kurucu Meclisin toplanma sürecinin aynı zamanda karşı devrimin örgütlenme süreciyle örtüşmesi de bunu teyit ediyordu. Petrograd’a karşı harekete geçen Kerenski birliklerinin yenilgisinden sonra Don bölgesinde Kazak komutanı Kalecin’in önderliğindeki ayaklanma karşı devrimin merkezi haline gelmişti. Aynı dönemde Petrograd ve Moskova’da karşı devrimci gösteriler ve sabotajlar hız kazanmıştı, bütün bu karşı devrimci faaliyetin siyasal ve örgütsel gücü Kadet partisiydi. Lenin’in deyimi ile “Kadet Partisi burjuva sınıfının siyasal Genelkurmayıydı”
11/28 Kasım’da Halk Komiserleri Konseyi karşı devrimin bu genel kurmayına karşı harekete geçme kararı aldı, bu karar sol SD’ler de dahil Bolşevik karşıtı tüm partiler tarafından protesto edildi. Lenin Bolşeviklerin karşı devrime karşı zor kullanmasını eleştiren bu burjuva koroyu şöyle cevapladı; “Devrimci sınıf direnen mülk sahibi sınıflara karşı mücadele yürüttüğünde, bu direnişi bastırmak zorundadır; ve biz mülk sahiplerinin direnişini, onların eskiden proletaryayı bastırmakta kullandıkları tüm yöntemlerle bastıracağız -başka yöntemler henüz keşfedilmemiştir.” (age.-452)
Bolşevik Parti, halkın istemini dikkate alarak, karşı devrimci faaliyetin bir parçası olarak gündeme getirilen Kurucu Meclis’in 5/18 Ocak’ta toplanmasına karar verdi. Böylece burjuvazi ile proletarya arasındaki iç savaş yeni bir boyut kazandı. Bolşevikler kaçınılmaz olan bu çatışmaya Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Bildirgesi yayınlayarak hazırlandı. Bildirge o güne kadar Halk Komiserleri Konseyi tarafından yayınlanan ve VTsIK tarafından onaylanan bütün kararnamelerin bir özetiydi. 5/18 Ocak’ta Kurucu Meclis’in onayına sunulan bu bildirge ya onaylanacak, bu durumda Kurucu Meclis Sovyet iktidarını kabul etmiş olacaktı, ya da reddedilecek ve dağıtılacaktı. Kurucu Meclis, bildirgeyi reddedip iktidarın kendisine verilmesini isteyince kaçınılmaz olan oldu, Kurucu Meclis dağıtıldı.
Kurucu Meclis konusunda Bolşevik Parti MK’sinde yaşananlar, Ekim Devriminin hemen öncesinde silahlı ayaklanma konusunda ve devrimden sonra Menşevik ve SD’lerle koalisyon kurulması tartışmaları sırasında yaşanan görüş ayrılıklarının bir devamıydı. Kurucu Meclis seçimleri Leninist devrim teorisiyle, sayısal çoğunluğa dayalı küçük-burjuva devrim teorisi arasındaki uçurumu ortaya koyarak, bir kez daha Lenin’i haklı çıkardı.1. Paylaşım Savaşı sırasında Alman devrimi, 30’lu ve 40’lı yıllarda Fransız ve İtalyan devrimleri ve en nihayet 70’li yıllarda Nikaragua devrimi sayısal çoğunluğa dayalı küçük-burjuva devrim anlayışlarının kurbanı oldular. Fransa ve İtalya’da faşizme karşı birleşik cephe adına, Nikaragua da genel oyla devrimler burjuvaziye teslim edildi.
Kurucu Meclis’in dağıtılmasından sonra Lenin Bolşeviklere yönelik eleştirileri şöyle yanıtladı; “Kurucu Meclis’i bir zamanlar savunduğumuz, şimdi ise “dağıttığımıza” işaret eden herkes, düşünme yeteneğinden tamamen yoksundur ve bunlar sadece güzel, tumturaklı sözler edebilirler. Çünkü o zaman, Çarlığa ve Kerenski cumhuriyetine kıyasla Kurucu Meclis, bizim için onların kötü ünlü iktidar organlarından daha iyiydi; fakat Sovyetler ortaya çıktığı ölçüde, elbette bütün halkın devrimci örgütleri olarak, tüm dünyanın bütün parlamentolarından kıyaslanmayacak kadar daha üstün bir şey haline geldiler…..Halk Kurucu Meclis’in toplanmasını istiyordu ve biz Kurucu Meclis’i topladık.. Fakat halk, bu ünlü Kurucu Meclis’in ne ifade ettiğini derhal anladı. Ve biz halkın iradesini hayata geçirdik, bu irade şunu söylüyor: Tüm İktidar Sovyetler’e. Sabotörlerin direnişini ise kıracağız.”.
Halk çoğunluğuyla ilgili eleştirilere ise Lenin’in yanıtı şu oldu; “Tutarlı” demokrasi yandaşları bu tarihsel gerçeklerin anlamı üzerinde derinleşmediler. Kapitalizm altında proletaryanın, emekçilerin çoğunluğunu oylamayla “ikna edebileceği” ve sağlam biçimde kendi tarafına çekebileceği yolundaki çocuk masalını keşfettiler ve bunu hâlâ sürdürüyorlar. Fakat gerçeklik, ancak uzun, sert bir mücadele deneyiminin, yalpalayan küçük-burjuvaziyi, proletarya diktatörlüğü ile kapitalistlerin diktatörlüğü arasında bir karşılaştırma yaptıktan sonra birinciyi ikinciye tercih etmek gerektiği sonucuna götürdüğünü gösteriyor…..Genel oy hakkı, çeşitli sınıfların kendi görevlerini ne ölçüde kavradıklarının bir ölçütüdür. Çeşitli sınıfların görevlerini nasıl yerine getirmeye eğilimli olduklarını gösterir. Görevlerin bizzat çözümü ise oylamayla değil, sınıf mücadelesinin iç savaşa varıncaya kadar bütün biçimleriyle olur……Herhangi bir kapitalist ülkede proletaryanın gücü, proleterlerin toplam nüfus içindeki payıyla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Bunun nedeni, proletaryanın, kapitalizmin tüm ekonomik sisteminin merkezi ve can damarları üzerinde ekonomik egemenliğe sahip olmasıdır ve ayrıca proletaryanın ekonomik ve politik olarak, kapitalizm koşullarında emekçilerin büyük çoğunluğunun gerçek çıkarlarını ifade etmesidir.
Bu nedenle proletarya, nüfusun azınlığını oluştursa bile (ya da proletaryanın ileri ve gerçekten devrimci öncüsü nüfusun azınlığını oluştursa da) hem burjuvaziyi yıkabilecek, hem de sonra, peşinen asla ve kesinlikle proletaryanın egemenliğinden yana olmayan, bu egemenliğin koşullarını ve görevlerini anlamayan ve ancak daha sonra proletarya diktatörlüğünün elzemliği, doğruluğu ve haklılığına kendi deneyimiyle kanaat getirecek olan yarı-proleterler ve küçük-burjuvalar kitlesi içinden çok sayıda müttefik kazanabilecek durumdadır.” (age.-473)
“Nefes Molası”: Brest Litovsk
Kurucu Meclis sorunuyla aynı dönemde Bolşevik Partisi’nin gündemindeki en önemli sorunlardan bir diğeri de savaş ve barış sorunuydu. Halk Komiserleri Konseyi’nin ilk kararnamesi olan Barış Kararnamesi, savaşan ülke halkları ve hükümetlerine derhal ilhaksız, tazminatsız adil ve demokratik bir barışın sağlanması çağrısında bulunuyordu. Bolşevikler bu çağrıyı, emperyalist hükümetlerin olumlu bir cevap vermeyeceklerini bildikleri halde sürekli gündemde tuttular. Bolşeviklerin beklentisi hükümetlerden değil, savaşan ülke işçi ve emekçilerindendi; onun için cephelerde ve cephe gerisinde yoğun bir ajitasyon ve propaganda faaliyeti yürüttüler, Çarlığın emperyalist devletler ile yaptığı ilhak anlaşmalarını deşifre ettiler. Ancak bu faaliyetler Bolşeviklerin beklentilerine cevap olmadı, halkların kendi hükümetlerine karşı harekete geçmesi sağlanamadı. İtilaf Devletleri, Fransa ve İngiltere bir yandan Bolşeviklerin barış çağrılarını duymazlıktan gelirken öte yandan da devrimin yayılan etkisinden duydukları korku nedeniyle Almanları Rusya topraklarındaki işgal faaliyetlerini genişletmesi için kışkırttılar. Hatta bu korku iki emperyalist kamp arasında savaşın beklenenden erken bitmesine yol açtı. Sovyetlerin geleceği açısından barışın sağlanması acil bir durumdu. Rus topraklarının önemli bir bölümü Alman işgali altındaydı, Almanlar, Polonya, Litvanya, Ukrayna’yı işgal etmişti ve kendilerine bağlı iktidarlar oluşturmuştu. Finlandiya’da ise Alman desteğindeki karşı devrim ile Finlandiya Sovyetleri arasındaki savaş sürüyordu. Bunlara ek olarak ordu Lenin’in deyimiyle “hurdaya çıkmıştı,” moral ve maddi bakımdan savaşamaz durumdaydı, eski devlet mekanizması parçalanmıştı, yerine geçen yeni devlet mekanizması –Sovyetler- henüz duruma hakim değildi, karşı devrimin sabotajları sürmekteydi; devrimin elindeki yegane silahlı güç devrim öncesinde kurulan yaklaşık 50 bin kişilik Kızıl Muhafızlar gücüydü. İç savaş koşullarına göre biçimlenmiş bu güçle Alman emperyalizmine karşı başarılı bir savaşı yürütmek imkansızdı. Lenin’in deyimi ile söylersek, Sovyet iktidarının kendini toparlamak için bir molaya, bir nefes aralığına ihtiyacı vardı. Bu somut durumdan hareketle Halk Komiserleri Konseyi (SNK) Alman genel kurmayına tek taraflı ateşkes görüşmesi talebini iletti. Rus ordusunun cephedeki başkumandanı Çarlık Generali Duhonin SNK’nın bu emrine uymayı reddedince görevden alındı, yerine savaş Halk Komiseri Krilenko atandı. Krilenko ve Lenin imzalı genelgeyle asker ve denizcilere ordudaki karşı devrimci generalleri tutuklama ve kendi komutanlarını kendilerinin seçmesi talimatı verildi. (Bolşevik Devrimi- Cilt-III- saf. -34)
Bolşeviklerin ateşkes teklifi Alman Genelkurmayınca Fransız cephesini tahkim etmek için bir fırsat olarak görülerek kabul edildi. Sovyet heyeti ile Alman heyeti arasında ateşkes görüşmeleri 19 Kasım/2 Aralık’ta Brest Litovski’de başladı. 28 Kasım/5 Aralıkta bir hafta süreli bir ateş antlaşması imzalanarak, görüşmelere devam etme kararı alındı. Görüşmeler 9/22 Aralık’ta Avusturya-Macaristan, Türkiye ve Bulgar heyetlerinin katılımıyla yeniden başladığında Almanlar ilhakçı niyetlerini açıkça ortaya koydu. 5/18 Ocak’taki görüşmelerde Alman heyeti şartlarını açıkladı, buna göre Alman işgalindeki Polonya, Litvanya, Belarus Alman denetiminde kalacaktı, Ukrayna sorunu ise Ukrayna Rada’sı – burjuva hükümeti – ile Sovyetler arasındaki görüşmelerde ele alınacaktı, bu ağır koşullar karşısında Sovyet heyetine başkanlık eden Troçki görüşmelerin ertelenmesini talep ederek Petrograd’a döndü. (age.-3-39)
Barış sorununun Merkez Komitesi’nde görüşülmesi Bolşevik Parti içinde Ekim devrimi sonrasındaki ikinci büyük krize yol açtı. (birincisi Menşevikler ve SD’lerle koalisyon kurulması sonunda ortaya çıkmıştı) Lenin “sol muhalefetin” tutumunun neden olduğu bu krizi “Rus devriminin en büyük krizlerinden biri” olarak nitelendirdi. (Seçme Eserler, Cilt-VII-307)
Sorunun görüşülmesi sırasında MK’da üç ayrı görüş ortaya çıktı; Lenin’in savunduğu, Stalin ve Sverdlov’un desteklediği birinci görüş “ne pahasına olursa olsun” Almanya ile bir barış antlaşması imzalanmasını öngörüyordu. Lenin bu görüşü MK’nin 11/24 Ocak toplantısında şöyle savundu; “Ordu savaşta yorgun düşmüştür; at mevcudumuz öylesine tükenmiştir ki, saldırı başladığında topçu donatımımızı taşıyamayız; Almanların Baltık Denizi adalarındaki durumu öylesine güçlü ki, hücuma kalktıkları takdirde, Ravel ile Petrograd’ı silahsız da ele geçirebilirler. Böyle şartlarda savaşa devam edersek, kendimiz Alman emperyalizmini olağanüstü derecede güçlendirmiş oluruz, barış antlaşmasını ister istemez imza etme durumunda kalırız, ama o zaman da barış antlaşmasının şartları çok daha ağır olacaktır, çünkü bunu dikte eden taraf biz olmayacağız. Hiç kuşkusuz hemen şimdi imzalamak zorunda olduğumuz barış, rezilce bir barış olacaktır, ama savaş başlarsa hükümetimiz silinip süpürülecek ve barış antlaşmasını başka bir hükümet imzalayacaktır. Bu günlerde biz yalnız proletaryadan destek görmüyoruz, bizi destekleyen bir de en yoksul köylülük var, bu köylülük, savaşa devam edildiği takdirde, bize sırt çevirecektir. Savaşın uzatılması, Fransız , İngiliz ve Amerikan emperyalizminin çıkarınadır.” (Lenin’in Troçki ile İlgili Polemikleri.. Yar Yay. Sh.-212)
Liderliğini Buharin’in üstlendiği Kamenev ve Zinovyev’in desteklediği ikinci görüş, (Buharin, Petrograd Parti komitesi ve Moskova bölge komitesi tarafından da destekleniyordu) barış görüşmelerinin kesilmesini, Almanya’ya karşı “devrimci savaş” yürütülmesini öngörüyordu. Buharin’e göre “devrimci savaş” Almanya’da proleter devrimin başlamasını sağlayacaktı, Lenin’in tutumu ise uluslararası proletaryaya ağır bir darbeydi. Buharin tartışmalar sırasında daha da ileri giderek Lenin’i eski bir Ukraynalı sosyal demokrat, sonradan devrime ihanet ederek Alman burjuvazisinden aldığı güçle Ukrayna’da bir burjuva hükümeti –Ukrayna Radası- kurulmasına önayak olan Petlyura’ya benzetti ve ihanetle suçladı.
Joffe ve Cerjinski’ın desteklediği Troçki’nin görüşü ise, “Ne Savaş, Ne Barış” formülasyonunda ifadesini bulan savaşın bittiğinin ilanı, ordu’nun terhis edilmesi ve anlaşmanın imzalanmamasını içeriyordu. Troçki’nin bu görüşünün temel dayanağını, bu durumda Almanya’nın saldırıyı göze alamayacağı oluşturuyordu. Troçki ile Buharin’in görüşlerinin ortak yanını barış Antlaşmasının imzalanmamasının Alman devrimini harekete geçireceği beklentisiydi, farklılığı ise Buharin bunun“devrimci savaş”la, Troçki’nin ise, “Ne Savaş Ne Barış” tavrıyla gerçekleşeceğine inanmalarıydı. “Ne Savaş, Ne Barış” orijinal tavrı Troçki için bir ilk değildi, Troçki 1914’te emperyalist savaş başladığında da buna benzer bir tavırla ortaya çıkmıştı. Savaş karşısındaki tutumunu; “ Ne Zafer, Ne Yenilgi” olarak açıklamıştı. Lenin o zamanda “Ne Zafer, Ne Yenilgi” şiarını savunmanın devrimcilikten sınıf işbirliğine geçiş olduğunu söyleyerek Troçki’yi eleştirmişti.
Lenin “sol muhalefet”in ileri sürdüğü argümanları “devrimci gevezelik” olarak niteleyerek şöyle cevapladı; “Devrimci Savaş görüş açısını paylaşanlar, bizim bu şekilde Alman emperyalizmine karşı bir iç savaş halinde olacağımız ve böylece Almanya’da devrim hareketi uyandıracağımız kanısındadırlar, ama Almanya devrimin sadece ilk gebelik aylarındadır, oysa ki bizim nur topu gibi bir çocuğumuz olmuştur, Sosyalist cumhuriyetimiz ve biz, tekrar savaşı açtığımız takdirde bu yavrumuzu katletmiş olacağız….. Elbette ki imzalayacağımız barış antlaşması rezilce bir antlaşma olacaktır, ama toplumsal reformların hayata geçirilmesi için vakit kazanmamız şarttır…..burjuvazi kalıntılarını da boğmamız gerek, iki elle boğazlarına sarılmamız için, bu iki elimizin serbest olması şarttır. Bunu yaptıktan sonra ellerimiz boş kalacaktır, o zaman uluslararası emperyalizmle devrimci savaşı sürdürebiliriz… Troçki’nin teklif ettiği şey, savaşın bitirilmesi, barış antlaşmasının imzalanmaması ve ordunun terhisi, uluslararası politik bir gösteriden başka bir şey değildir…..Barış antlaşmasını imza etmekle kendi kaderini tayin etmiş olan Polonya’ya ihanet etmiş olacağız, ama buna karşılık Esland Sosyalist Cumhuriyetimizi ( Estonya-y) muhafaza edip bugüne kadar elde ettiklerimizi sağlamlaştırma olanağını sağlayacağız….. Barış görüşmeleri kesildiği takdirde Alman hareketinin (Alman devrimi kastediliyor-y) birden gelişebileceğine inanıyorsak, o zaman kendi kendimizi feda etmeliyiz, çünkü Alman devrimi güç bakımından bizim devrimimizi kat kat geçecektir, ama mesele şu ki, orada hareket henüz başlamamıştır, bizimse yeni doğmuş avaz avaz bağıran bir bebeğimiz var ve biz de şu anda apaçık, barışı kabul ettiğimizi söylemezsek mahvoluruz. Genel sosyalist devrimin başlangıcına kadar yerimizi tutmalıyız, bizim için en önemli olan budur, bu ise yalnız ve yalnız barış antlaşmasının imzalanması ile mümkün olabilir.” ((Lenin’in Troçki ile İlgili Polemikleri.. Yar Yay. Sh.-212)
Buharin’in “Sovyet iktidar bir biçimdir”, “devrimci ilke adına içeriğin feda edilebileceği” söylemine Lenin’ in yanıtı şu oldu; “Sovyet iktidarını idame ettirerek bütün ülkelerin proletaryasına kendi burjuvalarına karşı verdikleri eşi görülmemiş güçlükteki ağır mücadelelerinde en iyi ve en güçlü desteği veriyoruz. Sosyalizm davasına, Rusya’daki Sovyet iktidarının çökmesinden daha büyük bir darbe indirilemez.” (Bolşevik Devrimi- Cilt-III -62)
Şubat ve Ocak aylarında 3 farklı görüş MK toplantılarında ele alınıp görüşüldü; yapılan oylamalarda Lenin’in görüşü her seferinde reddedildi. MK’da son görüşme ve oylama 11/24 Ocak’ta yapıldı, bu toplantıda barış görüşmelerinin mümkün olduğu kadar uzatılması önerisi 12 oyla kabul edildi. (bd-3-43) 17/30 Ocak’ta görüşmeler yeniden başladı. Troçki 28 Ocak/10 Şubat’ta “Ne Savaş, Ne Barış” tavrıyla, ordunun terhis edildiğini, Almanya, Avusturya –Macaristan, Bulgaristan ve Türkiye ile savaşın sona erdiğini ilan etti. Görüşmelerin kesilmesi üzerine Almanya 17 Şubat’ta askere harekete başlayacağını duyurdu. Lenin 17 Şubat’ta MK’yı toplantıya çağırdı, Almanlarla yeniden müzakerelere başlama teklifi görüşüldü. Stalin, Sverdlov, Sokolnikov, Smilga tarafından desteklenen Lenin’in önerisi Troçki, Buharin, Lomov, Joffe, Uritski, Krestinski’nin karşı oylarıyla reddedildi. Lenin’in eğer Almanlar ilerler ve Almanya’yla Avusturya’da devrim olmazsa ne yapılacağı sorusunu gündeme getirmesinden sonra oylamalara devam edildi. Almanların Ukrayna’nın içlerine girdiği haberi gelince barış görüşmelerinin yeniden başlatılması önerisi 5e karşı 7 oyla kabul edildi. Aynı gün karar sol SD’lerin desteklemesi ile SNK’da onaylandı ve Alman tarafına iletildi. Yeniden görüşmelere başlanmasını kabul eden Alman tarafı, antlaşma şartlarını daha da ağırlaştırdı. İleri sürülen şartlara göre Sovyet birlikleri Ukrayna’dan çıkacak, Litvanya ve Estonya’daki Alman işgali, bu iki ülkede hükümetler kurulana kadar devam edecek, Batum, Kars ve Ardahan Türkiye’ye bırakılacak, Ukrayna Rada’sı Sovyetler tarafından tanınacaktı. Bu ağır koşullar MK toplantısında görüşüldü, yine “ihanetle” itham edilen Lenin, MK’de yaptığı konuşmada,“Eğer bunları (Almanların koşulları-y) imzalamazsanız Sovyet iktidarının üç hafta içerisinde ölüm hükmünü imzalamış olursunuz…“Alman devriminin henüz olgunlaşmış” olmadığını, bunun aylar alabileceğini söyledikten sonra, antlaşma imzalanmaz ve “devrimci laf kalabalığı” sürecek olursa SNK ve VTsIK’daki görevlerinden istifa edeceğini açıkladı. Tartışmaların sonunda yapılan oylamada Alman koşulları 4 çekimser, 4 hayır, 7 oyla kabul edildi. MK’nin kararı VTsIK’da 84’e karşı 116 oyla onaylandı ve Almanlara iletildi. MK’de alınan bu karardan sonra, Troçki, Dışişleri Halk Komiserliği görevinden, Lomov, Uritski, Smirnov, Piyatokov Bogolepov ve Spunde SNK’daki görevlerinden istifa ettiklerini açıkladı. İstifaların işleme konulması, Brest antlaşmasının imzalanmasının sonrasına bırakıldı.
Brest Litovsk antlaşması 3 Mart 1918 de imzalanarak yürürlüğe girdi. İmzalanan anlaşma ile Litvanya ve Estonya Alman işgalinde kaldı, Sovyet Rusya işgal altındaki Riga ve Belarus’un bir bölümü üzerindeki haklarından vazgeçti; Ukrayna Rada’sı ile ayrı bir antlaşma yapmayı kabul etti; Kars, Ardahan ve Batum Türkiye’ye bırakıldı; tazminat taleplerinden karşılıklı olarak feragat edildi; Sovyet Rusya ile ittifak devletleri arasında ekonomik ve diplomatik ilişkiler başlatıldı. Antlaşmanın ikinci maddesi, “iki taraf diğer tarafın hükümeti, devleti ve askeri kurumları aleyhinde her türlü ajitasyon ve propagandadan kaçınmayı taahhüt “ediyordu. (age. -75)
Bu anlaşma Sovyet Rusya’nın kapitalist devletlerle yaptığı ilk antlaşmaydı. Gelecekte bu türden, ticari, iyi komşuluk ve diplomatik anlaşmalar diğer kapitalist devletlerle de yapılacaktı. Özellikle antlaşmanın “birbiri aleyhine propagandayı” yasaklayan ikinci maddesi, imzalandığı dönemde Buharin ve yandaşları tarafından Lenin’in dünya devriminden vazgeçtiğinin kanıtı olarak ileri sürüldü. Sonraki dönemde diğer kapitalist devletlerle yapılan antlaşmalarda da yer alan bu madde “sollar” tarafından, Sovyetlerin dünya devriminden vazgeçmesinin kanıtı olarak gösterilmeye devam etti.
Brest Litovsk antlaşması’nın imzalanmaması durumunda Lenin’in daha önce dikkati çektiği hususların hemen hepsi gerçekleşti; Almanlar taarruza geçerek Ukrayna içlerine kadar ilerledi, antlaşma imzalanmaması durumunda gerçekleşeceği varsayılan Alman devrimi gerçekleşmedi, Alman ilerlemesinin yarattığı tehlike nedeniyle başkent Petrograd’dan Moskova’ya taşındı ve sonunda Sovyetler daha ağır bir antlaşma imzalamak zorunda kaldı. Brest Litovsk barışı ile ilgili tartışma Bolşevik Parti’nin 6-9 Mart 1918 tarihinde toplanan yedinci kongresinde de sürdü. Troçki’nin görüşmeleri terk etmesinden sonraki gelişmeler tamamıyla Lenin’in öngördüğü gibi, – saldıramayacağı varsayılan Almanların saldırıya geçmesi, gerçekleşmesi öngörülen Alman devriminin gerçekleşmemesi vb.- gelişmesine rağmen Troçki ve Buharin imzalanan anlaşmayı “ihanet” olarak nitelendirmeye devam ettiler.
Lenin yedinci kongredeki konuşmasına 25 Ekim’den sonraki gelişmelerin bir özetini yaparak başladı, partinin bir dizi başarısının ardından en zor sınavı Brest Litovsk görüşmeleri sırasında verdiğini, önceki başarılarının kimi yoldaşlarda sorunların “devrimci lafazanlıkla aşılabileceğine” dair “boş bir gurur” ve “kabadayılığın” oluşmasına yol açtığını belirtti. “Devrimci bir parti için örgütün zorunlu olduğu yerden, taktiğini sübjektif istekler üzerine kurmaktan daha tehlikeli bir hata olamayacağını” vurguladı.( Seçme Eserler, Cilt-VII-307)
Troçki’nin Brest Litovsk tutumu ile ilgili olarak şunları söyledi; “Onun faaliyetinde iki yanı ayırt etmek gerekir: Brest-Litovsk’ta görüşmelere başlayıp, bunlardan ajitasyon amacıyla mükemmel biçimde yararlandığında, hepimiz Troçki yoldaşla hemfikirdik. Benimle görüşme sinden bir bölüm aktardı, fakat eklemek zorundayım ki, Almanların ültimatomuna kadar dayanmayı, sonra kabul etmeyi kararlaştırmıştık….İşi uzatmaya yönelik olduğu ölçüde Troçki’nin taktiği doğruydu: savaş halinin sona erdiği açıklanıp barış imzalanmadığında doğru değildi.” (Seçme Eserler, Cilt-VII-322)
Anlaşmanın imzalanmasının ihanet olarak nitelendirilmesini Radek’in sözleriyle yanıtladı; “Radek dedi ki: “İhanetin, alçaklığın izi yok, çünkü üstün bir askeri güç karşısında geri çekildiğimiz açıktır.” Bu, Troçki’nin tüm anlayışını paramparça eden bir değerlendirmedir. Radek “Dişimizi sıkıp güçlerimizi hazırlamak zorundayız” dediğinde, bu doğrudur. Bununla tamamen hemfikirim: gevezelik etmeyin, aksine dişinizi sıkıp hazırlanın.” (age.-325)
Kongrede Lenin’in vurguladığı başka bir nokta ise kriz ve partinin birliği ile ilgiliydi; “Bu dersten sonra, bu hastalık ne kadar ağır olursa olsun bizdeki bölünme ve krizin üstesinden geleceğiz, çünkü sonsuz derecede güvenilir bir müttefik yardımımıza koşacaktır: dünya devrimi…Ben pek çok fraksiyon mücadelesi ve bölünmeler gördüm geçirdim, bu konuda büyük deneyimim var, ama şunu söylemek zorundayım: çok açık görüyorum ki bu hastalık eski yöntemle —fraksiyonel parti bölünmeleriyle— sağalmayacaktır, çünkü yaşam onu daha önce iyileştirecektir…. Şimdi barış imzalıyoruz, bir nefes molası alıyoruz, bu moladan anavatanı daha iyi savunmak için yararlanıyoruz” (age.-312)
Brest Litovsk Antlaşması’nın ikinci maddesine yönelik eleştiriler konusunda ise şunları söyledi; “Elbette, anlaşmayı ihlal ediyoruz, şimdiye kadar otuz kez, kırk kez ihlal ettik…. Ne Finlandiya’ya ne de Ukrayna’ya ihanet etmedik. Hiçbir sınıf bilinçli işçi bize böyle bir suçlamada bulunmayacaktır. Elimizden gelen her yardımı yapıyoruz. Birliklerimizden tek bir iyi askeri uzaklaştırmadık ve uzaklaştırmayacağız da….Finli yoldaşlarımıza yardım ettik. Onlara hangi boyutta yardım ettiğimizi burada söylemek istemiyorum, bunu kendileri biliyorlar.” (age.-314-324)
Kongre Lenin’in çizgisini, Brest Litovsk antlaşmasını 12 karşı, 4 çekimser, 30 oyla onayladı. 16 Mart’ta ise antlaşma 4. Tüm Rusya Sovyet Kongresi’nde 285 karşı, 115 çekimser, 704 gibi açık bir oy farkıyla onaylandı .( Kurupskaya, Cilt III -85)
Brest Litovsk barışı iç savaşın ve emperyalist kuşatmanın gündemde olduğu bir dönemde Sovyet Rusya’ya güçlerini yeniden toparlamak, eksiklerini gidermek için önemli bir “nefes molası” sağladı.
İç Savaş
Brest barışı ile elde edilen “nefes molasında” Lenin’in kaleme aldığı “Sovyet İktidarının En Yakın Görevleri” inde ivedi görev “Rusya’nın idaresinin örgütlenmesi olarak” belirlendi; “Biz, Bolşevik Partisi, Rusya’yı ikna ettik. Varlıklıların, sömürücülerin elinden Rusya’yı yoksullar, emekçiler için fethettik. Şimdi Rusya’yı yönetmek zorundayız. Ve mevcut anın tüm özgüllüğü, tüm zorluk, halkı ikna etme ve sömürücüleri silah zoruyla bastırma ana görevinden, yönetme ana görevine geçişin özelliklerini anlamak zorunda olmaktan ibarettir.
Dünya tarihinde ilk kez bir sosyalist parti, iktidarı ele geçirmeyi ve sömürücüleri bastırmayı ana hatlarıyla bitirip, yönetme görevine doğrudan yaklaşmayı başardı. Sosyalist devrimin bu en zor (ve en tatmin edici) görevinin onurlu uygulayıcıları olacağımızı göstermeliyiz. Başarılı yönetim için, ikna yeteneğinin dışında, iç savaşta yenme yeteneğinin dışında, bir de pratik örgütleme yeteneğinin gerekli olduğunu kavramalıyız. Bu en zor görevdir, çünkü söz konusu olan milyonlarca ve on milyonlarca insanın yaşamının en derin, ekonomik temellerinin yeniden örgütlenmesidir. Ve bu en tatmin edici görevdir, çünkü ancak onu (ana hatlarıyla) çözdükten sonra, Rusya’nın sadece bir Sovyet Cumhuriyeti olduğunu değil, aynı zamanda sosyalist bir cumhuriyet haline geldiğini de söylemek mümkün olacaktır.” (Seçme Eserler, Cilt-VII -330)
Lenin Rusya koşullarında “kapitalizmden sosyalizme geçiş” olarak nitelendirdiği bu dönemin sorunlarını şöyle sıraladı; “çalışabilecek herkese çalışma zorunluluğunun getirilmesi, çalışma disiplininin sağlanması”, “emeğin üretkenliğinin artırılması”, “büyük sanayinin maddi temellerinin garantilenmesi”, “bilim ve tekniğin çeşitli dallarında uzmanların kılavuzluğuna başvurulması”, “halkın eğitim ve kültür düzeyinin yükseltilmesi”, “örnek çalışma ve olumlu rekabetin özendirilmesi”, “üretim ve ürünlerin dağıtımında en sıkı ve tüm halkı kapsayan muhasebe ve denetimin örgütlenmesi”, “Sovyetlerin çoğaltılması ve güçlendirilmesi”, Ve bunların ancak “sıkı bir örgütün yaratılması ve disiplinin artırılmasıyla” yerine getirilebileceğini vurguladı.
Lenin’in kapitalizmden sosyalizme geçişte zorunlu gördüğü ve partinin 1921’de uygulamaya koyduğu “Yeni Ekonomik Politika ”ya (NEP) temel olan bu önlemler uygulamaya konulamadı. “Nefes molası” Nisan ortasında iç savaşın yeniden alevlenmesi ve emperyalist kuşatma ile sona erdi; Sovyet iktidarının korunması sorunu yeniden birinci sıraya yerleşti.
İç savaşın aldığı yeni biçim; karşı devrimin ordulaşması ve Rusya topraklarında yayılan emperyalist işgal, Kızıl Ordu’nun kurulmasını acil bir görev haline getirdi. Devrimden hemen sonra, Antonov, Krilenko ve Dibenko’dan oluşan üç kişilik bir “askeri komite” kurulmuştu; bu komitenin görevi ordu ve donanmadaki sorunları çözmek ve Çarlık ordusunu tasfiye etmekti. Brest barışının imzalanmasından hemen önce başlayan Alman saldırısıyla ordu iyice dağılmıştı, ama savaş ve iç savaş sürüyordu. Bolşeviklerin elindeki tek sağlam askeri güç devrimden önce Kornilov ayaklanması sırasında kurulan sayıları 50 bine ulaşan Kızıl Muhafızlardı. Bu güce devrimden sonra Sabotaj ve karşı devrim ile mücadele için oluşturulan ÇEKA eklendi. Ancak görevi sabotajları engellemek, karşı devrimci örgütlenmeleri ortaya çıkarıp dağıtmak ve Sovyet kurumlarını korumak olan bu güçle genişleyen ve ordulaşan iç savaş ve emperyalist kuşatmaya karşı Sovyet iktidarını korumak olanaksızdı. Kızıl Muhafızlar böyle bir eğitime ve donanıma sahip değildi. Kızıl Ordunun kurulması bu koşullarda iktidarın korunması için acil bir zorunluluktu.
Kızıl Ordunun kurulması zorunluluğu ilk kez “Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Bildirgesi” metninde, “Emekçi kitlelere tüm iktidarı güvencelemek, sömürücülerin iktidarını restore etmenin her türlü olasılığını ortadan kaldırmak üzere emekçilerin silahlanması, sosyalist bir İşçi-Köylü Kızıl Ordusu’nun kurulması ve mülk sahibi sınıfların tamamen silahsızlandırılması kararlaştırılır.” olarak yer aldı.( Seçme Eserler, Cilt-VI -469)
1918 yılı başında Kızıl Orduyu kurma çalışmaları hız kazandı. Bolşevik Parti 19 Aralık/1 Ocak 1918 tarihli MK toplantısında İşçi Köylü Kızıl Ordusu’nun kurulması kararını aldı, SNK 15/28 Ocakta “emekçi kitlelerin sınıf bilinci daha yüksek ve örgütlü unsurlarından” oluşacak “işçi -köylü Kızıl ordusu kurulmasına dair bir kararname yayınlandı, bu kararnameyi “Sosyalist İşçi köylü kızıl donanması” kararnamesi izledi. 22 Şubat/ 7 Martta Kızıl orduya gönüllü katılma çağrısı yapıldı ve 23 Şubat Kızıl Ordu günü olarak ilan edildi. Lenin 7. Kongrede yaptığı konuşmada Kızıl Ordunun niteliği ve önemini, su sözlerle vurguladı:“ilk kez bir orduya resmi sıfatı olmayan, aksine sömürülenlerin kurtuluşu için mücadele düşüncesini kendisine kılavuz edinen unsurlar girmiştir. Başlattığımız çalışma sonuçlandırıldığında Rus Sovyet Cumhuriyeti yenilmez olacaktır” (Seçme Eserler, Cilt-VII -288)
Brest Antlaşması’nın imzalanmasının ardından İçişleri Halk Komiserliği’nden istifa işlemi yürürlüğe konan Troçki, SNK bünyesinde kurulmuş olan “askeri devrimci komite”ye dahil oldu. Komitenin ismi “Yüksek Savaş Konseyi” olarak değiştirildi. 13 Nisanda Troçki, Savaş Halk Komiserliği’ne getirildi ve Kızılordu’u yeniden organize edilmeye başlandı. Gönüllülük temelinde katılımın yetersiz olması (Şubat’tan Mart’a gönüllü katılanların sayısı 15.300’dü ) üzerine VTsIK 22 Nisan’da zorunlu askerlikle ilgili bir kararname yayınladı, bu kararnamede işçi ve köylülerin dışındakiler çalışma taburlarında görev alacaklardı. VTsIK aynı oturumunda Kızıl Orduya katılma yeminini de onayladı.**
Troçki liderliğinde Kızıl ordunun yeniden organizasyonu ile birlikte önceden öngörülen prensipler değişmeye başladı. Ordu’da komutanların askerler tarafından seçilmesi ilkesinden vazgeçildi, askeri birliklerdeki komiteler ve asker Sovyetleri dağıtıldı, cephede ölüm cezası uygulaması geri getirildi, 29 Temmuz’da yayınlanan bir çağrıyla, eski Çarlık subayları kitlesel olarak Kızıl ordunun komuta görevlerinde yer almaya başladı, (1918 yılı sonunda Kızıl Orduda Çarlık ordusu subaylarının 36. 971 olan sayısı, 1920’de 48 bine, iç savaşın bitiminde ise 130 bine yükseldi), Çar ordusunun generallerinden Vatzetis 18 Mayıs 1918’de Genel kurmay başkanı olarak Kızıl ordunun başına getirildi. Çarlık subaylarının Kızıl Ordu’da görev almaları ile birlikte bunları denetlemek birliklerin moral ve maddi motivasyonunu yükseltmekle görevli siyasi komiserler orduda görev yapmaya başladı.
Bu önlemlerle başlangıçta Parti’de ve Kızıl Ordu’daki Bolşevik komutanlar ve askerlerce, merkezileşme ve disiplinin sağlanması adına kabul görse de Çarlık subaylarının çoğalan sayısı ve aşırıya varan uygulamalar nedeniyle Parti ve Ordu’da rahatsızlıkların ve eleştirilerin büyümesine yol açtı. Öyle ki eleştiriler karşısında Troçki görevinden istifa etme noktasına kadar geldi.
Lenin’in “nefes molası” olarak adlandırdığı süre Nisan ortasına kadar sürdü, Nisan ortasından itibaren Sovyet iktidarı karşı devrimci örgütler, beyaz ordular ve emperyalist güçler tarafından kuşatma altına alınmaya başlandı. Nisan’da Menşevikler, SD’ler, Kadetler vb. bütün karşı devrimci örgütler “Canlandırma Ligi” adı altında bir araya geldiler, Canlandırma Ligi, hemen her yerde beyaz ordularla işbirliği halindeydi. Bunların arkasında ise işgalci emperyalist devletler, Almanya, İngiltere, Fransa ABD ve Japonya vardı. Karşı devrim Rusya’nın pek çok bölgesinde, Kırım, Baltık donanması, Moskova, Petrograd, Kozlov, Ekarerinburg v.b, ayaklanma girişimlerinde bulundu. Sovyet iktidarı Sibirya’da Kolçak, Ural-Sibirya hattında Çekoslovak kolordusu, (bu Kolordu’nun Çarlık döneminde Rusya’daki Çekoslovak esirlerinden kurulmuştu), Don bölgesinde Krasnov, Güneyde Denikin birlikleriyle kuşatılmış durumdaydı. Sibirya’da Kolçak hükümdarlığını ilan etmiş, Çek kolordusunun ele geçirdiği Samara’da SD’lerin ve Menşeviklerin desteklediği karşı devrimci bir hükümet kurmuş, Tatar-Başkırt bölgesinde milliyetçiler bağımsızlıklarını ilan etmiş, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’da Almanya, İngiltere, Türkiye‘nin desteğiyle SD; Menşevik ve milliyetçilerin içinde yer aldığı hükümetler kurulmuş, Kuzey ve Güney Kafkasya Rusya’dan fiili olarak kopmuştu. Pek çok bölgede komplolar SD ve Menşeviklerin katılımıyla gerçekleşiyordu. Ünlü Bolşevik ajitatör Volodorski Haziran 1918’de SD’lerce öldürüldü. VTsIK Haziran 1918’de karşı devrimci faaliyetleri nedeniyle bu partilerin siyasal haklarını kısıtlama kararı aldı.
Sol SD’lerle Brest barışı sonrasında bozulmaya başlayan ittifak, Sol SD’lerin Tarım Bakanlığı’nın tümüyle kendilerine verilmesi ve köylere yönelik ürün zor alımından vazgeçilmesi talepleri Bolşevikler tarafından reddedilince iyice çıkmaza girdi. 19 Mart’ta sol SD’ler SNK’dan çekildiler, SNK’dan çekildikten sonra Sovyet yönetimini Almanya’yla savaşmaya zorlayacak provokasyonlara giriştiler. Ukrayna’da ayaklanmalar örgütlediler, 6 Temmuz’da Alman elçisi Mirbach’i öldürdüler, Moskova ÇEKA binasını ele geçirdiler ve silahlı ayaklanma başlattılar. Çek kolordusuna karşı savaşan Kızıl Ordu birliklerinin komutanı sol SD’li Muravyov Moskova’daki ayaklanmaya destek vermek amacıyla birliklerini Moskova üzerine sürmeye kalktı, Muravyov’un bu girişimi birliklerin Sovyetlerden yana tavır koyması ile önlendi. Çek kolordusu bu durumdan yararlanarak Simbirsk’i işgal ederek, Rus Çarı II. Nikolay’ı kurtarmak üzere Ekatarinaburg’a yöneldi, 23 Temmuz’da Ekatarinaburg düştü, ama II. Nikola beyaz kuvvetler yetişemeden kurşuna dizildi. (Kurupskaya, Cilt III -119)
Sol SD’lerin karşı devrim cephesine geçmesi 4-10 Temmuz tarihleri arasında toplanan Tüm Rusya Sovyetleri 5. Kongresi’nde görüşüldü ve sol SD’ler Sovyetlerden atıldı. Kongre 10 Temmuz’da yeni Sovyet Anayasası’nı onaylayarak yürürlüğe soktu.
30 Ağustos’ta ÇEKA’nin Petrograd sorumlusu Utriski sol SD’ler tarafından öldürüldü, aynı gün Lenin’e suikast düzenlendi, Lenin suikasttan yaralı olarak kurtuldu. Bu olay karşı devrime karşı yeni bir kızıl terör dalgasının başlangıcı oldu. Sol SD’lerin de siyasi faaliyetleri kısıtlandı, Menşeviklerden ve SD’lerden Sovyet iktidarı koşulları altında muhalefet yürüteceklerini açıkça beyan edenlerin siyasi kısıtlılığı 1918 Kasımında kaldırıldı.
Kısaca 1918 yılında Sovyet iktidarı karşı devrim ve beyaz orduların ablukası altında eski Moskova dükalığı sınırları içinde sıkışıp kalmış durumdaydı, beyaz orduların arkasında ise emperyalist kuşatma vardı.
Batıda Almanlarla imzalanan Brest antlaşmasına rağmen, Alman işgali sürüyordu, Almanlar Nisan başında Riga, Finlandiya ve Ukrayna’yı işgal etti. Ukrayna’nın burjuva hükümeti, Ukrayna Rada’sını dağıtarak kendilerine bağlı bir hükümet kurdu. Böylece Ukrayna’nın tahılına ve kömürüne doğrudan el koyma olanağını elde etti. Alman birlikleri ilerlemelerini sürdürerek Karadeniz filosunu ele geçirmek için Kırım’ı işgal etti, Kızıl denizciler Filoyu önce kaçırdı, sonra koruyamayacaklarını anlayınca batırmak zorunda kaldı.
Doğuda, Nisan başında, Japon birlikleri Volodisvostok’u işgal etti, Ağustos’ta ABD ve İngiliz birlikleri de Japon birliklerine katıldı. Kuzeyde, Haziranda, İngiliz birlikleri Murmansk’a, Ağustosta Fransız, İngiliz ve ABD birlikleri Anhangelski’ye çıktı. Güneyde Fransızlar Odesa’ya, Almanlar Gürcistan’a, İngiliz ve Türkler Azerbaycan ve Ermenistan’a girdi. 1918 yılı yazında büyüyen beyaz muhafız ve emperyalist kuşatmayı yarmak için Bolşevik Parti Merkez Komite üyeleri cephelere dağıldılar. Lenin, çok cepheli bu savaşı Kremlin’den yönetti.
İç savaşın en kritik cephelerinden biri Kazan diğeri de Tsaritsin’di ( Tsraritsin – Çaritsin – adı 1924’te Stalingrad olarak değiştirildi, Stalin’in ölümünden sonra 1956’da yeniden değiştirilerek Volgagrad oldu.) Kazan’ı işgal eden çok Çek kolordusu Moskova’yı tehdit ediyordu. Bu cepheyi, karargahını Kazan yakınlarındaki Svyazhsk’da kurarak Troçki üstlendi. Çaritsin’in önemi iki başkenti ve orduyu besleyecek eldeki tek tarım tedarik bölgesi olmasıydı. Bölge, Çek Kolordusu, Krasnov ve Denikin birliklerinin tehdidi altındaydı. Bu bölgenin Sovyet iktidarından koparılması hem ordunun erzak tedarikinin tehlikeye düşmesi, hem de Moskova ile Kafkasların irtibatının kopması anlamına geliyordu. 6 Haziran 1918’de Stalin bu bölgeye özellikle ordunun erzak ihtiyacını karşılamak için gönderildi.
Güney Cephesi komutanlığı altında görev yapan 10. ordunun başında Voroşilov bulunuyordu; süvari alayını ünlü gerilla komutanı Budyonni yönetiyordu. Ordu’nun askeri komiseri ise Orjonikidze’ydi. Bu üçlü, Güney Cephesi komutanı eski Çar subayı Sytin ile sorunlar yaşıyordu. Üçlü Sytin tarafından disiplinsiz ve itaatsiz olarak suçlanıyordu. Suçlamalar konusunda Sytin’le aynı tavrı benimseyen Troçki de bu üçlüyü N.C.O. muhalefet olarak adlandırmıştır. Bu üçlü aynı zamanda Stalin’in Bakü’de birlikte mücadele ettiği yoldaşlarıydı. Çaritsin’de görev alması Stalin’i de Troçki ile bu üçlü arasındaki mücadelenin bir parçası durumuna getirmişti. Nitekim Çaritsin’den Lenin’e gönderdiği raporlar Stalin’in de bu üçlü ile benzer eleştirileri paylaştığını doğruluyor.
Stalin, Lenin’e gönderdiği, “erzak sorunlarının askeri sorunlar ile iç içe geçtiğini belirterek, yardım ve askeri yetki talebinde bulunduğu 10 Temmuz tarihli raporda Troçki’yle ilgili şu eleştirilerini dile getirdi; “Eğer Troçki düşünüp taşınmadan sağa sola, bu arada Trifonov’a (Don vilayeti), Avtonomov’a (Kuban vilayeti), Koppe’ye (Stavropol) -aslında tutuklanmayı hak eden- Fransa’nın misyon temsilcilerine vb. yetki belgesi dağıtırsa, bir ay sonra Kuzey Kafkasya’da her şeyin çökeceğini ve bu bölgeyi tamamen kaybedeceğinizi emin olarak söyleyebiliriz. Onun kafasına şunu iyice sokun ki yerli otoritelerin ve bölge insanlarının bilgisi dışında ve fikri alınmadan buraya atama yapmak olmaz, aksi halde Sovyet hükümeti skandallarla karşı karşıya kalıyor.” (İktidara Giden Yol- 333)
Aynı konuda Deutscher, Stalin kitabında şunları yazıyor; “Troçki’nin kafasına sokun bunu. Davanın selameti için bana burada tam askeri yetkinin verilmesi gereklidir. Bu konuda daha önce yazmış ama cevap alamamıştım. Olsun. Bu durumda herhangi bir formaliteye dayanmaksızın ben tek başıma, burada işi berbat eden komutanları ve komiserleri görevlerinden alacağım…Troçki’nin yazılı emir göndermemiş olması beni durduramaz.” (Isaac Deutscher, Stalin, Sosyal Yay. Cilt I saf.-304)
Yukarıdaki alıntıda Stalin’in sözünü ettiği “sağa sola” dağıtılan yetki belgeleri sorununun en önemlisi şüphesiz Albay Noseviç’e verilen belgeydi. Noseviç Troçki’den aldığı belge ile bölge karargah komutanı olarak Çaritsin’e geçti. Noseviç Çaritsin’in beyaz ordulara teslimi için bir komplo kurdu, komplo açığa çıkartıldı, Komplonun lideri Noseviç tutuklandı, tutuklandıktan sonra Troçki’nin emriyle serbest bırakılan Noseviç beyaz muhafızlarının safına geçerek Kızıl Orduya karşı savaştı. (İktidara Giden Yol -334)
Troçki Lenin’in araya girmesiyle Stalin’in istediği yetki belgesini göndermek zorunda kaldı, Stalin bu belgeye dayanarak 22 Temmuz’da “Kuzey Kafkasya Askeri Bölgesi Savaş Konseyi’ni kurdu. Stalin’in başkanlığı üstlendiği konseyde Voroşilov ve Minin görev aldı. 24 Temmuz’da Çaritsin’de genel seferberlik ilan edildi; ordu ve yerel Sovyetler’de disiplin sağlandı. 20 Ağustos’ta kentin varoşlarına kadar ilerleyen Krasnov birlikleri bozguna uğratıldı. “Kuzey Kafkasya’dan Moskova’ya yapılacak olan yiyecek maddeleri ikmali Stalin’in söz verdiği şekilde gerçekleşti.” (Isaac Deutscher, Stalin, Sosyal Yay. Cilt I saf.-1-303)
Stalin’e askeri konularla ilgili yetki verilmesi Troçki ile Stalin arasında itilafın daha da büyümesine yol açtı. Troçki 3 Ekim’de Stalin’e Minin’le birlikte, Kozlov’da Güney Cephesi Devrimci Konseyi’ni kurma emrini bildirdi. Emir metni, “Eğer bu emir 24 saat içinde yerine getirilmezse, bu durum beni sert önlemleri almak zorunda bırakacaktır” uyarısıyla bitiyordu. Stalin ve Voroşilov Lenin’e başvurarak emre itiraz ettiler. Lenin Stalin’i Moskova’ya çağırarak ihtilafı büyümeden çözdü. Voroşilov 10.Ordu Komutanlığı görevinde kaldı, Güney bölgesi devrimci Konseyi kuruldu. Stalin “Sovyet Cumhuriyeti Devrimci Askerlik Kurul” üyesi oldu. (İktidara Giden Yol -337)
Krasnov’un 16 Ekim’de yeniden saldırıya geçmesi üzerine Stalin yeniden Çaritsin’e gönderildi. Krasnov birlikleri 25 Ekim’de bozguna uğratıldı, Don nehrinin öteki yakasına sürüldü.
Sonunda Troçki’nin Lenin üzerindeki baskıları etkili oldu, Stalin’i Çaritsin’den Moskova’ya çağırırdı, Voroşilov 10. Ordu Komutanlığı’ndan alınarak Ukrayna’ya gönderildi. (Stalin, Sosyal Yay. Cilt I saf.-305)
Troçki’nin görev yaptığı Kazan bölgesinde, işçiler Kazanda kurulan Menşevik, SD destekli beyaz hükümete karşı ayaklandı, Kızıl Ordu birlikleri 7 Eylülde Kazan’ı, 12 Eylülde Simbirski’yı, 7 Ekimde Samara’yı geri aldı, Çek kolordusu yenilerek geri püskürtüldü, böylece 1918 yazında Sovyet iktidarını tehdit eden iki önemli cephede, beyaz orduların ilerleyişi durduruldu. (Kurupskaya Cilt III-127)
1918 yılı sonunda Kolçak birliklerinin Perm’i ele geçirmesiyle Parti ve Kızıl Ordu’da ordu yönetimine yönelik eleştirilerin şiddeti de yükseldi. Perm’in düşüşüne yol açan nedenlerin araştırılması için 1 Ocak 1919’da Merkez Komitesi ve savunma Konseyi kararıyla, Stalin ve Çerjinski’nin de içinde olduğu bir heyet kuruldu. Stalin ve Çerjinski bölgede yaptıkları incelemeler sonucu hazırladıkları ayrıntılı bir raporu MK’ya sundu. Raporda Kızıl Ordu birliklerinin yıpranmış, yorgun ve kötü beslenme yüzünden yetersiz kaldığı, yeterince direnemediği, Rusya silahlı kuvvetler yönetiminin askerlerin ihtiyaçlarını göz ardı ettikleri, birliklerin hantallaştığı, siyasi propaganda çalışmalarının yeterince etkin olmadığı, siyasi komiserlerin görevlerini yerine getirmediği, devrimci askeri Kurulun sürekli talimatlar göndererek cephe yönetimini bozduğu görüşlerine yer verildi. Raporda sadece ordu birliklerinin durumu değil, yerel Sovyetlerin durumu hakkında da bilgilere yer verildi; Sovyetlerdeki durum vurdumduymazlık, savurganlık, tam bir başı bozukluk, şaşkınlık, kötü yönetim gibi kelimelerle ifade edildi. Ayrıca “olağanüstü vergi hakkındaki devrimci kararnamenin köylüleri Sovyet hükümetine karşı örgütlemek için Kulakların elinde çok tehlikeli bir silaha dönüştüğü” vurgulandı.
Stalin ve Çerjinski “savaşın merkezindeki yönetimi değiştirmeksizin cephedeki askeri başarının garantisi olmadığı”nı dile getirdikleri raporda, durumun düzeltilmesi için şu önerilerde yer verildi; “(Ordu karargahlarının) kendilerine düzenli olarak bilgi verecek kendi ajanları, temsilcileri olmalıdır ve bunlar ordu kumandanlarının emirlerine ne kadar uyulduğunu titizlikle takip etmelidir. Karargahla ordu arasında etkili muhabere ancak bu şekilde sağlanabilir, ancak bu yolla tümenlerle tugayların fiili özelliği ortadan kaldırılabilir ve ordunun merkezileşmesi gerçekleştirilebilir.” (İktidara Giden Yol -342, ayrıca bak. Stalin, Cilt I saf.-319-321))
Raporda bunların gerçekleşmesi için “yönetimin bütün öteki kollarını kontrol altında tutacak ve bunlara nezaret edecek bir özel komiserliğin kurulması” teklif ediliyordu. (Stalin, Cilt I saf.-320)
Kızıl Ordu’nun iç savaşta önemli zaferler kazandığı, dünya devriminin büyümeye devam ettiği ve emperyalist kuşatmanın gevşediği 1918 yılı sonunda Sovyet iktidarı yeni bir “nefes molası” elde etti. 1918 yılı Kasımında Almanya’da devrim gerçekleşti, Berlin’de bir İşçi ve Asker Konseyleri iktidarı ele geçirdi. Mart’ta Macaristan’da, Nisanda Münih’te Sovyet iktidarları kuruldu. Pek çok Avrupa ülkesinde Sovyet devrimini destekleyen gösteriler oldu, 1919 Ocağı’nda İngiltere’de işçiler Sovyet devrimini desteklemek için greve çıktılar, (Kızıl Cuma), grevi, Şubat’ta “Rusya’dan elinizi çekin” kampanyası izledi. 1919 Mart’ında Moskova’da toplanan Komünist Enternasyonal 1. Kongresi bütün dünya işçi ve emekçilerine Rusya’daki yabancı askerlerin geri çekilmesi ve Sovyet devrimini destekleme çağrısı yaptı. Bu çağrı Komünist Enternasyonal’in sahip olduğu gücün ötesinde bir etki yarattı. İngiltere başbakanı Avrupa’da yükselişe geçen devrim karşısında duyduğu korkuyu söyle dile getirdi; “Avrupa’nın tamamı devrim ruhuyla dolmuş durumda. İşçiler arasında savaşı öncesi koşullara karşı sadece derin bir hoşnutsuzluk değil, derin bir öfke ve isyan hissi de görülüyor. Avrupa’nın bir ucundan öbürüne kadar her yerde siyasi, toplumsal ve ekonomik yönleri ile mevcut düzenin tamamı halk kitleleri tarafından sorgulanıyor.” (Bolşevik Devrimi- Cilt-III -126)
Öte yandan Emperyalist ordu ve donanmalarda huzursuzluk, isyan boyutlarındaydı. Nisan başında Karadeniz’deki Fransız donanmasında isyan çıktı, Rusya’ya gönderilmek istenen İngiliz, Fransız ve Amerikan birlikleri cepheye gitmeyi reddetti. İngiliz başbakanı Rusya’ya yeni birliklerin gönderilmesi gündemli bir toplantıda “Eğer şimdi Rusya’ya bu amaçla bir tane İngiliz birliği göndermeye kalkacak olursa isyanlar çıkacağını ve Bolşeviklere karşı askeri bir hareket başlatılırsa, bunun İngiltere’yi Bolşevik yapacağını ve Londra’da bir Sovyet kurulacağını” söyledi. (bd-3-124) İngiliz Savaş Bakanlığı’ndaki Askeri Harekat müdürü ‘Arhangelsk cephesinde İngiltere’nin komutası altında bulunan çeşitli milletlerden birliklerle ilgili olarak, moralleri “düşmanın gittikçe artan bir enerji ve maharetle gerçekleştirdiği son derece etkin ve sinsi Bolşevik propagandasına kurban düşmelerine yol açacak kadar bozuk”’ diyerek İngiliz başbakanını doğruluyordu. (age. -125)
Rusya’ya yeni birlikler gönderilmesi konusunda zora düşen emperyalist devletler, Sovyet iktidarına karşı yeni bir hileye başvurdular. 8 Kasım 1918’de 6. Tüm Rusya Sovyet Kongresi beş İtilaf Devleti hükümetine yaptığı, “bütün dünya önünde barış görüşmelerine başlama” çağrısını kabul eder görünerek, barış görüşmeleri adı altında Sovyetleri oyalama taktiğine yöneldiler. Amaçları beyaz ordulara zaman kazandırmak ve onların yeniden toparlanmasını sağlamaktı.
Bolşevik Partisi 8. Kongresi bu iç ve uluslararası koşullarda toplandı. Bolşevik Parti için kongreden önceki en üzücü olay Sverdlov’un kaybıydı. Lenin bu kaybı, “Hiç kimse Sverdlov yoldaş gibi, örgütsel ve politik çalışmayı bir tek kişide birleştiremezdi…”sözleriyle dile getirdi.
Kazanılan “nefes molası”nda Kongre, Sovyet devriminin karşı karşıya olduğu pek çok sorunu, küçük köylülerle ilişkiler, orta köylülere karşı izlenecek tutum, yoksul köylü komiteleri, uzmanlar sorunu vb. birçok sorunu ele aldı. Kongrenin özel gündemini Kızılordu oluşturdu. Bolşevik Parti içinde ve Kızıl Ordu’daki Bolşevik komutanlar arasında kongre öncesinde başlayan tartışmalar, kongreye “askeri muhalefet” grubunun oluşması biçiminde yansıdı. Bu grubun içinde Bolşevik komutanlar (Voroşilov, Minin vb.) ve “sol komünistler”(Smirnov, Safarov Pyatakov, Bubnov vb.) yer alıyordu. “Askeri muhalefet” Çarlık subaylarının orduda görevlendirilmesine karşı çıkarak, Kızıl Ordu’nun başlangıçta sahip olduğu düzene,-komutanların askerlerce seçilmesi, askeri komitelerin yeniden kurulması vb.- geri dönülmesini istiyorlardı. Kızıl Ordu’da yaşanan olumsuzluklardan, askeri komiserlerin kurşuna dizilmesinden, uzmanların ihanetinden Troçki’yi sorumlu tutuyorlardı.
Kızıl Ordu’nun durumuyla ve yönetimi ile ilgili konularda Lenin, Troçki ve Stalin arasında görüş birliği yoktu. Görüş ayrılıkları ordunun merkezileştirilmesi ve tam bir disiplin sağlanması konusunda değildi. Stalin kongredeki konuşmasında Devrimci Askeri Konsey’in çalışmalarını eleştirirken, askeri muhalefetin “başlangıçtaki düzene geri dönüş” taleplerini de eleştirdi. Stalin’e göre sorun “Rusya’da tam disiplinli nizami bir ordu olacak mı, olmayacak mı”ydı. Çaritsin’de olduğu dönemde askeri birliklere müdahale etmek için Troçki’den yetki istemesi Stalin’in disipline ne kadar önem verdiğinin örnek bir kanıtıydı.
Ayrılık noktaları daha çok orduda Çarlık subaylarının görevlendirilmesi, uzmanların artan sayısı ve denetim zaafları ile ilgiliydi. Lenin “kendi subaylarını yalnız halktan gelen insanlardan seçen bir Kızıl Ordu”dan yana olsa da, uzmanların kullanılmasına karşı değildi. Lenin’e göre sadece Kızıl Ordu’da değil, bir bütün olarak sosyalizmin inşasında uzmanlardan yararlanmak pratik bir zorunluluktu. Partinin 8. Kongresinde bu zorunluluğu şöyle dile getirdi; “Özel olarak askeri alanın yönetimini ele alalım. Burada, kurmaya, organizatör olarak faaliyet gösteren önemli uzmanlara güven duymadan sorun çözülemez. Münferit durumlarda bu konuda aramızda görüş ayrılıkları oldu, fakat esas itibariyle hiçbir kuşku olamazdı.” (Seçme Eserler, Cilt-VIII saf. 52)
Troçki ise Çarlık subaylarını orduya yerleştiren ve yetkiyle donatan kişiydi. 8. Kongrenin yapıldığı sırada Çarlık subaylarının Kızıl Ordu’daki yekûnu 40 bini aşmıştı (iç savaşın sonunda ise 130 bini bulacaktı) Bu subaylar arasında hainlerin çıkması, seçim ve denetim işlemlerinin yeterince güçlü olmadığını gösteriyordu ve bu durum komünist komutanlarda güvensizliği büyüterek disiplinsizliklere yol açıyordu.
Stalin ise, ordudaki başı bozukluklarının ve disiplinsizliklerin yakından tanığıydı. Çarlık subaylarına güvenmiyordu, onların yerini Kızıl komutanların almasını savunuyordu.
Lenin Kongredeki konuşmasında “Kızıl Ordunun inşası sorununun yepyeni bir sorun”, “teorik olarak ortaya konmamış” bir sorun olduğunu, bütün diğer konularda olduğu gibi bu alanda da “tamamen el yordamıyla ilerlemek” zorunda kalındığını belirttikten sonra şöyle devam etti; “savaşın sona ermesinden sonra Ordu dağılmaya başlayınca, başlangıçta pek çok kişi bunun sadece Ruslara özgü bir olgu olduğunu sandı. Fakat Rus devriminin aslında, proleter dünya devrimi için bir genel prova, ya da provalardan biri olduğunu görüyoruz….denemeden denemeye geçtik bir gönüllüler ordusu yaratmaya çalıştık; bunu yaparken el yordamıyla ilerledik, verili koşullarda görevin hangi yoldan çözülebileceğini hissederek bulmaya çalıştık ve denedik. Fakat görev berrak konmuştu. Sosyalist Cumhuriyeti silahla savunmadan var olamazdık….. Tarihte savaşla bağlantılı olmayan tek bir büyük devrim var mı acaba? Elbette hayır! Sadece bir devlette değil, bir devletler sisteminde yaşıyoruz ve uzun vadede emperyalist devletlerin yanı sıra Sovyet Cumhuriyeti’nin varlığı düşünülemeyecek bir şeydir. Sonuçta ya biri ya diğeri zafer kazanacaktır. Ve işler bu sona varıncaya dek Sovyet Cumhuriyeti ile burjuva devletler arasında, bir dizi en korkunç çatışmalar kaçınılmazdır. Bu demektir ki, egemen sınıf, proletarya, egemen olmak istiyorsa ve egemen olacaksa, bunu askeri örgütüyle de kanıtlamak zorundadır.” (Seçme Eserler, Cilt-VIII-48-49)
Tartışmalara rağmen kongrenin sorunların üstesinden geldiğini, Lenin kapanış konuşmasında belirtti; “Askeri sorunlarda oybirliğiyle bir karara ulaştık. Başlangıçta görüş ayrılıkları çok büyük görünse de, askeri politikamızın eksiklikleri üzerine burada tüm açıklığıyla konuşan birçok yoldaşın görüşleri çok çeşitli de olsa, -komisyonda tam bir oybirliğiyle karar çıkarmak olağanüstü kolaydı ve bu Kongreden tüm ülkenin sayısız özveride bulunduğu temel savunucumuzun, Kızıl Ordu’nun Kongre’ye katılanların tümünde, tüm Parti üyelerinde en sıcak, en özverili yardımcıları, liderleri, dostları ve çalışma arkadaşlarını bulacağı inancıyla ayrılıyoruz.” (age.-61)
Sekizinci kongre Parti’nin yeni MK’sini seçti. Lenin, Troçki, Stalin, Kamenev ve Krestinski Politbüro üyeliğine, Zinovyev, Buharın ve Kalinin, PB yedek üyeliğine, Stalin Beloborodko, Serebraykov, Stasova ve Krestinski örgütlenme bürosuna (orgbüro) seçildi.( İktidara Giden Yol -344)
Kongre ayrıca VII. Kongrede gündeme alınan partinin programını tartışarak onaylandı. Partinin ismini Rusya Fedarasyonu Komünist Partisi – Bolşevik (RKP-B) olarak değiştirdi. Lenin parti isminin değiştirilmesini şöyle gerekçelendirdi; “Marksist olduğumuzu ve sosyal-demokrasinin iki önemli noktada tahrif ve ihanet ettiği “Komünist Manifesto” zemininde durduğumuzu tekrarlamalıyız: 1) işçilerin anavatanı yoktur, emperyalist savaşta “anavatan savunması” sosyalizme ihanettir; 2) Marksist devlet öğretisi ikinci Enternasyonal tarafından tahrif edilmiştir…..“Alışılmış”, “sevdiğimiz” kirli gömleği çıkarıp atmakta tereddüt ediyoruz… Kirli gömleği çıkarıp atmanın zamanıdır, temiz çamaşırlar giymenin zamanıdır.” (Seçme Eserler, Cilt-VI -127)
Stalin, 30 Mart’ta, VTsIK kararıyla, Devlet Kontrolü Halk Komiserliği görevine atandı. Kongreden sonra Stalin’in yetkilerinin artırılmasına yönelik eleştirilere Lenin cevap verdi; “Herhangi bir milli delegasyonun başvuracağı bir kimsemiz olmalıdır…Böyle bir adam nerede bulunabilir? Preobrajenski’nin Stalin’den başka birini ileri süreceğini sanmıyorum. İşçi ve Köylü Teftiş komiserliği için de aynı durum söz konusu. İş çok geniş ve büyüktür. Bu işle baş edebilmek için otorite sahibi bir kimsenin başta bulunması gereklidir.” ( Stalin, Cilt I -321)
1919 iç savaşın en kritik yılıydı. İngiliz, Fransız ve ABD desteği ile donatılan beyaz ordular batıdan, doğudan kuzeyden ve güneyden Sovyet iktidarına karşı eş zamanlı bir saldırı başlattılar. Kızıl Ordunun savunmak zorunda olduğu cephenin uzunluğu 8.500 km2’’ idi. Buna karşın Kızıl Ordu’daki asker sayısı ise yaklaşık 380 bin civarındaydı. (1697 top ve 6561 makineli tüfeği sahipti). Beyaz ordular ise hem sayı, hem de donanım açısından kat kat üstündü.
Mayısta Yudeniç birlikleri kuzeyden Petrograd’a, Kolçak birlikleri doğudan Moskova’ya doğru harekete halindeydi. Bu sırada Troçki doğu cephesindeydi; bu cephede, Kolçak ordusuna karşı taarruz başarıyla sonuçlandırıldı, Koçak birlikleri Uralların ötesine kadar sürüldü. Bu sırada Kızıl Ordu komuta kademesinde düzensiz bir biçimde geri çekilen Kolçak’ın takip edilip edilmemesi sorunu yaşandı, Genelkurmay başkanı ve Troçki Kolçak’ı takip etmeyip kışın beklenmesini savunurken, komutanlar takip edilip işinin bitirilmesi gerektiği görüşündeydiler. Lenin de bu görüşü destekliyordu. Sonuçta komutanların görüşü benimsendi. Kolçak takip edilip işi bitirildi. Bu olaydan sonra Genelkurmay Başkanı Vatzetiz istifa etmek zorunda kaldı, Troçki’ye yönelik eleştiriler yeniden alevlendi. İstifa eden Vatzetiz’in yerine eski Çarlık ordusu kurmay albayı S.S. Kamenev getirildi.
Kuzeyde Yudeniç Petrograd’a doğru yürüyüşe geçti. Kızıl Ordu’nun savunma hatlarını yardı, Gorka ve Pskov kalelerini işgal ederek Mayıs başında Petrograd önlerine kadar ilerledi. Petrograd Parti örgütü sekreteri Zinovyev şehri tahliye etme kararını aldı. Petrograd’ın tehlikeye düştüğü bu anda MK ve Savunma Konseyi Stalin’i Petrograd cephesine gönderdi. Petrograd’da genel seferberlik ilan edildi, ayaklanma hazırlığı içinde olan İtilaf Devletleri elçilik personelinin de içinde yer aldığı beyaz ordunun yeraltı örgütü “Milli Merkez” açığa çıkartılarak dağıtıldı. Stalin cepheden Lenin’e gönderdiği raporda,“cephenin sağlam olduğunu”, “ilerleme kaydedildiğini” ve “endişeye gerek” olmadığını bildirdi. Stalin, karşı saldırıyı örgütlemek için Baltık donanmasını harekete geçirdi; Krasnaya ve Gorka kaleleri denizden ve karadan saldırıyla ele geçirirdi; Kızıl Ordu piyade birlikleri başarılı bir karşı taarruzla Yudeniç birliklerini Finlandiya sınırının ötesine sürdü. Bu başarılı karşı taarruzdan sonra Stalin, Lenin’e gönderdiği raporda saldırıda donanmanın kullanılmasına dair şunu ekledi; “Denizci uzmanlar Kızıl Ordu’nun kaleyi denizden saldırarak almasının güya bilime aykırı olduğunu söylediler. Ben böyle bilime ancak ağıt yakarım.” (İktidara Giden Yol -349)
Güney Cephesi, iç savaş boyunca tehdidin en yüksek olduğu cepheydi. Bu cephede Kızılordu Denikin ve Wrangel güçlerine karşı savaşıyordu. Tek başına Denikin 100 bin kişilik iyi donanımlı bir orduya sahipti. Mayıs 1919’da Denikin komutasındaki beyaz ordu Moskova’ya doğru ilerlemeye başladı. Karşısındaki Kızıl Ordu birlikleri hem sayı (6o bin kadar) hem donanım olarak zayıftı. Denikin Haziran’da iç savaşın başından beri beyaz orduların ele geçiremediği Çaritsin’i ele geçirdi, Denikin’in Moskova’ya doğru ilerlediği bu dönemde Güney cephesinde görev yapan Troçki, 1 Temmuz’da Lenin’e şu telgrafı gönderdi; “Yalın ayak, çıplak karnı aç, bitli bir orduyu, ne cezalarla, ne de propaganda ile savaşabilir bir düzeye getirebilirsiniz”. (İktidara Giden Yol -352)
Troçki Lenin’e gönderdiği bu telgraftan kısa bir süre sonra Moskova’ya döndü, bütün görevlerinden istifa ettiğini açıkladı. İstifası MK tarafından kabul edilmedi. (I.D-Stalin-1-321)
Troçki 5 Ağustosta Savunma Konseyine yeni bir plan sundu, planda şu görüşlere yer verildi; “Yakında savaş ve çatışmaların arenası Asya’ya kayabilir…Uluslararası durum ve gelişmelere bakılırsa, görüldüğü kadarıyla, Paris ve Londra’ya giden yol Afganistan, Pencap ve Bengalya’nın kentlerinden geçmektedir.” Troçki planında ‘Hindistan’a sevk edilmek üzere bir kolordu ve Ural veya Türkmenistan’ın bir yerinde bir devrim Akademisi, Asya devriminin siyasi karargahı’ kurulmasını teklif ediyor ve “daha şimdiden bu yönde ciddi bir organizasyona gidilmeli, dilbilimciler, kitap çevirmenleri bulmalı, yerel devrimcilerle irtibat kurmalıyız; bunun için mümkün olan her yolu”n ve çarenin denenmesi gerektiğini belirtiyordu. (İktidara Giden Yol .-352)
Troçki’nin bu planı, Lenin’in 1818 Martında Alman saldırısı sırasında “gerekirse Uralların ötesine bile çekiliriz” söyleminden farklıydı ve Sovyet devriminden vazgeçilmesi anlamına geliyordu. Hem Güney cephesinden Lenin’e gönderdiği telgraf, hem de Savunma Konseyi’ne sunduğu bu plan Troçki’nin Sovyetlerin iç savaştan zaferle çıkması konusunda ciddi bir umutsuzluk içinde olduğunu gösteriyordu.
Eylül ve Ekim ayları iç savaşın kader aylarıydı. Eylül’de Denikin kuvvetleri birçok şehri (Kursk,Oryol vb.) işgal ederek Moskova’ya doğru ilerlerken, yeniden harekete geçen Yudeniç kuvvetleri ise Gatçina ve Puşkin’i ele geçirerek Petrograd’a doğru ilerliyordu. İç savaşın bu kader anında Troçki Petrograd’ı savunma görevini ve Stalin de yeniden güney cephesinde görev aldı. Her iki cephedeki savaş, beyaz orduların yenilgisi ve geri çekilmesi ile sonuçlandı. Güney cephesinde Denikin’in üstün kuvvetlerine karşı Budyanniy’ın süvari kolordusu (Kolordu 19 Ekim’de süvari ordusuna dönüştürüldü) belirleyici bir rol oynadı. Lenin Denikin kuvvetlerinin yenilerek geri çekilmesinde 1. süvari ordusunun oynadığı bu rol nedeniyle Budyanniy’i şu sözlerle onurlandırdı; “sizin kolordu Voronej’e ulaşmasaydı, Denikin Şkuro’nun ve Mamontov’un süvarilerini cepheye sürecek ve cumhuriyet çok büyük bir tehlike altında girecekti. Çünkü biz Oryol’u kaybetmiştik ve düşman Tula’ya yaklaşıyordu.” (age-356)
Daha önce Budyanniy süvari birliklerinin güçlendirilmesi gerektiğini Troçki’ye söylediğinde Troçki buna karşı çıkarak Budyannıy’e şunları söylemişti; “Yoldaş Budyannıy! söylediklerinizin farkında mısınız? Siz, süvari kuvvetlerinin doğasını anlamıyorsunuz. Burada söz konusu olan prenslerin, kontların ve baronların komutasındaki aristokrat bir ordudur. Biz, Mujik halimizle bu soyluları taklit edemeyiz.” (İktidara Giden Yol -355 / I.D.-Stalin, Cilt I -299)
Batıda; Polonya ordusu Nisan 1919’dan beri Sovyet Rusya topraklarında işgal hareketi yürütüyordu. Polonya’nın Sovyet topraklarındaki bu ilerleyişi, Stalin’in deyimiyle,“yorgun, donanımsız ve savunma yapamayacak” kadar güçsüz Kızıl Ordu birliklerinin Berezina ırmağına kadar geri çekilmesi ve orada bir savunma hattı oluşturmasıyla durmuştu. 1919 başında iç savaşın seyri, savaşın Sovyetlerin zaferi ile sonuçlanacağını gösteriyordu.
1920 Nisan’ında İngiliz ve Fransız destekli (Fransa Polonya ordusuna 1.494 top, 350 uçak, 2800 mitralyöz ve 327 bin tüfek vermişti) 200.000 kişilik Polonya ordusunun saldırıya geçmesi, karşı-devrim ve emperyalist devletlerin Sovyetlere karşı son umutsuz girişimleriydi. Polonya ordusunun üstün gücüyle başlattığı saldırı sonucu 6 Mayısta Kiev düştü. Stalin 26 Mayısta güney batı cephesi olarak yeniden düzenlenen Polonya cephesine gönderildi. Yapılan hazırlıkların ardından 1. Süvari Ordusu Haziran başında Polonya birliklerine karşı taarruza geçti. 12 Haziran’da Kiev geri alındı, aynı dönemde Kırım’ı elinde tutan Wrangel’in Kızıl Ordu’ya arkadan saldırıya geçmesi ile Kızıl Ordu aynı anda iki cephede birden savaşmak zorunda kaldı. 19 Temmuz’da Kızıl Ordu Polonya birliklerini Polonya topraklarına kadar sürdü. Polonya ordusuna karşı kazanılan zafer Bolşevik Parti ve Kızıl Ordu komutanlarında Varşova’ya kadar ilerlenebileceği ve Varşova’nın alınabileceği düşüncesinin doğmasına yol açtı. Troçki ve Stalin’in aksine Lenin bu görüşü destekledi. Troçki, Polonya ile hemen barış görüşmelerinin başlatılmasını savunurken, Stalin, “Polonyalıların işi bitmiştir ve bizim sadece Varşova’ya kadar yürümemiz gerekir diyenler yanılıyor” diyerek Varşova’ya yürümenin “hayalcilik” olduğunu söyledi. (İktidara Giden Yol -362)
Varşova’ya taaruz için orduda yeni düzenlemeler yapıldı; bu yeni düzenlemeleri Lenin, Stalin’e bir mektupla bildirdi. “Sizin sadece ve sadece Wrangel ile uğraşmanız için, cepheleri ayırma kararını daha şimdi politbürodan geçirdik.” Stalin politbüro’nun aldığı bu karardan memnun olmadığını sert bir üslupla dile getirdi; “….sizin cephelerin bölünmesi hakkındaki notunuzu aldım. Politbüro’nun bu tür boş işlerle uğraşması abestir. Ben cephede azami iki hafta daha çalışabilirim, dinlenmem şart, benim yerime yardımcı birini bulun.” Lenin’le Stalin arasındaki yazışma lar, bu sertlikte, devam etti. (age.-363-64)
Varşova taarruzu sırasında Budyannıy’ın komuta ettiği 1. Süvari Ordusu Lvov’u ele geçirmeye çalışıyordu. Süvari ordusunun Varşova cephesi emrine verilmesi emrini Stalin 11 Eylül’de aldı. 13 Ağustos’ta ise Varşova taarruzu başlatıldı. Kızıl Ordu bu savaşta Polonya ordusuna yenilerek geri çekilmek durumunda kaldı. Daha sonra 1.süvari ordusunun Varşova’ya yürüyen kuvvetlere geç intikal etmesinden hareketle (1. Süvari Ordusu ancak 20 Eylülde Varşova taarruzuna dahil oldu) yenilginin sorumluluğu Stalin’e yüklendi. Ancak yenilginin nedeni olarak gösterilen 1. süvari ordusunun, savaştığı cepheden ayrılıp 200 kilometrelik yolu kat edip iki günde nasıl Varşova kuvvetlerine katılacağı ve savaşın kazanılması için bu kadar önemli olan bir ordu beklenmeden neden taarruza geçildiği, soruları ise açıkta kaldı.
Stalin Eylül 1919’daki politbüro toplantısında kendini savundu; “Başkumandan’ın 1. Süvari ordusunun Batı Cephesi’ne devredilmesine ilişkin emri, Güneybatı Cephesi Devrimci Askeri Kurulu’na 11 veya 12 Ağustos’ta (gününü kesin hatırlamıyorum ) gelmiş ve 1. Süvari Ordusu aynı gün Batı Cephesi emrine verilmiştir.” Bu toplantıda Stalin’in Güneybatı Cephesi Devrimci Askeri Kurulu’ndan ayrılma isteği kabul edildi.
Yenilginin ardından Ekim’de Polonya ordusu ile Barış Anlaşması imzalandı. Batı Ukrayna ile Batı Belarus toprakları Polonya’ya bırakıldı. Kızıl Ordu iç savaşın son cephesi olan Güney Cephesindeki Wrangel birliklerine karşı taarruza geçti, Kasım 1920’de Kırım ele geçirildi, 1918 Nisan’ında başlayan iç savaş ve emperyalist kuşatma 1920’nin sonunda Sovyetlerin zaferi ile sonuçlandı.
“Parti Krizi”
İç savaştan zaferle çıkan Sovyet devrimi bu zaferi toplumsal, sınıfsal, siyasal ve ekonomik ilişkilerin alt üst olması pahasına kazandı. “Her şey savaş için, her şey zafer için” olduğu bir dönemde ekonomi büsbütün çöküntüye uğradı. Sanayi üretimi, devletleştirmelere rağmen 1913’teki düzeyin % 18 altındaydı, işçi sınıfı güçten düşmüş, açlık işçileri, ya köye göç etmeye, ya da pazarcılık yaparak geçimlerini sağlayan küçük burjuvalara dönüştürmüştü. İşçi sınıfı deklase olmuş bir durumdaydı. Kentte toplumsal denge işçi sınıfı aleyhine bozulurken kırda da küçük ve yoksul köylü aleyhine bozuldu. İç savaş sırasında zorunlu bir önlem olarak başvurulan tahıl zor alımı, hem tarımsal ürünlerin düşüşüne hem de spekülasyon ve kara pazar oluşmasına yol açtı. Tahıl zor alımı kırda nüfusun çoğunluğunu oluşturan orta köylülükle proletarya arasındaki ilişkiyi dinamitlemeye devam ediyordu. İç savaşın bitimi ve ordunun terhisi bu tabloyu daha da kötüleştirdi.
1921 Rusya’sını betimleyen kelimeler, açlık, salgın hastalık, düzensizlik, kaos ve köylü isyanlarıydı. Ama bu kez köylü isyanları 1917 Şubat öncesi ve sonrasındaki gibi feodal ve kapitalistleşmiş toprak sahiplerine karşı değil, doğrudan Sovyet iktidarını hedef alıyordu. Sovyet iktidarına yönelik isyanların en önemlisi şüphesiz 1921 Mart’ında başlayan Kronştadt ayaklanmasıydı. Şubat ve Ekim devrimlerinin en önemli sembollerinden biri olan Kronştadt, Ekim devrimi sonrasında Bolşeviklerin en önemli kalelerinden biriydi. İç savaş sırasında Kronştadt denizcilerinin önemli bir kısmı iç savaşın çeşitli cephelerinde (ordu ve Sovyetlerde) görev aldılar; bu durum Bolşeviklerin Kronştadt’daki gücünün zayıflamasına yol açtı, karşı devrimci faaliyet bu ortamda büyüdü.
İç savaşın Sovyet iktidarının zaferi ile sonuçlanacağının kesinleşmesi ile birlikte karşı devrimin (Menşevik, SD’ler ve diğer burjuva partiler) Sovyet iktidarına karşı mücadele taktikleri değişti. İç savaşın başında Sovyetlere karşı Kurucu Meclisi öne çıkaran karşı devrim, iç savaş sona erdikten sonra bu taktiğini değiştirerek Bolşevik’siz Sovyetler sloganını öne çıkardı. İç savaş sırasında yaşanan sorunlar ve olumsuzluklar bu taktiği perdeleyen unsurlar olarak kullanıldı.
Kronştadt, karşı devrimin bu yeni taktiğinin tipik ve etkili bir örneği oldu. Devrimin iç savaş nedeniyle çözmeye vakit bulamadığı sorunlar ve kitlelerde öfke yaratan kimi zorunlu uygulamaların başarıyla kullanılması sonucu Kronştadt’ta ayaklanma başlatıldı. Ayaklanmacılar 1 Mart’ta yayınladıkları bildiride bir dizi talep sıraladıktan sonra hedef, Bolşevik iktidarının devrilmesi ve proletarya diktatörlüğüne son verilmesi olarak gösterildi, 2 Mart’ta “Kızıl Askerler ve İşçilerin Devrim komitesi” adına iktidara el koyduklarını açıkladılar. Aynı gün Beyaz Muhafızların komutanı General Kozlovsk, Kronştadt savunmasının başkumandanlığına getirildi. Bolşevik Parti’nin sorunu görüşmeler yoluyla çözme girişimi sonuç vermeyince Kronştadt’ın savaş ilanına savaşla karşılık verildi, ayaklanma ezildi. Ayaklanmacıların kızıl birliklerin saldırısı karşısında emperyalist devletler ve beyaz ordulardan yardım talep etmeleri, ayaklanmanın niteliği konusundaki gri bulutları da dağıttı. Kronştadt ayaklanması, Sovyet iktidarına yönelik yeni tehdidi açık bir biçimde ortaya koydu. Lenin 10. Kongrede Kronştadt’la ilgili olarak şunları söyledi; “Bu olay ne demektir? Siyasi iktidarın Bolşeviklerin elinden belirsiz bir yığışımın ya da görünürde Bolşeviklerden sadece birazcık sağda, hatta belki de Bolşeviklerden daha “sol’daki çeşitli unsurlardan oluşan bir ittifakın eline geçmesi demektir – Kronstadt’ta iktidarı ele geçirme girişiminde bulunan politik grupların toplamı böylesine belirsizdir işte. Hiç kuşku yok ki orada aynı zamanda beyaz generaller de —bunu hepiniz biliyorsunuz—büyük bir rol oynadılar. Bu tamamen kanıtlanmıştır…Bu küçük-burjuva karşı-devrim hiç kuşkusuz Denikin, Yudeniç ve Kolçak’ın toplamından daha tehlikelidir, çünkü proletaryanın azınlıkta olduğu bir ülke söz konusudur, çünkü köylü mül-kiyetinin yıkıldığı bir ülke söz konusudur ve üstelik ordunun dağıtılması çok sayıda isyancı unsuru sokağa dökmüştür…” .Lenin Bolşevik partinin Kronştadt olayından gelecek için ders çıkarması gerektiğini belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü; “Ticaret özgürlüğü başlangıçta Kronstadt’taki gibi Beyaz Muhafızlarla bağlantılı olmasa bile, kaçınılmaz biçimde bu Beyaz Muhafızlığa, sermayenin zaferine, tam restorasyona yol açacaktır. Ve tekrar ediyorum, bu politik tehlikeyi iyice bilince çıkarmalıyız.” (Seçme Eserler, Cilt- IX -124)
Bolşevik Partisi’nin 10.Kongresi 8-15 Mart 1921 tarihinde toplandı. Kongre 9. Kongre’de görüşülen ekonomik ve siyasal sorunları, yeniden ve yeni bir temelde ele alarak Yeni Ekonomik Politikanın (NEP) temellerini attı.
Ama kongreye damgasını vuran Lenin’in “Parti krizi” olarak nitelendirdiği tartışmaydı. Bu tartışma yukarıda kısaca özetlenen Sovyet iktidarının içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal krizin partiye, sağa ve sola savrulma biçimindeki yansıması 1920 yılı sonunda partide proletarya diktatörlüğü altında sendikaların yeri ve rolü ile ilgili olarak 2- 6 Kasımdaki V. Tüm Rusya Sendikalar toplantısında başladı, Kasımda MK’da devam etti, 24 Aralıkta MK tartışma özgürlüğü kararını aldı, 25 Aralıkta Troçki’nin sorunu VIII. Sovyet Kongresinde “Sendikaların Rolü ve Görevleri” başlıklı broşürünü kongreye sunmasıyla tüm parti ve Sovyet örgütlerini kapsayarak genelleşti ve bir hizipleşmeye dönüşerek, parti birliğini tehdit eden bir noktaya ulaştı. Tartışma sırasında partide başlıca beş platform –hizip- oluştu.
1- Troçki’nin temsil ettiği ve sendikaların devlet ve partiye bağlı sıkı disiplinli bir örgüt haline getirilmesini öngören platform, 2- Buharin’in temsil ettiği ve farklı platformların görüşlerini birleştirmeyi hedefleyen, “tampon” olarak adlandırılan platform,( bu iki platform tartışmanın ilerleyen aşamalarında fiili olarak birleşerek tek bir platforma dönüştü- Troçki, Buharin, Lari, Preobrajenski, Serebriyokov, Sokolinkov, Yakovlev) 3- Sanayi üretimi ve idaresinin sendikalara verilmesini, sendikaların hükümet ve Parti denetiminden çıkartılmasını, “Tüm Rusya Üreticiler Kongresi”nin toplanarak ulusal ekonominin yönetiminin bu kongreye devredilmesini, devletin ve partinin bürokratikleşmesinin önlemenin yolu olduğunu ileri süren “İşçi Muhalefeti” grubu; (Şliyapnikov, Kollontai ) 4- (Bubnov, Buguslavski, Sapravon, Kemenski, Maksimauski, Osinski) Parti ve devletin bürokratlaştığını ileri sürerek Parti yönetiminin değiştirilmesini talep eden “Demokratik Merkeziyetçilik” platformu, bu küçük grubun önemi, daha sonra, aynı savla partide ortaya çıkacak grupların ilki olmasıydı. 5- Lenin’in önderliğindeki “On’lar Platformu”, (Lenin, Stalin, Zinoyev, Kamenev, Tomski, Rudzutak, Kalini, Petrovski, Artem, Lazovski- Schmit ve Milyutin daha sonra bu platforma katıldı) Bu grup görüşlerini “Sendikaların Rolü ve Görevleri Konusunda Kararname Taslağı”nda ortaya koydu. Bu taslağa göre, sendikalar üretim ve yönetim sorunlarının çözümüne, ekonomik planların ve üretim programlarının hazırlanmasına, çalışmanın örgütlenmesine, işçilerin maddi varlığının planlı biçimde güvence altına alınmasına” doğrudan katılmalıydı. (Seçme Eserler, Cilt- IX -49)
Lenin tartışma boyunca Troçki. Buharın, İşçi Muhalefeti ve Demokratik Merkeziyetçi’lerin ileri sürdüğü görüşleri tek tek ele alıp yanıtladı, Troçki’nin “sendikaların “var oluşlarının eski temelini, iktisadi sınıf mücadelesini yitirdikleri” görüşünü, “bu yanlış, bu aceleci bir abartmadır: elbette sendikalar iktisadi sınıf mücadelesi gibi bir temeli yitirmişlerdir, fakat Sovyet aygıtının bürokratik kamburlarına karşı mücadele anlamında, emekçiler kitlesinin maddi ve manevi çıkarlarının bu aygıtın elinde olmayan yollar ve araçlarla korunması anlamında vs. sınıfsal olmayan “iktisadi mücadele” temelini henüz yitirmediler ve ne yazık ki daha uzun süre yitirmeyeceklerdir”, diye yanıtladı (Seçme Eserler, Cilt- IX -98)
Troçki’nin bütün görüşlerini onlara “üretiminin demokratikleştirilmesi” tezini ekleyerek savunan Buharin’ın bu tezinin “hatalı olduğunu”, demokrasiyle üretimi yan yana getirerek bir adım bile ilerlenemeyeceğini, “biçimsel demokrasinin devrimci yönden maksada uygunluğa ister istemez bağlı olması gerektiğini” söyledi. İşçi Muhalefetinin “Yüksek Ekonomik Konsey” aygıtının parça parça ilgili sendikaların ellerine teslim edilmesi” anlamına gelen ekonominin yönetiminin sendikalara devredilmesinin “komünizmden tamamen kopmak, sendikalizm bakış açısına geçmek” olduğunu, hele hele Rusya gibi bir küçük burjuva toplumda ekonominin yönetimini “Tüm Rusya Üreticiler Konseyi”ne devretmenin proletarya diktatörlüğünden vazgeçmekle özdeş olduğunu vurguladı. Partide ve devlette bürokrasinin güçlendiğini ileri süren “Demokratik Merkeziyetçilik” ve “İşçi Muhalefeti”ne, bu illete karşı birlikte mücadele etme çağrısında bulundu.
Tartışmaların ilerleyen safhasında görüş ayrılıklarının sendikaların rolü ve görevleri ile ilgili olmadığı, tartışmanın özünün parti ve sınıfın Proletarya diktatörlüğündeki yeri ve rolü ile ilgili olduğu açığa çıktı., Lenin de eleştirilerini bu nokta üzerinde yoğunlaştırdı; “Sendikalar sadece tarihsel olarak gerekli değil, aynı zamanda, proletarya diktatörlüğü koşulları altında proletaryayı neredeyse tamamen kapsayan sanayi proletaryasının tarihsel olarak kaçınılmaz örgütüdür. Bu, meselenin esasıdır ve Troçki yoldaş bunu sürekli unutmaktadır.. Sanayi işçilerinin tümünü kapsayan ve onları örgütlenmeye çeken sendikalar, bir yandan egemen, iktidarı kullanan, yöneten sınıfın, diktatörlüğü gerçekleştiren sınıfın, devlet zorunu uygulayan sınıfın örgütüdür. Fakat sendikalar bir devlet örgütü, bir zor örgütü değil, eğitici bir örgüt, saflara kazandıran, eğiten bir örgüttür; bir okul, bir yönetim okulu, ekonomi yönetiminin bir okulu, bir komünizm okuludur sendikalar………. Proletarya diktatörlüğü sisteminde sendikalar, deyim yerindeyse, partiyle devlet iktidarı arasında dururlar. Sosyalizme geçişte proletarya diktatörlüğü kaçınılmazdır, fakat bu diktatörlük, bütün sanayi işçilerini kapsayan bir örgüt tarafından gerçekleştirilmez…. Buradan partinin, deyim yerindeyse, proletaryanın öncüsünü içine aldığı ve proletarya diktatörlüğünü bu öncünün gerçekleştirdiği sonucu çıkar. . Ve eğer sendikalar gibi bir temel yoksa diktatörlük gerçekleştirilemez, devlet işlevleri yerine getirilemez….. Öte yandan sendikalar devlet iktidarının “rezervuarıdır….Proletarya diktatörlüğü ise, bütün proletaryayı kapsayan bir örgüt tarafından gerçekleştirilemez, çünkü sadece bizde, en geri kapitalist ülkelerden birinde değil, aynı zamanda tüm diğer kapitalist ülkelerde de proletarya hâlâ öyle dağınık, öyle ezilmiş, (tek tek ülkelerdeki emperyalizm tarafından) yer yer öylesine bozulmuştur ki, bütün proletaryayı kapsayan bir örgüt, proletaryanın diktatörlüğünü doğrudan gerçekleştiremez. Diktatörlüğü ancak sınıfın devrimci enerjisini içine almış öncü gerçekleştirebilir……“İdeolojik karmaşa” aslında Troçki’de vardır, çünkü o kapitalizmden komünizme geçiş bakış açısında sendikaların rolü temel sorununda, burada basit bir sistemin olamayacağını, birçok çarklıdan oluşan karmaşık bir sistemin söz konusu olduğunu, çünkü proletarya diktatörlüğünün bütün olarak örgütlenmiş proletarya tarafından ger-çekleştirilemeyeceğini dikkate almamış, gözden kaçırmıştır. Diktatörlük, öncüden ileri sınıfın kitlesine ve ondan emekçiler kitlesine bazı “transmisyonlar” olmadan gerçekleşemez…. Bugünkü devletimiz öyle ki, tamamen örgütlenmiş proletarya kendisini savunmak zorundadır, biz ise bu işçi örgütlerinden işçileri kendi devletlerine karşı savunmak için ve devletimizin işçiler tarafından savunulması için yararlanmalıyız.” (Seçme Eserler, Cilt- IX – 28-33)
Lenin Parti Krizi yazısında krizin ulaştığı boyutla ilgili olarak da şunları yazdı; “Küçük bir hatada ısrar edip, hatanın düzeltilmesine karşı tüm gücüyle direnildiğinde ya da büyük bir hata işleyen insanların tek bir kişinin veya birçok kişinin küçük hatasına sarıldığı durumlarda olduğu gibi, küçük farklılıklar ve görüş ayrılıkları büyük farklılıklar ve görüş ayrılıklarına dönüştü.
Görüş ayrılıkları ve bölünmeler hep böyle gelişir. Biz de küçük görüş ayrılıklarından çıkarak sendikalizme “geliştik”, eğer Parti bu hastalıktan hızlı ve radikal biçimde kurtulmayı başaracak kadar sağlık¬lı ve güçlü olduğunu gösteremezse, bu komünizmden tam bir kopuş ve Parti’nin kaçınılmaz bölünmesi olacaktır. Acı gerçeği görme cesareti gösterilmelidir. Parti hastadır. Parti ateşle sarsılıyor.”
Troçki’nin “önümüzdeki Parti Kongresi sendikal hareket anlamında iki eğilim arasında bir seçim yapmak zorundadır.” söylemi Lenin’in kaygılarını doğruluyordu. Lenin kongre öncesinde bu tartışmayı söyle noktaladı; “MK içindeki görüş ayrılıkları Parti’ye başvurulmasını zorunlu kıldı. Tartışma bu görüş ayrılıklarının özünü ve kapsamını çarpıcı biçim¬de gösterdi. Söylenti ve iftiralara set çekilmiştir. Parti yeni hastalığa (bu hastalığı Ekim Devrimi’nden sonra unutmuş olduğumuz anlamında yeni), fraksiyonculuk hastalığına karşı mücadele içinde kendisini eğitiyor ve çelikleşiyor. Aslında bu eski bir hastalık; bu hastalık muhtemelen daha birkaç yıl kaçınılmaz olarak nüksedecek, fakat sağalması şimdi daha hızlı ve kolay gerçekleşebilir ve gerçekleşmelidir.” (Seçme Eserler, Cilt- IX – 103)
8-16 Mart 1921’de toplanan kongre Bolşevik Parti tarihinde birçok ilkin yaşandığı bir kongre oldu. Bolşevik Parti kendi fraksiyonunu bir parti olarak örgütlediği 1912 yılından bu yana ilk kez fraksiyonlara bölünmüştü, yine Parti tarihinde ilk kez kongre delegeleri fraksiyonların kendi gösterdikleri adaylar ile belirlendi.
Kongrede Lenin’in önerdiği metin (“On”lar grubunun tasarısı) 336 oy alarak ezici bir çoğunlukla kabul edildi, Troçki-Buharin grubu 50, İşçi Muhalefeti ise ancak 18 delegenin oyunu alabildi. Ama buna rağmen Partinin yeni MK’si bu iki grubu da içine alarak belirlendi.
Kongre’de gerçekleşen bir başka ilk de fraksiyonların – hiziplerin yasaklanması oldu. 10. Kongre’de kabul edilen partinin birliği üzerine kararda, “Parti’de daha sendikalar üzerine genel tartışmadan önce fraksiyonculuğun, yani özel bir programa sahip ve bir ölçüde kendi içine kapanmaya ve kendi grup disiplinini yaratmaya çalışan grupların oluşumunun bazı belirtilerinin ortaya çıktığı” belirtildi. Kararın 6. Maddesinde, fraksiyonların feshedilmesi karar altına alındı; “Bu yüzden Parti, şu ya da bu platformda oluşturulmuş olan (örneğin “İşçi Muhalefeti”, “Demokratik Merkeziyetçilik” grupları vs. gibi) istisnasız tüm grupların feshedilmiş olduğunu açıklar, ya da derhal feshedilmelerini emreder. Bu Kongre kararının yerine getirilmemesi, Parti’den kesin ve derhal ihracı gerektirir.” 7. Madde ise MK’yi, fraksiyoncu MK üyelerini MK’den atma yetkisiyle donattı. “Parti içinde ve tüm Sovyet çalışmasında sıkı bir disiplin sağlamak ve her türlü fraksiyonculuğun bertaraf edilmesinde en büyük birliği sağlamak için Kongre MK’yi, disiplin ihlali veya fraksiyonculuğun yeniden canlandırılması ya da ona göz yumulması hallerinde, Parti’den ihraca varana dek tüm Parti cezası önlemlerini, MK üyelerine karşı ise adaylık konumuna indirme ve en uç önlem olarak hatta Partiden ihraç cezasını uygulamakla yetkili kılar. MK üyelerine, MK adaylarına ve Kontrol Komisyonu üyelerine karşı böyle bir uç önlemin uygulanmasının şartı, tüm MK adaylarıyla tüm Kontrol Komisyonu üyelerinin de katılımıyla bir MK Plenumunun toplantıya çağrılması olmalıdır. Parti’nin en önemli önde gelen fonksiyonerlerinin böyle bir ortak toplantısı, üçte iki çoğunlukla, bir MK üyesinin adaylık konumuna indirilmesini ya da Parti’den ihracını gerekli görürse, bu ceza derhal uy-gulanır.” (Seçme Eserler, Cilt- IX-160)
Bolşevik Parti’nin 10. Kongresinde hizipçiliğe karşı alınan bu kararların, kongrenin yapıldığı sıradaki koşullara özgü geçici kararlar olduğunu düşünmek, Lenin’i ve onun yürüttüğü mücadeleyi hiç anlamamaktır. Lenin daha Iskra’yı çıkarmaya başlarken Iskra ile ilgili olarak şöyle söylemişti; “Yani gazetemizi çeşitli türden görüşlerin basit bir toplanma yeri haline getirmeye niyetimiz olmadığı anlaşılırdır. Tam tersine, gazeteye son derece katı saptanmış bir yön vereceğiz. Bu yön tek bir sözcükle, Marksizm sözcüğüyle karakterize edilebilir.” (Seçme Eserler, Cilt- II -18) Daha sonra II. Kongrede, parti Bolşevik ve Menşevik olarak bölündüğünde Bolşeviklere derhal bir kongre toplamalarını önermişti. “Derhal bir Kongreyle hemfikir olmayıp, Martov ve yandaşlarının şamarlarını bundan böyle de sessizce sineye çekmek niyetindeyseniz, o zaman muhtemelen MK’dan da ayrılacağım.” … “Biz bir Parti olmadığımızı kabul etme cesaretini göstereceğiz ve gerçek bir partinin kurulması ve sağlamlaştırılması çalışmasına baştan, ta baştan başlayacağız.” (Seçme Eserler, Cilt- II-389-396) 1903’te Lenin Bolşevikleri ikna edip gerçekleştiremediğini, ancak 1912’de her türlü hizbi dışlayan, Bolşeviklerden oluşan bir kongreyi toplayarak gerçekleştirdi. !921’de aynı ilkeye sadık kalarak hizipçiliğe yolu kapatan bir kararı parti kongresinden geçirdi.
Kongreden sonra hizipçiliği yasaklayan kararın 7. maddesi uygulanarak önce monarşitlerden, anarşitlere kadar herkese özgürlük talebiyle partide faaliyet yürüten Miyasnikov, ardından 10. kongreden sonra da partide fraksiyon faaliyetine devam eden İşçi Mühalefeti grubundan Mitin ve Kuznetsov, 7. madde gerğince, partiden atıldı. Lenin sonrasında ise 7. maddeye daha sıklıkla başvuruldu.
(devam edecek)
*Ağustos Bloğu, RSDİP’deki şu grupları bir araya getirdi: Bund – Yahudi sosyal Demokratlar, Letonyalı Sosyal Demokratlar, Golos Sosyal Demokrat = ( Menşevik, Menşevik tasfiyeciler, Vperyod – 1908’de Bolşeviklerden ayrılan iki grup, Troçkistler – Viyana Pravdası. Tasfiyeci Menşevikler hariç bu grupların hemen hepsi yurtdışında varlık gösteren küçük gruplardı. Menşevik Plehanov, yeni bir parti kurulduğuna kanaat getirerek, bu konferansa katılmadı.
** Yemin metninde; Kızıl Ordu mensubu,“Emekçi halkın evladı ve Sovyet Cumhuriyeti’nin yurttaşı” olarak “Rusya’nın ve bütün dünyanın işçi sınıfının önünde” bütün“faaliyet ve düşüncelerini O büyük işçilerin kurtulması hedefine adamaya ve Sovyet Cumhuriyeti, sosyalizm davası ve halkların kardeşliği uğruna savaşmaya yemin ediyordu” ( Bolşevik Devrimi Cilt -3-71)