Kapitalist toplumda işçi sınıfı, bütün diğer sınıf ve katmanların aksine, kapitalizm geliştikçe büyüyen ve güçlenen, bu toplumdaki konumu nedeniyle geleceği temsil eden tek sınıftır. Ancak bu konum işçi sınıfına etkin bir güç olmanın ilk olanağını verse de, onun kapitalist düzeni devirmesi için yeterli değildir. “Ama sayılar ancak, bileşim onları birleştirir ve bilgi de yönetirse bir kefeye toplanır.” (Marx-Engels-Lenin İşçi Sınıfı Partisi Üzerine,Sol Yay. s.63)
“Tarihte hiçbir sınıf, kendi içinden hareketi örgütleme ve yönetme yeteneğinde olan kendi politik önderlerini, kendi öncü savaşçılarını yaratmadan egemenliğe ulaşmamıştır.” (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt. II, s.25) Bu durum kapitalizm koşullarında bilinç ve örgütlenme bakımından hiçbir otomatik mekanizmaya sahip olmayan işçi sınıfı için çok daha yakıcıdır. Çünkü “iktidar savaşında proletaryanın, örgütten başka bir silahı yoktur.” (Lenin Bir Adım İleri İki Adım Geri, Sol Yay. s.267)
Kapitalizmde komünizme geçiş ile parti arasında bir zorunluluk ilişkisi vardır. Devrimin gerçekleşmesi proletarya diktatörlüğünün kurulması, sınıfsız topluma geçiş, bütün bu süreç partisiz olarak var olamaz. Bu durum Marksist teori içindeki partinin yeri ve rolü belirler, bu rol basitçe bir araç olmaktan öteye, sınıf mücadelesi pratiğiyle de kanıtlanan bir sine qua non’dur.
Proletarya, parti biçiminde bir örgütlenmeye ulaşmadan siyaset yürütemeyeceği gibi, kendi kurtuluşunun yolunu da açamaz. Bu bakımdan parti, işçi sınıfını kurtuluşa taşıyacak basit bir araç değil, zaferin ve toplumsal kurtuluşunun onsuz olamayacağı bir zorunluluktur. Sınıfın siyasal varoluşunun biçimidir, “parçalanmış işçi sınıfı, bir hiçtir.” Tarih boyunca burjuvazinin bütün saldırılarının sivri ucunu devrimci partiye yöneltmesinin, işçi sınıfını bu zorunluluktan vazgeçirmeye çalışmasının temel nedeni budur.
Lenin genel olarak 1900 – 1903 yılları arasında, özel olarak da Ne Yapmalı’da yürüttüğü mücadeleyle,işçi sınıfını devrime ve sosyalizme taşıyacak savaş örgütünün, partinin ideolojik, politik ve örgütsel temellerini attı. Bu faaliyeti sırasında Marx ve Engels’den devraldığı devrim ve parti teorisini sınıf mücadelesinden yararlanarak geliştirdi. Kendi ismiyle anılan parti teorisini ve Bolşevik partiyi yarattı.
Lenin’in, Ne Yapmalı’da oluşturmaya başladığı parti teorisini biz bu yazının kapsamında, Marx, Engels, Lenin bağlantısı içinde ele alacağız ve bilimsel komünizmin bu üç teorisyeninden alıntılarla ilerleyeceğiz. Alıntıların fazlalığından dolayı, okuyucudan şimdiden özür dileriz.
1 – Parti – Devrim İlişkisi; Partinin Zorunluluğu
Marx ve Engels bir yandan bilimsel komünizm teorisini geliştirirken, bir yandan da işçi sınıfının öncü unsurlarını bir araya getirerek, onları teoriyle silahlandırarak, işçi sınıfının siyasal öncü partisinin kurulması için ilk adımları 1847’de Komünistler Birliği’ni kurarak attılar. Manifesto’yu bu birliğin programı olarak hazırladılar.
Komünistler Birliği kurulduğunda işçi sınıfı kıta Avrupasında yeni yeni gelişiyordu ve henüz burjuvazinin etki alanı dışına çıkmamıştı. Birliğin önüne koyduğu görev, işçi sınıfını “sermayenin emek üzerindeki egemenliğini her zaman için yok etmesi gereken son ve kesin savaşım için hazırlamak”tı. (Marx-Engels-Lenin İşçi Sınıfı Partisi Üzerine,Sol Yay. , s.54)
Birlik, örgütlü olduğu her yerde devrime aktif olarak katıldı. Ama devrim, teorik müdahale ve devrim anında barikata çıkmaktan çok daha fazlasını gerektiriyordu. Marx’ın da vurguladığı gibi “ Şubat devrimi partimizi politika sahnesine çıkardı ve böylelikle onun salt bilimsel amaçlı eylemini olanaksız hale getirdi. 1848 devrimleri, devrim ve parti ilişkisi bağlamında yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
1848 – 49 devrimlerinin yenilgisi ardından Birlik, burjuvazinin komplosu ile kapatıldı. Üyeleri öldürüldü, yargılandı. Ama bu deneyim sınıf savaşının yeni dönemi için zengin bir teorik, politik ve örgütsel birikim yarattı.
Marx ve Engels bu birikimi değerlendirerek, yaklaşmakta olan devrimde proletaryanın “1848’de olduğu gibi burjuvazi tarafından yine sömürülmesi istenmiyorsa, işçi sınıfının partisinin elden geldiğince örgütlü, elden geldiğince uyumlu ve bağımsız bir biçimde ortaya çıkması gerektiğini” vurguladılar. (Marx-Engels-Lenin İşçi Sınıfı Partisi Üzerine,Sol Yay. s.41)
Aslında bu, Marx ve Engels’in Manifesto’da parti zorunluluğu ve bağımsızlığına dair söylediklerine güçlü bir vurguydu. Engels bu vurguyu “Uluslararası İşçi Derneği’nin İspanyol Federal Konseyine” yazdığı, 13 Şubat 1871 tarihli mektupta başka bir biçimde tekrarladı. “Deneyim her yerde şunu kanıtlamıştır; işçileri eski partilerin ( burjuva ve küçük burjuva partiler kastediliyor) bu egemenliğinden kurtarmanın en iyi aracı, her ülkede kendine göre bir politikası bulunan bir proleter partinin kurulmasıdır. Bu politikanın öteki partilerin politikasından açıkça ayrılması gerekir, çünkü işçi sınıfının kurtuluşunun koşullarını dile getirmek zorundadır. Bu politikanın ayrıntıları her ülkenin koşullarına göre değişebilir; ama emeğin sermaye ile olan temel ilişkileri her yerde aynı olduğu ve varlıklı sınıfların sömürülen sınıflar üzerindeki siyasal egemenliği olgusu her yerde söz konusu olduğu için, proleter politikanın ilkeleri ve hedefi, hiç değilse tüm batılı ülkelerde özdeş olacaktır.”( Marx-Engels-Lenin İşçi Sınıfı Partisi Üzerine,Sol Yay. s.78)
Yukarıdaki alıntıda Engels, partinin işçi sınıfının kurtuluşu için vazgeçilmez oluşunun yanı sıra dünya komünist hareketinin programatik birliği’nin temellerini de ortaya koydu.
Yine Engels, Enternasyonal’in Londra Konferansı’nda (21 Eylül 1871) yaptığı konuşmada partinin bağımsızlığı ve parti – devrim ilişkisine ilişkin görüşlerini söyle dile getirdi: “Ama devrim siyasetin en üst işidir; devrimi kim istiyorsa onun aracını da, yani devrimi hazırlayan işçileri devrim için eğiten siyasal eylemi de istemek zorundadır… Ancak yapılması gereken işçi siyasetidir; işçi partisinin herhangi bir burjuva partisinin kuyruğu olarak değil, ama kendi amacı, kendine özgü siyaseti olan bağımsız bir parti olarak kurulması gerekir.” (Marx – Engels – Lenin, Anarşizm ve Anarko -Sendikalizm, Sol Yay.s- 62)
Marx ve Engels’in devrimin zaferi için partinin zorunluluğu, partinin bağımsızlığı ve niteliğine ilişkin bu belirlemeleri yine onların çabalarıyla 1.Enternasyonal’in 1872 Lahey genel kurulunda onaylandı. “Proletarya mülk sahibi sınıfların kolektif iktidarına karşı savaşımda, ancak, mülk sahibi sınıflar tarafından kurulan bütün eski partilerin karşıtı olan ayrı bir siyasal parti oluşturursa, bir sınıf olarak hareket edebilir. Proletaryanın siyasal parti olarak oluşması, toplumsal devrim ve onun yüce amacının; yani sınıfların kaldırılması amacının zaferini güven altına almak için zorunludur.” (Marks – Engels – Lenin, Anarşizm ve Anarko -Sendikalizm, Sol Yay.s- 100)
Marx ve Engels’in sınıf hareketine teorik ve politik müdahalelerinin sonucu olarak Alman Sosyal Demokrat Partisi kuruldu. (1869)
İşçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir yeri olan bu parti otuz yıl boyunca işçi sınıfının devrimci mücadele bayrağını taşıdıktan sonra 1900’lerin başında kendi tarihini inkâr eden bir yola girdi. Bu yolun belirgin özelliği Marksizm’in temel ilkelerinin (devrim, parti, proletarya diktatörlüğü, proletarya enternasyonalizmi) inkârıydı.
Lenin, Marksizm’in en temel ilkelerine karşı bizzat işçi hareketi içinden uluslararası bir saldırının geliştiği bir dönemde bilimsel komünizm bayrağını eline aldı.
Marksist teorinin uluslararası bir saldırıyla karşı karşıya olduğu bu dönemde sadece Marksizmi savunmakla yetinmedi. Onu kendi mücadelesi içinde geliştirerek bir anlamda bu teoriye hayatiyet verdi.
Lenin, Ne Yapmalı’dan önce kaleme aldığı “ Hareketimizin En Acil Görevleri” broşüründe sosyal demokrasinin görevini “işçi sınıfının politik gelişmesi ve politik örgütlenmesinin ilerletilmesi” olarak belirleyerek, “ bu görevi geri plana iten, bütün kısmi görevleri ve tek tek mücadele yöntemlerini buna tabi kılmayan herkes”in yanlış yolda olduğunu “ve harekete ciddi zararlar” verdiğini ve bu görevi yerine getirmeden, devrimci bir örgüt kurulmadan “proletaryanın kendisini bilinçli sınıf mücadelesine yükseltemeyeceğini”, “böyle bir örgüt olmadan işçi hareketinin güçsüzlüğe mahkum” olduğunu vurguladı. (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt. II, s-24- 25)
Yine Lenin parti sorununu Ne Yapmalı’da kendiliğindenciliğe karşı mücadelenin zorunluluğuna bağlı olarak ele alarak, ‘kendiliğinden hareketin büyümesinin sosyal demokrasiyi devrimci bir parti kurma sorumluluğundan kurtarmadığını, tersine, kendiliğinden hareket ne kadar büyürse, bu sorumluluğun da o kadar artacağını’ vurguladı.
Lenin’in Ne Yapmalı’ da baştan sona ele alıp incelediği partinin zorunluluğu ve parti – devrim ilişkisini şu 5 maddede özetledi:
“ Şunu iddia ediyorum: 1- Sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiç bir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2- Hareketin temelini oluşturan ve harekete katılan, mücadeleye kendiliğinden çekilen kitleler ne kadar geniş olursa, böyle bir örgüte duyulan gereksinim o kadar acil bir hal alır ve bu örgüt o ölçüde sağlam olmak zorundadır ( çünkü her türlü demagogun kitlelerin geri kesimlerini peşinden sürüklemesi o kadar kolay olacaktır); 3- Böyle bir örgüt esas olarak, devrimci faaliyeti meslek edinmiş insanlardan oluşmalıdır; 4- Otokratik bir ülkede böyle bir örgüte üyeliği, ancak meslekten devrimciler, siyasi polise karşı mücadele sanatında profesyonelce eğitilmiş insanlar üye olabilecek şekilde ne kadar çok sınırlarsak, örgütün ele geçirilmesi o kadar zor olacaktır; 5- Gerek işçi sınıfından, gerek diğer toplumsal sınıflardan harekete katılma, içinde aktif olarak çalışma imkânına sahip olacak kişiler çevresi de o kadar geniş olacaktır.” ( Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt. II, s – 144)
2 – Devrimci Parti – Devrimci Teori
“ Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olmaz.” Teoriyle pratik arasında, biri diğerini koşullayan ve aktif olarak etkileyen, karşılıklı bir ilişki vardır. Bu ilişkide pratik, hem teorinin kaynağı hem de onun doğruluğunun ölçütüdür. Ancak, yeni bir pratik ancak yeni bir teoriyle birlikte var olur. Teori pratiği uysalca izlemez, ona yön verir, bir anlamda onu yeniden yaratır.
Devrimci bir parti için teori sadece partinin eyleminin amacı ve bu amaç etrafında sağlanan ideolojik birliğin temeli değil, bundan daha da öte, partinin örgütsel yapısını ve bütün yönleriyle siyasetinin ve eyleminin içeriğini belirler.
Marx devrimci bir parti için teorinin önemini şu sözlerle ortaya koydu: “ Bilimsel kesinlikte bir düşüncen ve sağlam bir öğretin olmadan işçilere hitap etmek, propaganda oyunu oynamaktır; bir yanda kendisine vahiy inmiş bir peygamber, öte yanda onu ağzı açık dinleyen birtakım eşekler bulunduğunu varsayan hilekârca boş bir oyun… Bilinçsizlik hiçbir zaman kimsenin yarasına merhem olmamıştır.” (Marx – Engels – Lenin, Anarşizm ve Anarko -Sendikalizm, Sol Yay. s- 13)
Aynı konuda Lenin, “ideolojik içeriği olmayan örgütün “ pratikte işçileri, iktidar sahibi burjuvazinin acınacak uyduları haline dönüştüren bir bozukluk” olduğunu vurguladı. Marx-Engels-Lenin İşçi Sınıfı Partisi Üzerine,Sol Yay. s- 265)
Marx ve Engels bir yandan bilimsel komünizm teorisini geliştirirken, öte yandan da, bu teoriye yönelik burjuva ve küçük burjuva saldırılara karşı savaştılar. Teorinin arılığı için sırasıyla bilimsel olmayan çabalarına büyük değer biçtikleri ütopyacılara, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmine, Proudhonculuğa, Blankiciliğe, Lassalleciliğe ve Bakuninciliğe karşı mücadele ettiler. Ve nihayet bu mücadeleler sonucunda Marksizm, Paris Komünü yenilgisi sonrasında işçi hareketine yön veren bir teori haline geldi.
Engels bu teorik üstünlüğü Alman işçilerinin teorik kavrayışlarına ve işçi hareketinde geriden gelmenin onlara sağladığı deneyim avantajına bağlayarak işçi hareketinin var olalı beri ilk kez üç mücadeleyi (ideolojik, politik, pratik -ekonomik) uyum ve bağlantı içinde yürüterek başarı sağladığını vurguladı.
Yaşadıkları sürece Marx ve Engels burjuva ve küçük burjuva ideolojilerle hesaplaşırken, bu teoriyi dogma haline getiren “Marksist”lere karşı da savaştılar. Dogmatizmin teorinin en büyük düşmanı olduğunu belirterek, teorilerinin bir dogma değil, bir eylem kılavuzu olduğunu vurguladılar.
Marx ve Engels’in bilimsel komünizm teorisinin bir dogma olmadığını ilan etmeleri, Marksizmin düşmanları, burjuva ideologlar, oportünist ve revizyonistler tarafından Marksizme saldırının bir parolası olarak görüldü.
Bu güruh, dün de, bugün de bu slogan altında saldırılarının sivri ucunu Marksizmin en temel ilkelerine (devrim, parti, proletarya diktatörlüğü ve proletarya enternasyonalizmi) yönelttiler.
Marksist teorinin işçi hareketi üzerindeki otoritesi 1900’lü yılların başında Alman Sosyal Demokrat Partisi içinde güçlenen revizyonist akımla sarsıntıya uğradı. Marksizmin bu yeni düşmanına karşı teorik ve siyasal mücadeleyi Lenin üstlendi. Bu mücadele Lenin’in Ne Yapmalı ile işçi hareketine yaptığı müdahalenin önemli bir bileşenini oluşturdu. Hem Marksizme karşı “dogma olmadığı” savıyla yürütülen saldırıya, hem de teoriyi “ ölü formüllere” çeviren dogmatizme karşı durdu. “Toplumsal ve ekonomik gelişmenin gerçek süreci ile uyuşmanın, bir doktrinin en yüce ve biricik ölçütü yapıldığı yerde, hiçbir dogmatizm olmaz; eğer proletaryanın örgütlenmesini destekleme görev edinilmişse, bunun sonucu olarak da “ aydınların” rolü özel aydın önderleri gereksiz hale getirirse, sekterlik de olmaz.” diyerek dogmatizmin ve sekreterliğin panzehirinin somut durumun bilimsel tahlili olduğunun altını çizdi. (Marx-Engels-Lenin İşçi Sınıfı Partisi Üzerine,Sol Yay. -153)
Lenin Ne Yapmalı da “ideolojik birliğin yaratılmasını ve bunun bir programla pekiştirilmesi”ni Rus sosyal demokrasisinin birinci görevi olarak belirledi. (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt. II, s-18) Çünkü Lenin’e göre “öncü savaşçı rolünü, ancak öncü teorinin kılavuzluk ettiği bir parti” yerine getirebilirdi. (age, s- 56) Ve buna hak kazanmak, bir öncü gibi davranmayı, işçi sınıfının öncü kesimlerini örgütleyerek, bilinçlendirmeyi gerektirir. “ bir artçı teorisi ve pratiğinin üzerine “ öncü” etiketi yapıştırmak yetmez.” (age. s – 114)
Partinin örgütsel birliği ve siyasal eyleminin de temeli olan ideolojik birlik, dinamik bir süreçtir. Bu nedenle partinin ideolojik birliğinin oluşturulması kadar, korunması ve pekiştirilmesi de teorik önderliğin vazgeçilmez bir koşuludur.
Sınıf hareketinin sürekli olarak burjuva ideolojisinin ideolojik ve politik kuşatması, proleterleşme süreciyle kopup gelen küçük burjuvazinin baskısı altında olduğu hesaba katıldığında, ideolojik birliğin korunmasının önemi ve bunun partinin örgütsel ve siyasal varlığıyla ilişkisi daha net anlaşılırdır. Bu süreklilik her şeyden önce, teorik faaliyetin sürekliliğiyle sağlanabilir.
En genel anlamda parti programında ifadesini bulan ideolojik birlik, aynı zamanda parti içi tartışmanın ve partinin eylem birliğinin sınırlarını da belirler. “Anarşiye ve bölünmeye yol açmadığı, bütün yoldaşların ve parti üyelerinin ortak rızasıyla onaylanan sınırlar içinde tutulduğu sürece, parti içinde görüş farklılıklarının çarpışması hem kaçınılmaz bir şeydir, hem de gereklidir” (Lenin Bir Adım İleri İki Adım Geri, Sol Yay. s.183)
Tartışma ancak bu sınırlar içerisinde ideolojik birliğe ve teorik önderliğe, dolayısıyla örgütsel ve politik önderliğe hizmet eder. Bu sınırlar aşıldığında partinin ideolojik birliğiyle birlikte örgütsel ve politik birliği de son bulur. Örnek olsun, Marksist bir partide, Marksizmin doğruluğu yanlışlığı üzerinde bir tartışma yürütülemez.
“ Proletarya, yalnız ideolojik birleşmesini Marksizm ilkeleri üzerinde, milyonlarca emekçiyi işçi sınıfının ordusu halinde bir araya toplayan örgütü maddesel birliği yoluyla pekiştirerek mutlaka yenilmez bir güç olabilir ve olacaktır.” ( Marx-Engels-Lenin İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, Sol Yay. s-228).
3 – Parti – Sınıf İlişkisi
Toplumsal sınıflar, “Tarihsel olarak belirli bir toplumsal üretim sistemi içinde tuttukları yer, üretim araçları karşısındaki ve çoğu zaman yasalarla saptanıp kabul edilen ilişkileri, toplumsal emeğin örgütlenmesi içindeki işlevleri, öyleyse sahip oldukları zenginlik payının elde edilmesi biçimi ve büyüklüğü ile birbirinden ayrılan geniş insan topluluklarıdır.” ( Lenin Ekim Devrimi Dosyası, Sol Yay. s.530)
Sınıflı bir toplumda sınıfların yürüttükleri siyasal mücadelenin hedefi, siyasal iktidardır. Sınıflar bu mücadeleyi kendi siyasal temsilcileri, partileri aracılığıyla yürütürler.
Ama yine de parti ve sınıf, özdeş kavramlar değillerdir. Hem nitelik, hem de nicelik olarak birbirlerinden farklıdırlar. Parti, nicelik olarak sınıfın küçük bir azınlığını oluşturur. Parti ile sınıf arasında asıl farklılık, nitelik farkıdır. En özlü ifadeyle bilinç ve örgütlülük farkıdır. Bu durum işçi sınıfı ve onun devrimci öncüsü Komünist Partisi için de geçerlidir. Komünist Parti, işçi sınıfının bilinçli ve örgütlü öncüsüdür. Onun işçi sınıfına taşıyacağı da budur; bilinç ve örgüttür. “ Öncüyle, ona eğilimli yığınlar arasındaki farkı unutmak, öncünün gittikçe daha geniş kesimleri kendi düzeyine çıkarma şeklindeki sürekli ödevini unutmak, yalnızca kendini aldatmaktır.” (Lenin Bir Adım İleri İki Adım Geri, Sol Yay. s.78)
İkinci olarak parti ile sınıf arasındaki ilişki her zaman sarih değildir. Bu, özellikle burjuva partiler için bin kat daha böyledir. Burjuva partiler, tıpkı burjuva egemenlik sistemi – devlet – gibi kendilerini genelleştirerek tüm halkı temsil ettikleri gibi bir görüntü yaratırlar. Bu örtük ilişki sınıf mücadelesinin keskinleşmesiyle çözülür ve devrim dönemlerinde bütün partiler, bütün aldatıcı yanılsamalardan sıyrılarak gerçek sınıf kimlikleriyle ortaya çıkarlar.
Ezilen her sınıf gibi, işçi sınıfı da kendi toplumsal kurtuluş mücadelesini kendi temsilcileri eliyle yürütür. “Ekonomistler nasıl burjuva sınıfın temsilcileriyseler, sosyalistler ve komünistler de proleter sınıfın teorisyenleridirler.” ( K.Marx, Felsefenin Sefaleti, Sol Yay., s.131)
Lenin, Ne Yapmalı’da parti ile sınıf ilişkisi konusunda Ekonomistler’le aralarındaki görüş ayrılığının ideolojik, politik ve örgütsel olduğunu vurgulayarak şunları yazdı: “Sosyal demokrasinin politik mücadelesi, işçilerin işverenlere ve hükümete karşı ekonomik mücadelesinden daha kapsamlı ve karmaşıktır. Aynı biçimde ( ve bundan dolayı) devrimci sosyal demokrat partinin örgütü kaçınılmaz olarak böyle bir mücadele için işçilerin örgütünden başka türde olmak zorundadır. Çünkü işçilerin örgütü, ilk olarak sendikal bir örgüt olmalıdır; ikinci olarak mümkün olduğu kadar kapsamlı olmalıdır; üçüncü olarak mümkün olduğunca az konspiratif olmalıdır ( burada ve ilerde sadece otokratik Rusya’dan söz ediyorum). Buna karşılık devrimcilerin örgütü herşeyden önce ve esas olarak mesleği devrimci faaliyet olan ( devrimciler örgütünden zaten bu nedenle söz ediyorum ve devrimci sosyal demokratları kastediyorum) kesimleri kapsamalıdır.” (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt. II, s. 132)
Çeşitli yanlarıyla parti – sınıf ilişkisi günümüze kadar Marksistlerle Marksizm karşıtları – burjuva ideologlar ve küçük burjuva sosyalistleri – süregelen ideolojik mücadelenin önemli alanlarından biri olagelmiştir. Dün de, bugün de sınıf mücadelesindeki her zorlu dönemeç, her yenilgi Marksizme karşı burjuva cepheden bir salvo atışıyla karakterize olmuştur. Burjuva ideologları bu saldırıyı Marksist teoriyi karalayarak yürütürken “içeriden” gelen “eleştiri” genellikle partiye karşı sınıf, diktatörlüğe karşı demokrasi ve insan hakları, evrenselliğe karşı yerellik, merkeziyetçiliğe karşı özerklik, disipline karşı bireysel özgürlük, lidere karşı yığın öne sürülerek yürütüldü, yürütülüyor.
Zaman zaman Marksist hareket içinde ciddi bölünme ve kopuşlara yol açan bu tartışmanın parti – sınıf ilişkisine ilişkin birinci boyutu, sınıfın siyasal öncüsünün kapitalizmden komünizme geçiş sürecindeki yeri ve rolünün tersyüz edilmesine ilişkindir. Komünist partinin sınıf mücadelesindeki devrimci rolü, ya sınıfın ekonomik mücadelesi öne çıkartılarak örtülü, ya da devrimci sınıf partisi parlamentoda mücadele eden bir reform partisine dönüştürülerek açıkça reddedildi. Marx, Engels ve Lenin bu akımlara ( Bernstein’cılık, Ekonomizm vb.) karşı yukarıda ana çerçevesi ortaya konan yoğun bir mücadele yürüttüler.
Parti – sınıf ilişkisinde tartışmaya yol açan başka bir sorun, sınıf partisi yerine kitle partisinin ikamesidir. Sınıf ile sınıf partisini özdeşleştirerek karşı karşıya getiren bu akımın birincisiyle ortak yanı, sınıfın devrimci partisi ile sınıf arasındaki nitelik farkını – bilinç ve örgütlülük farkı – silikleştirerek sınıfı kendiliğindenciliğe, dolayısıyla, burjuva egemenliğe mahkum etmesidir.
RSDİP’nin 2. Kongresi’nde Lenin’le Martov’u karşı karşıya getiren ve sonuçta bölünmeye yol açan tüzüğün birinci maddesi üzerindeki tartışma, her ne kadar örgütsel bir sorun gibi görünse de, özünde sınıf ile parti arasındaki ilişkiye ilişkindir. Lenin, Martov’un formülünün sınıf ile parti arasındaki nitelik farkını silikleştirerek işçi hareketini iki yönden tehdit ettiğini vurguladı; “Ama bu temel üzerinde işçi birliklerinin ( trade – union) bütün üyelerine “kendilerini” sosyal-demokrat partinin üyesi olarak “ilan etme hakkını vermek hem açıkça saçmalık olur, hem de iki yönlü bir tehlike yaratır; bir yandan işçi birliği hareketinin sınırlarını daraltır ve böylece işçiler arasındaki dayanışmayı zayıflatır; öte yandan sosyal-demokrat partinin kapısını belirsizliğe ve kararsızlığa açar.” (Lenin Bir Adım İleri İki Adım Geri, Sol Yay. s. 81)
Yine Lenin parti – sınıf tartışmasının başka bir versiyonu olan ve Alman Sosyal Demokrat Partisini ve parti liderliğini örnek göstererek partiye karşı kitleyi ( sınıfın kitlesini), liderliğe karşı yığını ( “liderlerin partisi orada – yığının partisi burada”) demagojik bir biçimde öne çıkartan Ekonomistlere şu cevabı verdi: “ Fakat Almanlar kitleyi önderle karşı karşıya getirmek, kitle içinde kötü ve mağrur içgüdüler uyandırmak, “on akıllı’’ya duyduğu güveni yıkarak hareketin istikrarlılığını ve dayanıklılığını yok etmek amacını güden bu demagojik çabalara sadece küçümseyerek gülüp geçtiler. Almanlar, sınanmış, profesyonelce yetiştirilmiş, uzun yıllar boyunca deneyim kazanmış ve birbirleriyle mükemmel bir uyum içinde çalışan “on” yetenekli önder (….) olmaksızın modern toplumda herhangi bir sınıfın zorlu bir savaş yürütemeyeceğini bilecek kadar yeterince gelişmiş politik düşünceye ve politik deneyime sahiptir. Almanların arasında da “yüz ahmak”, pohpohlayan, bunları “on akıllı”dan üstün tutan, kitlenin “nasırlı yumruğunu” yücelten ve onları (….) düşüncesizce devrimci eylemlere kışkırtan, sınanmış ve sağlam önderlere karşı güvensizlik tohumları eken demagoglar vardı. Ve Alman sosyalizmi, ancak sosyalizm içindeki bütün demagojik unsurlara karşı yorulmak bilmez ve uzlaşmaz bir mücadele sayesinde böyle büyümüş ve güçlenmiştir.” (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt. II, s.141)
Lenin, yıllar sonra “Sol Komünizm..” kitabında, Alman partisi içindeki sağ ve şoven akıma karşı bir tepki olarak ortaya çıkan bu akımı, “komünizmin bir çocukluk hastalığı” olarak nitelendirerek eleştirdi. Ama bugün bu akım ne bir çocukluk hastalığıdır, ne de komünizmle ilgisi kalmıştır.
Sınıf – parti ilişkisine ilişkin sorunlu diğer bir eğilim de partiyi sınıf aidiyeti üzerinden tanımlayan eğilimdir.
Bu eğilime göre işçi sınıfının partisi işçilerden oluşmalıdır. Gerçekte ise sınıf partisiyle sınıf arasındaki ilişki bir aidiyet ilişkisi değil, partinin nihai amacıyla sınıfın nihai çıkarının örtüşmesine dayalı ideolojik, politik ve örgütsel bir ilişkidir. Bir partinin üyeleri arasında sınıfsal kökeni burjuva – küçük burjuva olanların ( öğrenci, aydın, köylü vb.) olması onu sınıf partisi olmaktan çıkarmayacağı gibi, üyelerinin işçi olması da bir partiyi devrimci sınıf partisi yapmaz. Partiyi sınıf partisi yapan üyelerin sınıfsal kökeni, hangi sınıftan geldikleri değil, o partinin dayandığı teorik temeller ve eyleminin içeriğidir.
Marx, Engels ve Lenin sınıf kökenini, sınıf partisinin üyeliğinin bir koşulu olarak görmediler. Tersine, hangi kökenden gelirse gelsin, üyeliği bilinç ve örgütlülük ögeleriyle ( disiplin, feragat, sebat vb.) ilişkilendirdiler. Marx ve Engels Alman İdeolojisi’nde köken sorunuyla ilgili şunları yazdılar: “Üretici güçlerin gelişmesi öyle bir aşamaya gelir ki,….. bütün öteki sınıflara en açık bir muhalefet durumunda bulunan bir sınıf doğar… Köklü bir devrim zorunluluğunun bilinci, komünist bir bilinç olan ve elbetteki kendileri de bu sınıfın durumunu gösterdikleri zaman başka sınıflarda da oluşabilen bu bilinç, bu sınıfın içinden fışkırır.” ( Marx, Engels-Alman İdeolojisi, Sol Yay. s. 69)
Yine Marx ve Engels ASDP yöneticilerine yazdıkları “Genelge Mektup”da, “İkincisi, başka sınıflardan böyle kişiler proleter harekete katılırsa, ileri sürülecek ilk istem, bunların burjuva, küçük burjuva vb. önyargılarının kalıntılarını birlikte getirmemeleri, proleter görüş biçimini olduğu gibi benimsemeleridir” diyerek hem partiye üye olmanın bir köken sorunu olmadığını, hem de sınıflarından kopup partiye gelen bu kişilerin taşıyabilecekleri olumsuzluklara karşı partinin uyanık olması gerektiğinin altını çizdiler. (Marx-Engels-Lenin İşçi Sınıfı Partisi Üzerine,Sol Yay. s.130)
Lenin, Ne Yapmalı’da Marx ve Engels’i teyid ederek şunları yazdı: “Böyle bir örgütün üyelerinin bu ortak özelliği karşısında, birinin ya da diğerinin mesleği arasındaki farklar bir yana, işçilerle aydınlar arasındaki her türlü fark tamamen ortadan kalkmalıdır.” ( Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt. II, s. 133) ( Lenin aynı vurguyu Ne Yapmalı’da birkaç yerde daha yapmıştır. Bkz. s.143)
Bununla birlikte sınıfın devrimci partisi için sınıfsal köken sorununun hiç de önemsiz bir sorun olduğu söylenemez. Tersine, Komünist hareketin tarihi bu sorunun, partilerin sürekliliği ve kararlılığının korunmasında hayati önemde olduğunu göstermiştir. Bu tarihte pek çok parti işçi sınıfına dayanmadığı, bir “aydın” hareketi olarak kalmaktan kurtulamadığı için likide olmuştur.
Yaşanan bu tarihi deneyimleri dikkate alan Marx, Engels ve Lenin parti içinde işçi sınıfından gelme üyelere ayrı bir önem biçtiler. Partinin ideolojik, politik ve örgütsel sürekliliği ile parti içindeki işçi üyelerin ağırlığı ( oransal büyüklüğü) ve etkinliği arasında bir ilişki kurarak, partinin öncü işçileri kendi öncüsü olarak örgütlemesi ve yetiştirmesi zorunluluğunu vurguladılar.
Lenin Ne Yapmalı’da yönetici niteliklere sahip komünist bir işçinin bir fabrikada 11 saat çalıştırılmasını cinayet olarak nitelendirdi. ‘Partinin örgütsel varlığı ve eylem kabiliyetini korumanın proletarya ile sarılıp örtülmesine bağlı olduğunun’ altını çizdi. (Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Sol Yay. s. 81)
Marx, Engels ve Lenin’in farklı biçimlerde sıklıkla tekrarladığı ‘ sosyal demokrasi, işçi hareketiyle sosyalizmin ( bilimsel komünizmin) birliğidir” formülasyonu, parti – sınıf ilişkisinin en özlü tanımıdır. Bu formülasyonda herhangi bir tek yanlılık sınıf mücadelesinin güçsüzleşmesine, burjuva egemenliğin perçinlenmesine yol açar. “Yığınlar örgütlü ve bilinçli değilken, yığınlar tümüyle burjuvaziye karşı ilan edilmiş bir sınıf savaşı ile hazırlanmadan ve eğitilmeden” tek başına öncüyle savaşa girişmek komploculuğun ötesine geçemez. Öte yandan komünist öncüden yoksun bir işçi hareketi, ne ölçüde gelişmiş olursa olsun, başarısızlığa mahkumdur.” (Marx – Engels – Lenin, Anarşizm ve Anarko -Sendikalizm, Sol Yay. , s.246)
4 – Parti-Parti Örgütü
Sınıf mücadelesi ideolojik, politik ve örgütsel alanları kapsayan bütünlüklü bir mücadeledir. Bu bütünsellik içinde devrimci parti’nin örgüt yapısı, onun dayandığı teorik temel ve izlediği siyasetin niteliği ile belirlenir. Partinin eyleminin etkinliği bu üç alanın uyumluluğuna bağlıdır. Teorik temeller, siyasal mücadele ve örgüt yapısı arasında herhangi bir uyumsuzluk partinin niteliğinin bozulmasına yol açar. Çünkü birbiriyle uyumlu olması gereken bu üç alanın herhangi birinde yaşanacak bir sorun o alanın sorunu olarak kalmaz, diğer alanları etkisi altında alarak parti’nin ideolojik- politik ve örgütsel birliğinin bozulmasına yol açar. Örneğin örgütsel alanda ortaya çıkan bir sorun çözülmezse kısa sürede ideolojik-politik bir soruna dönüşerek bölünme yol açar. RSDİP’nin İkinci Kongresinde tüzük üzerinde yaşanan tartışma tam da böyle bir işlev görmüştür.
Parti her şeyden önce sınıf mücadelesini “ ulusal çapta” örgütleyerek yürütebilecek bir örgüt yapısına sahip olmalıdır. İşçi sınıfının kendisi gibi mücadelesi de dünya çapında – evrenseldir. “ İşçilerin vatanı yoktur.” ( Manifesto ) Ancak işçi sınıfı kapitalizmin ulus devlet biçiminde örgütlenmesinin zorunlu bir gereği olarak dünya çapında -evrensel olan mücadelesini ulusal bir biçim altında yürütmek durumundadır. Başka bir deyişle, bu mücadeleyi evrensel düzeyde kazanabilmek için en başta kendini ulusal düzeyde egemen bir sınıf olarak örgütlemek zorundadır. “Kendiliğinden anlaşılır ki, savaşını verebilmek için, işçi Sınıfı, sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenmelidir. Onun sınıf savaşımı bu anlamda ulusaldır, içerikte değil ama Komünist Manifesto’nun da dediği gibi “biçimde” ulusal. (Marx, Engels, Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi Sol Yay. -s. 33)
İkinci olarak, devrimci parti ulusal çaptaki bu mücadeleyi ancak Merkezi örgütsel bir yapı kurarak yürütebilir. Engels, “hiç bir siyasal partinin örgütsüz var olamayacağını” vurguladı. (Markx, Engels, Lenin, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, Sol Yay. s. 53)
Lenin, partinin “örgütlerin toplamı (yalnızca aritmetik toplamı değil özgün toplamı)”olduğunu belirterek, “Dar anlamda bu sözcük hiç değilse en asgari ölçüde bir uyuşuma sahip bir insan topluluğunun kurduğu çekirdeği ifade ediyor. Geniş anlamda ise, sözcük, bu tür çekirdeklerin bir bütün içinde birleşmiş toplamını kastediyor.” diyerek “ Örgüt sözcüğünün geniş ve dar olmak üzere genellikle iki anlamda kullanıldığını” belirtti. (Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri, Sol yay. s.74, dipnot)
Yine Lenin, Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin ikinci kongresinde tüzüğün birinci maddesi üzerinde yaptığı konuşmada “Parti örgütlerinin sadece profesyonel devrimcilerden oluşması gerektiği düşünülmemelidir. Aşırı ölçüde sınırlı ve gizli örgütlerden gayet geniş, özgür, lose organisationen’lere (gevşek örgütlere-y) kadar her türden, dereceden ve cepheden örgütlere gereksinmemiz var.” diyerek örgüt sorununu hemen bütün cepheleriyle ele aldı.(Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Sol Yay. s. 80)
Hem Engels’ten hem de Lenin’den yaptığımız alıntıların ortak paydası, bir örgüt olan Parti’nin aynı zamanda bir örgütler toplamı olduğudur. Eğer parti bir örgütler toplamı ise, ki, öyledir, o halde bu örgütleri bir araya toplayacak birbirine bağlayacak, merkezileştirecek bir bağa ihtiyaç vardır.
İşçi sınıfının devrimci öncü örgütünün örgütlenmesinin ve eyleminin temel ilkesi olan merkeziyetçilik ilkesi, partinin bir örgütler toplamı olması ve ulusal çapta mücadele yürütme zorunluluğunun bir gereğidir. Parti biçiminde örgütlenme, bir amaç etrafında birleşmeyi, yani ideolojik birliği önkoşul olarak koysa da, bu ancak örgütsel merkezileşme ile gerçeklik kazanır. Parti merkezi bir örgütsel form kazanmadan işlevsel bir ideolojik birlikten söz edilemeyeceği gibi, işlevsel bir siyasal mücadeleden de söz edilemez.
Bu tür bir merkezi örgütlenme zorunluluğu, sanıldığı gibi komünist partiye özgü bir zorunluluk değildir. Burjuva partiler de dahil hemen bütün partiler, hatta sıradan bir işin yürütülmesi bile belli ölçüde, o işin niteliğine uygun bir iş bölümünü ve bu iş bölümü üzerinden bir merkezi örgütlenmeyi gerekli kılar. Bu noktada ayırım ya da farklılık merkezileşmenin olup olmaması değil, merkezileşmenin derecesi ve hangi biçimde gerçekleştiği, yani merkezileşmenin niteliğiyle ilgilidir.
Merkezileşmenin biçimi ve niteliği her ne kadar partinin, örgütün amacı ve o amaca ulaşmak için yürütülen mücadelenin niteliğine bağlı olarak farklılık gösterse de, bu farklılıklar demokratik ve bürokratik olmak üzere iki ana başlık altında toplanabilir.
Burjuva ve küçük burjuva parti örgütlenmelerinin ortak özelliği olan Bürokratik merkeziyetçiliğin temelini kişilikler ve kişisel çıkarların (kariyer, ücret, güç vb. ) ön plana çıkması oluşturur. Bu yapı içinde fikirler ikinci plandadır ve ancak bireysel çıkarlarla uyum içinde olduklarında dikkate değerdirler. Komünist partinin örgüt ilişkisi olan demokratik merkeziyetçilik ilkesi ise kişilere ve kişisel çıkarlara bağlı olmayan, örgütler üzerine kurulan bir ilişkiyi ifade eder. B u ilke uyarınca parti, onu oluşturan örgütlerin hiyerarşik bir birliği ve merkezileşmesidir.
Merkezileşmenin demokratik ve bürokratik biçimi arasındaki temel fark, örgütlenmenin amacı ve bu amaç için yürütülen mücadelenin niteliği ile belirlenir. Bilimsel komünizmin teorik temeli üzerinde vücut bulan komünist örgütlenme, üyelerin gönüllü birliğine dayanır. Bu örgütlenme hem dayandığı teorik temel, hem de gönüllü bir birlik olması nedeniyle bürokratizmi dışlar. Kişiler bu örgütlenme içinde birtakım kişisel hesaplarla yer alsalar bile, mücadelenin niteliği gereği, burada uzun süre barınamazlar. Çünkü bürokrasinin düşmanı bilimsel teori ve devrimci dinamizmdir. Bürokratizm ancak teorinin, tartışmanın geri plana itildiği oturmuş statüko ortamlarında kendine yer bulur ve etkin olur. Bilimsel komünizm ideolojisine dayanan komünist parti sürekli bir dinamizm içerisinde olmadan mücadelesini ve varlığını sürdüremez; bu teorik temel ve devrimci dinamizm korunduğu müddetçe komünist partide bürokratizm hastalığı kalıcı bir zemin bulamaz. Reformist parti gerçeği, teorik temel yanında, dinamizm yokluğu ile bürokratizm arasındaki en tipik örnektir.
Komünist partinin örgütlenme ilkesi olan demokratik merkeziyetçilik: iş bölümü, uzmanlaşma, hiyerarşi, otorite, disiplin seçilebilirlik, aleniyet vb. olmak üzere bir dizi ögeden oluşur. Demokratik merkeziyetçilik ve onu oluşturan bu ögeler, her ne kadar komünist parti örgütlenmesi ve mücadelesi için vazgeçilmez olsalar da, komünizm teorisi bakış açısından eski toplumdan devralınan ve o toplumla birlikte ortadan kaldırılması gerekenler ögelerdir. Ama Komünist Partisi; birincisi, mücadelesini kapitalist toplum temeli üzerinde ve ikincisi, kapitalist toplumun insan malzemesi ile yürütmek durumunda olduğundan, örgütlenmesi ve eyleminde demokratik merkeziyetçi ilkeyi kullanmak zorundadır. Engels bu zorunluluğu şöyle ifade eder; “proletarya eski toplumu devirme uğruna savaşın dönemi boyunca gene eski toplum tabanı üzerinde hareket ettiğinden ve dolayısıyla, kendi hareketine az çok bu topluma özgü siyasal biçimler verdiğinden, bu kavga dönemi boyunca henüz kendi kesin yapısına ulaşamamıştır ve kurtuluşu için, bu kurtuluştan sonra kullanımdan düşecek araçları kullanır.” (Marx, Engels, Lenin, Anarşizm ve Anarko -Sendikalizm, Sol Yay. s. 185)
Lenin “Sol Komünizm- Bir Çocukluk Hastalığı” kitabında kapitalizmden bir çırpıda komünizme geçilebileceğini sanan solculara şöyle seslenir; “Biz, sosyalizmi kurma işine, soyut ya da bu amaçla özel olarak hazırladığımız insan malzemesi ile değil, kapitalizmin bize miras bıraktığıyla girişebiliriz (ve girişmeliyiz). Kuşku yok ki bu pek kolay bir iş değildir; ama soruna bunun dışında bir yaklaşış o kadar ciddiyetten uzaktır ki, bunun sözünü bile etmek gereksizdir.” (Lenin, Sol Komünizm- Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yay. s. 43)
Demokratik merkeziyetçilik ve onun ögelerinin hemen hepsi, işbölümüne gerek duyulduğu müddetçe en basitinden en karmaşığına kadar bütün insan faaliyetinin içerdiği ögelerdir. Bu ögeler ancak işbölümünün her biçimiyle birlikte ortadan kalkacağı komünist toplumla birlikte tarihe karışırlar.
a) – İşbölümü, Uzmanlaşma, Profesyonellik
İşbölümüne dayalı sınıflı toplumda (kapitalizm) en küçük bir faaliyet belirli bir iş bölümü olmadan gerçekleşemez. Burada iş bölümü niteliğini belirleyen faaliyetin niteliğidir. Devrimci faaliyet şüphesiz diğer faaliyetlerden farklı ve nitelikli bir iş bölümünü gerektirir. Komünist örgütlenme bir nitelikle ona denk düşen bir niceliğin (sayının) birliğidir. Nasıl ki nitelik amaca ulaşabilmek için zorunlu ise, nicelik, yani iş bölümü yapacak ölçüde bir sayı, yürütülecek mücadelenin etkinliği için zorunludur. Başlangıçta ancak belirli bir niceliği içeren bu iş bölümü mücadele geliştikçe gelişir; toplumun tüm üzerinde etkili bir yapının oluşmasını sağlayacak boyuta ve etkinliğe ulaşır.
Marx, Paul Lafargue’a yazdığı 21 Mart 1872 tarihli mektupta; “Her şeyden önce bizim Birliğimizin Proletaryanın savaşçı örgütü olduğunu, hiç de amatör doktrinerleri öne sürmek için kurulmuş bir dernek olmadığını unutmamak gerekir.” diye yazdı. (Marx, Engels, Lenin, Anarşizm ve Anarko -Sendikalizm, Sol Yay. s.93)
Profesyonel devrimcilik Lenin’in Ne Yapmalı da geliştirdiği örgüt teorisinin ana çekirdeğini oluşturdu. “Devrime sadece boş akşamlarını değil, bütün hayatına adayan insanlar yetiştirmelidir; çalışmamızın çeşitli alanları arasında sıkı bir iş bölümü uygulayabilmeyi olanaklı kılacak kadar büyük bir örgüt yaratılma”sı gerektiğini vurguladı. (Lenin Seçme Eserler çilt II, İnter Yay. s. 25)
Lenin devrimci savaş örgütüyle profesyonel devrimcilik arasındaki ilişkiyi bütün bir Ne Yapmalı boyunca farklı biçimleriyle ele aldı. İllegal mücadele koşullarında siyasi polise karşı mücadelede önemli bir vurgu içerse de profesyonel devrimcilik Lenin için teknik bir sorun değil, partinin ideolojik politik ve örgütsel merkezli faaliyeti ve bu faaliyetin sürekliliğini sağlamanın temel dayanağıdır. Mücadelenin her aşamasında doğru politikayı, taktiği, eylemi ortaya koyabilecek, yürütebilecek enerjik bir faaliyet, bir bilgi, birikim, deneyim, uzmanlık, cesaret ve feragat yoğunlaşmasıdır. Başka bir deyişle, devrimin kaderiyle bütünleşmektir. Kısacası profesyonel devrimcilik parti içinde bir ayrıcalık değil, parti faaliyetinde bir nitelik birikimidir.
Ancak profesyonel devrimciliğin teorisindeki bu merkezi rolüne rağmen Lenin partiyi salt profesyonel devrimcilerden oluşan bir örgüt olarak görmez. “Bütün konspiratif işlevlerin mümkün olduğunca az sayıda profesyonel devrimcilerin eline toplanmış olması, kesinlikle profesyonel devrimcilerin “herkesin yerine düşüneceği”, kitlenin harekete faal bir şekilde katılmayacağı anlamına gelmez. Tam tersine, bu profesyonel devrimciler gittikçe artan sayıda kitlenin içinden çıkacaktır, çünkü kitle, ekonomik mücadele yürüten birkaç öğrenci ve işçinin bir araya gelip bir “komite” kurmasının yetmediğini, bilakis yıllar sürecek bir çalışmayla kendini bir profesyonel devrimci haline getirmenin gerekli olduğunu bilecek; ve kitle amatörlüğü değil böyle komple eğitimi “düşünecek”tir. Örgütün konspiratif işlerinin merkezileştirilmesi kesinlikle, hareketin bütün işlevlerinin merkezileştirilmesi anlamına gelmez.” (age, s.145)
b) – Hiyerarşi, Otorite
Hiyerarşi ve otorite partinin merkezi örgütlenmesini düzenleyen demokratik merkeziyetçilik ilkesinin önemli bir ögesidir. Komünist bir partide örgüt hiyerarşisi bireyler üzerinden değil, örgütler üzerinden kurulur. Bireyler bu örgütsel hiyerarşi içinde hiyerarşiyi oluşturan örgütlerin birer üyesi olarak yer alırlar. Örgütler üzerinde yükselen bu hiyerarşik örgütlenme alt örgütlerin üst örgütlere bağlı olduğu bir örgütsel yapıda somutlanır. Bu hiyerarşik örgütlenme aynı zamanda parti içinde bir otorite ilişkisini de içerir. Bu örgütlenmede parti merkez komitesi (Kongreler arası) tüm parti için merkezi hiyerarşik ve otoriter gücü temsil eder.
Hem Marksist Leninist parti teorisinin, hem de demokratik merkeziyetçi ilkenin önemli bir bileşeni olan hiyerarşi ve otorite başlangıçtan beri Marksistlerle, karşıtları arasında bir polemik ve tartışma konusu olagelmiştir. Bu tartışma bugün de farklı argümanlarla da olsa aynı içerikte sürmektedir.
Marx ve Engels Marksist parti teorisinin şekillenmeye başladığı yıllarda, özellikle hiyerarşi ve otorite konusunda anarşistlerle yoğun bir polemiğe girdiler. Engels, kapitalizmin tarihsel eğilimlerinden birinin bireylerin bağımsız eyleminin yerine kitlelerin birleşik (kombine) eyleminin aldığından hareket ederek, bunun bir örgütlülüğü ve dolayısıyla bir otoriteyi zorunlu kıldığının altını çizdi ve şunları yazdı; “Bütün sosyalistler, siyasal devletin ve onunla birlikte siyasal otoritenin, gelecek toplumsal devrim sonucunda yok olacağını, yani kamu görevlilerinin siyasal niteliklerini yitirecekleri ve gerçek toplumsal çıkarları koruyan basit yönetimsel görevler haline dönüşecekleri konusunda birleşmektedirler. Ne var ki, otoriteye karşı olanlar (anti-otoriterler), otoriter siyasal devletin bir çırpıda ortadan kaldırılmasını, hem de kendisini doğuran toplumsal koşulları yok etmeden önce kaldırılmasını istiyorlar. .. Bu baylar acaba bir devrim gördüler mi hiç? Devrim kuşkusuz dünyanın en otoriter şeyidir; devrim halkın bir bölümünün kendi iradesini, halkın öteki bölümüne, top, tüfek ve süngüyle, otoriter araç olarak ne varsa hepsiyle, zorla kabul ettirdiği bir eylemdir; ve zafer kazanan yan, boş yere savaşmış olmak istemiyorsa, iktidarını silahlarının gericilere saldığı korku ile elde tutmalıdır. Paris Komünü, burjuvalar karşısında, silahlı halkın bu otoritesinden yaralanmasaydı bir tek gün dayanabilir miydi ? Tam tersine Komün, bu otoriteyi yeterince kullanmadığı için kınanamaz mı? “ ( Marx, Engels, Lenin, Anarşizm ve Anarko -Sendikalizm, Sol Yay. s. 123- 126)
Yine Engels başka bir makalesinde “Zaferden sonra otoriteyi motoriteyi ne yaparsanız yapın, ama savaş için bütün kuvvetlerimizi bir tek noktada birleştirmeli ve bir tek merkezi saldırıda yoğunlaştırmalıyız. Otoriteden ve merkezileşmeden her türlü koşul ve durumda mahkûm edilecek iki şey gibi sözedildiği zaman, ya böyle konuşanlar devrimin ne olduğunu bilmiyorlar, ya da bunlar yalnız sözde devrimcilerdir gibi geliyor bana.” diyerek hiyerarşi ve otorite ile merkezileşme arasındaki bağ kurdu; bunlar olmaksızın devrimci bir örgütün kurulamayacağını ve devrimci bir mücadelenin büyütülemeyeceğini ortaya koydu. (age. s. 82)
Lenin, benzeri bir mücadeleyi Ekonomistlere ve Menşeviklere karşı sürdürdü. Özellikle RSDİP’nin İkinci Kongresi sonrasında partide örgütlenme konusunda ortaya çıkan yarı anarşist, yarı reformist görüşlere karşı demokratik merkeziyetçilik ilkesinin savunuculuğunu üstlendi. Partinin merkezi örgütlenmesinin “ otoritenin kurulmasını, fikir gücünü otorite gücü haline dönüştürülmesini, daha alt düzeydeki parti kurullarının daha üst düzeydeki kurullara bağlanmasını içerdiğini” vurguladı.(Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Sol Yay. s. 208).
c)- Disiplin
İş bölümüne, uzmanlaşmaya, hiyerarşi ve otoriteye dayanan bir örgütlenme disiplin olmadan var olamaz. Disiplin olmadan, en sıradan bir örgütlenmeden ve eylemden söz edilemez. Her örgüt kendi niteliğine uygun bir disiplinle ayırt edilir. “Proletaryanın kapitalizme karşı mücadelesinde tek silahı örgüttür.” Proletaryayı zafere taşıyacak örgüt, her şeyden önce, onun eski topluma karşı mücadelesinde her türlü mücadele biçimini kullanabilecek ve gerektiğinde bir mücadele biçiminin yerine, bir başkasını geçirebilecek bir sağlamlığa ve esnekliğe sahip olan bir savaş örgütü olmalıdır. Sıkı bir disipline sahip olmadan böyle bir örgüt kurulamaz; onun sürekliliği ve eyleminin birliği korunamaz. Engels, merkezi örgütlenmeyi ve disiplini reddeden anarşist görüşleri “ilk Hristiyanların, ilk tekmeyi minnetle kabul eden” köleci örgütlenmelerine benzeterek, proletaryanın bu yöntemi örnek almayacağını vurguladı; “ama proletarya ne olursa olsun bu devrim yöntemini örnek almayacaktır! Nasıl ki ilk Hristiyanlar kendi imgesel cennetlerini örgütlenme modeli olarak almışlardıysa, görüyorsunuz, biz de aynı şekilde bay Bakunin’in gelecek toplumsal cennetini örnek olarak kabul etmeliyiz ve savaşacağımıza, dua etmeli ve umutla beklemeliyiz. Ve işte bize bu gibi saçmalıklardan bahsedenler tek gerçek devrimciler diye geçiniyorlar!” (Marx, Engels, Lenin, Anarşizm ve Anarko -Sendikalizm, Sol Yay. -76)
Parti disiplini konusu bütün yaşamı boyunca Lenin’in üzerinde durduğu bir konu olmuştur. Ne Yapmalı’da Narodnik “Toprak ve Özgürlük” taraftarlarının kurduğu örgütü örnek göstererek “ciddi bir mücadeleye girişmeyi düşünen hiçbir devrimci akımın, böyle bir örgüt olmadan yapamayacağının” altını çizdi. (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt II, s.154)
Sol Komünizm kitabında partide disiplinin yadsınmasının proletaryanın silahsızlandırılması ile özdeş olduğunu vurguladı. “Parti ilkesini ve parti disiplinini yadsımak, muhalefetin vardığı nokta işte budur. Ama bu, proletaryayı burjuvazinin yararına olarak silahsızlandırmayla aynı şeydir.” (Lenin, Sol Komünizm- Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yay. s.35)
Yine aynı kitapta, disiplinle zafer arasında bağı kurarak şunları yazdı; “Rusya’daki başarılı proletarya diktatörlüğü deneyimi, düşünme yeteneğinde olmayanlara ya da soruna eğilme fırsatı bulamamış olanlara bile proletaryanın mutlak merkeziyetçiliği ve sert disiplininin burjuvazi üzerindeki zaferinin temel bir koşulu olduğunu açıkça göstermiştir.” Lenin devamla proletaryanın devrimci partisinde disiplinin nasıl oluşacağı ve korunacağı sorusuna şu cevabı vermiştir: “Önce, proletarya öncüsünün sınıf bilinciyle ve onun kendini devrime adamasıyla, onun sağlamlığı, özverisi ve kahramanlığıyla. İkincisi, çalışan insanların en geniş yığınlarıyla, başta proletarya ile, ama aynı zamanda çalışan insanların proleter olmayan yığınlarıyla, belirli ölçüde bağ kurma, en yakın ilişkiler sürdürme, ve – eğer dilerseniz – onlar içinde erime yeteneğiyle. Üçüncüsü, bu öncü tarafından uygulanan siyasal önderliğin doğruluğuyla, geniş yığınların, doğru olduklarını kendi öz deneyimleriyle görmeleri kaydıyla, siyasal strateji ve taktiklerinin doğruluğuyla. Bu koşullar olmaksızın görevi burjuvaziyi devirmek ve toplumun tümünü değiştirmek olan gerçekten ileri sınıfın partisi olma yeteneğindeki bir partide disiplin sağlanamaz. Bu koşullar olmaksızın, disiplini yerleştirmek için yapılan bütün girişimler, kaçınılmaz olarak başarısızlığa uğrar ve laf ebeliği ve soytarılıkla sonuçlanır. Öte yandan, bu koşullar birden ortaya çıkmaz. Bunlar ancak uzun çaba ve çetin deneyimlerle yaratılırlar. Bunların yaratılması, bir dogma olmayan, ancak son biçimini gerçek yığın hareketinin ve gerçek devrimci bir hareketin pratik eylemi ile yakın ilişkisi içinde olan, doğru devrimci teori ile kolaylaştırır.” ( Lenin, Sol Komünizm- Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yay. s.12)
Lenin’den yaptığımız bu uzun alıntı, devrimci bir partide disiplin önemini, onun sağlanmasının koşullarını ve bürokratik bir disiplin anlayışından gerçek farkını ortaya koyuyor. Bürokratik merkeziyetçi bir disiplin anlayışıyla demokratik merkeziyetçi bir disiplin anlayışı arasındaki esas fark disiplinin olup olmaması değil, disiplini sağlamanın yöntemidir. Bürokratik örgütlenmede, örneğin devlette, orduda disiplin, talimat ve süngü gücü ile sağlanırken, demokratik bir örgütlenmede, işçi sınıfının partisinde disiplin, ideolojik temel üzerinde oluşan gönüllü birlikle sağlanır. Ama bu, disiplinin hiçbir kural ve kayıt olmadan kendiliğinden otomatik olarak sağlanacağı anlamına gelmez. Kapitalizm koşullarında hiçbir kurala dayanmayan bir disiplin olanaksızdır. Çünkü kapitalizmin insan malzemesi buna olanak tanımaz
Böyle bir disiplin ancak kendiliğinden gelişmenin egemen olduğu komünist bir toplumda olanaklıdır.
d)- Aleniyet (Açıklık) ve seçim İlkesi
Açıklık ve seçim demokratik merkeziyetçilik ilkenin önemli, ama aynı zamanda da en çok tartışılan bir bileşenidir. Organizasyon olan parti, onun zorunluluğuna inanan komünistler tarafından yukarıdan aşağıya doğru kurulur. Lenin, RSDP’nin İkinci Kongresinde, tüzüğün birinci maddesi üzerinde yaşanan tartışmanın aslında aynı zamanda partinin kuruluş yöntemi ile ilgili bir tartışma olduğunu, Martov’un birinci madde ile ilgili formülasyönünün “partiyi aşağıdan yukarıya doğru kurma düşüncesi”, buna karşılık bürokratik diye saldırılan kendi formülasyönünün ise “tersine …. partinin yukardan aşağıya doğru, parti kongresinden tek tek parti örgütlerine doğru kurulması” olduğunu vurguladı.(Markx, Engels, Lenin, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, Sol Yay. s. 227, dipnot)
İradi bir faaliyet olarak yukarıdan aşağıya doğru kurulan parti, aşağıdan yukarıya doğru yeniden örgütlenir. Bu yeniden örgütlenme açıklık ve seçim temelinde gerçekleştirilir. Her şeyden önce şunu belirtmeliyiz ki, demokratik merkeziyetçilik bir bütünü ve niteliği ifade eder. Yani demokratiklik merkeziyetçiliğin önüne konulan, onu şirin göstermeye yarayan bir aksesuar değildir. Bu ilkeyi bileşenlerine ayırarak bir bileşenin demokrasiyi, ötekinin merkeziyetçiliği temsil ettiğini varsaymak diyalektik olmayan formel bir yaklaşımdır. Ayrı ayrı ele alındıklarında sadece kendi kelime anlamlarını ifade eden bu iki bileşen ancak bir arada olduklarında devrimci partinin örgütlenme ilkesini oluştururlar. İkincisi, açıklık ve seçim demokratik merkeziyetçi ilkenin, en çok değişime uğrayan, koşullara göre daralıp genişleyen bileşenidir Örneğin illegal koşullarda mücadelesini sürdüren bir partide açıklık ve seçim ilkesi geniş bir biçimde uygulanamaz. Ancak dar bir kapsamda her örgütün kendi içinde ve temsili olarak uygulanabilir. “Konspirasyon böyle bir örgüt için öyle gerekli bir koşuldur ki, bütün öteki koşullar (üyelerin sayısı, seçimi, işlevleri vs.) onunla uyumlu hale getirilmek zorundadır. “ (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt II, s.155)
Lenin Ne Yapmalı’da seçim ve açıklık ilkesi ile, bu ilkenin uygulanışı arasındaki ilişkiyi şöyle ele aldı; “Geniş demokratik ilke”nin şu iki gerekli ön koşulu içerdiğini sanırım herkes kabul eder: Birincisi, tam aleniyet, ikincisi, tüm fonksiyonellerin seçilmesi. Aleniyet, hem de sadece örgüt üyeleri ile sınırlı olmayan bir aleniyet olmadan, demokrasiden söz etmek gülünçtür… Demokrasinin ikinci özelliği olan seçim konusunda da durum daha iyi değildir. Politik özgürlüğün olduğu ülkelerde bu koşul son derece doğaldır. Parti programının temel ilkelerini kabul eden ve partiyi gücü oranında destekleyen herkes parti üyesi olarak görülür.” Lenin devamla böyle bir partide her üyenin özellikleri başka üyeler tarafından bilinir olduğundan, üyenin kimi neden seçmesi gerektiğini bilerek seçim yaptığını ancak illegal bir partide “Parti örgütünün “geniş demokrasisi” sadece boş ve zararlı bir oyundur. Boş bir oyundur, çünkü gerçekten hiç bir devrimci örgüt geniş bir demokrasi uygulamamıştır ve ne kadar isterse istesin, uygulayamaz. Zararlı bir oyundur, çünkü “geniş demokratik ilke”yi gerçekten hayata geçirme girişimleri sadece polisin takibatlarını kolaylaştırır ve egemen amatörlüğü ebedileştirilir, pratikçilerin dikkatini profesyonel devrimci olmak için kendilerini eğitme ciddi ve acil görevine değil, seçim sistemleri üzerine “kağıt üstünde” ayrıntılı tüzükler hazırlamaya çeker.” (age. s.157-159)
“Kötü örnek, örnek teşkil etmez.” İllegalitenin kötüye kullanılmasından kaynaklanan (aleniyet ve seçim ilkesinin göz ardı edilmesi ya da kötüye kullanılması da dahil) olumsuzlukları, aleniyet ve seçim ilkesinin işlememesi ile açıklayan yaklaşım, aynı sorunların, hatta daha katmerlilerinin aleniyet ve seçim ilkesinin geniş bir biçimde uygulandığı (en azından görünüm olarak) legal partilerde neden ortaya çıktığını açıklayamaz. Bu da bize sorunun aleniyet ve seçim ilkesinin geniş ya da dar uygulanması sorunu olmadığını, asıl sorunun demokrasinin niteliği ile ilgili olduğunu gösterir. Komünist parti için aleniyet ve seçim ilkesi demokrasinin, ellerin kalkıp indiği bir biçimsel sorunu değil, bir nitelik sorunudur. En başta da parti üyeliğinin niteliği sorunudur. Komünist parti üyeliği ideolojik, politik, örgütsel alanda belirli bir nitelikle birlikte bireysel özellikleri içeren bir nitelik gerektirir. Her şeyden önce parti üyesi, komünizm amacını benimseyen ve yaşamında kendini bu amaca göre konumlandıran kişidir. Bu anlamda parti üyeleri arasında bir nitelik farklılığından söz edilemez. Parti üyeleri arasındaki bu niteliksel eşitlik formel değil gerçektir. Bu nitelik birliği dışında parti üyeleri arasında ancak üyelerin bireysel özellikleri, birikimleri ve yetenekleri arasında bir farklılıktan söz edilebilir. Ayrıca her parti üyesi içinde yer aldığı örgütte mücadeleye katılır ve örgütüyle birlikte partiyle sürekli iletişim halindedir. Dar bir kapsamda da olsa bireysel özellikleri bilinir ve geliştirilir. Her üyenin sahip olduğu bu nitelik seçim ve açıklık ilkesinin dar ve geniş anlamda uygulanması arasındaki farkı en aza indirerek olumsuzlukların önüne geçer. Sonuçta seçilenler arasında farklılık, amaca ve mücadeleye ilişkin bir nitelik farkı değil, bireysel özellikler farkıdır.
Lenin Ne Yapmalı’da üye niteliğiyle açıklık ve seçim arasındaki ilişkiyi şöyle formüle etti: “Hareketimiz için tek ciddi örgüt ilkesi şu olmalıdır; en sıkı konspirasyon, üyelerin sıkı seçimi, profesyonel devrimcilerin yetiştirilmesi. Bunlar olduğunda “demokrasi”den daha fazla bir şey, devrimciler arasında tam bir yoldaşça güven garanti edilmiş olacaktır. Bizim için bu mutlak gereklidir, çünkü Rusya’da bunun yerine genel demokratik kontrolü koymanın sözü bile edilemez. Ama “gerçekten” demokratik bir kontrol yokluğunun devrimci örgüt üyelerini kontrolsüz bıraktığına inanmak yanlış olacaktır. Bu üyelerin demokrasi oyuncağını (birbirleriyle tam bir güven ilişkisi içinde bulunan yoldaşların dar çekirdeği içinde bir demokrasi) düşünecek zamanları yoktur, ama sorumluluklarını çok canlı biçimde duyarlar ve gerçekten devrimcilerden oluşmuş bir örgütün, işe yaramaz üyeden kurtulmak söz konusu olduğunda, hiçbir şey önünde gerilemeyeceğini deneyimlerden bilirler.” (age. s.161)
Ayrıca, açıklık ve seçim ilkesi demokratik merkeziyetçi ilkenin sadece bir bileşenidir. Bunun dar ya da geniş kullanımından hareketle bu ilkenin demokratik olmaktan çıktığını varsaymak, daha önce de söylendiği gibi, demokrasiyi bir nitelik değil, bir nicelik sorunu olarak ele almaktır.
“Sorunların herkesin katıldığı toplantılarda tartışıldığı, kararların hep birlikte alındığı, görevlerin sırasıyla üstlenildiği, herkesin her işi yaptığı” ve temsili kurumların olmadığı bir “demokrasi”, (doğrudan demokrasi) kulağa ne kadar hoş gelse de çok eskilerde kaldı. İşbölümü, mülkiyet, sınıflar ve devletin ortaya çıkmasıyla bu “ilkel” demokrasi yerini, süreçlerin yerine insanların yönetildiği siyasal demokrasiye bıraktı. Artık ne herkes her işi yapabiliyor, ne de demokrasi herkesi kapsıyor. Bu koşullara üst düzeyde bir “dönüş” geçmişe öykünmekle değil, ancak siyasal demokrasiyi ortadan kaldıracak bir mücadeleyi örgütlemekle mümkün olacaktır.
Leninci parti teorisinin örgüt ilkesini oluşturan demokratik merkeziyetçilik ilkesi resmi ifadesini parti tüzüğünde bulur. Parti üyesinin niteliğini ve partiye üye olma koşullarını belirleyen tüzük, partiye üye olan ile olmayan arasındaki ayrımın yanı sıra bilinç ve eylem düzeyi bakımından partiye yakınlık derecesine ilişkin de bir ayırımı düzenler. Böyle bir ayrım sanıldığı gibi partinin yığın üzerindeki etkisini azaltmaz, tersine partiyi olumsuz unsurlardan arındırarak sağlamlaştırır; dolayısıyla yığın üzerinde etikisini de kat kat artırır. Tüzük aynı zamanda Parti örgütleri arasında aşağıdan yukarıya doğru bir örgütsel hiyerarşi kurarak merkezi parti yapısını oluşturur. Böylece partinin eyleminin merkeziliği de sağlanmış olur.
Lenin parti tüzüğünün örgüt birliği için taşıdığı önemi şu sözlerle ortaya koydu. “Program ve taktik sorunlarda birlik önemli bir koşuldur, ama Parti birliği için, parti çalışmalarının merkezileştirilmesi için, hiçbir şekilde yeterli değildir. (…) Parti çalışmalarının merkezileştirilmesi ayrıca örgüt birliğini gerektirir. Bir aile çevresinin ötesine taşmış bir partide, resmi bir tüzük olmaksızın, azınlık çoğunluğa boyun eğmeksizin, parça bütüne boyun eğmeksizin, örgüt birliği düşünülemez.” (Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri, Sol Yay. -s.34)
Ancak Leninist parti teorisini, partinin örgütsel birliğinin üzerinde yükseldiği demokratik merkeziyetçi ilkeye indirgemek – ki bu, Marksist çevrelerin düştüğü en büyük hatalardan biridir- bu teorinin partinin ideolojik, taktik ve örgütsel birliğini oluşturan bütünlüklü bir teori olduğunu kavrayamamak, Lenin’i hiç anlamamaktır.
Leninci partinin örgütsel birliğinin mihenk taşı olan demokratik merkeziyetçilik ilkesi, Lenin’e yönelik burjuva ve küçük burjuva saldırının da ana noktasını oluşturdu. İlginç olan bu saldırının etkinliğinden çok dün de, bugün de aynı argümanlarla, anarşizmin cephaneliğinden çalıntı argümanlarla (merkeziyetçiliğe karşı özerkliğin savunulması, disiplinin bireysel hakların yok edilmesi olarak ilan edilmesi, parçanın bütüne azınlığın çoğunluğa tabi olmasının, her türlü otoritenin kölelik olarak adlandırılması vb.) yürütülmesidir. Özellikle, doğrudan zaferin kaldıracı olan devrimci öncü savaş örgütünü hedef alan ve sınıf mücadelesinin gerilediği dönemlerde zaman zaman etkili olan bu saldırı, burjuvazinin proletaryayı silahsızlandırmakta en büyük yardımcısı olmuştur. Bu durum dün de, bugün de değişmemiştir.
Lenin, kendi adıyla anılan parti teorisinin en kısa ve özlü tanımını 1906 da yazdığı bir makalede “Eylem birliği, tartışma ve eleştiri özgürlüğü” olarak formüle etti. (Marx, Engels, Lenin, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, Sol Yay. s.264)
Lenin’e göre eleştiriyi “ yaşamın ögesi” olarak kullanan bir parti saflarında birliği ve disiplini koruyabilir, yanlışlardan sıyrılarak kendini geliştirebilir ve fikirlerinin gücünü eylemin gücüne dönüştürerek öncü savaşçı adını hakkedebilirdi.
1901’ de Iskra’yı çıkartarak başladığı parti inşasını, Lenin Ne Yapmalı’da nereden başlamalı sorusuna şu yanıtı vererek sürdürdü; “ Eğer işe güçlü bir devrimciler örgütüyle başlarsak, bir bütün olarak hareketin istikrarlılığını güvence altına alır ve hem sosyal -demokrat hedefleri hem de sendikal hedefleri gerçekleştirebiliriz. Fakat kitlelere güya “en açık” (aslında ise jandarmalara en açık olan ve devrimcileri polisin ulaşabileceği hale getiren) geniş işçi örgütüyle işe başlarsak. ne birinci, ne de ikinci hedefleri gerçekleştirebiliriz, çalışmamızda amatörlükten kendimizi hiçbir zaman kurtaramayız ve dağınıklığımız, sürekli yenilgilerimiz sayesinde Zubatov ya da Ozerov tipi sendikaların kitlelere en açık hale gelmelerine katkıda bulunuruz.” (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt II, s. 139)
1903’ de partinin, bu mücadele sırasında oluşturduğu programatik ve taktik temellerdeki birliği, her şeye rağmen örgütsel birlikle tamamlandı. Lenin Ne Yapmalı’da “Görevler doğru saptandığında, bu görevleri yerine getirmek amacıyla tekrar tekrar girişimde bulunmak için enerji mevcut olduğunda, geçici başarısızlıklar ancak küçük musibetler olabilirdi. Devrimci deneyim ve örgütsel ustalık, edinilebilen şeylerdir. Yeter ki insanda gerekli özellikleri edinme isteği olsun! Yeter ki insan hatalarının farkına varsın -devrimci meselelerde bu, yarı yarıya düzelme demektir.” diye yazdı. (age. s. 63)
1903 Kongresinde küçük musibetler olarak adlandırdığı şeyle karşılaştı. Parti birliğini sağlayacak olan Kongre bölünme ile sonuçlandı. Parti’nin “azınlığı” partinin çoğunluğunu (maddi olanaklar, üyelerin çoğunluğu, yayın organı, Merkez komitesi vb.) ele geçirdi. Bu “musibet”, Bolşevik Parti’nin temellerinin atılmasıyla savuşturuldu. Bolşevik parti hazırlıksız yakalandığı 1905 deneyiminden geçerek yetkinleşti.
– 1905 Devrimi’nde Bolşevikler mücadele biçimleri konusundaki şu Marksist tezi büyük bir ustalıkla uyguladılar. “Sosyal-demokrasi kollarını bağlamaz, faaliyetini peşinen saptanmış herhangi bir planla ya da peşinen saptanmış herhangi bir politik mücadele yöntemi ile sınırlamaz, partinin mevcut güçlerine uygun düştüğü… ölçüde bütün mücadele araçlarını tanır.” (age. s. 77)
-Devrimin her aşamasında bu aşamanın gerektirdiği mücadele biçimlerini büyük bir ustalık ve esneklikle devreye soktular.
– Devrim ile birlikte gelen özgürlük ortamında partinin illegal çekirdeğini koruyarak, legal mücadele olanaklarını (gazete, bildiri, miting, gösteri vb.) sonuna kadar kullandılar.
-Devrimin yükseldiği dönemde Duma seçimlerini aktif olarak boykot ettiler.
Devrim sırasında cezalandırmalar ve kamulaştırmalara giriştiler.
Devrimin en tepe noktasında, 1905 Aralığında Moskova’da silahlı ayaklanmayı başlattılar.
-Yenilgiden sonra mümkün olduğunca mevzilerini koruyarak geri çekildiler. Yeniden en sıkı disiplin ve illegalite dönemine girdiler. Yeniden en küçük işlerden başlayarak, karınca adımlarıyla yol almaya giriştiler.
-Son derece sınırlı illegal olanaklardan yararlanmaktan geri durmadılar, 1907 Duman seçimlerine katıldılar, Duma’da işçi sınıfının davasını savundular.
-1907 – 1910 gericilik yıllarında parti saflarında yenilginin yol açtığı savrulmayı, arınmayı gerçekleştirerek, ideolojik politik ve örgütsel bildiği koruyarak savuşturdular.
1912’ de işçi hareketi yeniden yükselme dönemine girdiğinde taktiği yeniden değiştirdiler. “ Devrimi isteyen parti iç savaşı göze almalıdır” gerçeğinden hareket ederek devrimin hazırlığına giriştiler.
-İşçi sınıfıyla bilimsel komünizm arasında bağı yeniden kurarak, devrimi gerçekleştirdiler
Bütün bu süreç Lenin’in Ne Yapmalı’da ortaya koyduğu parti teorisi ve pratiğinin parlak bir doğrulanması oldu. İdeolojik, politik ve örgütsel birliğini koruyan, deneyimli profesyonel savaşçılardan oluşan bir savaş örgütünün “küçük musibetler” karşısında geçici yenilgiler yaşasa da yok edilemeyeceğini ve zaferinin engellenemeyeceğini ortaya koydu.
RSDİP 2. Kongresi ve Kongre Sonrası
RSDİP’in İkinci Kongresi Lenin ve Iskra grubunun 1900-1903 tarihleri arasında yürüttüğü bir ideolojik politik ve örgütsel mücadelesi sonrasında Temmuz 1903’te Brüksel’de toplandı. Kongre hazırlıklarının sürdüğü bu yıllar, aynı zamanda, Rusya’da devrimci dalganın yükseldiği yıllardı. Rusya’da da kitle hareketi hemen her ülkede izlediği yolu izledi. 1899’da patlak veren ve ülkeyi saran öğrenci boykotunu ve öğrenci gösterilerini, grevler ve gösterilerle işçi hareketinin yükselmesi izledi. Kongre bu koşullar altında yürütülen çalışmayla toplandı.
Brüksel’de başlayan kongre, polis takibi endişesiyle Londra’da tamamlandı. Kongreye 25 Sosyal Demokrat örgütü temsilen, kimi iki oy hakkına sahip, 43 delege katıldı. Bu 43 delegenin büyük çoğunluğunu St. Petersburg İşçi Sınıfının Mücadele Birliği ve Emeğin Kurtuluşu grubundan oluşan Iskra grubu temsil ediyordu. Iskra grubunun dışında Kongrede Yahudi Bund grubu (5 delege), Ekonomistler (3 delege) ve hiçbir gruba dahil olmayan, Lenin’in bataklık olarak nitelendirdiği grup (6 delege) ile temsil edildi.
Kongrede olup bitenleri aktarmak yazının kapsamı içinde olmadığından, biz ancak konuyla bağlantılı olarak önemli gelişmelere değinmekle yetineceğiz. Kongre başlangıcından itibaren Iskra grubu’yla Ekonomistler arasında, özellikle parti – sınıf ilişkisi ve proletarya diktatörlüğü – demokrasi konularında bir tartışmaya sahne oldu. Parti programında partinin sınıfla karşı karşıya getirildiğini, proletarya diktatörlüğü ile demokrasinin bağdaşamayacağını ileri süren Ekonomistlere karşı en tutarlı cevabı kongrede Lenin ve (sonradan pişman olup geri alsa da ) Plekhanov verdi. Tartışmaya katılan Martov ve Troçky’nin naif tutumu Ekonomistlerle sonradan oluşacak bir ittifakın habercisi gibiydi. Ama yine de tartışmalar sonrasında proletarya diktatörlüğü ilk kez bir partinin programına girmiş oldu. Kongrede ilk ciddi kırılma parti tüzüğünün 1. maddesinin görüşülmesi sırasında yaşandı. Lenin’in tüzüğün birinci maddesi ile ilgili önerisi; “Parti üyesi, parti programını kabul eden ve hem mali yönden hem parti örgütlerinden birine bizzat katılarak partiyi destekleyen kişidir.” ile Martov’un önerisi; “Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin üyesi, parti programını kabul eden, parti mali yönden destekleyen ve parti örgütlerinden birinin yönetimi altında partiye düzenli olarak kişisel yardımda bulunan kişidir.” karşı karşıya geldi. Martovun önerisi kabul edildi. (Lenin Bir Adım İleri, İki Adım Geri, Sol Yay. s.58-59)
Lenin Martov’un önerisini iki noktada eleştirdi. Birincisi, parti organlarının parti örgütlerinin herhangi birine bağlı olmayan “parti üyelerini” gerçekte yönlendiremeyeceğini, ikincisi, “bilinçlilik ve eylemlilik derecesi açısından farklılık olduğu için, partiye yakınlık derecesinde de bir ayrım yapılması gerektiğini savundu. (age, s. 59- 77) Tüzüğün tartışılmasından sonraki oturumlarda önce Bund grubu, özerklik isteminin kabul edilmemesi, ve sonrada Raboçeye Dyelo grubu, yurtdışı temsilcisi olarak kabul edilmemesini protesto ederek kongreyi terk etti. Bundan sonra, kongre fiilen Iskra grubunun Kongresi olarak sürdü.
Iskra grubunda ilk bölünme merkez yayın organı seçimi sırasında yaşandı. Lenin’in kongreye sunduğu öneri Merkez yayın organına üç kişinin, ( Lenin, Plekhanov, Martov ), Martov’un önerisi ise altı kişinin ( Lenin, Plekhanov, Martov, Zasuliç, Petresov, Axelrod ), seçilmesini öngörüyordu. Troçky “Yazı kuruluna yeniden şekil vermeye kongrenin ne ahlakı ne de siyasi hakkı var” diyerek kongrenin iradesine ipotek koydu. Açıktan Martov’u destekledi. Lenin’in eski yoldaşlarını dışlayarak incittiğini ileri sürdü. Lenin bu eleştirileri “Eğer burada bir parti yaratmak amacıyla bir araya geldiysek, eğer karşılıklı övgülere ve dar kafalı duygulara teslim olmayacaksak, o zaman böyle bir görüşü hiçbir biçimde kabul edemeyiz. Görevlileri seçmek üzereyiz; seçilmiş bir kişiye güvensizlik söz konusu değildir; bizim göz önünde bulunduracağımız tek şey görevin gerekleri ve seçilecek kişinin seçileceği yere uygunluğu olmasıdır.” ( age s..325) diyerek cevapladı.
Yayın organı seçimi sırasında Iskra grubu Bolşevik (çoğunluk) ve Menşevik (azınlık) olarak ikiye ayrıldı. Lenin’in önerisi çoğunluğun oylarıyla kabul edildi. Esas “kıyamet” bundan sonra koptu. Lenin-Plekhanov, cephesinin karşısında Martov-Troçky cephesi oluştu. Martov kongre kararlarına uymayı reddederek, “köle olmadığını” ilan etti. Krizin büyümesi üzerine Plekhanov ve Lenin’in eski yazı kurulu üyelerinin göreve çağrılması teklifini Menşevikler reddedince kopuş kaçınılmaz oldu. Kongre sonrasında, yaşanan kriz Plekhanov’un Menşevik safa geçmesi, Lenin’in merkez yayın organından ayrılması ve merkez komitesi’nin bileşiminin değişmesi ile tepe noktaya ulaştı. Parti içinde Lenin’e ve Bolşeviklere karşı başını Plekhanov Martov ve Troçky’nin çektiği bir cephe oluştu.
Plekhanov, daha önce desteklemesine rağmen, “Ne Yapmalı” için “daha ilk okuduğunda doğru bulmadığını” sezdiğini açıkladı. Lenin’i “sekter bir kast” yaratmakla suçladı. Lenin’e yönelik suçlamalarını “Merkeziyetçilik mi, Bonapartizm mi? broşüründe “diktatörlük kurmakla”, “Bonapartizmi uygulamakla” sürdürdü. Lenin’in profesyonel devrimcilikle ilgili görüşlerinin Marx’ın değil Bakunin’in görüşleriyle ilgili olduğunu ileri sürdü. Martov; “Sosyal Demokrat Partisi İçinde Sıkıyönetim Yasasına Karşı Mücadele” adlı broşüründe Lenin’i “partide sıkıyönetim ilan etmekle” suçladı. Troçky; “ Siyasi Görevlerimiz” broşüründe Lenin’e, yöntemlerini “Jakobenlerin uzlaşmazlığının soluk bir karikatürüne” benzeterek saldırdı ve “Parti’nin yerini parti örgütünün, parti örgütünün yerini merkez komitesinin ve nihayet merkez komitesinin yerini diktatörün alacağı” bir durumun ortaya çıkacağını savundu. Vera Zasuliç ise, Lenin’in parti anlayışının XIV Louis’in devlet anlayışı ile aynı olduğunu yazdı.
Çok geçmeden Rus sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) içindeki Menşevik Bolşevik bölünmesi uluslararası bir niteliğe büründü. Alman sosyal Demokrat Partisi’nin (ASDP) tanınmış önderleri Kautsky, Bebel ve Rosa Menşevik saflarda yerini aldı. “Kautsky, Lenin’in Bolşevik görüşü savunan bir makalesini Neue Zeit’te yayınlamayı reddetmekle kalmadı, aynı zamanda Lenin’in tutumunu açıkça yeren bir mektubu yayınlanması için Menşevik Iskra’ya yolladı. Lenin’e en şiddetli saldırı Rosa’dan gelmişti. Rosa, Temmuz 1904’te Neue Zeit’ta yayınlanan bir makalesinde Lenin’in “aşırı merkeziyetçiliğini” bürokratik olmakla, demokratik olmamakla suçladı. Rosa, Lenin’in tasarısında tamamen Rusya’ya özgü bir nitelik görüyor ve sert bir dille, “ baş aşağı durduğu halde kendini tarihin en güçlü yeni hakimi” olarak ilan eden “şimdi Rus devrimcisinin ‘egosu’ biçiminde yeniden canlanan, Rus mutlakiyetçiliği tarafından ezilmiş ve parçalanmış bir ‘ego’dan” söz ediyordu. Lenin’in parti önderliğinde mutlak güç görüşünü kıyasıya eleştiren Rosa, bu tutumun “bu tür her örgütün bünyesinde sinmiş muhafazakarlığı en tehlikeli biçimde azdırabileceğini” söylerken yeni bir tartışma açmış oluyordu. Bu salvoların ardından, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin yöneticilerinden en kıdemlisi Bebel taraflara arabuluculuk yapmayı önerdi. Menşevikler tarafından hemen kabul edilen bu öneriyi Lenin kesinlikle reddetti.” (E.H.Carr, Bolşevik Devrimi Metis Yay. s. 43)
Bu uluslararası saldırı Lenin’de en küçük bir tereddüte bile yol açmadı. Sıkıyönetim şuçlamasına: “Partide sıkıyönetim” “tek tek kişilere ve gruplara karşı olağanüstü hal yasaları” vb. gibi korkunç sözler beni zerrece korkutmuyor. Kararsız ve sallantılı unsurlara karşı sadece “sıkıyönetim” ilan edebilmeyiz, etmekle yükümlüyüz.” (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt. II s.364) Jacoben şuçlamasına ise “Bu “berbat sözler”- jakobencilik ve öteki sözler- yalnızca oportünizmin kanıtıdır,başka hiçbir şeyin değil. Kendisini proletaryanın –kendi sınıf çıkarlarının bilincinde olan proletaryanın- örgütüyle tam olarak özdeştiren bir jakoben devrimci bir sosyal-demokrattir.” cevabını verdi. (Lenin Bir Adım İleri İki Adım Geri, Sol Yay. s.229)
Bölünme iki kanat arasında bir güç mücadelesi başlatarak, partinin iyice güçsüzleşmesine yol açtı. Menşevikler parti olanaklarının büyük kısmını, yayın organı, yayın ağını, maddi olanakları ellerinde tutarken, Bolşevikler bu olanaklardan yoksundular. Bunlara bir de Bolşevikler arasında, ayrılığın kavranamamasının yol açtığı bocalama eklenince, Bolşeviklerdeki bocalama daha da büyüdü. Lenin bu yeni durumu “parti’nin parçalanması, tüzüğün paçavra haline getirilmesi” olarak nitelendirdi. (Lenin Seçme Eserler, İnter Yay. S-401) Ve partiyi bu durumdan ancak bir kongrenin çıkartabileceğini savundu. Ancak Lenin’in bu önerisi bütünüyle Bolşevik olan merkez komite tarafından desteklenmedi. Bu Lenin’in ilk “Bolşevik yalnızlığı” oldu. Lenin’in ısrarlı tutumu sonucu Bolşevikler Ağustos 1914’ te Cenevre’de bir araya gelerek “çoğunluk komiteleri bürosunu” kurdular. Aynı yılın Aralık ayında merkez yayın organı olarak Vperyod’u (İleri) çıkararak kötü gidişe ilk müdahaleyi yaptılar.
Bu konferans, Lenin’in Ocak 1904’te parti üyelerine yaptığı çağrıya “Proletarya partisi hakikati gerektirir. Proletarya partisi eskimiş çevre düşüncesinin acımasızca, açıkça rezil edilmesini talep eder. Biz bir parti olmadığını kabul etme cesaretini göstereceğiz ve gerçek bir partinin kurulması ve sağlamlaştırılması çalışmasına baştan, ta baştan başlayacağız.” (age, s. 396) Bolşeviklerin cevabı oldu. Bölünmenin sersemletici etkisinden sıyrılan Bolşevikler 1905 Nisan ayında Londra’da RSDİP’in üçüncü kongresini topladı. Bu kongreyi protesto eden Menşevikler kendi kongrelerini Cenevre’de topladılar.
Örgütsel alanla ilgili bir sorun gibi ortaya çıkan ayrılığın zamanla örgütsel sorunlarla sınırlı olmadığı, Marksizm’in tüm ilkesel konularını, (devrim, parti, proletarya diktatörlüğü) kapsadığı ortaya çıktı. Bölünme Lenin’i haklı çıkardı. “Ne Yapmalı”da ortaya koyduğu parti- devrim, parti-teori, parti-sınıf ve parti-örgüt çerçevesinin doğruluğunu teyit etti. Sağlam temellere dayanmayan ideolojik birliği olmayan bir partinin siyasal, örgütsel ve taktik birliğinden de söz edilemeyeceği bir kez daha kanıtlandı.
Ama bu bölünmede asıl netliği sağlayan, partilerin bütün yönleriyle teori, politika, örgüt, taktik vb. sınandıkları 1905 devrimi oldu.
1905 Devrimi
Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi içinde kavganın bütün hızıyla sürdüğü 1903’de işçi hareketinin 1900’lerin başında başlayan yükselişi devam ediyordu. Otokrasi baskı ve şiddetle durduramadığı bu yükselişi durdurmanın yeni yollarını arıyordu. Zubatov’lar (işçi dernekleri) bu arayışın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Çarlık polisinin denetiminde kurulacak işçi dernekleriyle hareketin önünün alınabileceği, en azından işçilerin siyasetle uğraşmasının engellenebileceği varsayılıyordu. Ama durum bunun tam tersi oldu. Birçok yerde işçilerin hak arama mücadelelerini bu dernekler üstlendi ve işçileri siyasal mücadeleden koparmak bir yana daha fazla siyasetin içerisine çekti. Bu Zubatov’ların en etkililerinden biri, başında papaz Gapon’un olduğu ve 1905 devriminin başlamasında önemli bir rol oynayan. Saint Petersburg “Rus Fabrika ve Atölye İşçileri Meclisi”ydi. 1904 Aralık sonunda Putilov fabrikasında işten atılan dört işçinin işe alınması için başlatılan grev, bir anda tüm Petersburg’a yayıldı. 9 Ocak’ta binlerce işçi papaz Gapon’un öncülüğünde Çara dilekçe vermek üzere ellerinde taşıdıkları azizlerin resimleri ile Kışlık Saray’a yürüdüler. Askerlerin yürüyüşçülere ateş açması sonucu binlerce işçi öldü, binlercesi yaralandı. Gapon’un katliama verdiği “bizim artık bir çağrımız yok” cevabı bütün Rusya’ya yayıldı.
İşçi hareketini, köylü hareketi izledi. Çok yaygın olmasa da köylüler aristokratların topraklarını işgal etti, çiftlikler yağmalandı. Köylüleri ordu içerisindeki askerin isyanı izledi. Potemkin Zırhlısı isyan bayrağını açarak, devrimin sembolleri arasındaki yerini aldı.
Devrime bütün toplumsal sınıflar ve partiler hazırlıksız yakalandı. İşçiler de, köylüler de, Çar da, burjuvalar da, sosyal-demokratlar da hazırlıksızdı. Ama en hazırlıksız olanlar, bölünerek kendi içlerinde güç kaybeden sosyal-demokratlardı. Devrimde her şey vardı; cesaret, kahramanlık, fedakarlık atılganlık vb.; eksik olan tek şey bilinç ve örgüttü. Bu iki eksik devrimde var olan bütün olumlu nitelikleri, kahramanlığı yere sermeye yeti.
Devrim 1905 sonbaharında zirveye ulaştı, Çarlık zirvedeki devrimi bir hile ile dize getirmek için hiçbir gerçekliği olmayan Buligin Duması’nı devreye soktu. Amaç devrimi boğmaktı; boğma işini burjuvalar ve Ekonomistler birlikte üstlendiler. Ama Duma istenilen işi göremeyince lağvedildi. Bu, devrimin daha da yayılması ve büyümesi anlamına geldi. Ekim ve Aralık’ta devrim en tepe noktaya ulaştı. İşçi sınıfı devrimi bir üst aşamaya sıçratarak, silaha sarıldı. 1905 Ocağından önce “ Avrupa gericiliğinin kalesi ve halklar hapishanesi” olan Rusya, 1905’in Aralığında Avrupa’nın en demokratik ülkesi oldu.
Devrim sınıfların gerçek güçlerini, nereye kadar gidebileceklerini, aralarındaki ilişkilerin gerçek temelini ortaya koydu. Devrimle birlikte sınıfların eski durumu da değişti. Çarlık çatırdıyordu, burjuvalar çatırdayan çarlığa payanda görevini üstlenmişlerdi, işçi sınıfı ve köylülük de değişmişti. Artık işçiler 1905’ in başında azizlerin resimlerini taşıyan işçiler değildi; silahlı mücadele yürütüyorlardı. Köylüler, köle değil, işgalciydi, askerler isyancıydı. Devrim işçiler, köylüler ve askerler arasında fiili bir birlik oluşturdu. “İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti” adında yeni bir örgüt yaratarak proletaryanın dünya devrimine armağan etti.
Siyasal hareketlerde devrimin ateşi ve sınavından geçtiler. Devrim Sosyal Demokrat hareketteki bölünmenin geçici bir sorun olmadığını ortaya koydu. Sosyal-demokrat hareketin iki kanadını (Bolşevik- Menşevik) teorik, siyasal ve taktik olarak birbirinden ayırırken, pratik ve örgütsel olarak yakınlaştırdı. Bolşevikleri, Menşevikleri ve hatta Sosyal-devrimciler ve partisiz işçileri, kendi bünyesinde bir araya getiren Sovyetler, Bolşeviklerle Menşevikleri yeniden RSDİP içinde bir araya getirdi.
1905 Bolşevik Finlandiya Konferansı, Bolşevik ve Menşevik merkez komitelerinin bir araya gelerek birlikte bir parti kongresi toplanması kararını aldı. Birlik Kongresi olarak adlandırılan 4. Kongre, Nisan 1906’da Stockholm’de toplandı ve Petersburg Sovyeti’nin düşmesinden hemen önce, iki grup birlikte Severny Golos adlı bir gazete çıkardılar. İki grup arasındaki bu birlik ilişkisi 1905 Aralığında Sovyetlerin yenilmesinden sonra da devam etti. İkinci ortak Kongre 1907’de Londra’da toplandı. Bu kongre aynı zamanda Bolşevik ve Menşevik’ler arasında devrim döneminde kurulan “yarım birliğin” de son kongresi oldu.
1905 Devrim Deneyimi
Rusya’da kurulu dengeleri altüst eden 1905 devrimi, hem Rusya hem de dünya sınıf hareketinde önemli sonuçlar yarattı. En başta dünya devriminin yeni merkezinin Rusya olduğu fiilen kanıtlandı. Devrim, 1848 devrimlerinin batı Avrupa’da oynadığı rolle kıyaslanmasa da, benzer bir rolü Doğuda oynadı. Sömürge ve yarı sömürge ülkeleri devrim dalgasının içine çekti. 1906 İran, 1908 Türk ve Çin devrimlerini tetikledi.
İkincisi, devrim İşçi Köylü Asker Temsilcileri Sovyeti örgütlenmesiyle proletarya diktatörlüğünün yeni biçiminin nüvelerini oluşturarak dünya komünist ve işçi hareketi tarihinde yeni bir sayfayı araladı.
Üçüncüsü, kendiliğinden sınıf hareketi ile bilinçli, örgütlü komünist hareket arasındaki ilişki sorununu fiili olarak ortaya koydu. Grev hareketinden ayaklanmaya doğru izlediği yolla, zaferin, kitlelerin kendiliğinden hareketinin yıkıcı gücü ile komünist hareketin bilinçli örgütlü yıkıcı gücünün birliğinde olduğunu; tek başına birinin sonuç almaya yetmediğini; kendiliğinden patlamaları devrimle taçlandırmanın partinin niteliği sorunu olduğu kadar, devrimci hazırlık sorunu olduğunu da pratikte gösterdi.
Dördüncüsü, devrim Rusya’da mevcut partilerin gerçek kimlikleri ile siyaset sahnesine çıkmalarını sağlayarak, sınıf niteliklerini gizleyebilmelerini olanaksızlaştırdı. Sınıflara kendi güç ve güçsüzlüklerini görme olanağını sağladı. İşçi, Köylü, Asker Temsilcileri Sovyetleri ile sınıflar arasındaki ittifakın pratik çözümünü sundu.
Beşincisi, RSDİP’ deki bölünmenin tüzük maddesi ya da merkez organı seçimi sorunu olmadığını gösterdi, bölünmenin programatik ve taktiksel temellerini açığa çıkardı. Bugüne kadar gündeme gelmemiş sorunları (geçici devrimci hükümeti, kurucu meclis, Duma’ya katılım vb.) pratik olarak gündeme getirerek partiler için gerçek bir devrimcilik sınav alanı oldu.
Bolşevikler Aralık 1905’ te Finlandiya Konferansı’nda “silahlı mücadele hazırlığı ve proletaryanın silahlandırılması kararını” alırken, Menşevikler aynı tarihlerde düzenledikleri Cenevre Konferansı’nda burjuvazi ve Çarlık karşısında kendilerini “aşırı muhalefet partisi” olarak konumlandırma kararı aldılar. Böylece Menşevikler ve Bolşevikler arasında gerçekte programatik taktik bir birliğinde olmadığı netleşti. Programatik ve taktik ayrılığın temeli ise Rus devrimine yaklaşım farklılığıydı. Menşevikler, Rusya’da iktidarı almak için işçi sınıfının henüz olgun olmadığını, mülkiyet istemi nedeniyle, köylülerin işçi sınıfının müttefiki olamayacağını, dolayısıyla Rusya’da bir işçi devriminin olmasının ancak Avrupa’da devrimin olmasına bağlı olduğunu savunuyordu. İşçi sınıfını tıpkı 1848 devrimlerindeki gibi burjuvaziye mahkum eden bu taktiğin tersine, Bolşevikler, köylükle ittifak halinde,” işçi sınıfının öncülüğünde ve hegemonyasında işçi köylü diktatörlüğünü” öngörüyordu. Yine Bolşeviklere göre bu devrim Avrupa devrimini harekete geçirecek ve Rusya’nın sosyalizme geçmesine yardımcı olacaktı. Lenin Bolşeviklerin bu tezini 1848 ve 1905 devrimi deneyiminden yararlanarak şöyle birleştirdi “Biz kesintisiz devrimden yanayız. Yarı yolda durmayacağız” Bu tartışmaya ilk pratik müdahale de İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetini yaratan 1905 Devrimi’nden geldi. (Lenin, Seçme Eserler İnter Yay. cilt-III,s-138)
1905 Devrimi’nin iki önemli deneyimi üzerinde özellikle durmak gerekiyor. Birincisi, daha önce işaret edildiği gibi devrimin izlediği yoldur. Devrim bir grevle başladı, sırasıyla bölge grevi, genel grev tek, tek barikat savaşları, sokak savaşları yolunu izleyerek en tepe noktaya, ayaklanmaya ulaştı. Bir kıvılcım büyük bir yangın üretti. Hem Bolşevikler hem de Menşevikler bu yangına hazırlıksız yakalandı. “Her zaman olduğu gibi pratik teoriyi önceledi.” … “işçiler kitleler halinde işe sarıldılar, fakat bununla da tatmin olmadılar, yine sordular: Şimdi ne olacak? – ve enerjik eylemler talep ettiler. Sosyal -demokrat proletaryanın önderleri bizler, Aralık’ta, alaylarını -birliklerinin büyük bölümünü savaşa aktif katılmayan – saçma bir biçimde mevzilendiren ordu generallerine benziyorduk. İşçi kitleleri enerjik kitle eylemleri için talimatlar gelmesini boşuna beklediler.” … “Savaşa aktif katılmayan” generallerin şüphesiz en büyüğü, işçilere “silaha sarılmamalı” diye seslenen Plekhanov’du. Lenin Plekhanov’ a, “tam tersine daha kararlı, daha enerjik ve daha büyük bir gözüpeklikle silahlara sarılınmalı, tek başına barışçıl grevin olanaksız olduğu, korkusuzca, amansızca silahlı mücadeleye başlamanın zorunlu olduğu kitlelere anlatılmalıydı.” (Age s.-330)
Menşevikler için hazırlıksız yakalanmak bir sorun değildi, çünkü onların görevi devrim değil, “aşırı muhalefet partisi” olmaktı. Ama Bolşevikler için hem ciddi bir sorun, hem de hayati bir deneyimdi. Bolşevikler hazırlıksızlığı bir mazeret olarak değil, önceden yapılması gereken, ama yapılmamış olanın yapılması olarak ele aldılar ve geç demeden ayaklanma hazırlığına giriştiler. Grevden ayaklanmaya uzanan çizginin diğer bir özelliği de kitlelerin gerçek eğitiminin “ hiçbir zaman bizzat kitlelerin bağımsız politik ve özellikle de devrimci mücadelesinden ayrı ve onun dışında gerçekleşemez” olduğuydu. (age. s.17)
Devrimin ilerlemesine bağlı olarak gelişen ve büyük bir devrimci enerjiye dönüşen bu eğitim aynı ölçüde karşıt bir etkiyi düşman saflarında yaratır. 1905 devriminde yaşanan da buydu. Devrimci enerji, kararlılık ve kahramanlık, özellikle orduda bir bölünmeye ve saf değiştirmeye yol açtı. Devrim sırasında kitlelerin kararlılığı ve cesareti ne kadar büyükse, devrimci partinin enerjisi ve yönetimi ne kadar etkiliyse, bölünme ve saf değiştirme de o kadar büyüktür. Savunma ve duraksama durumunda ise bunun tersi oluyor. Bu, iç savaşa hazırlanan bir parti için önemli bir ders ve deneyimdir.
1905 Aralığı’nda Moskova’daki ayaklanma ne yazık ki böyle bir ortamda yenilebildi. Ayaklanma “sol” Sosyal Devrimciler ve Bolşeviklerin ortak kararıyla başlatıldı. Güçlerin dengesizliğine, hazırlığın yetersizliğine, bir de Petersburg Sovyeti’nin başlatacağı genel grevi* -ki bu ayaklanmanın gündeme geldiği bir dönemde tam da yukarıda sözü edilen duraksamaya işaret eder- başlamayınca, Petersburg’daki ordu birlikleri Moskova’ya kaydırılarak ayaklanma bastırıldı.
İkincisi Sovyetlerin ortaya çıkışı ve niteliği üzerindeki tartışmaya ilişkindir. Sovyetler ilk olarak Ekim 1905’te kendiliğinden gelişmenin sonucu olarak Petersburg’da ortaya çıktı. “Mücadelenin ateşi içinde ilginç bir kitle örgütü yaratıldı, ünlü İşçi Temsilcileri Konseyleri, her fabrikada işçi temsilcilerinin meclisleri. Ve bu İşçi Temsilcileri Konseyleri Rusya’nın birçok kentinde gitgide bir Geçici Devrimci Hükümet rolünü, ayaklanmanın organları ve yöneticileri rolünü üstlendiler.” (age s.-24)
Devrimle birlikte devrimin yükseliş aşamasında ortaya çıkan Sovyetler, Bolşevik ve Menşevikler arasında da yeni bir tartışmaya yol açtı. Menşevikler farklı partilerden işçileri bir araya getiren Sovyetlerde Lenin’in partisinin karşıtını, Martov’un 2. Kongrede savunduğu partililerle partisizlerin bir arada olduğu partiyi gördüler, ona sarıldılar, onu yücelttiler. Bolşevikler ise biraz da bu Menşevik propagandanın etkisiyle partinin rolünü çaldığını düşünerek Sovyetlere soğuk durdular. Bu tartışmaya son noktayı yine Lenin koydu. Sovyetler mi, Parti mi? ikilemini hem Sovyetler hem parti olarak yanıtladı. Lenin’ göre “ Sosyalistlerin ve devrimci demokratların yazıya dökülmemiş geniş bir savaş ittifakı” olan İşçi Temsilcileri Sovyeti, bir “işçi parlamentosu ve parlamenter ve proleter öz yönetim organı” değildi. (age s.-326) “Bu organlar grev mücadelesinin organları olarak ortaya çıkmışlardı. Çok kısa süre içinde ve zorunluluğun baskısı ile hükümete karşı genel devrimci mücadelenin organları haline geldiler. Olayların gelişimi ve grevden ayaklanmaya geçiş sayesinde, karşı konulmaz biçimde, ayaklanma organlarına dönüştüler…… Bu partisiz kitle organlarını herhangi bir teori, herhangi birinin çağrıları, herhangi biri tarafından düşünülmüş bir taktik ya da parti doktrinleri değil, olguların şiddeti ayaklanma zorunluluğuna inandırmış ve bunları ayaklanma organları haline getirmiştir.
Bugün de bu tür organların oluşturulması, ayaklanma organlarının oluşturulması demektir, bu tür organlar oluşturma çağrısı, ayaklanma çağrısı demektir.” (age s.-358)
Lenin, Bolşevikleri Sovyetlerin abartılması tehlikesine karşı da uyardı. “Bu organların her zaman ve her koşul altında devrimci kitle hareketi için “zorunlu ve yeterli” olmadığının, bunların “ayaklanmayı sözcüğün gerçek anlamında örgütlemek için” yeterli olmayacağının altını çizdi ve “ayaklanmayı hayata geçirmek amacıyla bir askeri örgütün zorunlu olduğu”nu vurgulayarak, Sovyetleri “ayaklanmanın zaferi halinde oluşacak Geçici Devrimci Hükümet’in tohumları” olarak nitelendirdi. (age- s-358-359)
Gericilik Dönemi
1905 yenilgisi Rusya’nın toplumsal yaşamında daha koyu bir gericilik, işçi hareketinde bir geri çekilme, suskunluk ve Sosyal Demokrat harekette bir “dağılma, ideolojik ve politik çözülme” döneminin de başlangıcı oldu. Devrim yıllarındaki gibi, gericilik yıllarında da Rusya’daki siyasal partiler sarsılmaya devam etti. Bolşevik Parti’de ortaya çıkan Otzovizm ve Ultimatomculuk akımlarına RSDİP’te ortaya çıkan Tasfiyeci akım eklendi. Duma seçimlerini boykot eden Otzovistler, (Türkçe karşılığı geri çağırma) Duma’daki sosyal demokrat temsilcilerin geri çağrılmasını savunuyordu. Ultimatomcular, sosyal demokrat temsilcilere yerine getirilmemesi halinde geri çağrılmalarını şart koşan bir ültimatom verilmesini öneriyordu, Tasfiyeciler ise illegal partinin tavsiyesini savunuyorlardı.
Lenin partinin içinde bulunduğu durumu tasvir ettikten sonra, bu duruma devrimin zor dönemine dayanamayan aydınların yol açtığını belirtti. “Parti için bir dağılma, bir ideolojik, politik çözülme yılını, bir çözümsüzlük yılını geride bıraktık. Parti örgütlerinin tümü üye yitirdi, bazıları- özellikle de üyeleri arasında en az proleter bulunanlar – parça parça oldu. Devriminin yarattığı yarı-legal Parti kuruluşları birbiri ardından yok oldu. Parti içinde yıkımın etkisi altında olan bazı unsurlar için, şimdiye kadarki Sosyal Demokrat Parti’nin ayakta tutulup tutulmaması, onun davasının sürdürülüp sürdürülmemesi, yeniden illegaliteye geçip geçmemesi ve bunun nasıl yapılması gerektiği kuşkuyla karşılanır hale geldi- ve bu soruya aşırı sağcılar, ne pahasına olursa olsun, hatta Parti’nin programı, taktiği ve örgütünden açıkça vazgeçme pahasına legalleşme anlayışıyla bir yanıt verdiler. (tasfiyeciler denen akım) Hiç kuşkusuz kriz salt örgütsel değil, aynı zamanda ideolojik-politik bir krizdi.” Krizin ana nedeni ise; “işçi Partisinin kendisini onlardan temizlemek zorunda olduğu, işçi hareketine esas olarak burjuva-demokratik devrimin yakın bir zaferini umarak katılmış ve gericilik dönemine dayanamamış olan ikircikli entelektüel ve küçük burjuva unsurlardır.” olarak açıkladı. (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt IV s-13-14)
Lenin’in büyük bir öngörüyle 1905 devrimi sırasında partinin kapılarının işçilere açılmasını savunması sayesinde partinin varlığına kasteden bu akımların yıkıcı sonuçları bir nebze de olsa hafifletilebildi. Parti, işçi sınıfının yoğun olduğu ve mücadele geleneğinin güçlü olduğu işçi havzalarında tutunabildi.
Bolşevik Parti için, varlığının sorgulandığı bu koyu gericilik yılları da, 1905 Devrim yılları gibi önemli bir deneyim kaynağı oldu. Parti, devrim döneminde ileri atılarak, legal mücadele olanaklarını kullanarak, grevden- barikata, sokakta savaşına, cezalandırma ve kamulaştırmalara, silahlı ayaklanmaya kadar mücadelenin hemen bütün yöntemini kullandı. Aynı şekilde yenilginin ardından en az zayiatla geri çekilmeyi, yeniden illegaliteye geçmeyi, yeni mücadele biçimlerini deneyerek Duma’da temsil edilmeyi sağladı. Örgütünü arındırmayı ve sağlamlaştırmayı öğrendi. Bu yıllar Lenin’in Ne Yapmalı’da ortaya koyduğu parti teorisi ve eylem planı için sınav yılları oldu. Parti bu sınavdan devrimin ve gericiliğin ateşinde çelikleşerek çıktı.
Bütün bu gericilik dönemi boyunca Bolşeviklerle Menşevikler arasında oluşan zoraki birlik 1912 yılına kadar sürdü. İşçi hareketinde yeni bir dönemin mayalandığı yıl olan 1912, zorunlu birliğin de sonu oldu. Bolşevikler partiyi içine düştüğü atıllıktan kurtarmak için Ocak 1912 de Prag’da bir parti konferansının toplanmasını önerdiler. Bu öneri bütün diğer parti grupları, (Menşevikler, Otzovistler, Tasfiyeciler, Troçkistler, Bundcular) tarafından reddedildi. Ama Bolşevikler geri adım atmayarak Konferansı topladı. Konferans yeni parti merkez komitesini seçti ve 1907’den beri partinin ortak yayın organı olan Pravda’yı parti merkez yayın organı olarak, Bolşeviklerin yönetiminde çıkarma kararı aldılar. Troçki’nin girişimiyle Bolşeviklere karşı birleşen bütün diğer gruplar Ağustos 1912’de Viyana’da bir konferans düzenlediler. Bolşevik karşıtlığı dışında hiçbir ortak noktası bulunmayan bu grupların topladığı ve Ağustos Bloğu olarak anılan konferans hiçbir işlev göremeden dağıldı.
Bütün geriye çeken ayakbağlarından (Menşevikler, Ekonomistler. Bernsteinler ve Kautsky) kurtulup kendi yolunda yürüyen Bolşevikler, 1912 yılında yükselme trendine giren işçi hareketi ile yeniden buluştu. Bu buluşma Rusyada, 1917 Ekim devrimi’nde iktidarın fethi, dünya çapında, çürüyen ikinci Enternasyonale kaşı, üçüncü Enternasyonalın kurulmasıyla ile sonuçlandı.
*250,000 işçiyi temsil eden Petersburg Sovyeti 14 Ekim 1905 te kuruldu, 50 gün yaşadı, ilk başkanı Menşevik Krustalev Nossa idi. Kasım sonunda tutuklandı, yerine Troçki seçildi, o da Aralık başında tutuklandı.