1923-28 Dünya Devrimi ve Komünist Enternasyonal
Avrupa 1923-1928
1921-27 yılları arasında Avrupa’da hem ekonomik hem de politik olarak geçici bir istikrardan söz ediliyordu. Sanayi ve tarımsal üretim bir toparlanma ve büyüme sürecindeydi. Kapitalist ülkelerin pek çoğunda 8 saatlik işgünü uygulamasına geçildi. Ücretler ve sosyal haklarda iyileşme, kitle hareketine yansıdı. Savaşın yol açtığı acılardan sonra kapitalist ülkelerde geçici de olsa bir rahatlama, kısmı bir politik istikrar sağlandı.
Fransa ve İngiltere paylaşım savaşından galip çıkmış olsalar da, bu iki ülke için 1900’larda başlayan nispi gerileme süreci, egemen bir eğilim olarak varlığını sürdürüyordu. Bu eğilim her iki ülkeye de zaferin meyvelerini toplama olanağını sağlamıyordu. Her iki ülkede de (İngiltere’de daha az olmak üzere) sınıf mücadelesi, iç çatışmalar varlığını sürdürüyordu. Her iki ülke 1914’ten sömürge alanlarını artırarak çıkmıştı; ama sömürgelerdeki durum, bağımsızlık hareketleri, ayaklanmalar, ekonomik ve politik çalkantılar hiç de iç açıcı değildi. Savaş sonrasında Avrupa’nın yeni güç ilişkilerine göre bölüşülmesi Fransa ile İngiltere arasında diplomatik bir savaşa dönüşmüş durumdaydı. Fransa Avrupa’da Almanya’dan boşalan yeri doldurmaya çalışırken, İngiltere Fransa’nın önünü kesmek, Almanya’yı ince taktiklerle desteklemek üzere bütün yolları deniyordu. Fransa’ya göre savaştan daha az etkilenmiş olması ve İngiliz sanayisinin ve diplomasisinin gücü İngiltere’nin başlıca dayanak noktasıydı. 1924’te İngiltere’de İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi, ekonomi ve siyasette bir rahatlama sağladı.
Fransa Almanya’ya karşı Avrupa’nın küçük ülkeleri, Belçika, Polonya Çekoslovakya, Romanya ile Almanya’ya karşı ittifak kurma peşindeydi. Versailles Anlaşmasıyla Almanya’nın Batı sınırları aşağı yukarı kesinleşmişti, ancak doğu sınırı için aynı şey söylenemezdi. Bu sınır sorunu meselesi, Fransa’nın Doğu Avrupa’daki küçük ülkelerle ittifak kurmasını kolaylaştıran en önemli faktördü. Fransa bu durumu değerlendirerek, Eylül 1920’de Belçika, Şubat 1921’de Polonya ve Ocak 1925’te Çekoslovakya ile askeri anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmaların ortak özelliği olası bir Alman saldırısına karşı birlikte hareket etmekti. Fransa’nın savaş sonrası karşılaştığı en önemli sorunlardan biri, Almanya’ya karşı Avrupa’da atmak istediği her adımın müttefikleri İngiltere ve ABD tarafından etkisizleştirilmesiydi. ABD ve İngiltere, Fransa’nın, Avrupa’nın tek egemeni durumuna gelmesinin bu kıtanın kendilerine kapanmasına yol açacağı bilinciyle, sürekli olarak Fransız girişimlerini baltalıyorlardı. Bu baltalamalarla İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünü yaparak kurduğu Milletler Cemiyeti adeta Fransa aleyhine iş görür hale gelmişti.
1923 yılında Avrupa yeni bir krize ev sahipliği yaptı. Almanya’nın Fransa’ya ödemesi kararlaştırılan savaş borçlarını ödeyemeyeceğini açıklaması Fransa’yı harekete geçirdi. Ruhr’u işgal edeceğini açıkladı. İngiltere’nin Fransa’yı vazgeçirme girişimleri sonuç vermeyince Ocak 1923’de Fransız ordusu Ruhr’a girdi. İngiltere işgali kınamakla yetinirken Belçika ve İtalya, Fransa’nın yanında yer aldı. Ruhr’un işgali, Alman hükümetinin işgal karşısında pasif direniş kararı alması, hem milliyetçi hem de işçi hareketinin yükselmesiyle Almanya’yı yeni bir istikrarsızlık içine sürükledi. Ruhr’un işgali, yükselen milliyetçi ve işçi hareketinin baskısına dayanamayan hükümet istifa etmek zorunda kaldı.
Fransa, Almanya’nın ödemesi gereken savaş borçlarını yapılandıran Dawes planını, ABD ve İngiltere’nin baskısıyla kabul etti. Plan,Almanya’nın borçlarının azaltılmasını, 1929’a kadar ödenecek biçimde yeniden yapılandırılmasını öngörüyordu. Fransa anlaşma gereğince Temmuz 1924- Ağustos 1925 tarihleri arasında Ruhr’u boşalttı. Dawes planı Fransa Almanya ilişkilerinde bir yumuşamanın da başlangıcı oldu. Dawes planı ile hem Avrupa’da mevcut denge hem Almanya, hem de bu planın önderliğini yapan ABD lehine değişime uğradı.
Dawes Planı Avrupa’da Locarno’ya giden yolu açtı.
Fransa’da Haziran 1924’te yapılan seçimi Radikal Parti, Radikal Sosyalistler, Sosyalist Cumhuriyetçiler ve Fransız Sosyalist Partisi -SFIO- dan oluşan “Sol blok” kazandı. SFIO’un dışarıdan desteklediği bir hükümet kuruldu. Yeni hükümetin önünde çok büyük ekonomik sorunlar vardı. 1923-25 yılları arasında Fransız ekonomisi tıpkı Alman ekonomisi gibi ciddi sorunlarla karşı karşıyaydı, Frank’ın hızlanan değer kaybı, büyüyen enflasyon ve dışarıya para kaçışı Fransız ekonomisini zorluyordu. Bu koşullarda SFIO hükümete desteğini çekti. Radikallerin desteğiyle kurulan sağcı hükümetin ömrü kısa sürdü. Temmuz 1926’da yapılan seçimi eski sağcı başbakan Poincare büyük bir farkla kazandı, Yeni hükümetle birlikte Frank’ın değer kaybı ve yüksek enflasyon önlenerek, Fransız ekonomisi belirli bir istikrar kazandı.
ABD, 1920’li yıllarda ABD’nin gündemini Avrupa’da Fransa ve İngiltere’nin karşısında Almanya’nın desteklenmesi ve Latin Amerika ve Japonya oluşturuyordu. ABD, Avrupa’da Almanya’yı destekleyerek yeni bir denge yaratmanın peşindeydi. Latin Amerika’da İngiltere’yle yaşanan sömürgelerdeki sınır sorunları dışında ABD egemenliği sorunsuzdu. Japonya’yla olan sorun ise, 1922’de imzalanan Washington anlaşmasıyla ABD lehine çözülmüştü.
İtalya, daha 1922’de Mussolini’nin iktidara gelmesiyle niyetini de açıkça ortaya koymuştu. Mussolini; Paylaşım Savaşında Ortadoğu’daki ganimetlerinin zor ve hileyle İtalya’nın elinden alındığını ileri sürerek, “ülkesinin büyük emperyalist bir kaderi olduğunu” ilan etmişti bile.
İtalya, kapitalist sürece geç katılmış bir ülke olarak tekelleşmenin düzeyi, sermaye yoğunlaşması ve teknik olanaklar bakımından diğer Avrupa ülkeleriyle (Almanya-Fransa) kıyaslandığında, henüz yolun başında sayılırdı. Paylaşım Savaşının sonunda bile İtalya, bu özelliğini koruyordu. Az gelişmiş ülkelere özgü kimi göstergeler, İtalya ekonomisi için de geçerliydi. Üretici verimliliği, nüfusun okuma-yazma oranı düşüktü. Nüfusun yüzde elliden fazlası hâlâ küçük ölçekli tarımda istihdam ediliyordu. Bölgeler arası eşitsizlik (Kuzey-Güney farkı), ciddi boyutlardaydı. Özel şirketlerin elindeki sermaye yetersizdi ve dışarıdan borç sermaye alabilmeleri sınırlıydı.
Nispi ekonomik geriliğe rağmen, İtalya büyük bir askeri güç olma hedefine kilitlenmiş görünüyordu. Ekonominin bütün olanakları güçlü bir donanma ( Mussolini Akdeniz’in bir İtalyan denizi olacağını söylüyordu.) ve hava kuvvetlerinin yaratılmasına seferber edildi.
Japonya’nın 1914’te başlayan paylaşım savaşının dışında kalmıştı. Bu durum hızlı bir gelişme trendinde olmasına rağmen henüz ekonomik ve askeri güç olarak savaşa hazır olmayan Japonya için bulunmaz bir fırsattı. Japonya bu fırsattan yararlanarak Avrupa ülkelerine savaş malzemesi ihraç ederek, savaş nedeniyle Avrupa’nın Asya ticaretinde oluşan boşluğu kullanarak ekonomisini iyileştirdi. Savaş, aynı zamanda Japonya’ya Asya egemenliğinin ana dayanağı olacak olan güçlü bir donanma oluşturma zamanı kazandırdı. Öte yandan, özellikle 1917’de Rus Çarlığının çökmesini fırsat bilerek Çin ve Rusya topraklarında genişleme faaliyetlerini sürdürdü. Savaş sonrasında Japonya’nın büyüyen bu gücü, ABD ve İngiltere’nin hedefindeydi. Washington anlaşmasıyla, ABD ve İngiltere’nin yarısı kadar bir donanma gücüne sahip olmayı kabul etmek zorunda kaldı.
1922’deki görüntüsüyle Almanya, Versailles Anlaşmasıyla eli kolu bağlanmış, onuru kırılmış durumda Avrupa’nın en zayıf ülkesiydi. Alman ekonomisinin alt yapısı, savaştan çok fazla etkilenmemişti, ama 1923’de yaşanan büyük enflasyon ve Versailles anlaşmasıyla Almanya’nın ödemek zorunda kaldığı ağır tazminat yükü, zaten oldukça zayıflamış olan ekonomiyi daha da zayıflatmıştı. Yine de Almanya vesayet altında olmasına ve ekonomik istikrarsızlığa rağmen, potansiyel olarak (insan gücü ve ekonomik kaynakları bakımından) Avrupa’da Fransa’dan daha büyük bir güçtü. Fransa’yla kıyaslanmayacak bir demir-çelik kapasitesine, iç ulaşım ağına, güçlü bir kimya ve elektronik sanayiye sahipti. Fransa’nın Doğu Avrupa’da Almanya’ya karşı bir blok kurma çabaları, savaş sonrası çizilen sınırlara bazı ülkelerin itirazları nedeniyle sallantıdaydı. Ayrıca Almanya’nın dış ticarette zorunlu olarak takas yöntemine başvurması, zaten döviz rezervine sahip olmayan Avrupa’nın küçük ülkeleriyle Almanya arasındaki ticari faaliyetin gelişmesini sağlıyordu. Bu avantajlarıyla Almanya, en kötü durumda bile, Avrupa’da gizli bir güç merkeziydi. Almanya için asıl sorun tüm yenilgilere rağmen işçi ve komünist hareketin nispi güçlülüğüydü.
1923 başında işbaşına gelen Cuno hükümetinin, ABD ve İngiltere’den destek göreceği umuduyla Fransa’ya ödemek zorunda olduğu savaş tazminatlarını ödeyemeyeceğini açıklaması, Almanya’da yeni bir krizin doğmasına yol açtı. Ocak 1923’de Fransa tazminat ödemelerinin durdurulmasını bahane ederek, zaten işgali altındaki Ruhr bölgesine yeni askeri birlikler sevk etti. Ruhr’daki Alman sanayi tekellerini denetim altına aldı. Derinleşen kriz ve Ruhr’un işgali 1923 yılı başında Almanya’da birbirine karşıt yeni gelişmelere yol açtı. Fransız işgali milliyetçi ve gerici hareketin yükselmesini beslerken, büyüyen enflasyon, işsizlik ve sermayenin yeni saldırıları işçi hareketinin yeniden yükselmesinde ifadesini buldu.
Alman burjuvazisi, Fransız işgaline pasif direnişle karşı durmaya çalıştı. Almanya’nın imdadına Versailles anlaşmasına taraf olmayı reddeden ABD yetişti. Borç sorunu 1924’te ABD önderliğinde hazırlanan Dawes planı ile bir sonuca bağlandı. Plan’la Almanya’nın galip devletlere ödeyeceği savaş tazminatı yeniden düzenlendi. Tazminat miktarı 56 milyar dolardan 33 milyar dolara indirilerek ödemeler takside bağlandı. Nakliye, tüketim vergileri ve gümrük gelirleri borç ödemesinin kaynağı olarak belirlenerek bu gelirlere fiilen el konuldu. Anlaşma ABD gözetiminde Ağustos 1924’te taraflarca imzalanarak yürürlüğe girdi. Anlaşmanın imzalanmasının ardından ABD Almanya’ya 200 milyon dolarlık bir kredi açtı. Fransız burjuvazisiyle Alman burjuvazisi arasındaki dalaş, sonuçta uzlaşmayla, Fransa’nın Ruhr bölgesindeki fiili işgali kaldırmasıyla sonuçlandı.
Dawes planını Locarno anlaşması izledi. Savaş bitmişti, Almanya Versailles anlaşmasıyla siyasi, ekonomik ve askeri olarak denetim alınmıştı ama Avrupa’nın güvenlik sorunu çözülememişti. Fransa İtalya ve İngiltere arasında silahsızlanma yolunda zimmi bir anlaşma olsa da pratikte başta bu üç devlet olmak üzere Avrupa’da silahlanma yarışı sürüyordu. Avrupa’da silahlanma ve bunun yol açtığı güvensizliği gidermek amacıyla 5 Ekim 1925’te galip devletler (İngiltere, Fransa, İtalya), Belçika, Polonya, Çekoslovakya ve Almanya görevlileri İsviçre’nin Locarno şehrinde bir araya geldi. Çetin geçen görüşmelerin ardından 16 Ekimde Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Çekoslovakya ve Almanya arasında Locarno anlaşması imzalandı. Ana anlaşmaya ek olarak Almanya ile diğer devletler arasında ayrı ayrı güvenlik anlaşmaları imzalandı. Ayrıca anlaşmayla Almanya’ya Milletler Cemiyeti’nde bir temsilci bulundurma ve üyelik hakkı verilmesi taahhüt edildi. Bu taahhüt Eylül 1926’da yerine getirildi.
Bu, işçi hareketi karşısında zor durumdaki Almanya’ya uluslararası burjuvazi tarafından sunulan bir kurtarma operasyonuydu.
Özetlersek, 1924 yılına girildiğinde, Almanya’da ekonomik ve siyasal istikrarsızlık sürerken Avrupa’nın diğer ülkeleri, ekonomik ve politik olarak nispi bir istikrara kavuşmuş ve devrim zonunun dışına çıkmış görünüyordu.
Sovyet Rusya (1923- 1928)
NEP Bolşevik Parti’nin 1921’deki XI. Kongresinde onaylanmıştı. NEP uygulamasına geç geçilmesi nedeniyle 1921yılında tarımsal üretimde olumlu bir gelişme yaşanmadı, ama 1922’de tarımda büyük bir düzelme yaşandı. 1921’deki kıtlık aşıldı.
Bolşevik Parti’nin Lenin’in hastalığı nedeniyle katılmadığı ilk kongresi olan XII. Parti Kongresi, her şeyin yolunda gözüktüğü bir dönemde, Nisan 1923’te toplandı. Kongrede “Sanayi Üzerine Tezler”i Troçki sundu. Troçki’nin Kongre’de sunduğu tezler Parti’nin XI. Kongre kararlarının bir tekrarı gibiydi. NEP’in ekonomik ve politik sonuçlarını onaylayan tezler dikkatleri sanayide gelişme ve planlama üzerine çekiyordu. XII. Kongre tıpkı XI. Kongre gibi en sakin kongrelerden biriydi. Görünürde, NEP ve sanayinin durumu üzerinde -ken¬dini “İşçi Grubu” olarak adlandıran ve NEP’in açılımının, “pro¬letaryanın yeni sömürüsü” [“New Exploitation of the Proletariat”] olduğunu ifade eden ve kongre tarafından tasfiye edilen küçük bir grup dışında, ( H. Carr – Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi –sh-112 )- ciddi bir görüş ayrılığı yoktu. XII. Kongre’de tek ciddi sayılabilecek tartışmalar ulusal sorunun pratik çözümü üzerinde yaşandı. Kongre tartışmaların ardından ulusal sorunun çözümüyle ilgili tezleri onaylayarak SSCB’nin kurulması kararını aldı. SSCB’nin kuruluşu Ocak 1923’te toplanan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği 1. Kongresi’nde onaylandı; aynı kongrede yeni birliğin anayasasını oluşturmak için cumhuriyetlerin temsilcilerinden oluşan bir anayasa komisyonu kuruldu. Anayasa çalışmaları sırasında birçok öneri tartışıldı. Temmuz 1 923’te komisyondan geçen SSCB anayasası, Ocak 1924’te toplanan ikinci SSCB Sov¬yetleri Kongresince onaylandı.
.Kongreden kısa bir süre sonra Sovyetler Birliği bir finansal krizle yüz yüze geldi. Tarımsal üretimdeki düzelmeye karşın sanayi üretimi 1923 yılı ortalarından itibaren bozulmaya başladı. Meta ticaretinde kullanılan ruble hızla değer kaybetti. Sanayi ürün fiyatları aşırı ölçüde arttı. Sanayide eski fabrika sahipleri ve yöneticilerinin fabrika ve işyerlerinde yönetici görevlere getirilmesi, işçi sınıfı içinde, iç savaş sırasında Çarlık subaylarının orduda kullanılmasının Kızıl Ordu’da yol açtığı tepkiye benzer bir tepkiye yol açtı. İşçiler arasında “kızıl yöneticiler” olarak adlandırılan ve normal ücretlerin çok üstünde bir ücret ödenen bu yeni “uzmanlar” iş sürecini eski yöntemlerle, (baskı, kaba davranma vb.) yönetmeye başladılar. Bu aynı dönemde işsizlik de artmaya başladı. 1923’te işsiz sayısı 1 milyona ulaştı. Bu rakam köyden gelen vasıfsız işçiler dikkate alındığında çok daha fazlaydı. NEP uygulaması tarımsal alanda ve köylü ekonomisinde önemli bir düzelme sağlamıştı ama bu uygulamanın bedelini sanayideki gerilemeyle birlikte şimdi işçi sınıfı ödüyordu. İşçiler bu uygulamalar ve artan meta fiyatlarına grevle karşılık verdiler.
Rublenin değerinin düşmesi ve sanayi ürünlerindeki aşırı fiyat artışları, sanayi üretimiyle tarımsal üretim arasında var olması gereken dengenin iyice bozulmasına yol açtı. 1923 ortalarında sanayi ürünleri ile tarımsal ürünler arasındaki fiyat makası 3 kat gibi yüksek bir düzeye çıktı. Bütün bu gelişmeler sonucunda Lenin’in XI. Kongrede bir olasılık olarak sözünü ettiği kriz baş gösterdi. Kriz Bolşevik Parti’de X. Kongre kararlarıyla bir anlamda küllenen tartışma ve krizi yeniden su yüzüne çıkardı.
XI. Kongreden sonra kriz ihtimaline karşı önlemler alınmaya başlamıştı. 1921 sonbaharında para kontrolü ve kredi sistemini yeniden oluşturmak üzere bir devlet bankası kuruldu. XI. Kongre’de alınan Altın paraya geçme kararı 1922’de kısıtlı bir miktarda altına endeksli para basılmasıyla uygulamaya konuldu. Sanayi mallarının fiyatlarındaki hızlı yükselişin yol açtığı “makas krizi”ni çözmek için bir makas krizi komitesi oluşturuldu. Toptan ve perakende fiyatların denetimine geçildi, ücretler emek verimliliği artışına bağlandı, ağır sanayinin finansmanı ve Gosplanın güçlendirilmesi kararları alındı.
Bu ve benzeri önlemlerle Ekim 1923’e gelindiğinde, yani görünür hale gelmesinden birkaç ay sonra, krizin geriletilmesinde önemli bir yol alındı. Sanayi üretiminin desteklenmesi, atıl işletmelerin ekonomiye kazandırılmasıyla birlikte sanayi üretimi artmaya, sanayi meta fiyatlarının hızla düşmesiyle makas kapanmaya başladı. İşçi ücretlerinde bir iyileşme yaşandı. 1923’ün iyi hasadı da bu olumlu gelişmeyi destekledi. 1924’te sanayi ve tarımdaki bu büyüme, iyileşme trendi katlanarak sürdü. Bu alandaki tek sorun ağır sanayideki gelişmenin beklentilerin çok altında kalmasıydı.
Bütün bir önlemler Parti’nin Ocak 1924’teki XIII. Parti konferansında onaylandı. Mart 1924’de para reformu sonuçlandırıldı. Bu önlemler Mayıs 1924’te toplanan XIII. Parti Kongresi’nde yeni kararlarla desteklendi. Kongre’de ağır sanayinin geliştirilmesi için bir fon kurulması ve fiyat denetimlerini gerçekleştirmek için İç Ticaret Komiserliği kurulması kararı alındı. İçeride tarım ve sanayideki iyileşmeyle birlikte dış ticarette de bir canlanma yaşandı. Bütün bunlar iki temel koşula; NEP ve sanayideki gelişmeye, bağlı olarak gerçekleşmişti. Olumsuzluklar ise kırda Kulakların kentte ise özellikle perakende ticaret ve küçük işletme sahipleri “Nepman’ların giderek güçlenmesiydi ki sosyalist inşa ile piyasa ekonomisi arasındaki bu kim kimi mücadelesi bütün 20’li yıllar boyunca sürecekti.
Ekonomideki bu düzelmeye rağmen partideki kriz büyüyerek sürdü. Parti krizinin görünür hale gelmesi, MK eylül toplantısına hastalığı nedeniyle katılmayan Troçki’nin ekonomik krizin düzelmeye başladığı bir dönemde 8 Ekim’de MK’ya yazdığı bir mektupla başladı. Troçki mektubunda MK’nin ekonomiyle ilgili aldığı kararları eleştirdi. Makas Komitesi’ni kastederek fiyatların savaş komünizmi kararlarıyla denetim altına alınamayacağını ileri sürdü. Troçki’nin bu mektubunu 15 Ekimde Troçki’yi destekleyen ve muhalif parti kadrolarının açıkladığı 46’lar platformu bildirgesi izledi. 46’lar platformu Troçki’nin ekonomiye dair eleştirilerini partide demokrasinin olmadığı noktasına taşıdı. Ve bütün sorunları kapsayan açık tartışma yapılmasını talep etti. MK’nin bu yönde karar almasıyla başlayan tartışma süreci Ocak 1924’te düzenlenen konferansla sonuçlandı. Konferans muhalefetin konumunu reddetti. Ancak bu parti içi krizi dindirmeye yetmedi.
1924 yılı hasadı tatmin edici boyutlarda olmasına rağmen köylünün devlete sattığı tahıl miktarında önemli bir düşüş yaşandı. Küçük köylülerin dışında orta ve büyük köylülerin (kulaklar) ürününü belirlenen fiyatlarla devlete satmayıp stoklaması, tarımsal ürün fiyatlarında bir yükselişe yol açtı. Daha önce sanayi ürün fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle yaşanan fiyat makası bu kez tarımsal ürün fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle yaşandı. Yüksek fiyat ve buna bağlı olarak oluşan kara Pazar, kulaklar ve Nepman’ların daha da zenginleşmesine yol açtı. Bu durum partide NEP’in yol açtığı sonuçlarla birlikte yeni bir tartışmayı başlattı. Nisan 1925’te toplanan parti konferansında bu konu üzerinde yapılan tartışmalardan sonra orta köylüler ve kulaklar lehine yeni kararlar uygulamaya konuldu. Köylülerden alınan artan oranlı tarım vergisi azaltıldı. Tarımda ücretli emek kullanımı ve kiralama yoluyla toprağın işlenmesine izin verildi. Aynı dönemde sanayinin, özellikle hafif sanayinin gelişimi sürdü, atıl fabrika ve işletmelerin harekete geçirilmesiyle birlikte sanayide kapasite kullanımı % 85’e ulaştı. Ağır sanayi (metal sanayi) için 350 milyon rublelik üç yıllık bir yatırım planı yapıldı. Bu önlemler partinin Aralık 1925’de yapılan XIV. Kongresi’nde delegelerin büyük çoğunluğunun (559’a karşı 65) oyuyla onaylandı.
1926’da tarımsal üretim rekor düzeye erişti, ama 1924 ve 25’teki sorun yaşanmadı. Köylüler stok yapmadan ürünlerini piyasaya sürdü. Fiyatlarda bir istikrar sağlandı, Bu, Tarım Kredi Kooperatiflerinin alıcı olarak devreye girmesiyle sağlandı. Sanayideki iyileşmeye rağmen tarımdaki bu gelişmeler ne tarımsal üretimin sanayi karşısındaki üstünlüğünü ne stokçuluğa dayalı kara Pazar oluşumunu ne de kulakların zenginleşmesi sorunu ortadan kaldırmıyordu, tersine iplerin kulakların ve Nepman’lerin eline geçtiğini gösteriyordu. Tehdidin büyüklüğü de buradan kaynaklanıyordu.
Nitekim bir yıl sonra, 1924 ve 25’teki stokçuluk yeniden ileri boyutlara vardı. Ekim 1927’de Parti MK’si stokçuluğa karşı seferberlik çağrısında bulundu. Aralık’taki XV. Parti kongresi kulaklara karşı savaşın startını verdi. Stoklara el konulması cezası uygulamaya kondu, parti üyeleri stokçuluğu ortaya çıkarmak üzere tarım bölgelerine gönderildi. Bu önlemler küçük köylülere gönüllü kooperatifleşme çağrısıyla desteklendi. Parti içinde yeni bölünme ve kavgalara yol açan bu uygulama (NEP’in sonlandırılması) 1928 ve sonraki yıllarda şiddetlenerek sürdürüldü.
Kapitalizmin nispi istikrar kazandığı, dünya devriminin 1917’de başlayan birinci dalgasının geri çekildiği 1923-28 arasındaki tarihsel kesitte dünya proletaryası ve Bolşevik Parti’nin yaşadığı en büyük talihsizlik şüphesiz Lenin’in ölümcül hastalığıydı. Lenin, ilk kez 25 Mayıs 1922’de büyük bir felç geçirdi, haftalarca çalışamaz duruma düştü, Temmuzda yeniden çalışmaya başlasa da Aralık’ta yeni bir felç geçirdi, vasiyeti olarak bilinen metinleri dikte etmeye başladı. 9 Mart 1923’te geçirdiği üçüncü felçle konuşma yeteneğini de yitirdi. Ocak 1924’te öldü. Lenin’in hastalığı koşullarında devam eden parti krizi ölümünden sonra büyüyerek sürdü.
Bolşevik Parti kuruluşundan itibaren bir çok kez krizle karşı karşıya kaldı. Krizleri mücadele içinde güçlenerek, çelikleşerek, bolşevikleşerek aştı. Lenin’in ölümünden önce başlayan parti krizi sadece Bolşevik partiyi ve Sovyetler Birliği’ni etkileyen bir kriz olarak kalmadı, Lenin ve Bolşeviklerin önderlik ettiği Komünist Enternasyonal’i de etkisi altına aldı. Bütün bu tarih boyunca Bolşevik Parti’de yaşanan krizler ve bunların Komünist Enternasyonal’deki etkileri bir sonraki yazıda ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Sovyetler Birliği ve Kapitalist Dünya (1922-1928)
Cenova görüşmeleri ve Rapallo anlaşmasıyla Sovyet Rusya’nın Avrupa devletleriyle ilişkileri önemli bir aşama kaydetmişti. Cenova konferansının hiçbir sonuç yaratmadan sona ermesinden sonra, 26 Haziran 1922’de bu konferansın devamı niteliğindeki Lahey Konferansı başladı. Sovyet Rusya bu konferanstan da olumlu bir sonuç çıkmayacağını düşündüğünden olmalı ki, konferansa daha düşük profilli bir heyetle katıldı. Konferansı düzenleyen İngiltere, Fransa ve diğerleri, Cenova’nın sonuç almadan dağılmasına yol açan, el konulan özel mülkler, borçlar ve tazminatlar ile ilgili sorunları yeniden görüşmelerin ana maddesi olarak gündeme getirdiler. Bunlarla ilgili üç alt komite oluşturuldu. Böylece konferansın kaderi de belirlenmiş oldu. Sovyet heyeti, durumu kurtarabilmek için, geri adım atarak, kamulaştırılan yabancı mülkler, borçlar ve tazminatlar konusundaki istemlerin ancak Sovyet Rusya’ya devletler tarafından garanti edilen kredi açılması koşuluyla kabul edilebileceğini açıkladı. Fransa ve Belçika heyeti kayıtsız şartsız tazminat ödenmesi ve kamulaştırılan mülklerin sahiplerine geri verilmesi koşulunda diretince Sovyet heyeti, konferansın akamete uğramasını önlemek için, konferansa yeni bir öneri getirdi. Verilebilecek imtiyazlarla ilgili kerestecilik, madenler, şeker, petrol, elektrik vb. sanayileri kapsayan uzun bir liste sundu. Konferans boyunca imtiyazlar, özellikle petrolle ilgili imtiyazlar için emperyalist devletler arasında rekabet kızıştı. İngiltere’nin aksine Fransa, Belçika ve Amerika’nın girişimi ile kredi koşuluna bağlı her türlü imtiyaz reddedildi.20 Temmuz 1922’de konferans Cenova konferansının akıbetine uğradı.
Cenova ve Lahey konferansları Sovyet Rusya’nın dış politika etkinliğini daha da arttırdı. Avrupa’da silahlanma yarışının artması devletler arası güvensizliği büyütüyordu. Sovyet Rusya bu güvensizliğin giderilmesi için silahların sınırlandırılması teklifiyle; silahlanmada kısmi bir azalmaya gitme konusunu tartışmak üzere Estonya, Letonya, Polonya, Finlandiya ve Romanya’ya çağrıda bulundu. Konferans Aralık 1922’de Moskova’da toplandı. Romanya toplantıya katılmasını Besarabya’nın ilhakının S. Rusya tarafından kabul edilmesi koşuluna bağladı, kabul edilmeyince toplantıya katılmadı. Sovyet Rusya konferansta kara kuvvetlerinde indirime gidilmesi önerisini diğer ülkelerin de kabul etmesi durumunda Kızılordu’nun 800 binden 200 bine indirileceğini taahhüt etti. Polonya bunu reddedince konferans bir sonuç alınamadan dağıldı. Ancak bu, yine de S. Rusya’nın artan etkisine işaret ediyordu. Konferanstan hemen sonra toplanan Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi “tüm dünya uluslarına barış ve barış içinde çalışma iradesini beyan etti.
Sonuçsuz konferansların birbirini izlediği bu dönemde, ABD Estonya, Litvanya Letonya’nın bağımsızlıklarını tanıdı. Bir taraftan S. Rusya’yı tanımama tutumunu sürdürürken öte yandan da Sovyetlerden karşılıksız taviz koparmaya çabalıyordu. ABD, Petrol imtiyazlarından yararlanmak üzere Temmuz 1922’de Rusya’ya ekonomik imkanları araştırmak üzere teknik bir heyet gönderme önerisinde bulundu. Sovyet Rusya’nın, bunu ancak karşılıklılık ilkesi ile kabul edebileceğini bildirmesi üzerine ABD bu öneriyi geri çekti. Bütün bu dönem boyunca ABD Sovyet Rusya’yı tanımadığı gibi resmi bir ilişki de kurmadı. Sovyet altınının uluslararası geçerliliğini tanımadı, ABD bankalarının Sovyetlere kredi açmasını engelledi. Bu süre içinde bazı ABD’li iş insanlarının (bağımsız girişimiyle aldıkları iki imtiyaz hariç) ve entelektüellerinin uygulanan ambargoyu delmek için çabaları olumlu bir sonuç vermedi.
Lahey Konferansı’nın akamete uğramasıyla birlikte konferanslar süreci de sona erdi. Sovyet Rusya, sanayinin geliştirilmesi için ihtiyaç duyulan yakıt, hammadde ve kredi ihtiyaçlarını batının hiçbir yardımı olmadan, Batı’nın ambargosu altında çözmekle yüz yüze kaldı. Bu zor dönemeçte ve kısa vadede ne Avrupa, ne de doğudaki ulusal kurtuluş mücadelelerinden gelebilecek aktif bir destek de yoktu. İçe dönmek ve henüz nasıl olacağına dair bir teorik, ekonomik ve politik birikimin olmadığı bir yolda kendi olanaklarıyla yürümek zorunda kaldı. Bu koşullarda Tek ülkede sosyalizm 1917’de başlayan dünya devrimi birinci dalgasından geriye kalandı.
1923 yılı Sovyetler Birliği’nin Batı ile ilişkilerinin pek parlak olmadığı bir yıl oldu. İngiltere’de Lloyd George hükümeti düşmüştü. Yerine kurulan hükümette de dışişleri bakanlığı görevini sürdüren Curzon Sovyetler birliğine karşı daha agresif bir politika izledi. Mayıs 1923’te İngiliz dışişleri bakanı Curzon Sovyetler Birliği’ne karşı bir dizi protestoda bulundu. Protestolar 1921 İngiltere – Sovyet Rusya anlaşmasının sömürgelerde (Hindistan, Afganistan, İran vb.) İngiltere aleyhine propaganda yapılmayacağını ön gören maddesinin ihlal edildiğiyle ilgiliydi ve anlaşmanın fesih edileceği tehdidini içeriyordu. Sovyetler Birliği bu tehdide daha öncekinde olduğu gibi, Sovyet devletinin böyle bir faaliyeti olmadığı cevabını vererek geçiştirdi. Tehdit İngiltere Sovyetler Birliği ilişkilerinde beklendiği ölçüde ciddi bir kırılmaya yol açmadı.
1924’te iktidara gelen işçi hükümeti Sovyet Rusya ile 1921’deki anlaşmaya benzer yeni bir anlaşmaya imza attı. Anlaşmayla İngiltere, Sovyetler Birliğine önemli bir miktarda borç vermeyi taahhüt ediyordu. Ancak anlaşma Liberal Parti’nin hükümetten desteğini çekmesiyle kadük kaldı. İşçi Hükümetinin seçimleri kaybetmesi ve Muhafazakârların büyük bir seçim zaferi kazanarak iktidara gelmesinden sonra Sovyetler Birliği İngiltere ilişkileri yeniden bozuldu. Komintern başkanı Zinovyev’in Büyük Britanya Komünist Partisi’ (CPGB) yazdığı iddia edilen ve partinin ordu içinde faaliyet göstermesini öngören bir mektup, İngiliz basınına servis edildi. Bu provokasyonu anti Sovyet kampanya izledi. İngiliz hükümeti Sovyetler Birliğiyle var olan ilişki ve anlaşmaları fiilen askıya aldı. Bu durum bütün 1925 yılı boyunca sürdü.
1926’da SSCB İngiltere ilişkilerinde iki ülke sendikalarının yakınlaşmasıyla yeni bir ivme ve kırılma yaşandı. İngiltere sendikal hareketinde diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak SSCB’ye karşı geniş bir sempati vardı. 919’da Sovyet Rusya’dan elinizi çekin kampanyasında İngiliz sendikaları başı çekiyordu. İlişkilerin gergin olduğu 1925 yılında iki ülke arasında sendika işbirliğini güçlendirmek amacıyla SSCB – İngiliz sendika komitesi kuruldu. Başlangıçta uyum içerisinde çalışan bu komitede zamanla ilişkiler sertleşmeye başladı. Özellikle Büyük Britanya Komünist Partisi’nin etkinliğindeki örgütler ve Profintern’den gelen eleştirilerle uyum bozuldu. İngiliz sendikaları Genel Konseyi (TUC) içerisinde Sovyetlere desteğini sürdüren bir azınlıkla, buna karşı bir çoğunluk oluştu.
3 Mayıs 1926’da Maden federasyonuna bağlı 1,2 milyon madenci ücretlerin artırılması ve çalışma sürelerinin yeniden düzenlenmesi talebiyle greve çıktı. Grev ikinci gününde ulaşım ve ağır sanayi işçilerinin dayanışma greviyle genel greve dönüştü. Hükümet grevi, ‘parlamentoya meydan okuma, anarşi ve yıkım’ olarak nitelendirerek halkı greve karşı durmaya çağırdı. 12 Mayısta, TUC işçilerin ve Maden Federasyonu’nun iradesine karşın hükümetle uzlaşarak hiçbir hak elde etmeden grevi bitirdiğini açıkladı.
Madenciler grevi, Sovyet İngiliz sendikal komitesinin de sonu oldu. TUC çoğunluk yöneticileri tarafından ücret artışıyla sınırlı bir çıkış olarak görülen grev, azınlık sendika yöneticileri, Komintern, Profintern ve Sovyet sendikaları tarafından İngiltere’de devrimci bir başlangıç olarak görüldü. Sovyet sendikaları grevcilere maddi yardım önerisinde bulundu, TUS yöneticileri bu öneriyi hükümetin grevi bir başkaldırı olarak nitelemesine dayanak yaratacağı korkusuyla reddetti. TUC’un apar topar grevi bitirmesi, Komintern ve bağlı örgütler tarafında ihanet olarak nitelense de TUC yöneticileri İngiliz sendikal hareketindeki konumlarını sürdürmeye devam etti.
Greve Sovyet yardımı önerisi zaten kötü olan SSCB İngiltere ilişkilerinin daha da bozulmasına yol açtı. İngiltere’de anti Sovyet kampanya hızlandı. Kampanya Mayıs 1927’de Londra’daki Sovyet Ticaret Misyonu bürolarının basılmasıyla en tepe noktaya vardı. 24 Mayıs’ta İngiltere Sovyetler Birliği ile ilişki ve ticari anlaşmalarını feshettiğini açıkladı. unu Eylül1927’de TUS’un İngiliz Sovyet sendika komitesini feshetmesi izledi.
Sovyet – İngiliz sendika komitesinin bu kısa tarihi, 1926 grevi sonrasında SBKP içindeki çatışmanın önemli konularından birini oluşturdu.
1923-27 yılları arasında Sovyet Rusya’nın batı ile ilişkilerinin kısmen istikrarlı olduğu tek ülke Almanya’ydı. Rapallo anlaşmasını imzaladığı Nisan 1922’den sonra iki ülke arasındaki ilişkiler hızla gelişti. Cenova ve Lahey süreçleri Fransa ve İngiltere ile S. Rusya arasındaki ilişkileri gererken, Almanya ilişkilerinin gelişmesini kolaylaştırıyordu. Gelişen ilişkiler bir yandan iki tarafa istediğini verirken, öte yandan Almanya’nın elinde Batı ile ilişkilerini geliştirmede bir koz işlevi görüyordu. İlişkiler ekonomiden askeri alanları kapsayarak gelişti. “Sovyet Rusya’nın Almanya’ya İhracatı“1921 yılında 922,9 milyon ruble iken, 1922’de 1181,7 mil-yona, ithalat da 88,5 milyondan 357,4 milyona çıktı.” (B. D. III-404)
“Berlin’de 29 Temmuz 1922’de büyük bir gizlilik içinde, bilindiği kadarıyla ilk genel anlaşma imzalandı: Anlaşmanın metni gün ışığına çıkmış değildir. Alman hava subayları¬nın eğitim amacıyla Rusya’ya gönderilmesi işi fabrikaların kurulmasın¬dan önce başlamış gibi görünüyor. …Sovyet Hükümeti ile Junkers arasında ya¬pılan bir sözleşme ile Moskova yakınlarındaki Fili’deki bir fabrikada uçak ve uçak motoru imal edilmesi sağlandı. Burada ve başka yerlerde hem Alman hem de Sovyet personel için Alman havacılık okulları kurul¬du. Krupps’ta çalışan Alman teknisyenlerinin yönetiminde, Urallar’da, Tula’da, Petrograd’daki eski Putilov tesislerinde ve Schlüsselberg’de mer¬mi imal ediliyordu: Bu tesislerde üretilen mermilerin bir kısmı Kızıl Or¬du’ya gidiyor, bir kısmı da Reichswehr için Almanya’ya ihraç ediliyordu. Anlaşıldığı kadarıyla yine Krupps tarafından Kazan’da Almanlara ve Ruslara tank imalatı eğitimi verilen tesislerle birlikte bir tank fabrikası kuruldu.” (age. 406)
Dawes planı, Locarno anlaşması ve Almanya’nın Milletler Cemiyetine alınması taahhüdü S. Rusya’yı endişelendiren gelişmelerdi. Ancak bu gelişmelerin etkisi sınırlı oldu. Sovyet Rusya ile yapılan anlaşmaların Almanya’ya sağladığı avantajlar, silah üretimi, askeri personelin yetiştirilmesi vb. Dawes ve Locarno anlaşmalarından elde edilenden daha önemliydi. Ayrıca Polonya’ya karşı duyulan güvensizlik ilişkilerin gelişmesini destekleyen bir başka etkendi.
Nitekim Locarno görüşmelerinin devam ettiği sırada Almanya ile Sovyetler Birliği arasında Berlin’de yeni bir ticaret anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Sovyetler Birliği Alman bankalarından önemli miktarda bir kredi sağladı.
Ayrıca, Nisan 1926’te S. Rusya Almanya ile taraflardan birine yönelik ekonomik ve askeri girişimlere ve saldırılara diğer tarafın katılmamasını öngören bir anlaşma imzaladı. ( benzer bir anlaşma Aralık 1925’te Türkiye ile imzalanmıştı.) Kısaca Almanya, kuşatma altındaki Sovyetler Birliğinin Avrupa’da ilişkilerinin sürdüğü tek ülkeydi.
Sovyet Rusya’nın Doğu’daki ülkelerle ilişkileri ya hiç yoktu, ya da düşük bir ölçekteydi. Ortadoğu’da Türkiye İran ve Afganistan’da olan ilişkiler daha çok bu ülkelerle ticaretin geliştirilmesine ve emperyalist devletlerin özellikle de İngiltere’nin etkisini dengelemeye ve bu ülkeleri bir tarafsızlık çizgisinde tutmaya yönelikti. Ortadoğu’daki diğer ülkeler, Mısır, Lübnan, Suriye ve Arabistan vb.) ve Hindistan İngiliz ve Fransız sömürgesiydiler.
Doğunun en gelişmiş ülkesi olan Japonya’yla S. Rusya arasındaki ilişkiler Japonya’nın katı anti Sovyet, Anti komünist tutumu ve korkuları, nedeniyle gelişmedi. Japonya 1922’de Doğu Sibirya’dan çekildi. Geride kalan, Kuzey Sahalin, Güney Mançurya demiryolu vb. sorunlardı. Japonya Ocak 1925’te Kuzey Sahalin’i boşaltarak Sovyetler Birliği’ni tanıdı. İki ülke arasında ilişkiler belirli bir düzeyin ötesine geçmedi.
Doğunun en büyük ülkesi yarı sömürgesi Çin’e gelince, Çin’in Kuzey ve Güney hükümetleriyle ilişkiler farklı perspektiflerle sürdürdü. Joffe doğu misyonuyla Pekin’e gönderildiğinde Pekin hükümeti ve Kanton’da hükümet kuran ve ardından kovulan Sun Yat-sen’le Şanghay’da görüştü. Görüşme sonrasında Çin’in birleştirilmesi ve bağımsızlığı için yürütülen mücadeleye Sovyet Rusya’nın desteğini içeren bir deklarasyon imzalandı. Bu görüşmeden kısa bir süre sonra Sun Yat-sen yeniden Kanton’daki hükümetin başına geçince imzalanan deklarasyon işlevsel hale geldi. 1923’te Sun Yat-sen yardımcısı Çan Kay-şek’i askeri yardım almak için Moskova’ya gönderdi. Çan Kay Şek Moskova’da Komintern görevlileri tarafından coşkuyla karşılandı. Çan Kay Şek askeri yardım ve danışmanlarla Kantona döndü ve Borodin, Sovyetler Birliğinin temsilcisi olarak Sun Yat-sen’e danışmanlık yapmak üzere Kanton’a gönderildi. Borodin Çin Komünist Partisi üyelerinin de katıldığı Kuomintang’i organize etme görevini üstlendi. Mart 1925’de Sun Yat-sen’in ölümünden sonra Çan Kay-şek’in Kuomintang içindeki konumu güçlendi. Temmuz 1926 Kuzeye yürüyüş ve elde edilen zaferler, Çan Kay-şek’in Kuomintang içindeki gücünü pekiştirdi. Kuomintang içinde ayrışma kaçınılmaz oldu. Çan Kay-şek Sovyet etkisinden koparak İngiltere’yle ilişkiye geçti. İşçilere, köylülere ve komünistlere karşı bir saldırı kampanyası başlatıldı.
Sovyetler Birliği Çan Kay-şek’in saf değiştirmesinden sonra Kuomintang içindeki “sol” kanadı destekledi, ancak bu destek de önceki gibi, işçi, köylü ve komünistlerin ezilmesiyle sonuçlandı.
Sovyet Rusya Kuomintag’la girift bir ilişki içine girerken, Pekin hükümetiyle de ilişkileri geliştirmeye özen gösterdi. Ağustos 1923’te Karahan Pekin’e gitti. Çin Sovyet ilişkilerini başlatan anlaşma Mayıs 1924’te imzalandı. Sovyetler, Çarlık Rusya’sının Çin’de sahip olduğu eski ayrıcalıkların hepsini reddetti. Çin’le Sovyetler Birliği arasındaki iki önemli sorundan biri olan Doğu demir yolu sorunu, beş Çinli, beş Sovyet temsilcisinden oluşan ve başkanını Sovyetler Birliği’nin atadığı bir komisyon kurularak çözüldü, ikinci sorun olan, Moğolistan ‘dan Sovyet askerlerinin çekilmesi ileri bir tarihe bırakıldı.
1927 Sovyetlerin Çin’deki faaliyetlerinin hüsranla sonuçlandığı yıl oldu. Önce Pekin hüküme¬ti Sovyet Büyükelçiliğini bastı, Sovyet diplomatlar tutuklandı, Çinli görevliler idam edildi. El konulan belgeler manipüle edilerek emperyalist devletlere servis edildi. Ardından Borodin ve Kuomintang’ın “sağ” ve “sol” kanadında görevli Sovyet danışmanlar geri gönderildi.
Komünist Enternasyonal (1923-1928)
1921-27 yılları arasında kapitalizmin kazandığı kısmı istikrar dünya komünist ve işçi hareketinde bir gerilemede ifadesini buldu. Komünist hareket gerilerken, sosyal demokrat hareket yeniden toparlanarak yükselmeye başladı. II. Enternasyonal’e bağlı partilerin üye sayıları 6,5 milyona, Amsterdam Enternasyonali’ne bağlı sendikaların üye sayıları da 17,5 milyona ulaştı. Avrupa’da birçok ülkede sosyal demokratlar ya tek başına ya da koalisyon ortağı olarak hükümetlerde yer aldılar.
Bu kısmi istikrara rağmen özellikle ekonomik içerikli işçi eylemleri ve grevler sürüyordu. Temmuz 1924’te İtalya’da yüz binlerce işçinin katıldığı grevler, Fransa’da sömürge siyasetini protesto eden gösteriler, Fas, Suriye, Endonezya, Çin, Latin Amerika ve Afrika’da sömürgeciliğe karşı eylemler düzenlendi.
Bu somut durumdan hareketle Komintern IV. Kongre’si uluslararası durumu, işçi hareketindeki gerileme ve kapitalizmin kısmi bir istikrar kazanmış olmasına rağmen, her an devrimci bir başkaldırıya yol açacak “devrimci bir durum” olarak nitelendirdi. 1923 yılı başında uluslararası durumda meydana gelen iki önemli olay Almanya’nın Ruhr bölgesinin Fransızlar tarafından işgali ve Aralık 1922’de İtalya’da Mussolini’nin iktidara gelmesiydi. Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi, her iki olayı protesto etmek için İkinci, İkibuçukuncu ve Amsterdam Enternasyonal’lerine sonu gelmeyen çağrılarından birini daha yaptı. Çağrı her üç Enternasyonal tarafından reddedildi.
Ocak 1923’te Essen’de İngiltere, Belçika, Almanya, İtalya, Hollanda, Fransa, Çekoslovakya, komünist partileri ile Fransa devrimci sendikaları, Profintern ve Komünist Gençlik Enternasyonali temsilcilerinin katıldığı bir konferans düzenlendi. Konferans, Avrupa işçilerine ve emekçilerine Ruhr’un işgali nedeniyle güncellenen savaş tehlikesine ve faşizme karşı mücadele çağrısı yaptı.
Komintern seksiyonlarının Ruhr’un işgaline karşı mücadele çağrıları devam etti. Mart 1923’te KEYK’nin girişimiyle Frankfurt işçi temsilcileri komitesi Ruhr’un işgaline karşı bir kampanya örgütlemek üzere tüm işçi örgütlerine uluslararası bir konferans çağrısı yaptı, Çağrı beklenildiği gibi İkinci ve Amsterdam Enternasyonalleri tarafından yine reddedildi. Konferans 17-20 Mart tarihleri arasında Avrupa komünist partileri, Profintern ve Komünist Gençlik Enternasyonali temsilcilerinin katılımıyla Frankfurt’ta toplandı. Konferans’ta Zetkin başkanlığında Faşizme ve Savaşa Karşı Uluslararası Eylem Komitesi kuruldu, İşgale ve savaşa karşı birleşik bir cephe kurulması için kampanya düzenlenmesi kararlaştırıldı. Aynı tarihlerde Ruhr’un işgaline karşı ortak eylem yapmayı reddeden İkinci ve İkibuçukuncu Enternasyonaller Frankfurt’ta yaptıkları kongreyle Sosyalist İşçi Enternasyonali adı altında birleşti.
KEYK, Frankfurt Konferansında alınan eylem kararı gereğince tüm seksiyonlarına bir genelge göndererek1 Mayısın yığınsal kutlanılması çağrısını yaptı. 1923 1 Mayısı dünyanın bir çok ülkesinde yığınsal olarak kutlandı. Berlin’de kutlamalara beşyüz bin işçi katıldı. İtalya, İspanya, Letonya, Japonya ve birçok ülkede işçiler polisle çatıştı.
KEYK Hindistan’da sömürgeci egemenliğin katliamlarıyla ilgili olarak da dünya proletaryasına bir çağrıda bulundu. Hindistan’da 1914’ten beri sömürge egemenliğine karşı çeşitli isyanlar gerçekleşti. Sömürge yönetimi bu isyanları her seferinde vahşetle bastırdı, tutuklamalar sürgünler, idamlar birbirini izledi. 13 Mart 1923’te baskılar ve yoksulluğa karşı mücadele kitlesel bir gösteriye dönüştü. Milliyetçi liderlerin denetimindeki üç binden fazla insanın katıldığı gösteriye sömürge polisinin ateş açmasından sonra olaylar barışçı rotadan çıkarak ayaklanmaya dönüştü. Ayaklanma kanla bastırıldı, tutuklananların birçoğu cinayet ve kundakçılık suçlamasıyla mahkemeye sevk edildi. 172 kişi ölüm cezasına çarptırıldı. Komintern Mart 1923’te bir bildiri yayınlayarak, dünya proletaryasını sömürgeciliğe karşı mücadele eden Hindistan halkı ile dayanışmaya çağırdı.
1923 yılında KEYK’nin dikkatinin odağındaki en önemli konulardan biri de KPD’nin durumuydu. Ekim 1923 yenilgisinin ardından KPD içinde büyüyen kriz partiyi bir bölünmenin içine sürükledi. Kasım 1922 seçimlerinde KPD önemli bir başarı elde etti. (98 sandalyeli Saksonya meclisinde Sol sosyal demokratlar 40, KPD 10 sandalye elde etti ) KPD seçim sonrasında Saksonya ve Thüringen’de sol sosyal demokrat hükümetleri, sosyal reformlar, üretimin fabrika komiteleri tarafından kontrolü, Proleter Yüzlerin desteklenmesi, faşist örgütlerin kapatılması vb. taleplerle destekleyebileceğini açıkladı. KPD ’nin bu tutumu KEYK tarafından da desteklendi.
. KPD’nin sol sosyal demokratlara verdiği bu destek parti içindeki krizi daha da büyüttü. KPD’nin 8. Kongresi iç krizin büyüdüğü bu koşullarda, Ocak 1923’te Leipzig de toplandı. Kongrede Komintern’i Radek temsil etti. Kongre’de sağ ve sol kanatlar arasında yaşanan tartışmalar partinin bölünmenin eşiğinde olduğunu teyit etti. Krizi büyüten tartışmanın temelinde birleşik işçi cephesi, işçi hükümeti ve sosyal demokrat partilere karşı alınacak tutum vardı. Sağ kanat olarak nitelenen Brandler grubu Komintern’in 3. ve 4. Kongrelerinde kararlaştırılan aşağıdan ve yukarıdan cepheyi savunurken, Fischer, ve Maslow’un temsil ettiği sol kanat sadece aşağıdan cepheyi savundu. Bu tartışmanın temelinde sosyal demokratlara karşı izlenecek tutum vardı. Sağ, birleşik cephe için sol sosyal demokratlarla ilişkiyi savunurken “sol’lar bunu tasfiyecilik olarak nitelendirdiler. Tartışmalı diğer bir konu olan işçi hükümeti sorununda Brandler grubu Komintern 4. Kongresinde alınan karara (işçi hükümeti proletarya diktatörlüğüne geçişin bir aracıdır belirlemesi.) bağlı kalırken “sol” proletarya diktatörlüğü dışında bir işçi hükümetinin Marksizm’in devlet teorisinin revizyonu olduğunu ileri sürerek “sağ’cıları revizyonist olmakla suçladı. Kongrede “sağ” kanadın taktikleri 59’a karşı 118 oyla kabul edildi. Radek’in müdahalesiyle “sol” kanattan üç üye yeni MK’ya dahil edildi. Parti krizi kongreden sonra da basına yansıyan tartışmalarla devam etti. Bu kez tartışmalara Ruhr’un işgaline karşı nasıl bir tepki gösterilmesi gerektiğine dair farklı yaklaşımlar da eklendi. Militan eylemi savunan “Sol” MK’yı pasiflikle suçladı.
KPD parti içinde derinleşen krizi çözmek için parti konferansını toplama kararı aldı. Nisan 1924’te toplanan Konferansta ortak bir platform oluşturuldu. KEYK parti içi sorunu çözüme bağlamak amacıyla her iki tarafın temsilcilerini Moskova’ya çağırdı. Brandler, Botscher “sağ”, Fischer, Maslow, Thaelmann “sol” kanadın temsilcileriyle Moskova’da yapılan toplantıya Komintern’i temsilen Zinovyev, Buharin ve Radek katıldı. Toplantı sonunda Saksonya’daki sosyal demokrat hükümeti destekleme kararı, oportünist olduğu gerekçesiyle reddedildi, “sol’un tasfiyecilik suçlaması da kabul edilemez olarak nitelendirildi. Ruhr sorunuyla ilgili olarak mevcut durumda maceracı bir eylemde bulunmama kararı alındı. Stalin Zinovyev ve Buharin’e konuyla ilgili yazdığı mektupta, KPD’nin zamansız bir eyleme girişme konusunda teşvik edilmemesi gerektiğini yazdı. Bu Stalin’in Komintern ile ilgili bir konuda yaptığı ilk müdahaleydi. Toplantı sonunda parti birliğini sağlama adına Fischer ve Thaelmann dahil, “sol”dan dört kişinin MK’ya dahil edilmesine karar verildi. Böylece Komintern temsilcilerinin izlediği orta yolcu politikayla geçici de olsa partideki bölünme engellenmiş oldu. Bu kararlar KPD MK’sinin Mayısta toplantısında onaylandı.
Bu toplantıdan sonra KEYK KPD’ye bileşik cephe, işçi hükümeti ve parti birliğini koruma konusunda bazı önerilerde bulundu. Saksonya’da birleşik cephe taktiklerinin doğru uygulanmasıyla, KPD’nin, sosyal demokrat işçi kitlelerini ikna etmede önemli bir yol kat ettiği, ancak işçi hükümeti sorununun yerel olarak çözülemeyeceği gerçeğini atladığı ve bunun ülke genelinde bir işçi hükümeti faaliyetini tehlikeye düşürebileceği vurgulandı. Partideki krizin aşılması için Berlin örgütünün tartışma için özel bir yayın organı çıkarılması talebinin geri çekilmesi gerektiği, bunun yerine Rothe Fahne’de ayda iki kez bir tartışma eki çıkarılmasını, ve muhaliflerin bu ekte yazılarının yayınlamasına MK’nin izin vermesini, Sol’un denetimindeki Berlin ve Hamburg örgütlerinin partinin diğer bölgelerdeki faaliyetlerine müdahale etmemesi gerektiği uyarılarında bulundu. Ancak tüm bunlar KPD içindeki fırtınayı dindirmeye yetmedi. Birleşik cephe ve işçi hükümeti sendikalarda çalışma vb. konularda farklı eğilimler sadece KPD’de değil Komintern’in diğer seksiyonlarında da ( İtalya, Çekoslovakya, Fransa vb. ) mevcuttu. KEYK Komintern’in IV. Kongresi’nden sonra en çok bu sorunlarla uğraştı. II. Kongre’den itibaren sürekli bu sorunlarla karşı karşıya kalması, Komintern’de taktik bir birliğin oluşamadığının en açık kanıtlarıydı. Bu sorunlar etrafında büyüyen tartışmalar ve bunun yol açtığı bölünmeler Komintern tarihi boyunca varlığını hep korudu.
Komintern’in III. Genişletilmiş Yürütme Kurulu Toplantısı (3. Plenum) 12-23 Haziran tarihleri arasında Moskova’da toplandı. Toplantıda 27 ülke 75 delege ile temsil edildi. Ayrıca plenum’a İtalyan Sosyalist Partisi’nin birlikçi kanadının temsilcileri ve ABD ve Kanada İşçi Partileri gözlemci sıfatıyla katıldı. Plenum’da KEYK’nin Aralık 1922’den Mayıs 1923’e kadar olan dönemdeki faaliyetlerini ele alındı. Plenumda’da Komintern’in programı, II. ve İkibuçukuncu Enternasyonallerin Sosyalist İşçi Enternasyonali adı altında birleşmesi, İngiltere’nin S. Rusya’ya verdiği ültimatomlar, komünistlerin din karşısındaki tutumu, Faşizmin ilerleyişi, Bulgaristan’daki darbe, Ruhr’un işgali, 4.kongrede kabul edilen yeni Komintern yapılanmasının pratik uygulanmaları ve tek tek komünist partilerin faaliyetleri üzerinde duruldu ve bazı komünist partilerin durumu ele alınıp tartışıldı.
Plenumda Ruhr’un Fransızlar tarafından işgali ve S. Rusya – İngiltere anlaşmazlığı gündemin ön sırasındaydı. 5 Temmuz 1923’te İngiltere Dışişleri bakanı Curzon S. Rusya’ya 1921 Sovyet- İngiliz antlaşmasının 2. maddesinin (Komintern’in Hindistan’daki faaliyetleri kastedilerek) ihlal edildiğini ileri sürerek ilişkilerin kesileceği tehdidini içeren bir nota verdi. Bu İngiltere’nin aynı konuda S. Rusya’ya verdiği ikinci notaydı. Plenum’da söz alan konuşmacılar S. Rusya’ya karşı yeni bir saldırının başlangıcı olan bu tehdidin nedenini Sovyet devriminin Doğu’da artan etkisine dayandırdı.
Bulgaristan’daki darbeyle ilgili olarak, Bulgar Komünist Partisi’nin (BKP) aldığı tarafsızlık kararı, birleşik cephe ve işçi köylü iktidarını gerçekleştirmek için çaba sarf etmemesi eleştirildi.
Plenumda ele alınan konulardan bir diğeri birleşik işçi cephesi ve bunun kaçılmaz olarak devamı olduğu ileri sürülen işçi hükümetiydi. Plenum her iki konuda da bir yeniliğe imza attı. Birleşik işçi cephesi, işçi-köylü cephesi olarak, işçi hükümeti de işçi-köylü hükümeti olarak yeniden formüle edildi. Bu formülasyonun bir gereği olarak Komintern bünyesinde Uluslararası Köylü Konseyi (Köylü Enternasyonali-Krestintern) kurulmasına karar verildi. Temmuz 1923’te ECCI, bölümleri köylü partilerinin kurulmasını teşvik etmeye ve bunlar içinde güçlü komünist fraksiyonlar örgütlemeye çağırdı. Çağrıda, Bulgar örneğinden hareketle, bu tür partilerin kendiliğinden ortaya çıkmaya başladığı ve burjuvazi tarafından kullanıldığı belirtildi. Bunu engellemek için, özellikle köylü nüfusun yoğun olduğu ülkelerdeki tüm seksiyonlara, köylü yada küçük burjuva partilerin kurulmasında yer almaları bildirildi. Koylü Enternasyonal’i, Krestintern Ekim 1923’te düzenlenen Köylü Konferansı’yla fiilen kuruldu. Krestintern’in faaliyetlerini yürütmek üzere, RSFSR Başkanı AP Smirnov, Polonya KP’sinden Dombal, Ho Chi Minh ve Katayama’dan oluşan bir konsey kuruldu. Tüm Ülkelerin işçi ve Köylüleri Birleşin sloganı, bu enternasyonalin sloganı olarak belirlendi. Faaliyetlerinden başarılı sonuçlar alınamayan Krestinten 1930’da feshedildi.
Üçüncü Plenum’da ele alınan konulardan bir diğeri de sendikalar sorunuydu. Mayıs 1923’te Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ITS) Profintern’e (RILU) katıldı. Bu gelişmeyle RILU Uluslararası Sendikalar Federasyonu (IFTU yada Amsterdam Enternasyonali) sol kanadıyla birleşmeye hazır olduğunu açıklasa da bu alanda herhangi bir gelişme sağlanamadı. KEYK’nın daha önceki açıklamalarında olduğu gibi bu Plenum’da sendikal hareketin birliğinin fabrikalardan geçtiği, fabrika komitelerin birlik için en uygun organ olduğunu, ancak fabrikalara yapılan bu vurgunun fabrika komitelerinin sendikaların yerine geçirilmesi olarak algılanmaması gerektiği belirtildi. Komünist partilerden, işçi sınıfını Profintern bayrağı altında birleştirmek için her türlü çabayı göstermesi istendi.
Üçüncü plenum’da ayrıca faşizme karşı mücadele ve Çin sorunu görüşüldü. Bu iki konu yazının gelecek bölümlerinde ayrı başlıklar altında ele alınacaktır.
Komintern açısından 1923 yılının en büyük gelişmeleri şüphesiz Bulgaristan, Polonya, ve Almanya’da yaşandı. Bulgaristan’da 9 Haziran 1923’te iktidardaki Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği’ne (BHÇB) karşı, Çarın ve ordunun örgütlediği bir darbe gerçekleşti. 1900’de kurulan BHÇB Bulgaristan’daki köylülüğün tümünü (yoksul, küçük, orta, zengin ve büyük toprak sahipleri) temsil ettiğini ileri süren bir küçük burjuva köylü partisiydi. Bulgaristan’da köy ve kent olmak üzere iki sınıfın olduğunu, buradan kalkarak yönetimin köylülüğün elinde olması gerektiğini savunuyordu. Bu ideolojik bakışla sadece burjuvaziyi değil işçi sınıfını de karşı cephede görüyordu. Bulgaristan’da kapitalizmin gelişmesi, köylülüğün ayrışması ve kent burjuvazisinin güçlenmesine paralel olarak BHÇB de değişime uğrayarak kent ve kır burjuvazisinin partisi haline geldi.
Bulgar Sosyal Demokrat (İşçi) Partisi 1891’de kurulan, 1901 kongresinde dar ve genişler olarak ayrışan ve Mayıs 1919’da ismini komünist parti olarak değiştiren Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) savaş sonrası dönemde BHÇB’den sonra Bulgaristan’ın en etkili partisiydi.
Bulgaristan savaşın mağlup devletleri arasındaydı ve savaş sonrasında tıpkı Almanya gibi Bulgaristan da galip devletlerin vesayeti altına alınmıştı. Ordusu silahsızlandırıldı, savaş tazminatı ödemeye mahkum edildi.
Yenilgi ve savaşın yol açtığı acıları iyi değerlendiren BHÇB Ağustos 1919 seçimlerinden en fazla oyu alarak çıktı ve Narodnik ve Liberal partilerle birlikte hükümet kurdu. 1920 seçiminde ise tek başına iktidar oldu. Seçim zaferiyle birlikte İtilaf devletlerinin desteğini arkasına alan BHÇB Bulgaristan Komünist Partisi’ni baş düşman ilan etti. KP’ye karşı sert önlemlere başvurdu. Haziran darbesi bu anti komünist histeri ortamında gerçekleşti.
Bulgaristan’ın bir çok bölgesinde darbeye karşı ayaklanmalar başladı. BHÇB önderi Aleksandr Stomboliski Pazarcık ilçesinde darbeye karşı direnişe önderlik ederken öldürüldü. BKP Pleven Parti örgütü darbeye karşı ayaklanma başlattı. Ayaklanma Partiden gelen emirle durduruldu. BKP darbeyi şehir ve kır burjuvazisi arasında bir savaş olarak değerlendirerek tarafsızlığını ilan etti. Bu koşullarda darbe kendiliğinden ayaklanmaları ezerek başarıya ulaştı.
BKP’nin darbe karşısındaki bu tavrı KEYK tarafından Kornilov darbesi sırasında Bolşeviklerin tavrı hatırlatılarak eleştirildi. Partide bir bölünmeye yol açacağı ve II. Enternasyonal tarafından kullanılacağı düşünülerek eleştiri mümkün olduğu kadar hafifletildi.
KEYK, 5 Temmuz 1924’te yayınladığı bildiride BKP’nin tarafsızlık hatasından ders çıkarması gerektiğini açıkladı. Balkan devletleri (Romanya, Yunanistan, Yugoslavya, Makedonya ) işçi ve köylülerini, Bulgar işçi ve köylüleriyle dayanışmaya çağırdı. Avrupa işçi sınıfını da dayanışmaya çağıran bildiride, Balkan devletlerinin kurtuluşunun ancak Balkan İşçi Köylü Federasyon’larıyla gerçekleşebileceği vurgulandı.
Komintern’in eleştirilerine dayanak olarak gösterdiği 1917 tek örnek tek değildi, Komintern tarihinde de benzer bir durum yaşanmıştı. Mart 1920’de Kapp darbesi yaşandığında Alman Komünist Partisi de BKP’nin tavrına benzer bir tutum takınmış, darbeyi iki burjuva partisi arasında bir vuruşma olarak niteleyerek tarafsızlık açıklamıştı. Bu olgu komünist partilerin, bırakalım Bolşeviklerin tarihinden, üyesi oldukları Komintern tarihinden de bir şey öğrenemediklerini gösteriyor. Lenin Komintern’in IV Kongresi’nde yaptığı konuşmada, komünist parti yöneticilerini kastederek, “okumuyorlar, okuduklarını anlamıyorlar” demişti. BKP’nin bu tutumu, Lenin’i doğrulamakla kalmıyor, Bolşevikleşme kararının alındığı Komintern’in II. Kongre’den bu yana, aradan geçen dört yıla rağmen Bolşevikleşmenin gerçekleşmediğini de kanıtlıyordu.
Komintern’in eleştirisine rağmen BKP eski tutumunu (tarafsızlık) savunmayı sürdürdü. Darbeden kısa bir süre sonra toplanan parti konferansı 2’ye karşı 42 oyla tarafsızlık politikasını onayladı. KEYK, BKP’nin tavrını değiştirmek üzere Karalov’u Bulgaristan’a gönderdi. Ağustos 1923’te, Komintern’in müdahalesiyle parti MK’de değişiklikler yapılarak partinin “doğru” çizgiye gelmesi sağlandı.
Darbenin gerçekleşmesi, devrimci örgütlerin dağıtılmasının ardından BKP darbeye karşı bir ayaklanma başlatma kararı aldı. Ayaklanmanın hedefi, darbeci hükümetin devrilmesi ve bir işçi köylü iktidarının kurulması olarak belirlendi. BKP’nin bu kararının SBKP ve KEYK tarafından da desteklendiği anlaşılıyor. BKP ayaklanmanın ilk adımı olarak Bulgaristan’daki tüm muhalif partilere birleşik cephe çağrısı yaptı. BHÇB’nin sol kanadı dışında çağrıya olumlu cevap veren olmadı.
Ayaklanma Ekim ayı sonları için planlanmıştı, ancak plan açığa çıkınca hükümet Eylül’de BKP’ye karşı bir cadı avı başlattı. Yaklaşık 2.000 komünist tutuklandı, parti gazeteleri ve büroları kapatıldı. Merkez komitesi, ayaklanmanın hâlâ mümkün olup olmadığına karar vermek için yaptığı toplantıda ayaklanma tarihini öne çekilerek 23 Ekim olarak belirlendi. Ayaklanmayı yönetecek içinde Kolarov ve Dimitrov’un bulunduğu bir devrimci komite kuruldu.
23 Ekim’de ayaklanma başlatıldı. Ayaklanma kararı bir çok zaafı kendi içinde barındırıyordu. Ayaklanma çağrısı BHÇB sol kanadı dışında hiçbir parti tarafından desteklenmedi. BHÇB sol kanadının ne ölçüde örgütlü ve etkin olduğu, iki örgüt arasındaki ilişki ve etkileşimin ne ölçüde sağlandığı ayrı bir sorundu. Ayrıca büyük kentler ve başkentte gücün dağınıklık ve zayıflığı başka bir gerçekti. Devrimci komite ayaklanmayı Yugoslavya sınırına yakın bir köyden yönetmeye çalıştı. Ayaklanmanın başlamasıyla birlikte, kitle desteğinin ve teknik hazırlığın yokluğu da belirginleşti. Bu koşullarda, örgütlü bir sınıfa, bu sınıfın devrimci atılımının ve düşman saflarında kararsızlığın en yüksek olduğu bir ana dayanmayan ayaklanmanın yenilgisi kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Ayaklanma ciddi bir etki gösteremeden bastırıldı. Hükümet gerekli önlemleri aldığı için büyük kentlerde ayaklanmaya katılım olmadı. Ayaklanma birkaç küçük kasabayla sınırlı kaldı ve kolayca ezildi. Yenilginin ardından BKP karargahını Viyana’ya taşıdı.
Başarısız ayaklanmaya rağmen Kasım 1923 seçimlerinde sekiz BKP adayı Köylü bloğundan seçilerek parlamentoya girdi. Bu BKP’nin azalsa da hala belirli bir kitle desteğine sahip olduğunu gösteriyordu. Ancak partideki durum hiç de iç açıcı değildi. Başarısız ayaklanma parti içindeki çatışmayı daha da büyüttü. Parlamentoda BKP’yi temsil eden sekiz vekilden biri olan Sakarov, kendilerini ayaklanmaya Rusya tarafından yönlendirilen Kolarov ve Dimitrov’un zorlandığını açıkladı. Diğer vekiller legal mücadele yolunu tuttular ve partiden kovuldular.
Dimitrov bu yaşananlarla ilgili olarak 1933 Leipzig duruşmaları sırasında şunları söyledi. “ Bu yiğit ayaklanmadan gurur duyuyorum, sadece şuna üzülüyoruz, ben ve partim o dönemde daha henüz gerçek Bolşevik olmamıştık. Bu nedenledir ki, başında proletaryanın bulunduğu bu tarihi halk ayaklanmasını başarıyla örgütlemeyi ve gerçekleştirmeyi başaramadık.” ( 1920-23 Bulgaristan’dan Çıkan Dersler, Konuk Yay. 75)
Bulgaristan’dakine benzer bir durum da Polonya’da yaşandı. Polonya Komünist Emek Partisi Ağustos 1923’te Leh Sosyalist Partisi ve Köylü partisine topraksız ve az topraklı köylülere toprak dağıtımı, UKKTH ve Sovyet Rusya ile iyi ilişkiler geliştirecek bir işçi köylü hükümeti kurmak için çağrıda bulundu. Bu çağrı kabul görmediyse de, sanayinin gelişmiş olduğu Yukarı Silezya’da birleşik cephe konusunda olumlu bir gelişmeye yol açtı. Yukarı Silezya sendika temsilcileri toplantısında komünistler, sosyalistler ve partisiz işçilerden oluşan 21’ler komitesi adlı bir komite kuruldu. Bu komitenin çağrısıyla maden, metal, demiryolu, posta, ve belediye işçileri 15 Ekim 1923’te greve çıktı. Grev başka bölgelere sıçrayarak yayılmaya başladı. Hükümet olağan üstü hal ilan etti. Sosyalist parti hükümetle görüşmeye başlayınca grev sonlandırıldı. Buna rağmen 5 Kasım’da Krakow’da silahlı ayaklanmaya başladı. Polonya Komünist Partisi ayaklanmacı Krakow ’un yardımına koşmadığı gibi grev ve ayaklanmayı başka kentlere yaymak için de hiçbir çaba göstermedi. Bu tavrını “bütün dikkatlerini başlayacak olan Alman devrimine verdiklerini söyleyerek savundu.
Köylülerin mücadele içindeki rolünü öne çıkaran Bulgaristan ve Polonya yenilgileri, Komintern ‘in cephe taktiğinde de önemli değişikliğe yol açtı. Sosyal demokratlarla cephe taktiği yerini yeni keşfedilen köylülükle cephe taktiğine bıraktı.
1923 Alman Devrimi
Komintern’in IV. Kongresinden sonra Avrupa işçi hareketinde Almanya yeniden ön plana çıktı. Mart 1921 yenilgisinden sonra geri çekilen işçi hareketi 1922 sonundan itibaren canlanmaya başladı. Bu canlanmaya yol açan etkenlerin başında derinleşen ekonomik kriz ve Ruhr’un Fransızlar tarafından işgali geliyordu.
Almanya savaşı yüksek ölçüde iç borçla finanse etmişti. Savaş sırasında Alman sanayi tekelleri, devletin savaş giderlerini finanse ederek güçlenmesini sürdürdü. Küçük ve orta sermayenin iflasıyla sermayenin yoğunlaşma ve merkezîleşme düzeyi yükseldi. Alman ekonomisi fiilen, savaşı da finanse eden üç sanayi devinin (Stinnes, Krupp ve Thyssen) denetimine girdi. Savaştan sonra imzalanan Versailles antlaşması Alman ekonomisine yeni borçlar yükledi. Savaşta Alman’ya hem topraklarının bir kısmını Fransa ve Polonya kaptırdı, hem de Fransa, Belçika ve İtalya’ya savaş tazminatı ödemeye mahkûm edildi. Alman sanayi ve ihracatının en önemli maddesi olan kömürün dörtte birine el konuldu. Bu, zaten çökmüş olan Alman ekonomisine vurulan yeni bir darbeydi. Almanya’nın borçlarını ödemesinin iki yolu vardı. Birincisi para basmak, ikincisi ise, vergilerin artırılması. Ekonomik krize çare olarak başvurulan bu iki yol enflasyon ve işsizliği büyüterek, ücretlerin düşmesine ve yoksulluğun yaygınlaşmasına yol açarak krizi daha da büyüttü.
Derinleşen ekonomik kriz hükümet krizlerini de tetikledi. 1920 – 23 yıllar arasında üç hükümet değişimi yaşandı. Sosyal demokrat hükümetin yerine, sosyal demokratların da içinde yer aldığı Wirth hükümeti kuruldu, Ocak 1923’te Wirth hükümeti istifa etti. Yerine Alman sanayi devi Stinnes tarafından finanse edilen, Alman Halk Partisi önderliğinde sağ partilerden oluşan hükümet geçti. Yeni hükümetin başkanı Cuno, Hamburg- Amerikan Denizcilik şirketinin başkanıydı ve bu şirketin Amerikalı ortağı ise, Rockefeller’di.
Cuno hükümetinin programını, 1923 başında Reich Sanayicileri Derneği’nin açıkladığı önlemler; fiyatlar ve kiraların üzerindeki denetimin kaldırılması, işgücünün 8 saatten 10 saate çıkartılması, işçi ücretlerinin düşürülmesi, demiryolları başta olmak üzere devlete ait diğer işletmelerin özelleştirilmesi, sanayi sermayesinin korunması ve desteklenmesi vb. oluşturuyordu. Bu önlemler, Almanya’da işçi sınıfına yeni bir saldırının da ilk habercisiydi.
Yeni hükümetin, ABD ve İngiltere’den destek göreceği umuduyla ödemek zorunda olduğu savaş tazminatlarını ödeyemeyeceğini açıklaması, Almanya’da yeni bir krizin doğmasına yol açtı. Ocak 1923’de Fransa tazminat ödemelerinin durdurulmasını bahane ederek, zaten işgali altındaki Ruhr bölgesine yeni askeri birlikler sevk etti. Ruhr’daki Alman sanayi tekellerini denetim altına aldı. Alman burjuvazisi, Fransız işgaline pasif direnişle karşı durmaya çalıştı. Fransız burjuvazisiyle Alman burjuvazisi arasındaki dalaş sonuçta uzlaşmayla, pasif direnişin kaldırılmasıyla sonuçlandı.
İşçiler Ruhr’un işgaline karşı tepkilerini, iş yavaşlatma, grev ve gösterilerle ortaya koydular. KPD işçi sınıfını Alman ve Fransız burjuvazisine karşı, iki cephede birden mücadeleye çağırdı. Fransız Komünist partisi işgale karşı Alman işçi sınıfının yanında yer aldı. Parti genç komünistleri Ruhr’a gönderdi. Gençler, Alman komünistleriyle birlikte işgale karşı mücadele ettiler. Fransız burjuvazisi bu faaliyetlerden dolayı Fransız Komünist Partisi’nin Paris merkezini bastı, parti başkanı da içinde parti yöneticileri tutuklandı.
.Derinleşen kriz ve Ruhr’un işgali 1923 yılı başında Almanya’da birbirine karşıt yeni gelişmelere yol açtı. Fransız işgali milliyetçi ve gerici hareketin yükselmesini beslerken, büyüyen enflasyon ( Mayıs 1923’te bir dolar 31 bin mark iken, Ağustos’ta bir milyonun üzerine çıktı ), işsizlik ve sermayenin yeni saldırıları işçi hareketinin yeniden yükselmesinde ifadesini buldu.
Ülkenin hemen her yerinde işçilere, devrimci sendikacılara saldırılar düzenleyen, ordu ve Freikops tarafından desteklenen para-militer gruplar örgütlendi. Gelişen milliyetçi ve nasyonal hareketin merkezi Bavyera Eyaletiydi. Fransızlara karşı pasif direnişin sona erdirilmesinin ardından Bavyera hükümeti bunu protesto ederek von Kahr’i Genel Vali -fiili diktatör- olarak atadı ve sıkıyönetim ilan etti. Hitlerin hücum kıtaları polis gücü olarak görevlendirildi. Bu Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisinin Almanya’daki ilk güçlü politik hamlesiydi. Bavyera Eyaleti Hitler için, tıpkı Müssolini’nin Roma yürüyüşü gibi, Berlin’e yürüyüşün başlangıç noktasıydı. Ancak bu yürüyüş için daha kat edilecek çok yol vardı. Bunun için en başta orta Almanya’da, Saksonya ve Thuringia’da güçlü olan sol ve komünist hareketin ezilmesi gerekiyordu.
Fransa’nın Ruhr’u işgalinin ardından Ocak 1923’te KEYK’nin girişimiyle Essen’de uluslararası bir konferans düzenlendi. Konferansa, Almanya, İtalya, İngiltere, Belçika, Hollanda, Fransa, Çekoslovakya komünist partileri, Gençlik Enternasyonal’i, Profintern delegeleri ve Fransa devrimci işçi sendikaları temsilcileri katıldı. Konferansda savaşa, sermayenin saldırılarına ve faşizme karşı İkinci, İkibuçukuncu ve Amsterdam Enternasyonal’lerine birlikte mücadele çağrısı yapıldı. Çağrı, her üç Enternasyonal tarafından reddedildi. 17- 20 Mart’ta Frankfurt işçi temsilcilerinin çağrısıyla III. Enternasyonal partileri ve sendika temsilcilerinin katıldığı başka bir konferans düzenlendi. Konferansta Ruhr’un işgali, sermayenin saldırıları ve artan savaş tehlikesine karşı uluslararası bir konferans düzenlenmesi çağrısı yapıldı. Faşizme ve savaşa karşı eylem komitesi oluşturuldu.
KPD, Ocak 1923 Leipzig kongresinde, IV. Kongrede alınan birleşik cephe ve işçi hükümeti kararlarını onayladı. Kongrede “İşçi hükümeti ne proletaryanın diktatörlüğüdür ne de ona doğru barışçıl, parlamenter bir yükseliştir. Proletarya diktatörlüğü bilinçli olarak demokrasinin çerçevesini parçalarken, demokratik devlet aygıtını, yerine tümüyle proleter sınıf organlarını geçirmek amacıyla dağıtırken, işçi hükümeti, burjuva demokrasisi çerçevesinde ve öncelikle onun araçlarıyla, proleter organlara ve proleter kitle hareketlerine dayanarak işçi politikası yürütme yolunda işçi sınıfınca girişilen bir deneydir. İşçi hükümeti, burjuvaziye karşı proleter bir politika yürütmeyi ve bütün yükü mülk sahibi sınıfa yüklemeyi deneyen bir işçi partileri hükümetidir” olarak tanımladı. III. Ent.- Belge-73
KPD, bu kararla proletarya diktatörlüğünü açıkça reddetmiyordu, ama kendine burjuva diktatörlüğü sınırları içinde yeni bir strateji çiziyordu. Birleşik işçi cephesi ilk ortaya atıldığında, proleter devriminin gerçekleştirilmesi, proletarya diktatörlüğünün kurulması için işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmasına yönelik bir taktikti. Giderek bu amaçtan kopartıldı ve kapitalizm sınırları içinde kurulacak bir işçi hükümeti taktiğine dönüştürüldü. Bu taktikle birlikte dünün ihanetçi partileri yeniden işçi partisi ve ittifak unvanını kazandı. Bu komünist harekette devrimden reforma keskin bir dönüşün de ilk sinyalleriydi.
Komünist Enternasyonal KPD’nin bu yönelimini desteklemekle kalmadı, tüm seksiyonları için geçerli bir taktik olarak ilan etti. KPD’yi, Saksonya’da sol sosyal demokratların hükümette olmasından ve yaşanan ekonomik krizin yol açtığı grev dalgasından hareketle bu taktiğin uygulanması için zorladı.
Almanya’da 1921 Mart yenilgisinin ardından dinmeye başlayan işçi grevleri 1922 yılı ilk yarısından sonra yeniden kendini göstermeye başladı. Bu ilk grevler ücret artışı talebiyle ortaya çıkan ekonomik içerikli grevlerdi. 1923 yılı başından artan enflasyon ve işsizlikle birlikte fabrikalardaki sükûnet de bozuldu. Hem grev sayıları arttı, hem de grevler politik bir nitelik almaya başladı. Grevci işçilere karşı polis ve “Teknik Yardım” birliklerinin kullanılması grevlerin politikleşmesinde önemli bir rol oynadı. Yüksek enflasyona bağlı olarak bir yandan meta fiyatları gün be gün artarken, öte yandan da stokçuluk ve fiyatlar üzerinde spekülatif hareketler büyüdü. Mal stoku ve fiyat spekülasyonlarını önlemek üzere işçiler arasında kendiliğinden fiyat denetim grupları oluştu. Bu gruplar zamanla “Proleter Yüzler” olarak anılan işçi savunma örgütlerine dönüştü. İlk olarak Saksonya’da ortaya çıkan, işçi eylemlerini polis ve faşist grupların saldırılarından korumayı üstlenen Proleter Yüzler hızla diğer kentlere yayıldı. Çoğunluğunu komünistlerin oluşturduğu Proleter Yüzler’, sol sosyal demokrat ve partisiz işçiler de kapsayan minyatür bir birleşik işçi cephesiydi. Artan etkileri karşısında hükümet ProleterYüzler’i tüm ülke çapında yasakladı. Ama Proleter Yüzler komünist destekli sol soyal demokrat hükümetlerin olduğu Saksonya ve Thuringia’da açık, diğer yerlerde faaliyetlerini illegal olarak sürdürdü.
İşgal altındaki Ruhr bölgesinde Mayıs 1923’de maden işçileri maden sahipleri ile hükümet arasında imzalanan toplu sözleşmeyi protesto ederek greve çıktılar. İşçiler Dortmund belediye binasını işgal etti, polisle çatıştı. Grevin sona erdirildiği sanılırken 20 Mayıs’ta grev metal işçilerinin katılımıyla daha da büyüdü. Grevciler maden işverenlerinin binalarını işgal etti. 22 Mayısta Dortmund’da 50 bin gösterici polisle çatıştı. 23 Mayısta işçiler yine sokaklardaydı. Polis yetersiz kalınca Fransız işgal güçlerini yardıma çağırdı. Yaşananlar 1871’in bir benzeriydi. 1871’de Komünü ezmek için Fransız burjuvazisi Alman burjuvazisini yardıma çağırmıştı, bu kez Ruhr’daki Fransız işgal birlikleri Alman burjuvazisinin yardımına koştu. Çatışmalarda birçok işçi öldü, birçoğu yaralandı.
Kısa sürede grev Ruhr bölgesi dışına taştı. Haziranda tüm Almanya’da işsizliği ve pahalılığı protesto eden gösteriler başladı. 7 Haziran’da Yukarı Silezya’da 70 bin kömür ve çelik işçisi greve çıktı. Bir gün sonra grev yeni fabrikaların katılımıyla büyüdü. On binlerce tarım işçisi greve katıldı. 10 Temmuzda Berlin’de 150 bin metal işçinin katılımıyla grev hareketi doruk noktaya ulaştı. Bütün bu grevler ve gösterilerde aktif görev alan Proleter Yüzler hareketi daha da büyüdü. KPD’nin sendikalar ve fabrikalardaki etkisi arttı.
23 Temmuzda Frankfurt’ta KPD ve SDP birlikte bir gösteri düzenledi, işçiler ve işsizler, “Sömürenler Darağacına”, Kansız Adalet Olmaz” sloganlarıyla sokakları zapt etti. SDP paniğe kapıldı, üyelerine Proleter Yüzler’e katılmayı yasakladı. KPD’nin 29 Temmuz’da yapılacağını ilan ettiği “Ulusal Anti-faşist Gün’e SDP üyelerinin katılmayacağını açıkladı. Yalnız kalan KPD Anti Faşist Gün’ün sadece güçlü olduğu, polisle çatışma riskinin olmadığı, Saksonya, Thuringia ve Würtemberg’de yapılmasına karar verdi.KPD içinde “sol” grubun etkin olduğu Berlin’de faşist saldırıya karşı gösterilerin güvenliği alınamayacağı gerekçesiyle, sokak gösterileri iptal edildi, onun yerine kapalı salon toplantıları yapıldı.
25 Temmuzda Saksonya’da 20 bin maden işçisi greve çıktı, işçiler işveren konfederasyonu merkezini ele geçirdi. Proleter Yüzler fabrikaları basarak işverenlere zorla ücret artışlarını kabul ettirdi. Chemnitz’te 150 bin işçi hükümetin istifa etmesi talebiyle gösteri yaptı. Ağustos başında grev ve gösteriler tüm Almanya’ya yayıldı. Gelişmeler Almanya’nın yeni bir devrimci dalganın içinde olduğunu gösteriyordu.
11Ağustosta Ruhr maden ocakları fabrika konseyleri Essen’de toplandı, 6 saatlik iş günü, yiyecek maddelerine dağıtımının denetim komiteleri (Proleter Yüzler ) tarafından yapılması ve Cuno Hükümetinin istifası talepleriyle genel grev yapılması kararı aldı. Aynı tarihte Berlin’de fabrika konseyleri delegeleri toplantısı yapıldı. Toplantıda asgari ücretin yükseltilmesi, Proleter Yüzler üzerindeki yasağın kaldırılması ve Cuno Hükümetinin istifası istemleriyle genel grev yapılması kararı alındı, genel grevi örgütlemek için 15 kişilik bir genel grev komitesi oluşturuldu. 12 Ağustosta başlayan grev 14 Ağustosta bütün büyük kentlere yayıldı. Grevcilerle polis arasında yaşanan çatışmalarda ondan fazla işçi öldü, onlarcası yaralandı. Grev hareketi SDP yönetimini de etkiledi. Cuno hükümetinin parlamentoya sunduğu mali tedbirler paketine SDP vekilleri hayır oyu verdi. Genel grev karşısında çaresiz kalan Cuno istifa etti. Yerine üç SDP’li bakanın yer aldığı bir burjuva hükümet kuruldu. Yeni hükümet SDP içinde çalkantının büyümesine yol açtı. SDP içinde, Komintern’in II. kongresine USPD delegeleri olarak katılıp, sonradan SDP’ye transfer olan Dittman, Crespi, ile KPD’den atıldıktan sonra SDP’ye katılan Levi’nin başını çektiği bir sol muhalefet oluştu. Sol muhalefet (53 parlamenter) SDP’nin üç bakanla temsil edildiği büyük koalisyonun kurulması oylamasında çekimser oy kullandı. Yaşananlar öncekilerin basit bir tekrarıydı. SDP hükümete katıldı ve genel grevin sonlandırılması çağrısını yaptı. Hükümetin işçilerin ücret taleplerini yerine getireceğini açıklaması da grevin bitirilmesine yönelikti.
Genel grev Saksonyadaki hükümetin yapısının değişmesini sağladı. Zeigner başkanlığındaki sosyal demokrat burjuva hükümetin yerine yine Zeigner başbakanlığında KPD’nin desteklediği yeni bir hükümet kuruldu. 12 Eylülde Zeigner yeni hükümeti cumhuriyetçi ve proleter savunma hükümeti olarak tanımladı.
Cuno hükümetinin istifası ve ücret taleplerinin kabulü ile genel grevin iki koşulu yerine gelmişti. Bu durum grevde bir çözülmeye yol açtı. Genel grevin Berlin’de çözülmeye başlaması bitmesi anlamına geliyordu, öyle de oldu. “14 Ağustosta tarihli Rote Fahne’nin manşeti ‘Milyonlar mücadele içinde’ idi. Ancak işe dönmeler Berlin’de devam etti ve öğle ortası çıkan gazetenin özel baskısında ise ‘Greve hep birlikte son’ yazıyordu. ‘Grev durduruldu’ diyor ve ekliyordu; ‘haydi yeni bir grev hazırlayalım’. (Kaybedilmiş Devrim-337)
KPD hem Ani- Faşist Gün’ü geri çekmek, hem de grevin sonlandırılmasını kabul etmekle bu sonucun doğmasında katkıda bulunmuştu. Buna rağmen grev ve gösteriler yalıtık da olsa devam etti. Aachen’deki gösterilerde 13 işçi öldürüldü. 27-28 Ağustosta Plauen’de işsizler belediye binasını ele geçirdi, Eylül’de Dresden’deki gösteriye polis müdahale eti, burada da işçilere ateş açıldı.
Grevin sonlanması KPD MK’sinda ne yapılacağına dair belirsizliği de büyüttü. KPD başkanı Brandler, çözümü Komintern’e başvurmakta gördü ve durumu görüşmek üzere parti temsilcilerini Moskova’ya gönderdi.
12- 23 Haziran tarihleri arasında yapılan üçüncü genişletilmiş toplantısı Komintern’in Almanya’daki gelişmelere ilgisiz kaldığını gösteriyordu. Ne Almanya’daki gelişmeler ne de Bulgaristan’daki ayaklanma toplantının gündeminde yoktu. 26 komünist parti temsilcisinin katıldığı toplantıda, faşizme karşı mücadele, birleşik cephe, işçi hükümeti, işçi köylü hükümeti, Hamburg Kongresi’yle İkinci ve İkibuçukuncu Enternasyonal’lerin Sosyalist İşçi Enternasyonali adı altında birleşmesi ve buna karşı komünist partilerin mücadeleyi güçlendirmesi, Çin’deki gelişmeler vb. konular üzerinde duruldu, Uluslararası köylü konseyi kurulması kararı alındı. Konsey Ekim 1923’de kuruldu. Almanya’da grev hareketi ve bunun yarattığı olanaklar konusuna hiç değinilmedi. Almanya’daki gelişmeler ancak Ağustos’ta Cuno hükümetinin genel grevle düşürülmesinden sonra KEYK gündemine girmeye başladı.
Gelmekte olduğuna karar verilen Alman devrimi, RKP Politbürosu’nun 23 Ağustos toplantısında ele alındı. Toplantıda Troçki ve Zinovyev Alman devriminin başlatılmasını savundu, Stalin, hazırlık yapılması kararı lehine oy kullanmasına rağmen, devrimin başarılı olacağından emin değildi. 7 Ağustos 1923 tarihinde Zinovyev’e “Bence Almanları teşvik etmek yerine hareketten alıkoymak gerekir.” diye yazdı. Toplantıda, Troçki devrime önderlik etmek üzere Almanya’ya gönderilmesini istedi, Zinovyev ondan aşağı kalmadı, aynı isteği o da tekrarladı. Stalin karşı çıktı. Radek, Pyatakov, V. Schmidt ve Almanya’daki
N. Krestinsky’den oluşan bir komite kurularak Almanya’ya gönderilmesine karar verildi. Ayaklanmanın teknik hazırlıklarını yürütmek, Partinin illegal askeri örgütü M-Apparat’ı hazırlamak üzere Kızıl Ordu komutanlarında Gorev Almanya’ya gönderildi.
Ayaklanma hazırlıklarını tartışmak üzere KPD liderleri Moskova’ya çağrıldı. “Brandler’in ayaklanma perspektifine dair şüpheleri vardı. Sonradan Radek’in de bu şüpheleri paylaştığını belirtti: ‘Radek tüm bu kararların gerçek dışı olduğuna ikna oldu.’ Ancak kısa bir süre sonra, Troçki ve Zinovyev’in argümanları onu sindirdi: ‘1923’teki ayaklanma hazırlıklarına karşı çıkmadığını söyledi, ‘Sadece durumu henüz devrim boyutlarında değil, daha çok ileri derecede bir keskinleşme hareketi olarak görüyordum. Ancak bu konuda Troçki, Zinovyev ve diğer Rus liderlerinin daha yetkin olduklarını kabul ettim.’ ( Kaybedilmiş Devrim – 340)
Ayrıca Troçki ayaklanma için Ekim devriminin zafer tarihi olan 7 Kasımı önerdi. Ayaklanmanın tarihinin önceden belirlenemeyeceği itirazını şöyle yanıtladı. “Komünist parti, devrimlerin olacağı ama asla yapılmayacağı ve bu yüzden de bunlar için özel bir tarih saptanamayacağı yolundaki meşhur liberal yasaya itibar etmez. Bir seyircinin gözünde bu yasa doğrudur, ancak bir lidere göre yalnız kaba ve yavandır. … Derin bir sosyal krizden geçen bir ülkede, çelişkiler uç noktada şiddetlenme başladığında, emekçiler yıllar süren bir hareketlenme içerisindeyken, parti emekçilerin şüphe götürmez çoğunluğu tarafından… açıkça desteklenirken, partiye düşen görev de en yakın zamanda keskin bir kesin bir tarih belirlemektir.” ( Age -341) Öyle anlaşılıyor ki, Troçki, Almanya’daki durumun bütün bu unsurları taşıdığına inanıyordu. Onun için tek sorun tarih belirlemekti.
KPD temsilcileriyle görüşüldükten sonra, ayaklanma planı hazırlandı. “Hareket Saksonya’dan başlayacaktı. Brandler Saksonyalı idi ve komünist etkisi burada bir hayli güçlüydü. Bölge yönetimi Sol Sosyal Demokratların elinde bulunuyordu ve komünistlerle cephe birliği yapmışlardı. Brandler ile birkaç arkadaşı Saksonya bölge yönetimine katılacaklar ve oradaki nüfuzlarını kullanarak işçileri silahlandıracaklardı, Saksonya’dan başlayacak olan ihtilâl Berlin’e, Hamburg’a. Merkezi Almanya’ya ve Ruhr’a kadar yayılacaktı. Brandler’e göre —bu konudaki sözlerini başka kaynaklar da doğruluyor— bu planı kendisine Zinovyev’leTroçki zorla kabul ettirdiler. Bundan başka, Zinovyev Almanya’daki ajanlarının aracılığıyla olayları çok zorladı ve Moskova’dan alınan bir telgraf üzerine Saksonya’da hemen bir koalisyon hükümeti kuruldu; Brandler Almanya’ya döndüğü sırada Varşova istasyonunda aldığı bir gazeteden Bakan olduğunu öğrendi.” (I. Deutscher –Troçki II.- 158)
KPD bu hazırlıkları sürdürürken SPD ve Burjuva partilerinden oluşan merkezi hükümet boş durmadı, 26 Eylülde sıkıyönetim ilan etti. General Müller komutasında ordunun Saksonya’ya gönderilmesi kararını aldı. Saksonya’ da her türlü miting ve gösteri yasaklandı, askeri mahkemeler kuruldu. 12 Ekim’de General Müller Proleter Yüzler’e silahlarını teslim etmek için 3 gün süre tanıdı. 13 Ekim’de Poleter Yüzler, Saksonya kongresini toplayarak Müller’e meydan okudu. 21 Ekim’de ordu birlikleri Saksonya sınırına dayandı. Aynı gün (Pazar günü) Brandler Chemnitz’deki toplantıda, Komünist Parti üyelerine ayaklanma planını açıkladı. Pazartesi genel grev için hazırlık yapılacak, Salı genel grev ilan edilecekti, silahlı güçler genel greve dayanarak ayaklanmayı başlatacaktı.
21 Ekim’de, 140’ı fabrika konseylerini, 120’si sendika şubelerini, 79’u denetim komitelerini, 66’si Komünist Parti örgütlerini ve 7’si Sosyal Demokrat Parti’yi temsil eden 498 delegenin toplantısında önce Brandler konuştu ve genel grev çağrısı yapılmasını önerdi. Brandler’den sonra kürsüye çıkan sosyal demokrat bakan Graupe, genel grev çağrısı yapma yetkisinin hükümette ve parlamentoda olduğunu söyleyerek, genel grev kararı alındığı takdirde SDP delegasyonun toplantıyı terk edeceğini söyledi. Komünistler bir kez daha SDP’nin ihanetine uğradı. Bir yanda, ordu kapıdaydı ve saldırıya geçmek üzereydi, öte yanda, elle tutulur hiçbir hazırlık yoktur. Genel grev kararı alınamadı. Silahlandırılacağı söylenen 60 bin kişi yerine, elde sadece silahlı Proleter Yüzler vardı. Ayaklanma başlamadan çökmüştü. KPD MK’si bu koşullarda ayaklanmanın yapılamayacağına karar verdi. 22 Eylül’de ordu birlikleri Saksonya’ya girdi. Saksonya Başbakanı Zeigner tutuklandı, yerine SDP sağ kanadından biri atandı.
Ayaklanmanın iptal edildiği kararının ulaşmadığı Hamburg’da işçiler ayaklanmayı başlattı, Varoşlardaki polis karakollarının birçoğu basıldı silahlara el konuldu. Silahlı işçiler kent merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. İktidarın Almanya’da işçi sınıfının eline geçtiğini ilan ettiler. Ayaklanmacılar ancak 24 saat dayanabildi.
Ayaklanmanın çökmesi RKP ve Komintern yönetiminde sert tartışmalara yol açtı. KPD yönetimini zorla ikna edenler, Zinovyev ve Troçki yenilginin suçunu KPD yönetimine yüklediler. KDP ise ayaklanmanın başarılamaması nedenini SDP’nin ihanetine bağladı. Ayaklanma zaferle sonuçlansaydı zaferden en büyük payı alacak olanlar yenilginin sorumluluğunu paylaşmaya yanaşmayınca suçlu olan sadece KPD MK’si oldu. Troçki, yenilgiden sonrada kendi tutumunu savunmaya devam etti, yenilgiyi KPD’nin bocalaması ve savsaklamasıyla açıkladı.
Başlamadan biten ayaklanma, KPD, Komintern ve RKP (B)’de karşılıklı suçlamalarla birlikte keskin tartışmalara yol açtı. Ayaklanma kararı alınması ve hazırlık sürecinde bu üç örgüt arasında süren yazışmalar ve alınan kararları şöyle özetleyebiliriz.
KPD’nin ayaklanmaya ilişkin ilk hamlesi 29 Ağustos’ta “Anti-Faşist Gün” hazırlıklarının yapıldığı bir sırada gündeme geldi. KPD ayaklanmanın kaçınılmaz olduğuna dair bir bildiri yayınladı. Akabinde anti- Faşist Gün’ün, devletin ve faşistlerin karşı hazırlığı dikkate alınarak, sadece KPD’nin güçlü olduğu, Saksonya ve Thüringen’de yapılmasına karar verildi. 19 Temmuz’da Radek Anti-Faşist Gün’ün iptaliyle ilgili olarak Brandler’e “Parti basınını ne kadar dikkatli okursam, Anti-faşist Günü için o kadar endişeleniyorum. Korkarım bir tuzağa düşüyoruz. Silahlarımız zayıf, hatta silahsızız. Naziler on kat daha iyi silahlanmış durumda. Hükümet 29’unda gösteriyi yasaklarsa ve biz yine de onu yapmaya çalışırsak, iki ateş arasında” kalınabileceğini yazdı. (100) (RKP(B) Merkez Komitesi ve Komintern Politbürosu 1919-1943, Rusça – verilen rakamlar belge sıra numaralarıdır – http://docs.historyrussia.org/ru/nodes/91042-politbyuro-tsk-rkp-b-vkp-b-i-komintern-1919-1943-gg)
27 Temmuz’da Zinovyev ve Buharin Brandler’e yazdıkları mektupta, Temmuz 1917 hatırlatılarak, Radekle aynı fikirde olmadıklarını belirttiler. Faşizmin ancak güçlü bir yumrukla yenilebileceğini, , bu fırsatı kaçırmanın parti için felaket olacağını, “sokağı fethedin” sloganının doğru ve yerinde olduğunu vurguladı. (102) Aynı tarihte Stalin Zinovyev’e, Anti Faşist Gün’ün iptal kararının doğru olduğunu, Temmuz 1917 ile karşılaştırmanın yanlışlığını, o zaman “bizim Sovyetler ve alaylarımız vardı, Petersburg garnizonunun moralinin bozuk” olduğunu hatırlatarak, Alman partisinin bu tür olanaklara sahip olmadığını yazdı. (103) Buna karşı Zinovyev 31 Temmuz’ da Stalin’e yazdığı mektupta Radek’e söylediklerini önemsememesi gerektiğini, Brandler’in ciddi bir eylem adamı olarak işçi sınıfını faşizme karşı savaşa hazırlayacağını ve Alman devriminin yeni bir dalgasının başladığını belirtti. (105)
Bu yazışmaların olduğu dönemde Zinovyev, Buharin ve Troçki Kislovodsk’ta tatildeydi. Stalin 7 Ağustosta Zinovyev’e gönderdiği mektupla politbüro üyelerini Alman sorununu görüşmek üzere Moskova’ya çağırdı. (108) Stalin’e göre sorun Alman işçi sınıfı ve KPD’nin iktidarı almaya hazır olup olmadığıydı. Zinovyev’e yazdığı mektupta, Rus devriminin aksine Alman devriminin gerekli yedeklere (işçi asker ve köylü Sovyetlerine ve bu Sovyetlerde çoğunluğa) sahip olmadığını, bu koşullarda girişilecek bir ayaklanmanın başarı sansının çok zayıf olduğunu, yenilgi
Durumunda ise partinin paramparça olacağını, belirterek, doğru taktiğin geri çekilmek olacağını savundu. (Stalin bu tutumunu 20 Eylüle kadar sürdürdü.)
22 Ağustos toplantısında eldeki raporlara dayanılarak, devrim için hazırlanma kararı alındı. Bununla ilgili, Troçki, Stalin, Zinovyev, Kamanev, Radek ve Çiçerinden oluşan bir komite kuruldu. Troçki’nin önerisiyle Almanya’ya komşu ülkelerin komünist partilerinin de katılacağı bir plenum’un Eylül’de toplanması kararlaştırıldı.(112)
25 Ağustos toplantısında Savaş Halk Komiseri başkan yardımcısı E. Sklyansky’e Fransa, Polonya ve Çekoslovakya’nın Alman devrimini ezmek için harekete geçebileceği bunun Sovyetler birliğine bir saldırının ilk adımı olacağı dikkate alınarak gerekli önlemler alınması istendi. (113)
20 Eylül’de Fransanın muhtemel saldırısı karşısında alınması gereken önlemler tartışıldı.Kızıl Ordu’yu bu olasılığa karşı hazırlamak üzere ordunun büyütülmesi ve muharebe kabiliyetinin artırılması kararlaştırıldı. Troçki, Sokolnikov, Rikov, Stalin, Pyatakov, Şvernik ve Voroşilov’dan oluşan bir komite kuruldu. (116)
211 Eylülde yapılan toplantıya RKP(B) (Zinovyev, Troçki, Stalin, Radek, Pyatakov), KPD (Zetkin, Brandler, Geschke, Eberlein Thaelman, Fransız KP (Cachin, Sauvarine, Tran, Selve), Çekoslavak KP (Smaral, Munu) ve KEYK adına Kuusinen katıldı. Brandler’in ayaklanma konusundaki tereddütleri, Zinovyev ve Troçki’nin ikna gücüyle giderilmişti. Öyle ki Brandler 21 Eylül plenumunda, tereddütsüz olarak ayaklanmayı savundu. Brandler Almanya’daki durumu Ekim 1917 Rusya’sıyla karşılaştırdı: Almanya’da 11 milyonu sendikalı 15 milyon işçi vardı, Rus devrimi hiçbir zaman bu olanağa sahip değildi, Saksonya ve Thüringen’de her şey KPD’nin elindeydi ve Almanya genelinde kitleler üzerindeki etkisi artmıştı, Berlin’de güçsüzlerdi, ama Berlin Almanya için Petersburg kadar önemli değildi, burada iktidarı ele geçirmek için “başkalarının desteğine” (yani sosyal demokratların-y) ihtiyaç vardı, silah sorununa gelince elde yeterince vardı, parti hazırdı, yani Brandler’e göre geriye sadece teknik bir sorun vardı, tarih ve silahların dağıtımı. Thalheimer, Brandler’in raporunun işçi sınıfının durumunu yeterince dikkate almadığını, proletaryanın ideolojik durumunun görece geri olduğunu, silahlanma konusunda Brandler kadar iyimser olmadığını, Saksonya ve Thüringen dışında partinin çok zayıf olduğunu söylese de karar mevcut durumun analizine göre değil de devrimci ruh haline dayandırıldığı için Thalheimer’in itirazları dikkate bile alınmadı.
Zinovyev konuşmasında kazanmak için her şeye sahip olunduğunu, Alman devriminin uluslararası devrimin başlangıcı olacağını ve Komünist Enternasyonal’in her şeyi vermeye hazır olduğunu, Troçki, Zinovyev’i destekleyerek, Alman devriminin zaferinin her şeyden önce geldiğini, Alman işçi sınıfının iktidarı almak için olgunlaştığını söyledi. (118)
Gerçekten de Almanya’daki durum Ağustos’taki fırtınadan çok farklıydı. Genel grev amaçlarının bir kısmına ulaşmış, Cuno hükümeti istifa ederek yerine sosyal demokratların ortak olduğu yeni bir burjuva hükümet kurulmuştu. KPD Cuno hükümetinin istifasından sonra grevi bir gün daha uzatmak için çağrı yapmasına rağmen bu çağrıya işçiler Saksonya ve Thüringen dışında, Berlin’de dâhil, hiçbir yerde uymadılar. Bu durum işçi sınıfının mevcut bilinç düzeyini olduğu kadar, KPD’nin gücünün de açık bir göstergesiydi. Üstelik Saksonya ve Thüringen burjuvazinin baş hedefi durumundaydı.
Alman devrimi konulu plenum aralıklı olarak 5 Ekime kadar sürdü. 25 Eylül toplantısında Zinovyev aynı görüşleri tekrarladı, Troçki, komşu ülkeler KP’lerinin alması gereken pozisyon üzerinde durdu ve ayaklanma tarihinin belirlenmesini istedi. Bununla yetinmeyerek, devrimin tarihi sorununu gündeme getiren bir makale yazdı. (ZinovyevMoskova’da Alman temsilcilerin katıldığı Ekim yenilgisinin tartışıldığı toplantıda Troçki’nin bu makalesinin bir hata olduğunu kabul etti
26 Eylüldeki toplantıda Brandler kararlılık halini sürdürdü, yakındığı tek konu Berlin’deki Fischer-Maslow grubunun olumsuzlukları oldu.
Zinovyev krizin olgunlaştığını belirterek başladığı konuşmasını ayaklanmanın hazırlığı için alınan kararları şöyle özetledi; KPD Saksonya’daki sol sosyal demokrat hükümete katılacak, bu katılımla ayaklanma için gerekli olan silahlara erişilecekti, Ajitasyonda proletarya diktatörlüğü öne çıkartılacak, fabrika komiteleri etkinleştirilecek, iktidarın organları olacak olan fabrika konseyleri yaygınlaştırılıp güçlendirilecek, sosyal demokrat işçileri kazanmaya birleşik işçi cephesi çerçevesinde önem verilecek, özellikle sol sosyal demokratların belirleyici anda devrim için ölümcül bir rol oynayacağı hesaba katılarak teşhir edilmeleri sağlanacak vb. Kardeş partiler Alman devrimiyle ilgili olarak özel programlar uygulayacak. RKP(B), deneyim, gıda, silah, gerektiğinde özel kuvvetleri devreye sokacak özel bir faaliyet yürütecek. Brandler’in önerisiyle bu hazırlığa, Fransız işgal bölgesindeki (Ruhr) endrüstri tesislerinin sabote edilmesi eklendi. (119)
26 Eylülden sonraki toplantılara sadece RKP(B) ve KPD temsilcileri katıldı.
Ayaklanma tarihi 9 Kasım olarak belirlendi, ancak kesin tarihin belirlenmesi KPD’ye bırakıldı. Ayaklanma genel grev ilanıyla Saksonya’dan başlatılacaktı.
Bu arada 27 Eylülde yapılan politbüro toplantısında Bulgaristan’daki ayaklanmayla ilgili silahların ve savaşçıların Sivastopol’den Bulgaristan’a nakli kararları alındı. (121)
KPD 10 Ekimde Saksonya’da “proleter savunma” hükümetinde üç bakanla temsil edildi. Brandler 9 Ekimde Moskova’dan. Döndüğünde Saksonya’da hükümete katılmayla ilgili görüşmeler tamamlanmıştı.
Alman Ordusu komutanı general Seeckt’in Sakson ve Thüringen hükümetlerini görevden alma emri vermesi KPD MK’sının ayaklanma tarihini öne çekmesine yol açtı. Ayaklanma Chemnitz’te toplanan işçi temsicileri toplantısında ilan edilecek genel grev kararıyla başlatılacaktı. Toplantı 21 Ekim’de yapıldı. Brandlerin genel grev önerisi sosyal demokratlar tarafından reddedildi. Aynı tarihte Zinovyev’in KPD’ye gönderdiği talimatta görmemezlikten gelin dediği General Müller birlikleri Saksonyaya doğru yürüyüşe geçti. 23 Ekimde Dresden’e girdi, istifa etmeyi reddeden Sakson hükümetinin başkanı Zeigner’i görevden aldı. Bundan sonraki süreç yukarıda ayrıntılı olarak anlatıldı.
Brandler’in Almanya’ya dönüş tarihiyle ayaklanmanın iptali arasındaki süre sadece 11 gündü, KPD’den istenenlerin, çoğunluğu kazanmak, sol sosyal demokratların maskesini indirmek, silah temin etmek (Sakson hükümetinin ciddi ölçüde bir silaha sahip olmadığı sonradan ortaya çıktı) bu 11 günlük sürede nasıl yerine getireceği sorusunun cevabı hiç irdelenmedi.
Ayaklanmanın çökmesi KPD içindeki mücadeleyi daha da keskinleştirdi. “Sol” kanat (Fischer grubu ) Brandler grubunu ayaklanmayı bilerek engellemekle itham etti. Merkez grup, geri çekilmenin pasif değil, aktif olması gerektiğini savunarak MK’yi eleştirdi. KEYK, yenilgi sonrası bir bölünmeyi önlemek için harekete geçti. Parti içindeki kanatların temsilcilerini yenilgi ve sonrasını görüşmek için Moskova’ya çağırdı. KEYK’nin 11 ocak 1924’te yapılan toplantısında KPD “sağ”, “sol” ve merkez temsilcileriyle Bulgar ve Polonya KP temsilcileri katıldı. Toplantıda Radek, Zinovyev, Troçki’nin ve biri KPD “sol” (Remmelle, Koenen) , diğeri “sağ” kanatın ( (Pieck) hazırladığı beş karar tasarısı görüşüldü.
Fischer Ekim yenilgisinin, mücadele edilmediği için bir yenilgi değil bir çöküş olduğunu, Partide sosyal demokrasiyi temsil eden bir eğilimin var olduğunu, bu revizyonist eğilimle savaşılmadan partinin proleter bir karakter kazanamayacağını vurguladı. Bileşik cephe taktiğinin işçileri sosyal demokratlardan koparmadığını tersine onları eski partilerine daha da bağladığını söyledi. Hamburg’daki ayaklanmanın, partinin ‘azınlık olarak’ bile kitleleri savaşmaya teşvik edebileceğinin kanıtı olduğunu ileri sürdü.
Zinovyev Ekim’in ciddi bir yenilgi olduğunu belirterek başladığı konuşmasını, Sakson hükümetinde yer alan üç KPD’li başkanın, kendilerine verilen direktifleri, 50-60 bin silahın temin edilmesini, sağlayamadıkları için suçlayarak sürdürdü. Brandler’in Sakson hükümetine girme sorunu tartışılırken bu öneriye karşı çıktığını hatırlatması üzerine, Sakson hükümetine girme sorumluluğunun büyük bir kısmını üstlenerek, Brandler’in bu konuda tereddütlü olduğunu ve telkinler üzerine “pes etti”ğini kabul etti. KPD MK’sinin Saksonya’da SDP ile bir parlamentoculuk oyunu oynayarak yenilgiyi hazırladığını söyledi. Chemnitz konferansı sırasında geri çekilmenin kaçınılmaz olduğunu, muhtemelen kaçınılmazdı diyerek, tartışmaya değmez olduğunu belirtti ve Fischer’i destekleyerek MK’nin Sakson olayında bu şekilde davranmasının, partide yarı bilinçli sağcı eğilimlerin bulunduğunun ispati olduğunu, şimdiye kadar bu eğilimle yeterince savaşmadıklarını söyledi, şimdi daha çok karşı çıkacağız diyerek, parti liderliğinde bir değişim olması gerektiğinin sinyalini verdi.
Zinovyev’in önerisi üzerine Kuusinen başkanlığında, KPD’nin üç kanadından (Sağ, Sol ve merkez) ikişer temsilcinin katıldığı bir komisyon (Kuusinen, Pieck, Remmele, Koenen, Maslow, Thaelmann.Fischer, König, Walehel, Tomski, Anzelowitsch) seçildi. Radek, Zetkin ve Brandler’in komisyona üye olması önerisi reddedildi. Komisyonun hazırladığı siyasi tezler 19 Ocakta, Radek ve Zetkinin karşı, Brandler, Pieck ve Walcher’in çekimser oylarıyla kabul edildi. Pieck’in Rapora eklenmesi için verdiği önerge (‘Ekim ayında işçi sınıfının çoğunluğu’ henüz sağlam bir kavrayışa sahip değildi. ‘Bu koşullar altında KPD’ nin belirleyici silahlı güç mücadelesinden kaçınması zorunluydu.’) çoğunluk oylarıyla reddedildi. Karara ret oyu veren Zetkin parti birliği adına oyunu değiştirdi, Radek ve diğerleri de benzer bir tutum aldı.
Zetkin,,Pieck, Jannack, Walcher, Hammer, Eisenberger siyasi tezleri KPD’nin birlik ve kararlılığı adına kabul ettiklerini açıklayan bir azınlık bildirgesi yayınladılar.
Toplantıda hazırlanan tezlerde birleşik işçi cephesi ‘Bütün ülkelerdeki komünistlerin birleşik cephe taktiklerinin ne olduğunu ve ne olmadığını açıkça anlamaları gerekir; onlar evrimin değil devrimin taktikleridir. Nasıl ki işçi (ve köylü) hükümeti bizim için sabit bir demokratik geçiş aşaması olamıyorsa, birleşik cephe taktikleri de demokratik bir koalisyon, sosyal demokrasiyle bir ittifak değildir.” olarak değiştirildi. KPD MK’sinin buna uygun hareket etmediği, mevcut durumu değerlendiremediği, geçiş talepleriyle proletarya diktatörlüğü arasındaki bağı kuramadığı, fabrika konseyleri hareketini ihmal ettiği, proletaryayı, Proleter Yüzleri silahlandırmadığı, sol sosyal demokratların rolünü yanlış değerlendirdiği, onları teşhir etmediği, oportünizm suçunu işlemişti. Hamburg tezlerde Saksonya’nın anti tezi olarak gösterildi. Oradaki kararlılık düşmanın yenilebileceğini göstermişti. ( V. kongrede Zetkin, Thaelman’ın Hamburg’ta işçi sınıfı savaştı söylemine orada 14 bin parti üyesinden ancak 200’ü savaştı karşılığını verdi)
Tezlerde sol sosyal demokratların sağ’dan daha tehlikeli olduğu ‘onlarla hiçbir koşulda anlaşma yapılamaz’ dendikten sonra, Alman sosyal demokrasisinin, önde gelen katmanlarıyla, bugün ‘kapitalist demokrasiden kapitalist diktatörlüğe geçişte, sosyalist maskeli Alman faşizminin küçük bir parçası’olduğu belirtildi. Devrimci durumun varlığını koruduğu ve ayaklanmanın gündemde olduğunun vurgulandığı mevcut koşullarda, Almanya’da birleşik işçi cephesinin şiarının aşağıdan birlik olması gerektiği vurgulandı. Moskova’da alınan bu kararlar KPD MK’sinin 19 Ocak toplantısında onaylandı. 5 Merkez, 2 Sol üyeden oluşan 7 kişilik yeni MK oluşturuldu. Yeni MK Mart’ta RKP içindeki muhalefeti kınayan bir kararı oy çoğunluğuyla kabul etti.
Bu değişimin ardından KPD’nin IX. Kongresi Nisan 1924’te Frankfurt’ta toplandı. Partinin üye sayısı Eylül 1923’te 267 binden Nisan 1924’te 121 bine düşmüştü Kongrede bu sayıyı temsil eden 118 delegenin sadece 11’i Brandler yanlısıydı. KEYK kongreye, biri sendikalarda çalışma, diğeri sendikalardan çıkmayı savunan görüşleri eleştiren iki mektup gönderdi. KEYK’na göre sendikaların bölünmesini gerektiği anlar olabilirdi ancak genel kural sendikaların ele geçirilmesi olmalıydı. bunun için fabrika komitelerinin güçlendirilmesi gerekiyordu. Kongrede Ruhr’un işgaliyle ilgili Komintern politikaları etkisiz bulunarak eleştirildi. Bu eleştiri, Komintern temsilcisi Maniulski’nin karşı eleştirisine rağmen Kongre’de onaylandı. Moskova’daki toplantıda onaylanan tezler daha da sivriltilerek karar altına alındı. Bunun tek istisnasını sendikaların terkedilmesiyle ilgili karar oluşturdu. Komintern delegelerinin baskısıyla sendikalardan ayrılma MK iznine bağlandı. Yenilginin partinin hedefinde bir değişime yol açmadığı, partinin önündeki görevin proletarya diktatörlüğü için doğrudan mücadele olduğu karar altına alındı. Maniulski’nin MK’nin bileşimi için yaptığı öneri reddedildi. Kongre, Brandler yanlılarının tasfiyesi, sol’un egemenliğiyle sonuçlandı. Bu Partinin yeniden doğuşu olarak nitelendirildi.
Kongreden hemen sonra Zinovyev yaptığı açıklamada, Yeni MK’yi ‘özverili devrimci işçiler, Marksist eğitim ve deneyimden yoksun bir grup aydın’ olarak nitelendirdi.
Almanyada ayaklanma kararı devrimci bir durumun olduğu tespitinin bir gereği olarak Komintern yönetiminin (özellikle Zinovyev ve Troçki’nin) telkiniyle alındı. KPD’nin Saksonya’da sol sosyal demokratlarla koalisyon kurması da ayaklanmanın bir gereği olarak (silah sağlamak) KEYK tarafından önerildi. Zinovyev Ocak ayındaki toplantıda yaptığı konuşmada, sol sosyal demokratlarla asla koalisyon yapılmaması gerektiğinin, onların faşizmin maskeli bir parçası olduğunu söyledi. Sosyal demokratlarla koalisyon ve onların maskeli faşist olduğu söylemi arasında sadece iki ay gibi bir süre var. Tartışmalar boyunca Zinovyev’e iki ay önce faşist olmayanların iki ay sonra nasıl faşist olduğu sorusu hiç sorulmadı, Zinovyev de bu konuda bir açıklamada bulunmadı. Bundan daha da önemlisi devrimci durum tespiti yapılıp ayaklanma kararı alınmışken KPD MK’sini sol sosyal demokratlarla bir koalisyon hükümeti kurmaya yönlendirilmesidir. İşçi sınıfında kafa karışıklığına yol açan bu karar onların silahlı ayaklanmaya çekilmesini önleyerek ayaklanmayı ta baştan başarısızlığa mahkûm etmiştir. Bu tutum ayaklanmayla ilgili son kararın “hain” sosyal demokratlara bırakılması anlamına gelir ki, öyle de olmuştur, sosyal demokratlar genel greve karşı çıkınca ayaklanma başlamadan çökmüştür. Sol sosyal demokratlarla koalisyonun dayandırıldığı gerekçe (silah temini) ise vahimden de öte bir komünist partisi için yüz karası bir tutumdur. Silah temini bir ayaklanmanın başarısı için vazgeçilmezdir. Ama devrimci bir parti bunu kendi olanakları ile, daha da çok burjuvazinin polis ve ordu birliklerine düzenleyeceği ani baskınlarla karşılar. Nitekim Hamburg’da sınırlı sayıda da olsa bu yapılmıştır. Devrimci bir parti silah temini için işçilerin kafasını karıştıracak bir koalisyona, üstelik hain oldukları söylenenlerle bir koalisyona havale edemez. Bütün bunlar Zinovyev ve KEYK’nin kendi suçlarını Brandler’e yıkarak içine düştükleri sefil durumdan kurtulma girişimleridir. V. Kongre’de Komintern tarihinde geri dönülmez bir kırılmayı yaratan da bu suçluluk halidir.
Komünist Enternasyonal’in V. Kongresi
Komintern’in V. Kongresi 17 Haziran- 8 Temmuz tarihleri arasında Moskova’da açıldı. Kongrede 49 komünist parti ve 10 uluslararası örgütü (Profintern, Komünist Gençlik Enternasyonali, Uluslararası İşçi Yardımı vb.) temsilen 336’si oy hakkına sahip, 504 delege katıldı. ( bazı kaynaklarda katılan parti sayıları, 40 , 41 ve delege sayıları 406, 504 olarak yer aldı.) Avusturya, Macaristan, Endonezya, Kore, Moğolistan partileri kongrede danışman delegelerle temsil edildi. Kongre belgelerinde KP’lerin toplam üye sayılarında bir önceki kongreye oranla düşüşlerin olduğu yer aldı. 1923 yılında Mısır Sosyalist Partisi’nin ismini komünist olarak değiştirdiği, Filistin KP’nin kurulduğu, 1924’ Türkiye’de KP’nin yeniden organize olduğu belirtildi.
Korolov, Kongreyi açış konuşmasında Lenin’in kaybının büyüklüğüne değindi. IV. Kongre ile V. Kongre arasındaki süreçte Komünist Enternasyonal ve seksiyonlarının birçok cephede mücadele verdiğini, bu mücadelelerde kısmi yenilgilerle birlikte önemli zaferler elde edildiğini vurguladı. Koralov’un konuşmasının ardından Kongre Başkanlık divanı ve sekretarya seçimi yapıldı. Zinovyev, Stalin, Buharin, Troçki (RKP) Thäelmann ve Geschke (KPD –Almanya) Treint ve Selber (Fransa), Bordiga (talya), Smeral ve Muna (Çekoslovakya), Kolarow (Balkanlar), Krajewsky (Polonya), Katayama (Japonya), Roy (Hindistan), Stewart (İngiltere), Schefflo (İskandinavya), sekreterliklere Piatnitzki, Neurath, Dowoth, Stirner seçildiler. Başkanlık divanı seçiminin ardından kongre gündemi, KEYK raporu (konuşmacı-Zinovyev), Dünya ekonomisinin durumu(Varga), KE programı(Buharıin – Thalheimer), Sendika taktikleri (Losowsk – Heckerti), Ulusal Sorun (Manuilski, Walecki ve Boschkowitsch), ) Doğuda ve Sömürgelerde Devrimci Hareket, ( Roy, Katayama ve Tsching), Zenci sorunu (Dunne, Ferand) Örgütsel Sorunlar, ( -Partinin örgütsel yapısı, faaliyet gösteren hücreler, vb. – Komünist Enternasyonal’in tüzüğü, – Komünist partilerin kadınlar arasındaki çalışmaları, – Yasadışı çalışma, – Orduda çalışma), Faşizm Üzerine ( Bordiga, Freimuth), Sovyet Cumhuriyetleri Birliği’nin Ekonomik Durumu (Rikov), Köylü Enternasyonali (Kolarow), Gençlik Hareketi (Otto Unger), Uluslararası Kızıl Yardım, Seksiyonların Durumu başlıklarında birçok KP ‘nin durumu görüşüldü. (RKP, KPD, İKP, Bulgaristan KP, İngiltere KP, ABD KP, Japonya KP) Kongrenin İkinci günü delegeler Lenin mozolesini ziyaret etti ve konuşmalar yapıldı.
Üçüncü Oturum ’da KEYK raporunu Zinovyev sundu. Zinovyev konuşmasında Komintern’in I.,II., III., ve IV: Kongreleriyle ilgili değerlendirmeler yaptı. IV. Kongre ile V. Kongre arasında sürede seksiyonlar ve Komünist Enternasyonal’deki gelişmelere değindi. Seksiyonların birçoğunda (Fransa, Norveç, İtalya, Almanya, Çekoslovakya, Bulgaristan, İngiltere, ABD, RKP) içindeki bölünmelere ve sağ tehlikeye dikkat çekti. Bu dönemde sağ tehlikeye karşı önemli başarılar elde edildiğini söyledi. Almanya’da Ekim 1923’teki yenilginin KPD MK’sındaki sağ unsurlardan kaynaklandığını belirtti ve bu konuda Radek’e yüklendi. Sıra sol’un eleştirisine geldi. birçok partide sendikalar ve birleşik işçi cephesi konusundaki “aşırı sol” tutumları eleştirdi. Partilerdeki “aşırı solculuğun” sadece pratik mücadeleyi ilgilendiren bir sorun olmadığını, teorik bir sorun haline geldiğini belirti. İtalyan KP kurucularından Graziadei, KPD’den Korsch ve Macar KP’sinden Lukacs’in (üçü de profesördü) teorik revizyonizmi temsil ettiklerini belirterek, bu eğilimin cezasız kalmasına tahammül edilemeyeceğini söyledi. Zinovyev esas tehlikenin “sağ”tehlike olduğunu, IV. Kongreden bu yana % 90 oranında “sağ” tehlikeye karşı mücadele ettiklerini vurguladı ve “sağ” tehlikenin güçlenmesinin nedenini komünist partiler içindeki sosyal demokrat kalıntıların varlığına bağladı.
Zinovyev konuşmasının devamında işlerin beklenen hızla gelişmediğini, beklenen Alman devriminin yenildiğini, son beş yılın bilançosunu (bir dizi monarşinin çöküşü, Ekim Devrimi, Asya’da ve diğer bölgelerdeki gelişmeler, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki kırılmalar, sosyal demokrasinin burjuva hükümetlerin bir parçası haline gelmesi, komünist partilerin büyümesi vb.) sıraladı, aslında gelişmelerin hiç de göründüğü gibi olmadığını bir deyim kullanarak açıkladı; “Bir sinek büyük bir değirmen çarkına oturduğunda ve çark hızla döndüğünde, sineğin çarkın hareketsiz olduğu hissine kapıldığı söylenir. Bizde de durum aynı. Dünya tarihinin çarkı aslında oldukça hızlı dönüyor.” ( Komünist Enternasyonal’in V. Kongresi – Almanca metin Zinovyev’in konuşması 42-106- http://ciml.250x.com/archive/comintern/comintern_german.html)
Zinovyev, kapitalizmin hala düşüş döneminde olduğunu, Avrupa’da küçük bir yükseliş yaşansa da kapitalizmin krizinin ( tarım krizi, para krizi vb.) sürdüğünü, işsizliğin ve enflasyonun arttığını, çalışma koşullarının kötüleştiğini söyleyerek, işçi hareketindeki gelişmeleri sıraladı. Norveç’te altı aylık grev, İngiltere’de grev dalgası, Çin’de demiryolu grevi, Hindistan’da 150.000 tekstil işçisinin grevi, Bulgaristan, Almanya ve Polonya’da ayaklanmalar yaşandığını, bunların dünyanın “iki devrim dalgası” arasında olunduğunun bir belirtisi olduğu vurguladı ve ekledi; “Henüz tam bir galibiyetimiz yok, ancak ilerliyoruz”
Kapitalizmin belirli bir istikrara ulaştığı ancak bu istikrarın kısmi ve geçici olduğu ve dünyanın iki devrim dalgası arasında bulunduğu formülasyonu Zinovyev için bir tür sigorta görevi görüyor. Bu formülasyon bir tarihsel dönem açısından bakıldığında genel bir doğrudur. Çünkü sınıf mücadelesi her durumda iki devrim dalgası, biri geçmişte olan, diğeri gelecekte oluşacak iki devrim dalgası arasında yer alır. Ancak bu genel belirleme bize, ne mevcut durumun ne olduğuna, ne de proletaryanın o anda izlemesi gerekli taktiğin ne olması gerektiği konusunda bir cevap vermez. Mevcut anda ya kapitalizm kısmi ve geçici de olsa belirli bir istikrara sahiptir ya da kapitalizm kriz içindedir ve sınıf hareketi yükselmektedir, bu her iki durumda komünistlerin izleyecekleri taktik de farklıdır. Zinovyev kapıyı açan bir kilit (iki devrim dalgası arasında olma) üreterek, kendini gelecekteki muhtemel gelişmelere karşı garantiye alıyor. (age. 56)
Dünya Ekonomisinin Durumu Üzerine yaptığı konuşmada Varga, Zinovyev’in aksine kapitalizmin tüm dünyada olağanüstü bir devrimci krizden geçtiğini, başarılı bir devrim için nesnel koşulların var olduğunu, bu nesnel olasılığı çetin mücadelelerle başarıyla şekillendirmek ve gerçekleştirmenin komünist partilerin görevi olduğunu söyledi. Varga’nın sözünü ettiği tarzda devrimci bir krizin var olup olmadığı (çünkü Kongre konuşmacılarının hiç biri bu görüşü tekrarlamadı) başka bir sorun olmakla birlikte, Zinovyev’in konuşmasıyla karşılaştırılmayacak ölçüde netti. Ne kısmi istikrar ve de iki dalga arasından söz ediyordu. Devrimci bir kriz olduğunu ve bu krizi devrimle sonuçlandırmanın komünist partilerine bağlı olduğunu söylüyordu.
Zinovyev konuşmasının devamında iki dalga arasında olmaktan farklı şeyler de söyledi.
Birçok Avrupa ülkesinde (İngiltere, Fransa, Avusturya Danimarka, Çekoslovakya, Polonya, muhtemelen Almanya ve Belçika) sosyal demokratların güçlenmesi ve kimi ülkelerde (İngiltere, Danimarka) hükümet kurmalarını dayanak göstererek içinden geçilmekte olan dönemi “demokratik-pasifist “çağa bir geçiş (“Demokratik-pasifist dönem”) olarak nitelendirdi ve bu dönemin uzun sürmeyeceğini ekledi. Bu söylem kapitalizmin sosyal demokrasi eliyle, “uzun sürmeyecek” belirli bir istikrara kavuşturulduğunun itirafıydı.
Bundan hareketle, sanki yeni bir olguymuş gibi, uluslararası sosyal demokrasinin fiilen burjuvazinin “üçüncü” partisi haline geldiğini ve bunun, içinde bulunulan dönemin en önemli özelliği olduğunu söyledi..Uluslararası durumla ilgili yaptığı bu tahlillerden burjuvazinin eskisi gibi yönetemediği sonucunu çıkardı. Bunu da sosyal demokrat partilerin birçok ülkede hükümete gelmesi ya da güçlenmesine (pasifist dönem) dayandırdı. Bu tahlil Zinovyev’in ipin ucunu kaçırdığını ve yalpaladığını ortaya koyuyordu. Sosyal demokrasi burjuvazinin “üçüncü partisi” haline gelmişse ( Lenin, Alman devriminin boğulmasının hemen ardından sosyal demokrasinin bir burjuva partisi haline geldiğini belirtmişti) bu burjuvazinin yönetemediğinin değil, tam tersine yönettiğini gösterir. (age-64)
Zinovyev hızını alamamış olacak ki, konuşmasına faşistlerin “burjuvazinin sağ eli”, sosyal demokratların ise “sol eli” olduğunu söyleyerek devam etti. Daha da ileri giderek “sosyal demokrasinin faşizmin bir kanadı haline geldiğini savundu. Bu muhtemelen Komünist Enternasyonal tarihinde sosyal demokrasiyle faşizmi özdeşleştiren bir ilk açıklamaydı. Zinovyev’in bütün bu söylemi komünist Enternasyonal’in o güne kadar benimsediği taktiklerin değiştirilmesine yönelik bir zemin hazırlığıydı
Zinovyev Komintern’in III. Kongresi’nde kabul edilen birleşik işçi cephesi taktiğini yeniden yorumlamakla işe başladı. Bu taktiğin 1921 -22’de ilk ortaya çıktığında sosyal demokrasinin hâlâ çok güçlü olduğu, düşmanın saldırıda, komünistlerin savunmada olduğu, belirleyici mücadelenin henüz doğrudan gündeme gelmediği bir dönemde gündeme geldiğini vurguladı..
Kendilerinin birleşik cephe taktiğini devrime hazırlık taktiği olarak anladığını, ama bazı yoldaşların bunu barışçıl ve evrimci taktik olarak yorumladıklarını belirttikten sonra, birleşik cephe taktiğinin sosyal demokratlarla bir ittifak değil, bir manevra olduğunu söyledi. (age. -67)
Birleşik İşçi Cephesi taktiği, 1921’de KPD’nin sosyal demokrat partilere işçi sınıfının acil çıkarlarını savunmak için yaptığı çağrıyla gündeme gelmişti. Lenin bu taktiği, devrime hazırlık döneminde devrimci taktiğin mükemmel bir örneği olarak nitelendirdi. Taktik, Komintern’in III. Kongresinde onaylanarak tüm Komintern partilerinin devrime hazırlık döneminin taktiği olarak kabul edildi. Bu taktik bir manevra olmadığı gibi, bir koalisyon ya da bir işçi hükümeti de değildi. Komintern IV. Kongresinde birleşik işçi cephesi diğer işçi partileriyle yapılacak bir koalisyona yani işçi hükümetine bağlandı ve seksiyonlara diğer işçi partileriyle (sosyal demokrat partilerle) işçi hükümeti kurma talimatı verildi. Kongre sonrası birçok parti (Çekoslovak, Bulgaristan, Polonya, Almanya vb.) bu doğrultuda hareket etti. Bizzat KEYK ve Zinovyev KPD’yi Saksonya’da sol sosyal demokratlarla, ayaklanma için silah bulma adına koalisyon kurmaya ikna etti. Ayaklanma çökünce bütün suç sosyal demokratlarla parlamentoculuk oyunu oynadığı söylenen KPD MK’sine, Brandler ile Radek’e yüklendi. Zinovyev suçu üstünden atmak için IV. Kongrede altında imzası bulunan taktikleri değiştirmeye yöneldi. Birleşik işçi cephesi bir manevra olarak niteledi.
Zinovyev aşağıdan ve yukarıdan cephe sorununa da değindi. Her zaman, neredeyse her zaman aşağıdan birleşik cepheyi savunusunu öne çıkarırken, yukardan birleşik cepheyi de ihmal etmedi; komünistlerin “küçük bir azınlık olduğu” İngiltere, Avusturya ve Belçika’da, aşağıdan ve yukarıdan birleşik cephe taktiğinin kullanılabileceğini söyledi. (age. 80-81) Yani “hain” sosyal demokratlarla yukardan cephe taktiğini deneyebilirdiniz. Eğer küçük ve güçsüzseniz.
Zinovyev, konuşmasında birleşik işçi cephesinden sonra İşçi ve Köylü Hükümeti sorununa değindi. Komünist partilerin diğer işçi partileriyle birlikte işçi ya da işçi köylü hükümeti kurması IV. Kongrede “sol’ların cılız eleştirisine karşın büyük bir çoğunlukla onaylanmıştı. (bu konuda ayrıntılı bilgi için Söz ve Eylem’in 15. sayısına bakılabilir.) KPD’nin Saksonya ve Thüringen’de sol sosyal demokratlarla koalisyon kurması ve bunun hüsranla sonuçlanmasından sonra işçi hükümeti sorunu yeniden tartışma konusu oldu. Zinovyev, hatasını kabul etmek yerine sorunu daha da içinden çıkılmaz ideolojik bir boyuta taşıyarak işçi köylü hükümetinin “proletarya diktatörlüğünün takma adı” olduğunu ileri sürdü. Bunu kanıtlamak için Ekim devrimine göndermede bulundu. Proletarya diktatörlüğünün Latince bir kavram olduğunu, okuma yazma bilmeyen Rus köylüsü ve askerinin bu kavramı anlayamayacağından hareketle bu Latince kavramı işçi köylü hükümeti olarak, basitçe anlaşılır bir dile çevirdiklerini iddia etti. Bu garip açıklamayla, Zinoyev proletarya diktatörlüğünü işçi köylü hükümetiyle özdeşleştirirken, Marksizm’in Leninizm’in devlet teorisini revize etme sorumluluğunu da okuma yazma bilmeyen Rus köylüsüne devrederek işin içinden sıyrılmaya çalıştı.
Radek’in itirazı üzerine, IV. kongrede kabul edilen metindeki “Komünistler bu açık ya da örtülü burjuva sosyal- demokrat koalisyona, burjuva iktidara karşı ve onun nihai yıkımı için mücadele etmek amacıyla ekonomik ve politik alanda, tüm işçilerin birleşik cephesi ve tüm işçi partilerinin koalisyonu ile karşılık verirler” cümlesi gibi cümlelerin yazımına izin verdiğini, bunun hatalı çıkarımlara yol açacağını düşünemediğini söyleyerek kendini savundu.
Sıra Saksonya deneyimine geldiğinde sanki KPD’yi sol sosyal demokratlarla koalisyona kendileri ikna etmemiş gibi, koalisyonu parlamenter komedi olarak nitelendirdi ve devrim olasılığının abartıldığı iddiasıyla Saksonya’yı haklı çıkarmamak gerektiğini söyledi. Ve ekledi, “Bir daha böyle bir durum olursa sayıları kontrol edeceğiz, güçlerimizi daha iyi sayacağız ama yine her şeyi devrimin kartına koyacağız. Durumun abartılmış olması en kötü şey değil. Daha da kötüsü, Saksonya örneğinin, partimizde hâlâ ne kadar büyük sosyal demokrasi kalıntılarına sahip olduğumuzu göstermesiydi.”(age.84)
Siz dünya devriminin merkez karargâhı olan bir örgütün yürütme kurulu başkanısınız, toplanıp dünya devrimi için kilit bir ülke olan Almanya’da ayaklanma kararı alıyorsunuz, sonra ayaklanma çöküyor ve siz, bir dahaki seferde Zinovyev’in kelimeleriyle söylersek, sayıları kontrol edeceğiz, güçlerimizi daha iyi sayacağız diyorsunuz. Lenin II. Kongrede birleşik işçi cephesine karşı çıkanları kastederek söylediği “bu eğilime karşı amansız bir mücadele zorunludur, çünkü aksi halde ne komünizm, ne de Komünist Enternasyonal kalır” derken ne kadarda haklıymış.
Zinovyev konuşmasının devamında bazı komünist partilerdeki duruma değindi. İngiltere’yle ilgili olarak, İngiltere’nin Komünist Enternasyonal’in siyasi açıdan en önemli kesimi haline geldiğini, dönemin ana görevinin İngiltere’de bir kitle partisi yaratmak olduğunu ve bunun önkoşullarının var olduğunu söyledi.
Fransız Komünist Partisi’nin en önemli görevini, Frossardizm’in (Frossard, Fransiz KP’si eski başkanı, mason olduğu ortaya çıkmıştı) son kalıntılarını ortadan kaldırmak olarak belirledi. Almanya’da devrimci durumun varlığını sürdürdüğünü, partide Brandler krizinin bir bölünmeye yol açmadan aşıldığını, sendika sorununda eski “sol” sapma ortaya çıkarsa, onunla savaşmaya devam edileceğini söyledi.
Çek Partisinin kalıcı, düzenli, devrimci bir önderlikten yoksun olduğunu, Prag Kongresinde partinin işçi-köylü hükümetiyle ilgili olarak aldığı sağ kararın (“İşçi hükümeti proletarya diktatörlüğüne barışçıl bir geçiş de olabilir.) kabul edilemeyeceğini ve partinin revizyonist unsurlar ayıklanarak, proleter bir önderliğe kavuşturulmasını ve köylülüğe daha fazla önem vermesi gerektiğini vurguladı
Polonya Partisi Merkez Komitesinin uyum içinde olmadığını belirtti. Partinin Krakov ayaklanması sırasında devrimci bir önderlik gösterememesini eleştirdi.
İtalya’daki aşırı “sol” komünistlerin, Sosyalist Parti içindeki birlikçi (Enternasyonalist) kanatla birleşmeyi engellediğini belirtti. Bordiga ve arkadaşlarının Enternasyonal’e sadık iyi devrimciler olduğunu, ancak solcu tavırlarda ısrar ettiklerini dogmatizmden kurtulurlarsa İtalyan devrimine daha iyi hizmet edeceklerini söyledi. Bordiga’nın Enternasyonal içinde uluslararası ölçekte bir sol hizip oluşturmaya çalışacağı söylemini, Enternasyonal Bordiga’ya değil, Bordiga’nın Enternasyonale uyum sağlamalı olarak yanıtladı.
Zinovyev ve Varga’nın raporlarının sunulmasından sonra, raporlar üzerine tartışmalara geçildi. Tartışmalar 11 oturumda tamamlandı. Konuşmacıların büyük bölümü Zinovyev’in görüşlerini desteklerken, kendi partilerine yönelik eleştirileri, parti içindeki konumlarına göre ( sağ – sol) cevaplandırdı. Konuşmaların ortak paydasını Alman yenilgisi oluşturdu. Birkaçı hariç hemen bütün konuşmacılar Brandler, Radek ve Alman Komünist Partisi Merkez Komitesi çoğunluğunu oportünistlikle, hainlikle suçladı.
Roy. Konuşmasında Zinovyev’in İngiltere’ye atfettiği önemden memnuniyetini dile getirdi. Devamla, Komintern’in bir bütün olarak İngiltere’de karşı karşıya olunan güçlüklere dair net bir resmi olduğundan şüphesi olduğunu söyledi. Komünist Partinin İngiltere’de savaşması ve üstesinden gelmesi gereken zorluklardan birinin emperyalist ruhun İngiliz proletaryası üzerindeki etkisi, ikincisinin de teorik gerilik olduğunu belirtti.
Zetkin,Cuno hükümeti sırasında devrimci dalganın yükseldiğini, partinin bu sırada harekete geçmeyerek fırsatı kaçırdığını, hükümetin düşmesinden sonra devrimci dalganın gerilediğini, Ekim’de ne parti ne de işçi sınıfının ayaklanmaya hazır olmadığını söyledi. Alman devrimindeki hataları kabul etmekle birlikte, Brandler ve Radek’i savundu. Hataların büyük bölümünün KEYK’da olduğunu söyleyince Zinovyev’in saldırısına uğradı. Zinovyev’in birleşik işçi cephesinin “manevra”, işçi hükümetini proletarya diktatörlüğünün “takma adı” olduğu söylemine şiddetle karşı çıktı.
Kongre’deki tartışmalara damgasını vuran Zinovyev’le Radek arasındaki polemikti. Zinovyev IV. Kongre kararlarını çöpe atarken, Radek IV. Kongre’yi cansiperane savundu. Birleşik işçi cephesi taktiğinin, iktidarın fethi değil, devrimin tüm kazanımlarını yok etmekle tehdit eden sermayenin saldırısına karşı direnişin örülmesi için gündeme getirildiğini söyledi. İşçi hükümeti konusunda IV. Kongrede alınan,“Güncel Politik bir slogan olarak işçi hükümeti burjuva toplumunun konumunun özellikle istikrarsız olduğu ve işçi partileri ile burjuvazi arasındaki güçler dengesinin hükümet sorununu acil çözüm gerektiren pratik bir sorun olarak gündeme getirdiği ilkelerde en büyük öneme sahiptir. Bu ülkelerde işçi hükümeti sloganı, tamamıyla birleşik cephe taktiğinden kaçınılmaz olarak çıkar.” kararını hatırlattı.
Bulgaristan Komünist Partisi’nin Bulgar Sosyal Demokrat Partisi’ne blok oluşturmayı teklif ettiği, Fransız Komünist Partisi’nin Sosyal Demokratlara seçimler için bir blok ittifakı önerdiği örnekleri hatırlatarak, Zinovyev’in neden bunlara sessiz kaldığı sorusunu sordu. Zinovyev’in işçi köylü hükümetinin proletarya diktatörlüğünün takma adı olduğu tezini nükteli bir dille eleştirdi.
Bordiga konuşmasında IV. Kongre taktik tezlerinin değiştirilmesi gerektiğini, ancak tartışmanın bu değişimi sağlayacak verimlilikte olmadığını, çünkü bunun için en başta KEYK’nin faaliyetlerinin tartışmaya açılması gerekirken, tersine yargılananın yürütme olmadığı, ama yürütmenin her zaman, her parti üzerinde yargıda bulunduğuna dikkat çekti. Konuşmasının devamında Zinovyev’in birçok değerlendirmesine (uluslararası durum,, sosyal demokrasinin burjuvazinin , üçüncü partisi ve faşizmin bir kanadı olduğu, sosyal demokratlarla koalisyon yapılamayacağı, aşağıdan birleşik cephenin savunulması ) katıldığını açıkladı. Enternasyonal’in sağa kaymayacağının güvencesi olarak gösterilen SBKP’nin kendileri için yeterli olamayacağını, ona güvendiklerini ancak gerçek güvencenin dünya devrimci proletaryası olduğunu söyledi.
Brandler konuşmasında “Burada Alman veya başka bir partinin temsilcisi olarak konuşmuyorum ama sanık veya daha doğrusu hüküm giymiş biri olarak konuşuyorum ….Alman devrimine ihanet etmekle suçlandık. Savaşabilirdik ama korkaklığımızdan savaşmadık… Yoldaş Zinovyev ve Yoldaş Fischer bizi komünizmi ve her şeyden önce komünist devlet teorisini revize etmekle suçluyorlar. Küçük-burjuva oportünizminden hüküm giydik. III. ve IV. Kongre çizgilerini tüm gücümüzle uyguladığımız ve yürüttüğümüz için suçluyuz. Ve burada bu V. Kongrede ilan ediyorum: Pişman değiliz, bunun geçmişte yapılması gereken doğru şey olduğunu düşünüyoruz ve bu çizginin mevcut koşullar altında revizyona uğramadan bugün hala doğru olduğunu düşünüyoruz. Bu durumda böyle bir yenilgiden sonra elbette taktik değişiklikler gerekiyor ama bunların III. ve IV. Kongrelerin belirlediği çizgiyi değiştirmekle hiçbir ilgisi yok. … Bu yenilgiye, bir zamanlar kendimize yanlış bir görev belirlediğimiz, araç seçimimizde başarısız olduğumuz ve güç dengesini yanlış değerlendirdiğimiz için düştüğümüze inanıyorum. O zaman sadece kendimizi sorumlu tutmak da yanlıştır. Bu hataları sol, sağ, merkez, yürütme ve diğer partilerin belirleyici müzakerelerinde yer alan yoldaşlarla birlikte yaptık.”
Saksonya hükümetine girmeye karşı olduğu halde, silah temini gündeme getirilince ikna olduğunu ve Saksonya hükümetine girdiklerini söyledi. Chemnitz Konferansı’nda genel grevin sosyal demokratlarca reddedilmesinden sonra geri çekilmeyi askeri değil, siyasi nedenlerle savunduğunu vurguladı.
Ulusal ve Sömürgeler sorunu
Bu konudaki raporu Manuilski sundu. Manuilski raporunda sorunla ilgili Sömürgeler, Uzak Doğu, Orta Doğu, Balkanlar ve Orta Avrupa ve siyahlar sorununu ele alan beş komisyon kurulduğunu açıkladı. Sömürgelerde ve ulusal azınlıkların olduğu kapitalist ülkelerdeki (Yugoslavya, Avusturya, Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Yunanistan vb.) gelişmelerin Komintern II. Kongresinde alınan kararları doğruladığını söyledi. II. Kongre’de sorun doğru bir temelde ele alındığı halde çözümle ilgili proleter mücadeleyle sömürgelerdeki mücadeleler arasında birleşik cepheyi gerçekleştirecek somut araçların geliştirilemediğini ve II. Kongreden bu yana Komintern seksiyonlarının bu konuya yeterince ilgi göstermediğini vurguladı. II. Kongre’den V. Kongre’ye kadar olan dönemde birçok sömürge ülkede (Çin, Endonezya, Yugoslavya, Bulgaristan vb.) Komünist partiler yanında köylü ve küçük burjuva partilerinin kurulduğunu, bir kısım ülkede (Türkiye, İran, Mısır vb.) burjuvazinin iktidara geldiğini belirtti. Komünist partilerin hem köylü partileriyle hem de burjuva hükümetlerle ilişkilerinde bir dizi hata yapıldığını vurgulayarak yapılan hataları şöyle sıraladı; 1-Ulusal sorunu emperyalizmin bir icadı olarak gören, UKKTH’nı fiilen reddeden ve sorunun çözümünü Avrupa burjuvazisiyle proletaryası arasındaki savaşa bağlayan eğilim (Yugoslavya), 2- Sömürgecilerin sömürgelere uygarlık getireceği görüşü ( Fransa Komünist Partisi Cezayir kesiminin ileri sürdüğü görüş) .3-Sömürgelerin ayrılma hakkını sessizlikle geçiştiren eğilim (İngiltere) 4-UKKTH yerine proletaryanın kendi kaderini tayın hakkını savunan görüş (Polonya) 5- Yabancı sermayeye karşı ulusal sermayenin gelişimini destekleyen legal Marksist eğilim (Türkiye)
Manuilski konuşmasının büyük bölümünü Sovyetler Birliği’nde Ulusal sorunun çözümüne ayırdı. Konuşmasının son bölümünde Roy’un, ulusal hareketin ilk aşamasının sona erdiği ve sömürgelerde keskin bir sınıf çatışması döneminin başladığı söylemini üretici güçlerin gelişiminin şimdiden böyle derin sınıf karşıtlıkları ürettiğini söyleyerek eleştirdi.
Roy konuşmasında sömürgelerdeki durumu farklı bir bakış açısıyla ele aldı. II. Kongre’nin tezlerinin herkes tarafından kabul edildiğini, ancak bu tezleri dikkatle inceleyen ve bu tezlerden çıkan sonuçları doğru bir şekilde kavrayan pek az kişi olduğunu söyleyerek başladığı konuşmasını, Komünist Enternasyonal’in bugüne kadar izlediği taktiklerin zayıflığına işaret ederek, bu tutumun gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyerek sürdürdü. Sömürge ve yarı-sömürge ülkeleri 1. Ataerkil feodal sistem hüküm sürdüğü en geri ülkeler. 2. Sözde ulusal devletler olan ancak yabancı emperyalizmin mali ve çoğu zaman da askeri kontrolü altında olan yarı-sömürge ülkeler. 3. Tamamen emperyalist büyük güçlerden birinin siyasi, ekonomik ve askeri yönetimi altında olan gerçek sömürgeler olmak üzere üç gruba ayırdı. Bu ayırıma rağmen gruplara yönelik tek bir taktiğin uygulanmasının önündeki zorluklara değindi ve uygulanacak taktiğin ancak, o ülkede ulusal ve sömürgeciliğe karşı mücadelede öne çıkan sınıflara göre belirlenebileceğini vurguladı. Bu yapılmadan genel olarak bir destekten söz etmenin doğru olmayacağını söyledi. Konuşmasının devamında sömürgelerde sınıfsal ayrışmanın hızlandığını, burjuvazi ve toprak sahiplerinin işçi ve köylülere karşı birleştiğini, bu iki grubun emperyalist burjuvaziyle uzlaşma eğiliminin güçlendiğinisöyledi ve buna örnek olarak Hindistan’da 150 bin işçinin grevini gösterdi. “Sömürge burjuvazisinin nesnel olarak devrimci bir güç olduğu, onu desteklememiz ve onunla bağlantılar kurmaya çalışmamız gerektiği formülünde ısrar etmek zorunda mıyız?” diye sordu. Konuşmasını, komünistlerin görevinin ilgili ülkede nesnel olarak hangi toplumsal sınıfın en devrimci olduğunu belirlemek, bu toplumsal sınıfla ilişkiler kurmak ve bu şekilde tüm halkı ve mücadelesini örgütlemek için tek tek ülkelerdeki koşulları incelemek ve sömürülen sınıfı devrimci partiler halinde örgütlemek olması gerektiğini vurgulayarak tamamladı.
TKP Kongre’de ikisi oy hakkına sahip (Faruk ve Ahmet Cevat, biri istişari oyla (Hilmi- Hasan Ali Ediz ) üç delegeyle temsil edildi. TKP adına Faruk (Vanlı Kazım) ulusal ve sömürgeler sorunu oturumlarının birinde konuştu. Faruk konuşmasında Türkiye’de ulusal sorunun 1. Proletarya ile devrimci milliyetçilik arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkiler. 2. Ulusal kurtuluş için emperyalizme ve ortaçağ kurumlarına karşı mücadelede proletarya ve devrimci milliyetçilik arasındaki ilişkiler 3. Proletaryanın azınlıklarla ilişkisi 4. Proletaryanın emperyalist milliyetçilikle ilişkisi olmak üzere dört yönü olduğunu söyledi. Manuilski’ninTKP’nin siyasi ve ekonomik alanlarda milliyetçilerle işbirliği yaptığına ilişkin eleştirisinin yanlış olduğunu, TKP’nin hiçbir zaman böyle bir işbirliği içinde olmadığını, milliyetçi devrimcilerin cemaat okullarının ve “medrese”nin kaldırılması, emperyalist kapitalistlerin müdahalesinin önlenmesi, hanedan ve halifeliği yeniden kurma girişimlerine karşı mücadelesinin desteklenmesinin gerekli olduğuna inandıklarını söyledi. Azınlıklar konusunda, Türkiye’de bir Kürt sorununun olmadığını şu sözlerle ortaya koydu; “Kürtler en önemli ulusal azınlıktır ve Kürt sorunu son 50 yılda üç ya da dört kez feodal biçimde ve bir alt sorun olarak ortaya çıkmıştır. Kürt ulusal sorunu hiçbir zaman tam olarak tartışılmadı. Mevcut yasalar, tüm Müslüman nüfusa eşit anayasal haklar vermektedir. Kürtlerin entelektüel ve burjuva unsurları bu nedenle herhangi bir ulusal ve ayrılıkçı iddiada bulunmazlar.” Rumlar ve Ermeni ulusal hareketlerine kendi yaklaşımı yerine burjuvazinin yaklaşımını, Türk burjuvazisinin bağımsızlık talepleri nedeniyle rakip ve uzlaşmaz düşmanlar olarak gördükleri Rumlara ve Ermenilere karşı oldukça farklı davrandığını belirtmekle yetindi. Türkiye Komünist Partisi’nin, Hıristiyan ve Türk olmayan azınlıklara yönelik her türlü ulusabaskıya karşı savaştığını söyledi.
Komintern’in yeni Tüzüğü
V. Kongre’de Komünist Enternasyonal’in yeni tüzüğü de kabul edildi. Yeni tüzükte, eski tüzüğün (21 Koşul) sadece 2,3 ve 10. Maddedeki üç paragrafı değişmeden kaldı. Sendikalarla ilgili madde tümden kaldırıldı. Yeni tüzüğün 1, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 14, 16, 17, 22, 33, 34, 35. maddeleri eski tüzüğün farklı maddelerinden değiştirilerek düzenlendi. Bunun dışındaki maddeler tümden yeniden yazıldı. 7. maddede Komünist Enternasyonal’in Kongresi’nin toplanma zamanı bir yıldan iki yıla çıkarıldı. Kongre delege sayılarının, partilerin üye sayısı ve ülkelerin siyasi önemine göre kongre tarafından belirlenmesi kabul edildi. 8. maddede olağanüstü kongrenin ancak önceki kongre delegelerin yarısının istemiyle gerçekleşeceği, 9. maddede KEYK başkanı ve Uluslararası Kontrol Komisyonu’nun kongre tarafından seçileceği belirtildi. KEYK’nin seçimi ve görevleri 11 12 13 14 15 16, 17 ve 18. Maddelerde düzenlendi. 13. “KE’ye bağlı seksiyonların merkez organları, kongrelerine ve KEYK’na karşı sorumludur. KEYK, hem merkez organlarının hem de seksiyonların kongrelerinin kararlarını iptal etme veya değiştirme ve merkez organlarının uygulamakla yükümlü olduğu kararları alma hakkına sahiptir.” olarak yeniden yazıldı. 18. ve 19. Maddelerde KEYK’na bağlı iki yeni organ, KEYK toplantıları arasında faaliyetleri yürütmekten sorumlu Prezidyum ve organizasyon ve mali sorunları karara bağlamaktan sorumlu Örgüt Bürosu (Org Büro) kuruldu. Org Büro’ya bağlı bir sekretarya oluşturuldu. 23. Maddede KEYK’na bağlı enformasyon ve istatistik, ajitasyon, propaganda ve organizasyon vb. departmanlarının kuruluşu düzenlendi. 24. Madde’de KEYK’na seksiyonları denetleyecek yeni görevler verilmesi düzenledi. “KEYK seksiyonlara tam tam yetkili delegeler gönderme hakkına sahiptir. Delegeler KEYK’dan talimatlar alır ve eylemlerinden ona karşı sorumludurlar. Bu delegeler, KEYK tarafından gönderildikleri bölümlerin merkez organları ve yerel örgütlerinin tüm toplantı ve oturumlarına kabul edilmelidirler. KEYK delegeleri, görevlerini ilgili seksiyonun merkez komitesi ile yakın temas halinde yürütürler. Bununla birlikte, KEYK direktiflerinin tutarlı bir şekilde uygulanması için, komite tarafından yapılan kongre, konferans veya toplantılarda ilgili seksiyonun merkez komitesinin görüşlerinden farklı görüşler öne sürebilirler. KEYK ve KE kongrelerinin kararlarının seksiyonlar tarafından yürütülmesini denetlemek, KEYK delegelerinin özel görevidir.” 25. Maddede IV. Kongreden sonra fiilen uygulanan Genişletilmiş Yürütme kurulu (Plenum) tüzüksel bir organ olarak düzenlendi. Plenumun, Komünist Enternasyonal’in dünya kongreleri arasındaki dönemde, KEYK üyelerine ek olarak tüm seksiyonların temsilcilerinin katılımıyla yılda en az iki kez toplanması kararlaştırıldı. 27. Maddeyle Uluslararası Kontrol Komisyonu (ICC) yeni bir organ olarak tüzükte yer aldı.
Görevleri, a) Tek tek üyelerin veya tüm kuruluşların, kendi seksiyonları tarafından kendilerine karşı alınan disiplin tedbirlerine ilişkin şikâyetlerini incelemek ve bunlar hakkında KEYK’na önerilerde bulunmak ve daha sonra bir karara varmak. (b) KEYK ‘nın mali durumunu denetlemek. (c) KEYK, başkanlık veya örgüt bürosu tarafından talep edilmesi halinde, tek tek seksiyonların mali durumlarını denetlemek. Kontrol Komisyonu, KE’nin seksiyonları içindeki siyasi ve örgütsel çatışmalara müdahale etmez” olarak düzenlendi. 29. Madde, KEYK’na seksiyonlar üzerindeki denetimi artıracak yeni hakları düzenledi. Seksiyonlardan herhangi birinin merkez komitesinin tek tek üyelerinin veya grupların görevden ayrılması, komünist hareketin düzenini bozan bir eylem olarak kabul edilecektir. Bir komünist partideki her yönetici mevkii, görevin sahibine değil, KE’e aittir. Her seksiyonun merkez komitesi üyeleri, ancak KEYK’nın muvafakati ile görevlerinden istifa edebilirler. KEYK’nın mutabakatı olmadan parti merkez komitesi tarafından uygun görülen istifalar geçersizdir. 30. Maddede Siyasi benzerlikleri olan komünist partilerin KEYK mutabakatıyla Federasyon kurmaları düzenlendi. 32. Madde seksiyonların kongrelerini Komünist Enternasyonal’in kongresinden önce yapmalarını ve seksiyonların olağan ve olağanüstü kongrelerinin, ancak KEYK’nin muvafakati ile toplanabileceği belirledi.
KEYK’na seksiyonlar karşısında geniş yetkiler tanıyan tüzüğe karşı komisyonda birçok önerge verildi. Bunlardan biri de İtalyan Komünist Partisi’nin verdiği parti içi hiziplerin parti basınında yazı yazmasının yasaklanmasıydı. Seksiyonların hemen hepsinde hiziplerin var olduğu düşünülürse, bu önergenin kabul edilmesi, seksiyonlarda bir tasfiye hareketi başlatmak anlamına gelecek, Komünist Enternasyonal bir kaosa sürüklenecekti. Önerge reddedildi. Tüzük, komisyonda lehte ve aleyhte verilen önergeler, yapılan tartışmalardan sonra oy birliğiyle kabul edildi. Bu tüzükle birlikte Komünist Enternasyonal’in kongre süreleri uzadı, kongrelerin yerini plenumlar aldı.
Kongreye sunulan raporlar, yapılan tartışmalara Alman devriminin “yenilgisi” damgasını vurdu. Yenilginin faturası KPD sol kanadı tarafından MK’da egemen oportünizme çıkartıldı. KEYK yenilgideki payını hasıraltı etmek için Alman solunun bu söylemini destekleyince, solların kongredeki konumu güçlendi. Komintern’in II. ve III., kısmen de IV. Kongrelerde eleştirileri okları daha çok “sola” yönelikti. Sol’lar savundukları görüşler nedeniyle kıyasıya eleştirildi. V. Kongrede bu durum tersine döndü, bu kez saldırı sırası sollardaydı. Bu hava içinde V. Kongre Komintern’de sol kanadın etkinliğindeki ilk kongre oldu. Kongre’de alınan karar ve kabul edilen tezler sol’un damgasını taşıdı.
Dünya Ekonomisinin Durumu üzerindeki tezler Varga’nın Kongreye sunduğu rapora dayandı. Tezlerde, kapitalizmin bugünkü durumu “Kapitalist saldırı; kriz döneminin devamı” olarak nitelendirildi. Tezlerin birinde, savaş sonrasında birleşik bir kapitalist dünya ekonomisinin artık var olamayacağı, yani kapitalizmin çökmekte olduğu söylenirken, başka bir maddede Avrupa’nın birçok ülkesinde (İngilterede İşçi Partisi hükümeti, Fransada sol blok, Almanyada Dawes planı, sosyal demokratların güçlenmesi, ABD’de üçüncü bir partinin kurulması vb.) sosyal demokrasinin güçlendiği ya da iktidara geldiğinden hareketle “demokratik pasifist çağa” girildiği belirtildi. Bu birbirine tamamen zıt belirlemeler, Komintern’de öznel niyetlerin nesnel değerlenmelerin önüne geçtiğini gösteriyordu. Bu belirlemelerden hareketle uluslararası devrim çağının açıldığı, ama gelişmenin temposunun önceden tahmin edilemeyeceği belirtildi. Gelişmenin temposu konusunda birincisi, proleter devrimin yavaş gelişmesi, ikincisi, kapitalizmin ciddi biçimde zayıfladığı, iç çelişkilerinin keskinleştiği bunun da şu ya da bu ülkede ani patlamaların olabileceği gibi iki olasılığın olduğu vurgulandı. Komünist Enternasyonal, hazırlığını bu olasılıkları hesaba katarak yürütmeliydi.
Siyasi durumla ilgili tezlerde mevcut uluslararası durum “demokratik pasifist çağa giriş olarak belirlendi. Burjuvazinin yöneliminde proletaryanın mücadelesini ezme ve kitleleri küçük tavizlerle sisteme bağlama (pasifist-reformist yöntemler) biçiminde iki eğilimin öne çıktığı, sosyal demokrasinin burjuvazinin üçüncü partisi, faşizmin bir kanadı haline geldiği, Sosyal demokrasi ve faşizmin modern kapitalizmin sol ve sağ eli olduğu, Parlamentarizmin sonuna yaklaştığı tezlerde Almanya ile bölüm Alman solunun müdahalesiyle devrimci durumun sürdüğü olarak keskinleştirildi.
Birleşik cephe ve işçi köylü hükümetiyle ilgili biri Zinovyev, öteki Bordiga’nın hazırladığı iki tez grubu görüşüldü. Bordiga, işçi hükümeti sloganının proletarya diktatörlüğünün bir adı olarak görülmesi ve birkaç noktadaki formülasyonlara karşı olduklarını ama Zinovyev’in taslağının çoğuna tamamen katıldıklarını belirtince görüşmeler Zinovyev’in taslağı üzerinden sürdü.
Birleşik cephenin sosyal demokrat partilere karşı izlenmesi gereken bir manevra olduğu belirtilen tezlerde IV. Kongre’nin birleşik cephe taktiklerinin farklı ülkelerde yanlış yorumlandığı belirtildi. IV. Kongrede kabul edilen aşağıdan ve yukarıdan birleşik cephe tezine, her zaman aşağıdan cephe vurgusu eklendi. Yukarıdan birleşik cephe sadece komünist partilerin ve işçi hareketinin zayıf olduğu ülkelerde (İngiltere) aşağıdan birleşik cephe taktiğiyle birlikte yürütülmesi koşuluyla kabul edildi. İşçi sınıfının acil talepleri çerçevesinde bile birleşik cephenin diğer işçi partileriyle bir ittifak, bir koalisyon olmadığının altı çizildi.
IV. Kongre’de kabul edilen işçi/ köylü hükümetinin birleşik cephe taktiğinin mantıki bir devamı olduğu tezinin bazı seksiyonlarca (Almanya, Çekoslovakya, Polonya) yanlış yorumlandığı belirtilerek V. Kongre’de bu yorum reddedildi. İşçi köylü hükümeti sloganının Komintern’in Bolşevik parti deneyiminden devraldığı, proletarya diktatörlüğünün halk diline, devrim diline çevrilmiş sloganı olduğu belirtildi. Gerçek bir işçi köylü hükümetinin, parlamenter anlaşmalar, sosyal demokratlarla ittifakla değil, proletaryanın köylülüğün desteğini kazanmasıyla kurulabileceği vurgulandı.
Sendikalarla ilgili tezlerde, ilke olarak iki sendika Enternasyonalinin (Profintern (RILU) ve Amsterdam Enternasyonali (IFTU) birleşmesinden yana olunduğu, bu birleşmenin ancak aşağıdan ciddi bir hareketin başlatılmasıyla mümkün olabileceği, IFTU içindeki sol kanadın desteklenmesi gerektiği vurgulandı. Tezlerde sendikal hareketin birliği için mücadele edilmesi gerektiği belirtildikten sonra sendikalarda komünist fraksiyonların ve fabrika komitelerinin zayıflığı, reformist sendikalardan kaçış, sendikal mücadelenin küçümsenmesi, bu mücadelenin birleşik cepheyle bağının kurulamaması, ajitasyon ve propagandanın yetersizliği komünistlerin bu alandaki zaafları olarak sıralandı. Bu zaafların giderilmesi için fabrika komitelerinin güçlendirilmesi, orantılı temsil ve ideolojik özgürlük temelinde bağımsız sendikalarla birleşilmesi, sol grupların sendikaları terk etme politikasına karşı mücadele edilmesi gerektiği belirtildi. Kongre ayrıca üzerinde ciddi görüş farklılıklarının olmadığı tarım ve gençlik sorunu üzerindeki tezleri oybirliğiyle onayladı.
Üzerinde yoğun tartışmaların yapıldığı tezler, oybirliğiyle kabul edildi. Önemli görüş farklılıklarına rağmen tezlerin oy birliğiyle kabul edilmesi iki temel nedenle açıklanabilir. Birincisi tezlerin yazım tekniğiyle ilgilidir. Tezler öyle bir şekilde kaleme alındı ki, ağırlıklı olarak solun görüşlerini yansıtsalar da Komintern içinde sağ ve sol olarak nitelenen gruplar tezlerde kendi görüşlerinin yansımalarını bulabilirlerdi. Örneğin sollar bileşik cephe sloganını açıktan reddetmediler, Aşağıdan cephe birleşik cephe taktiğinin temeli haline getirilse de, yukardan cephe olasılığı tümden reddedilmedi. Solun sendikal birliği ve sendikaları terk etme politikası eleştirilmeye devam etti. İkincisi, disiplin soruyla ilgilidir. Grupların hepsi tezler kendi görüşlerini yansıtmasa da disiplin gereği olumlu oy kulandılar.
V. Kongre, birçok başlıktaki görüşmeyi (ulusal sorunla ilgili tezler, Faşizm üzerine tezler, program sorunu, bazı komünist partilerin durumu vb.) zaman yetmezliği nedeniyle kongre sonrası toplanacak Plenuma devretti.
Kongre’de bazı komünist partilere durumları değerlendirilerek talimatlar verildi. Zinovyev konuşmasında Komünist Enternasyonal’in siyasi açıdan en önemli kesiminin Alman ya da Rus partisinin değil, İngiliz partisinin olduğunu ve İngiltere’de bir kitle partisinin yaratılmasının Komintern’in en öndeki görevi olduğunu söyledi. Bunun için İngiliz partisinin önüne şu görevler konuldu; Partinin Marksist eğitimi, Azınlık Hareketini güçlendirmek, İşçi Partisi içindeki sol kanadı desteklemek ve ilerletmek, seçimlerde komünist bir çizgi izlemek (bu “komünist” çizgi gereği İngiltere Komünist Partisi Ekim 1924 seçiminde İşçi Partisi adaylarını destekledi) fabrika ve sendika komitelerini güçlendirmek, Sovyetler Birliğini desteklemek.
Sendikal alandaki başarıları övülen Fransız KP’sinin görevleri, gerçek bir parti aygıtının inşası, partideki sağ kanadın kesin tasfiyesi, sol ile merkez kanatlar arasındaki gerilimin giderilmesi, KPD ile ilişkileri geliştirmek, sendikalarda (CGTU) sınıf bilinçli işçilerin sayısını artırmak. Komünist bültendeki yazıları ve Troçki’nin Yeni Yol broşürünü partiden izin almadan yayınlayan Souvarie’nin disiplin suçu işlediği ve işlemeye devam ettiği için sınır dışı edilmesine karar verildi.
Devrim beklentisinin devam ettiğinin söylendiği Almanya’da parti krizinin çözüldüğü belirtilerek partinin önündeki görevler, partiyi fabrika hücreleri temelinde yeniden örgütlemek, fabrika komitelerini çoğaltmak ve sosyal demokrat sendikalardan çıkma eğilimini durdurmak olarak belirlendi. Kardeş partiler bu zor süreçte KPD’yi desteklemeye çağrıldı.
Komisyonda tartışmalara yol açan sorunlardan biri de İtalyan sorunuydu. Sorun, parti merkez komitesinde görev yapan dört kişinin istifası ve yeni merkez komitenin (4 sağ’dan, 9 merkezden) belirlenmesiyle çözüldü. Bordiga, hizip tartışmalarından kaçınmak ve tüm grupların Komintern liderliğinde aktif olarak birlikte çalışmasını sağlamak için bu formülü kabul ettiğini açıkladı. İtalyan KP’si sosyalist parti içindeki enternasyonalistlerle birleşme konusunda yeterince çaba sarf etmemekle suçlandı ve birliğin bir an önce gerçekleştirilmesi istendi.
Polonya partisi, 1923’teki ikinci kongresinde, KEYK ile aktif işbirliğiyle partinin bolşevikleşmesini sağlayacak kararları kabul etmişti. KEYK partiyi, pratikte buna uygun davranmadığı, özellikle Ekim’deki ayaklanmada, parti önderliğinindevrimci bir çizgi izlemediği için eleştirdi. Partiye yöneltilen bir başka eleştiri de RKP(B)’deki muhalefeti ve KPD’deki Brandler grubunu desteklemesiydi
Polonya Komünist Partisi’nin MK çoğunluğu Aralık 1924’te RKP(B)’ye gönderdiği mektupta RKP(B)’deki muhalefet grubu (Troçki grubu) ve KPD’deki Brandler grubuna destek vermişti. Krajewski V. Kongre’de yaptığı konuşmada, Aralık mektubunda Alman ve Rus sorularına ilişkin birkaç doğru yorumda bulunduklarını, ancak siyasi açıdan keskin olan soruya net ve cesur bir yanıt veremediklerini, bunun siyasi bir hata olduğunu söyledi. V. Kongre’de Polonya partisi için Stalin başkanlığında bir komisyon kuruldu. Bu Stalin’in bir Komintern kongresinde üstlendiği ilk görevdi. Komisyonda Parti yöneticileri (illegal bir parti olduğu için MK çoğunluğu Moskova’da yaşıyordu.) RKP muhalefetiyle birlikte çalışmak ve Komintern çizgisini benimseyenleri partiden uzaklaştırmakla suçlandı. Komisyon, Partinin bir konferans toplayarak Komintern çizgisini benimseyen yeni bir merkez komite seçmesine karar verdi.
Kongrede görüşülen bir diğer konu da RKP(B)’deki muhalefetti. Bu sorun Troçki’nin Ekim 1923’te Politbüro’ya yazdığı bir mektupla ortaya çıkmış, 46’lar bildirgesiyle büyümüştü. Bu muhalefet Komintern içinde birçok parti ( Polonya, Almanya, Fransa) içindeki fraksiyonlar tarafından desteklenmişti. RKP(B) deki bu durum tartışmaların ardından düzenlenen XIII. Konferansta bir çözüme bağlandı. Muhalefet, partiye zarar veren küçük burjuva bir sapma olarak nitelendirildi. Komintern V. Kongre’de bu sorunu görüşmeden önce, Troçki’ye bir mektup yazarak, görüşmelere katılmasını istedi. Troçki’nin, sorunun XIII. Konferans’ta karara bağlandığını belirtmesi üzerine V. Kongre, RKP(B)’nin XIII. Konferans’ta aldığı karar oybirliğiyle onaylandı. AyrıcaKongre’deki, Alman; Fransız ve İngiliz delegasyonları RKP’deki anti- Leninist muhalefetin nesnel olarak Komintern’e de zarar verdiğini açıkladılar.
Seksiyonlarla ilgili sorunlar görüşülüp karara bağlandıktan sonra Komintern’in yeni başkanı, yürütme kurulu ve kontrol komisyonunun seçimine geçildi. Başkanlığa Zinovyev seçildi. Yürütme kuruluna 44 asil, 23 yedek ve kontrol komisyonuna 17 üye seçildi.
RKP(B)’den Zinovyev, Buharin, Stalin, Kamenev, Rykow asıl Sokolnikov, Troçki, Losovsky, Pyatnitzki yedek üye olarak yeni yönetime seçildi. Mecid (muhtemelen Şefik Hüsnü) yedek üye listesinden yürütmede yer aldı.
Sonuç olarak V. Kongre, yapılan tartışmalar ve alınan kararlarla Komintern tarihinde yeni bir kırılma oldu. RKP (B) de dahil seksiyonların hemen hepsinde zaten var olan bölünmeleri büyüterek bizzat Komintern’i tehdit eder bir noktaya vardı. Komintern yönetimi seksiyonlardaki fraksiyonları bazen “sağ”, bazen “sol” olarak nitelendirip disiplin ve tasfiye silahını kullanarak hizaya getirmeye çalışsa da başarılı olamadı. IV. Kongre’nin Komintern tarihindeki yol açtığı kırılma V. Kongre’de büyüyerek sürdü.
Kongre Yerine Plenum
Kongre Yerine Plenum
Komintern IV. kongresinde tüzükte yapılan değişikliklerle kongrelerin yerine plenum toplantıları aldı. Haziran 1924’te yapılan III. plenumdan sonra IV. plenum V. Kongrenin bitiminden hemen sonra V. Kongre’de zaman yetersizliği nedeniyle tamamlanamayan bazı sorunları (İtalyan, Japon, Bulgaristan, Polonya, İsveç ve İsviçre vb.) görüştü. IV. Plenumdan sonra KEYK gündemindeki konulardan biri de İngiltere’deki genel seçimlerdi. Seçimden hemen önce İngiliz İşçi Partisi aldığı kararla Komünist Partisi’nin işçi partisine katılmasını, tek tek de olsa komünistlerin işçi partisine üye kabul edilmesini ve komünistlerin işçi partisi listelerinden aday gösterilmesini yasakladı. KEYK 10 Ekim 1924’te Büyük Britanya Komünist Partisi’ne seçimde izlenecek tutumla ilgili bir mektup gönderdi. Mektupta Komünist Parti’den İngiltere’nin emperyalist karakterini, Mısır, Çin ve Hindistan politikalarını sert bir biçimde eleştirmesi, İşçi partisine karşı aktif ajitasyon yapması, seçimde genel olarak işçi partisi adaylarının desteklenmesi, partinin, özellikle burjuva adayların kazanamayacağı yerlerde aday çıkarması talimatları iletildi. Seçim kampanyasının Sovyet – İngiliz anlaşmalarının desteklenmesi, ‘majestelerinin İşçi Partisi değil, gerçek İşçi hükümeti’, altı saatlik işgünü, asker ve denizcilere oy hakkı vb. etrafında yürütülmesi, Roy’un aday gösterilme ve mümkünse seçim kampanyasına katılmasının sağlanması istendi. Anlaşılan II. Enternasyonal’in etkin partilerinden biri olan İngiltere İşçi Partisi KEYK ve Zinovyev’in gözünde ayrıcalıklı bir yerde duruyor. Komintern KPD’ye Alman Sosyal Demokrat partisiyle her koşulda görüşmeyi yasaklarken sıra İngiliz işçi Partisi’ne gelince koşulsuz destek ( İşçi Partisi karşında aday göstermeme) verebiliyor ve bunu devrimci taktik olarak sunabiliyor.
KEYK Temmuz 1924’de Almanya, Fransa, Belçika, İtalya ve İngiltere KP’lerine Dawes planıyla ilgili olarak bir çağrı yayınladı. Berlin’de yapılan ve İngiltere Komünist Partisi’nin katılmadığı toplantıda Dawes planı, Almanya’nın sömürgeleştirilmesi, Avrupa proletaryasının köleleştirilmesi ve dünya kapitalizminin Sovyet Rusya’yı kuşatma planı olarak tanımlandı.
V. Plenum: Komintern V. Plenum’u 21 Mart 6 Nisan tarihleri arasında toplandı. Plenum’a beşi aday olmak üzere 37 ülkeyi temsilen104’ü oy kullanma hakkına sahip 244 delege katıldı. Plenumda V. Kongrede tamamlanamayan komünist partilerin bolşevikleşmesi ve köylü sorununa ilişkin tezler görüşülüp kabul edildi. Plenum’daki tartışmaların odağında ise, RKP(B) deki muhalefet ve bunun Komintern’deki yansımaları vardı.
Alışılmış olduğu üzere Zinovyev’in sunduğu KEYK raporu onaylandı. Raporda V. Kongrede üzerine durulan konular, II. Enternasyonal’in ağırlık merkezinin Almanya’dan İngiltere’ye geçmesi, ABD emperyalizmin güçlenmesi, sömürgelerdeki mücadeleler, İngiliz işçi sınıfının eylemliliği ve sınıf mücadelesinde İngiltere’nin artan önemi belirtildi. V. Kongre’de sözü edilen işçi köylü hükümetinin proletarya diktatörlüğünün başka bir adı olduğu bu Plenum’da tekrarlandı. Balkan Federasyonunu oluşturan partiler (Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya Yunanistan ) arasındaki sorunlar, Polonya, ABD partilerindeki gelişmeler ele alındı. Fransız partisindeki olumlu gelişmelere dikkat çekildi. V. Kongre’de oluşturulan eylem programını onaylamayan Bordiga’nin Plenum’a katılmaması, İtalya partisindeki durumun bir bölünmeye doğru gittiğinin göstergesiydi.
Alman delege Thalheimer ve Çek delege Kreibich tarafından Komintern’in Rus muhalif liderler ve Avrupa partilerinin bağımsız davranan liderlerini tasfiye etmeye çalıştığı suçlaması Plenumda gerginliğin yükselmesine yol açtı. En sert cevap Kuusinen’den geldi. Kuusinen Thalheimer ve Kreibich’in eleştirisini, bağımsız olarak adlandırılan komünistlerin, gerçekten Komintern ile savaşan oportünistler olduğunu söyledi.
V. Plenum V. Kongrenin ele alıp tartıştığı ve sonuçlandırılmak üzere plenum’a devrettiği Bolşevikleşme Üzerine Tezler’i görüştü.
Bolşevikleşme Üzerine Tezler
Plenum, Komünist Partilerin Bolşevikleştirilmesi tezlerine son şeklini verdi. Tezlerde II. Kongre’de Proleter devriminde Partinin Rolüne ilişkin kararlarının bugün de tüm önemini koruduğu, o günden bu yana birçok ülkede komünist partilerin kurulduğu, kitleselleştiği ve sert mücadelelerden geçtiği belirtildi. II Kongre’den bu yana dünya Devriminin hızında bir yavaşlama olduğu, bu durumun V. Kongre’de daha da belirginleştiği, bu geri çekilmenin hem parti, hem de komünist kişilerde dalgalanmalara yol açtığı, partilerin mücadele süreçlerinde yaşanan sorunlar nedeniyle boşevikleşmenin daha büyük bir önem kazandığı vurgulandı. Bolşevizm ve Marksizm’in, Bolşevik Parti ve komünist partinin özdeş kavramlar olduğu, ancak pratikte bunun her zaman böyle olmadığı belirtildi. Komünist Enternasyonal’e üye partiler 1-Henüz propaganda ağırlıklı bir dönemden geçen, geniş kitlelerle buluşamamış partiler, 2- az çok keskin bir mücadeleye girmiş, bir kitle temeline sahip olmuş partiler, ( Almanya, Fransa, Çekoslovakya, Bulgaristan, İtalya vb.) 3 – siyasal iktidarı ele geçirmiş partiler ( SBKP) üç kategoride değerlendirildi. Lenin’in sol Komünizm kitabından Sovyet devriminin uluslararası önemine ilişkin bir alıntı yapılarak Bolşevikleşmenin, RKP (B)’nin deneyiminin dikkate alınması ve pratikte uygulanması olduğu, ancak bu deneyimin mekanik olarak başka ülkelere aktarılmayacağı belirtilerek, Leninizm, şu ya da bu ülkede verili somut durumuna uygulanması eylemi olarak tarif edildi.
Komünist Enternasyonal’in sağ oportünizme karşı mücadele sürecinde doğup geliştiği belirtilen tezlerde, Rosa Luxemburg’un kendiliğindenlik, bilinç, örgüt, kitle hareketi ve ayaklanmanın teknik hazırlığı konularını Leninist bir tarzda ele almadığı, sol söylemle üstü örtülen Menşevizm olarak nitelenen Troçkizm’in Leninizm’den tehlikeli bir sapma olduğu, RKP (B) içinde ortaya çıkan bu sapmanın uluslararası bir karakter kazandığı, buna karşı mücadelenin de uluslararası olması gerektiği yer aldı.
Tezlerin partilerin örgütsel görevleri bölümünde, komünist partinin temel örgütlenme biçiminin hücre biçiminde örgütlenme olduğu, parti hücrelerinin her yerde, fabrikalarda kooperatiflerde, sendikalarda, vb. kurulması ve her parti üyesinin mutlaka bu hücrelerde fiilen çalışması gerektiği vurgulandı. Bolşevizm Federatif eğilimlerle bağdaşmazdı. Demir bir disiplin olmadan, Bolşevik bir partiden, ideolojik birlikten, merkezi bir parti yapısından, dolayısıyla, devrimin zaferi ve sosyalist inşadan söz edilemezdi. Eleştiri ve inisiyatif bu disiplinin ayrılmaz bir parçasıydı. Eleştiri komünist kibir ve kendini tatmin aracı olarak kullanılamazdı.
Tezlerde ordu içinde faaliyet yürütülmesi, yasa dışı çalışma ile yasal çalışmanın birleştirilmesi, burjuva yasallığına güvenilmemesi, partilerin her an yasal çalışmadan yasadışı çalışmaya geçecek biçimde hazırlıklı olması gereği belirtildi. Yasa dışı partiler, seçim ilkesinden vazgeçme ve merkeziyetçiliğin bürokratikleşmesi eğilimine karşı uyarıldı. Partiler sızmalar ve provokasyonlara karşı uyanık olmaya çağrıldı.
Tezlerde bolşevikleşmenin önemli bileşenleri şöyle sıralandı; kitleleri kazanmak, sendikalarda çalışmak, işçi sınıfının acil taleplerini desteklemek, kitlelerle parti arasındaki bağları güçlendirmek, birleşik işçi cephesi taktiğini tavizsiz uygulamak, kısmı talepler için mücadelenin devrimci amaçlara bağlanması, gençlik, kadınlar arasında ve köylülük içerisinde çalışmanın derinleştirilmesi gerektiği, ancak bu tarz bir faaliyetle gerçek bir kitle partisi yaratılabileceği vurgulandı. Tezlerde devrimin verili aşamalarında hangi tabakaların proletaryanın ittifakı olabileceği sorununun Leninizm’in temel sorunlardan biri, önemli bir taktik sorun olduğu, belirtildikten sonra proletaryanın kır ve kent küçük burjuvazisiyle ittifakı bu kesim üç gruba ayrılarak, proleter devrim savaşımında küçük burjuvazinin en alt kesimi doğrudan müttefik, ortadaki kesimin tarafsızlaştırılması, üst kesim ise mücadele edilmesi gereken kesim olarak belirlendi.
Ulusal sorun, bu sorunun söz konusu olduğu ülkelerde, nüfusun büyük çoğunluğunu köylülük oluşturduğu için esas olarak bir köylülük sorunu olarak nitelendi ve komünist partilerin bu sorunu çoğu zaman görmemezlikten gelmeleri eleştirildi.
Komintern’in bazı seksiyonlarının bolşevikleşme ile ilgili görevleri de belirlendi; RKP (B) için Troçkizm’in tasfiye edilmesi, NEP’in işçi sınıfıyla köylülük arasındaki ittifakı güçlendirecek bir tarzda ve sosyalist inşayı tehlikeye düşürmeden sürdürülmesi. Büyük Britanya KP’si için, sendikalarda çalışma, azınlık hareketinin güçlendirilmesi, sömürgelerde İngiliz emperyalizmine karşı mücadelenin desteklenmesi, merkezileşmiş bir parti yaratılması, birleşik cephe taktiklerinin uygulanması. Fransa KP’si için, sendikal birliğin sağlanması, Parti ile CGTU arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi, sıkı bir kitle partisi yaratılması, anti-militarist propaganda, sömürgelerde enerjik çalışma, Almanya’da sendikalarla ilgili sol hataların tasfiyesi, birleşik cephe taktiklerinin doğru uygulanması, işçi köylü hükümetinin propagandası, parti içinde fraksiyonel mücadelenin ortadan kaldırılması, İtalya KP’si için faşizmin dayattığı yasa dışılığı kırmak, fabrika komiteleri oluşturmak, köylülük içinde çalışmak, Bordiga’nın teorik taktik fikirlerine karşı mücadele etmek, İngiltere, Balkanlar, İtalya gibi ülkelerde anti- monarşist mücadeleyi sürdürmek, partilerin üye sayısını arttırmak olarak karar altına alındı.
VI. Plenum: Komintern’in VI. Plenumu 17 Şubat 17 Mart 1926 tarihinde toplandı. Toplantıya 32 partiyi temsilen 77’si oy hakkına sahip 130 delege katıldı. Kuomintang, Komintern sempatizanı olarak plenum’a kabul edildi. Plenum’da Komintern’in Nisan1925 Ocak 1926 faaliyetleri görüşüldü. Zinovyev konuşmasında geçen yılın birçok parti (Alman, Fransız, Norveç, Polonya ve Bulgar vb. ) için zor bir yıl olduğunu söyledi.
Tezlerde Locarno anlaşmasına değinildi. Anlaşmanın Avrupa’da ABD çıkarlarını pekiştirdiği, Sovyetler Birliği’ne karşı bir cephe kurma amacı taşıdığı, savaş tehdidinin arttığı, savaş tehdidine karşı en etkili mücadelenin Sovyetler Birliği’nin güçlendirilmesi olduğu yer aldı. Uluslararası durumla ilgili olarak, Komünist Enternasyonal’in içinde bazı grupların kapitalizmin istikrara kavuşamayacağı tezi ve kapitalizmin bütün bir dönem boyunca istikrar kazandığı tezi reddedildi. Somut durumla ilgili herhangi bir analize dayanmayan, kapitalizmin istikrar sağladığı ya da istikrarsızlığın devam ettiği konusunda hiçbir açıklık içermeyen ve üzerinde taktik kurulamayacak olan bu genel belirleme ile Komintern’in taktik üzerine geliştirdiği tezler de boşa düşürüldü.
VI. Plenunum’da V. Kongrede kabul edilen tüzüğe uygun olarak Komintern seksiyonları arasında alansal bir gruplaşmaya gidildi.(1) Fransa ve Fransız sömürgeleri, İtalya, Belçika, İsviçre; (2) Almanya; (3) Çekoslovakya, Avusturya, Macaristan; (4) İngiltere, İrlanda, Hollanda, Avustralya, Güney Afrika, Hindistan, Hollanda Doğu Hint Adaları; (5) Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Japonya; (6) İspanya, Portekiz, Latin Amerika; (7) Norveç, İsveç, Danimarka, İzlanda; (8) Polonya, Finlandiya ve üç Baltık Devleti; (9) Balkanlar; (10) SSCB; (n) Çin, Kore, Moğolistan, Türkiye, İran, Mısır, Suriye, Filistin olmak üzere 11 sekretarya oluşturuldu. Oluşturulan sekretaryalara, bağlı seksiyonların her birinin temsil edilmesi ve bir KEYK üyesinin başkanlık etmesi kararlaştırıldı. Buna ek olarak Zinovyev, Buharin, Piatnitsky, Ercoli (Togliatti),Treint, Ferguson, Smeral, Geschke, Tomsky, Lozovsky ve Nin’den oluşan daimi bir sendika komisyonu da kuruldu.
Bu Plenum’da da V. Kongre ve V. Plenum’da işçi cephesi, sendikal birlik ve mücadele, işçi-köylü hükümeti, sosyal demokratlara karşı tutum vb. konularda kabul edilen tezler farklı cümlelerle tekrarlandı. Tezlerde yeni olan savaş tehdidinin büyümesiyle ve sosyal demokrat işçilerde birlik yönündeki eğilimin güçlendiğiydi. Komintern seksiyonlarının önüne sosyal demokrat işçilere yaklaşımda bu eğilimi dikkate alma, birleşik işçi cephesini güçlendirme görevi konuldu. Ardından sosyal demokrat partilerle ilgili önceki tezler tekrarlandı. Sosyal demokrat partilerle birlik, proleter harekete ihanet olarak nitelendirilip reddedildi.
Doğu sorunuyla ilgili tezlerde aşırı bir iyimserlik VI. Plenumda da belirgin eğilimdi. Tezlerde Doğu ülkeleri, Çin, Hindistan, Endonezya, Japonya, Kore, Suriye, Türkiye, Cezayir, Mısır, İran, Tunus, vb. ülkelerle Afrika ve Latin Amerika’da, komünist partilerin yeni kuruldukları ve çok zayıf oldukları belirtilerek Komintern Doğu Bürosu’nun güçlendirilmesine karar verildi. Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde (Çin, Hindistan) sendikal hareketin örgütlü bir güç haline geldiği ve ulusal kurtuluş mücadelesinde büyük bir rol oynamaya başladığı belirtildi. Şanghay, Hong Kong ve Tientsin’deki grevlerin Çin ulusal özgürlük mücadelesine tutarlı bir proleter unsur kattığı ve Çin proletaryasının, Çin ulusal özgürlük hareketinin ekseni haline geldiği vurgulandı ve Çin sendikalarının Profintern’e üyeliğinin önemi üzerinde duruldu. Yalnızca Çin ve Hindistan’da proletarya, devrimci harekette proleter hegemonya sorununun pratik bir sorun olması için yeterince güçlü olduğu belirtildi. Eğer güçlü bir burjuvazi oluşmadan önce sömürgelerin sosyalizm adına kazanılması başarılırsa, bu durumda kapitalist gelişmeyi atlayarak sosyalizmi kurabilecekleri tezi kabul edildi. Avrupa’daki partilerin sömürgelerdeki mücadeleye duyarsızlıkları eleştirildi. Bu partilere, görevlerinden birinin komünist olmayan devrimci örgütlerle temas kurmak ve onların program ve taktiklerini geliştirmelerine yardımcı olmak olduğu hatırlatıldı. Doğu ülkeleri partilerinde köylülüğün ve ulusal hareketin önemini küçümseyen aşırı sol bir eğilimin varlığına dikkat çekildi.
Plenum’da büyük partilerin durumu ve görevleriyle ilgili olarak şu kararlar alındı. İngiltere, Zinovyev açılış konuşmasında 1925 yılında en iyi gelişmelerin İngiltere’de alındığını söyledi. İngiltere’de sendikal çalışma ve “Azınlık Hareketi” büyük gelişmeler göstermişti. Sovyet – İngiliz sendika komitesinin kuruluşu İngiltere işçi hareketinde bir değişimi, sendikal hareket tarihinde yeni bir aşamayı ifade ediyordu ve bu değişim tüm partiler tarafından desteklenmeliydi. İngiliz KP’sinin görevleri, sendikal çalışmayı ve “Azınlık Hareketi’ni güçlendirmek, sömürgelerdeki halk hareketlerini desteklemek, İşçi Partisi hükümeti nedeniyle daha da güçlenen i burjuva parlamentarizme karşı mücadele etmek ve yeni üyeler kazanmak olarak belirlendi.
Fransız partisinde Komintern V. Kongresi sonrasında alınan kararlara karşı bir muhalefetin geliştiği, bunun partide sağ tehlikeyi arttırdığına işaret edildi. Sağ tehlikenin Souvarie, Rosmer, Loriot’dan kaynaklandığını, bunların partiden atıldıklarını ancak etkilerinin atılmadan sonra da sağ tehlikenin kaynağı oldukları belirtilerek, bunlarla ilişki kuran parti üyelerinin partiden atılmaları kararı alındı. Partinin son yıllarda içinde olduğu düzensizlik ve krizin nedenleri, ideolojik yetersizlik, tecrübe eksikliği ve siyasal olarak olgunlaşmamış genç kadrolar olarak gösterildi. Bu durumdan kurtulabilmesi için partinin yerel inisiyatifi artıracak abartılı merkeziyetçilikten vazgeçmesi ve sağı tasfiye etmesi gerektiği vurgulandı.
KPD’de 1923 yenilgisinin sorumlusu, Brandler grubu olduğu kararı alınmıştı. Bu grup Frankfurt Kongresi’nde tasfiye edildi ve partide Fischer grubunun (sol grup) egemenliği sağlanmıştı. Bu kez Komintern sol grubun egemenliğinin partiyi yok olmaya doğru sürüklediğini ileri sürerek sol’un tasfiyesine karar verdi. Tasfiye kararının arka planında Sol grubun Komintern kararlarını uygulamaması ve RKP’ye yönettiği suçlamalar ( Rus partisinin proletaryanın değil köylülüğün çıkarlarını savunduğu, parti politikasının bir devlet politikasına dönüştüğü ve Komintern’in Rus Devlet politikasının bir aracı haline geldiği vb.) vardı. Bu tasfiyeyle partinin tıpkı bir önceki kongrede iddia edildiği gibi emin ellerde olduğu söylendi. Yeni KPD MK’si gerçek anlamda Leninist bir liderlik olarak taltif edildi.
Benzer bir durum Polonya partisi içinde geçerliydi. Polonya partisine yöneltilen suçlamalardan biri de birçok konuda KPD sol kanadıyla birlikte hareket ettiğiydi.
Plenum’un en polemikçi siması Bordiga’ydı Bordiga sendikal faaliyet ve birleşik işçi cephesine muhalefet ederek V. Plenum’a katılmamıştı. Konuşmasında bu konulardaki görüşlerini açıkladıktan sonra, asıl eleştiri konusuna, Komintern eleştirisine geçti. KEYK’nin yenilgi ve olumsuzluklardan kendini sıyırarak, kişileri, partileri eleştirme tavrını sert sözlerle eleştirdi. Partiler içinde derin görüş farklılıklarının varlığını partilerin ideolojik bir birliği gerçekleştirememelerine bağladı. Almanya örneğinden ( önce Brandler ardından Fischer grubunun tasfiyesi) hareket ederek Komintern’de müdahale, cezalandırma, imhadan oluşan bir terör rejiminin hüküm sürdüğünü söyledi. Nadir durumlarda kullanılacak yöntemlerin farklılıkların giderilmesinde kullanılmasını eleştirdi. Bordiga mevcut durumu çılgınlık olarak niteledi ve proleter devrime önderlik edilecekse, bu çılgınlığı durdurma çağrısı yaptı. Sendikal birliğe değil RILU’nun IFTU ile birleşmesine karşı olduğunu söyledi.
Komintern raporunda İtalyan partisindeki krizin son kongrede Bordiga’nı parti dışına düşmesinden sonra sona erdiği, partinin doğru çizgiyi yakaladığı belirtildi. Plenumda, Çekoslovakya, İsveç, İsviçre, Norveç vb. birçok partide benzer sorunlar tartışıldı ve bunlarla ilgili önlemler alındı.
VI. Plenumda hararetli tartışmaların olduğu başka bir sorun da Rus sorunuydu. ‘Bordiga, Rusya’nın iç sorunlarının Komintern çerçevesi dışında tam olarak çözülemeyeceğini savundu’. Başka bazı delegeler parlamenter geleneğin olduğu batı Avrupa’da Rus devrimi ve Bolşevik parti deneyiminin esas alınamaz olduğunu ileri sürdü. Komintern’in SBKP’nin etkisi altında olduğu söylemini Zinovyev, başka ülkelerde devrim olmadığı sürece SBKP’nin Komintern üzerindeki etkisinin sürdürülmesi gerektiği söylemiyle cevapladı. Tartışmanın sertleşmesiyle Rus sorunu gündemden çıkartıldı. Bordiga’nın, Dünya proletaryasının devrimci mücadelesi ile Rus Devletinin ve SBKP’nin politikası arasındaki ilişkiyi tartışmak üzere 1927’de bir kongrenin toplanması yönündeki önergesi görüşülmek üzere başkanlık divanına havale edildi.
1926 yılının en önemli gelişmelerinden biri İngiltere’de maden işçilerinin ücret talebiyle başlattığı grevdi. 3 Mayıs 1926’da Maden Federasyonuna bağlı 1,2 milyon madenci ücretlerin artırılması ve çalışma sürelerinin yeniden düzenlenmesi talebiyle greve çıktı. Grev ikinci gününde ulaşım ve ağır sanayi işçilerinin dayanışma greviyle genel greve dönüştü. Hükümet grevi, ‘parlamentoya meydan okuma, anarşi ve yıkım’ olarak nitelendirerek halkı greve karşı durmaya çağırdı. Grevi kırmak için Malzeme Bakım Örgütü (OMS) adlı grev kırıcı bir örgütü grevcilerin karşısına çıkardı. Mahkemeler grevin yayılmasını önlemek amacıyla ulusal denizcilik ve itfaiyeciler sendikalarının grev çağrısı yapmalarını yasaklayan bir karar yayınladı. Sovyet sendikalarının greve maddi dayanışma önerisi, ( İngiliz-Rus sendika komitesi 1925’te kurulmuştu) İngiliz burjuvazisi ve işçi hükümeti tarafından Sovyetler Birliğinin parlamentoyu ortadan kaldıracak ayaklanmayı desteklemesi olarak propaganda edildi. Bu propagandadan paniğe kapılan TUC grevin bir an önce bitirilmesi için hükümetle görüşmelere başladı. Grevi bitirmek için istediği garanti hükümet tarafından reddedildiği halde TUC 12 Mayısta, işçilerin ve Maden Federasyonu’nun iradesine karşın hükümetle uzlaşarak hiçbir kazanım elde etmeden, grevi bitirdiğini açıkladı. Buna rağmen işçiler grevi kısmi olarak Kasım’a kadar sürdürdü. Greve katılan binlerce işçi uzun süre herhangi bir işe alınmadı. Grevin bu şekilde bitirilmesi Sovyet İngiliz sendika komitesinde sarsıntıya yol açtı. Sovyet sendikaları TUC yöneticilerini greve ihanet etmekle suçladı. Ancak buna rağmen TUC ile ilişkilerini sürdürdü. Tüm Sovyet Sendikalar Birliği, Büyük Britanya Maden Federasyonunu desteklemek amacıyla birçok girişimde bulundu. MFGB ve Sovyet madenciler sendikasının temsilcileri 7 Temmuz’da Berlin’de bir araya geldiler ve İngiliz –Rus komitesini toplantı yapmaya çağırdılar. TUC, bu çağrıyı kabul etti ve toplantı Temmuz ayı sonunda Paris’te yapıldı. TUC liderleri Sovyet sendikalarının ‘ihanet’ suçlamalarını geri çekmelerini istedi, bu istek kabul edilmeyince toplantı ertelendi. Ağustos sonunda Berlin’de yapılan ikinci toplantıya Sovyet sendikalarının sunduğu 14 maddelik yardım programı TUC tarafından reddedildi. Daha sonra yaptığı açıklamada TUC, Sovyet- İngiliz sendika komitesinden çekildiğini açıkladı.
Sovyet Sendikalar Birliği’nin ihanete rağmen Sovyet- İngiliz sendika komitesinden ayrılmaması SBKP’de sürmekte olan parti krizine yeni bir başlık ekledi.
KEYK yayınladığı bildirilerde, bir yandan TUC’un ihanet ettiğini vurgularken, öte yandan İngiliz- Sovyet sendika komitesinin sürdürülmesi gerektiğini savundu.
KEYK 8 Haziran 1926’da grevle ilgili olarak yayınladığı tezlerde İngiltere’de reformizmin ekonomik temellerinin ortadan kalktığı, devletin sınıf iktidarı niteliğinin berraklaştığı, işçi sınıfının bilincinde bir değişimin gerçekleştiği ve İngiltere’de devrimci mücadelenin büyüyeceği tespitlerinde bulundu.(Grev sırasında hükümet partisi olan İşçi Partisi grevden üç yıl sonra yapılan seçileri yeniden kazandı)
Tezlerde ayrıca grevin Komintern’in uluslararası duruma ilişkin tespitinin (göreli, geçici istikrar) doğrulandığı belirtildi.
1926 yılının bir diğer önemli gelişmesi ’de Endonezya’daki Kasım ayaklanmasıydı. Bir Hollanda sömürgesi olan Endonezya’da ilk siyasal örgütlenme Hollanda Sosyal Demokrat ve Sosyalist Partisi girişimleriyle başladı. 1914’te Endonezya Sosyal Demokrat Birliği (ISDV) kuruldu. Birlik 1917’de bir ayaklanmaya önderlik ederek Surabaya’da Sovyet iktidarını kurdu. Surabaya Sovyet’i sömürgeci yönetimce ezildi.
Bu yenilgiden sonra ISDV Sarekat Rojkat ( Halk Birliği) ismini alarak İslam Ticaret Birliği Sarekat İslam’la ikili üyeliğe dayanan bir birlik içinde sömürge yönetimine karşı mücadele etmeye başladı. Mayıs 1920’de Hint Adaları Komünist Birliği (PKH) adını alarak Komintern’e üye oldu. Komintern toplantılarında Serakat İslam’la birliği eleştiri kadar övgü de aldı. Komintern’de henüz bir burjuva sınıfa sahip olmadığı için kapitalizmi yaşamadan sosyalizme geçecek örnek ülke muamelesi gördü. 1921’de Sarekat İslam’ın sömürge yönetimiyle uzlaşmasının ardından birlik bozuldu. PKH Eylül 1922’de Endonezya Sendika Birliğini kurdu ve kısa sürede işçi sınıfı içinde tek güç haline geldi. 1924’te Endonezya Komünist Partisi adını aldı. Komintern V. Kongresinde partinin anti- emperyalist bir birlik kurması kararlaştırıldı. 1926’da parti konferansında silahlı ayaklanma kararı aldı. Ayaklanma demiryolu işçilerinin greviyle başlatılacaktı. Sömürge yönetiminin partiye karşı bir saldırı başlatması ve Komintern Güneydoğu Asya Bürosu sorumlusu Malaka’nın, partinin sınıf içinde yeterli bir desteğe sahip olmadığını öne sürmesiyle ayaklanma kararı geri çekildi. Ancak 12 Kasım’da Cakarta’da kendiliğinden başlayan ayaklanma partiye ayaklanmanın başına geçme dışında bir alternatif bırakmayınca parti ayaklanmayı üstlenerek diğer kentlere yaydı. Yeterince hazırlıksız başlayan ayaklanma sömürge ordusu tarafından ezildi. On binlerce komünist tutuklandı, binlercesi hapsedildi ya da sürgün edildi. Örgütsel varlığı ağır bir darbe aldı. Parti aldığı ağır darbeden sonra ancak 1935’te yeniden örgütsel faaliyete başlayabildi.
KEYK Endonezya’daki ayaklanmayla ilgili yayınladığı manifestoda Endonezya halkının devrimci ayaklanmasını selamlayarak dünya işçilerini Endonezya işçi sınıfı ve halkıyla dayanışmaya çağırdı.
VII. Plenum: Komintern’in VII. Plenum’u Endonezya’daki ayaklanmanın hemen akabinde 26 Kasım -16 Aralık tarihlerinde toplandı. Toplantıya 38 seksiyonu temsilen 100’ü oy hakkına sahip, 191 delege katıldı. Toplantıdan önce Nisan 1926’da Zinovyev ve Kamenev, Troçki’nin önderliğindeki muhalefetle birleştiklerini açıkladı.
23 Temmuz 1926’da SBKP kontrol komisyonu ve Komintern kontrol komisyonunun ortak toplantısında Zinovyev yasadışı fraksiyon kurmakla suçlanarak Politbüro’dan çıkartıldı.
Zinoviev, 21 Kasım’da KEYK’e bir mektup yazarak KEYK başkanlığı ve Komünist Enternasyonal’deki görevlerinden istifa etti. KEYK istifayı oybirliğiyle kabul etti.
VII. Plenum’da Uluslararası Durum ve Komünist Enternasyonal’in Görevleri’ ne ilişkin tezler Buharin tarafından sunuldu. Uluslararsı duruma ilişkin tezler bir önceki plenum’da söylenenlerin bir tekrarıydı. Kapitalizmin istikrarı ve bu istikrarın göreli ve geçici olduğu, İngiltere gerilerken ABD’nin ekonomik ve askeri olarak güçlendiği, Avrupa’nın İngiltere – Fransa çıkar çatışmasının bir alanı haline geldiği, söylendikten sonra artan istikrarsızlığın belirtileri, SB büyümesi, İngiliz maden grevi ve Çin’deki gelişmelere bağlandı. Kapitalizmin istikrarını sağlamanın komünistlerin görevi olmadığı vurgulandı.
Plenum’da SSCB’nin ekonomik kalkınmasını bir ‘kulak’ yozlaşma süreci olarak niteleyen eleştiriler anti Sovyet propagandanın bir unsuru olarak değerlendirilip reddedildi. Sömürgelerde mücadelenin ana görevinin, burjuvazinin anti-emperyalist katmanları da dahil olmak üzere tüm ulusal-devrimci güçlerin birleşik cephesinin örülmesi olduğu, Komintern’in ana görevinin, uluslararası devrimci hareketin en önemli merkezlerini, yani SSCB’yi, İngiliz işçilerini ve Çin devrimini desteklemek olduğu dile getirildi. Burjuvazinin saldırısı arttıkça, proletaryanın giderek daha güçlü direnişlere ve güçlü savunma eylemine ihtiyaç duyacağı, bu nedenle sendikal birliğin ve birleşik işçi cephesinin öneminin daha da artacağı vurgulandı.
Tezlerin Komünist partilerin çalışmalarıyla ilgili kısmında SBKP’nin proletarya diktatörlüğünü güçlendirerek sosyalist inşada büyük başarılar elde ettiği, İngiliz partisinin kitle partisi olma yolunda ilerlediği, Alman Komünist Partisi’nin örgütsel zaaflarına rağmen, giderek daha çok bir kitle partisi haline geldiği, Fransa Komünist Partisi’nde sendikal konudaki anlaşmazlığın sürdüğü, parti birliğinin sağ ve sol arasındaki uzlaşmayla sağlandığı, İtalya Komünist Partisi’nde sol kanadın (Bordiga) tasfiyesinden sonra partinin örgütsel birliğinin yeniden sağlandığı belirtildi. , Polonya Komünist Partisi Mayıs 1926’daki faşist darbeyi (Pilsudski darbesi) feodalizmin kalıntılarına karşı bir burjuva-demokratik devrim olarak değerlendirip destekledi. RKP ve KEYK parti MK’sini ağır biçimde eleştirdi. Bu vahim hata Eylül 1927’de Moskova’da düzenlenen Dördüncü Parti Kongresi’nde, görüşüldü ve parti yönetiminde köklü değişiklikler yapıldı. Warski merkez komiteden çıkarıldı. Manuilsky ve Kuusinen geçici olarak MK’ya girdi. KEYK’nin Polonya partisinde yaptığı bu değişim VII. Plenum’da onaylandı.
VII. Plenum, V. Plenumda Brandler ve Thalheimer hakkında alınan, görevlerden el çektirme kararını, değerlendirdi, Brandler ve Thalheimer’in alınan karara uydukları tespit edilerek bu ikisi hakkında önceki kararı kaldırdı. Brandler ve Thalheimerin Almanya’da faaliyet yürütmesiyle ilgili karar KPD’ye bırakıldı. Radek’le ilgili karar fraksiyon faaliyetlerine devam ettiği için değiştirilmedi.
KPD sol kanadından Maslow, Ruth Fischer, Ağustos 1926‘da parti karşıtı karşı-devrimci bir komplo kurmak suçlamasıyla ihraç edilmişti. İhraç edilenler KEYK tarafından ihraçlarıyla ilgili savunma yapmak için Moskova’ya çağrıldı. VII. Plenum’da konuyu görüşmek üzere bir komisyon oluşturuldu. Komisyonun hazırladığı rapor Plenum’a sunuldu. Komisyon görüşülenlerin KPD, Komintern ve Sovyetler Birliği’ne karşı düşmanca tutum beslediklerine, görüş ve eylemlerinin Komünist Enternasyonal’in program ve ilkeleriyle çeliştiğine oybirliğiyle karar verdi. Plenum, komisyonun kararını onayladı, Maslow, Fischer, Urbahns, Scholem ve Schwann KPD ve Komintern’den ihraç edildi. Fischer’le birlikte on yedi kişinin Komintern’e dönme istemi KEYK’nin Eylül 1937 toplantısında oybirliğiyle reddedildi. Ayrıca Fransız Komünist Partisi ve Komintern’den atılan Souvarine ve yazı yazdığı Revolution Proletarienne gazetesi, karşı-devrimci ilan edildi.
VII. Plenum’da KEYK’da Zinovyev’in ayrılmasıyla boşalan başkanlık pozisyonu kolektif liderliğin gerçekleştirilmesi gerekçesiyle kaldırıldı. Genişletilmiş Plenum’un yılda üç kez toplanmasına, 18 asil 7 yedek üyeden oluşan KEYK’in Moskova’da ikamet etmesine ve iki haftada bir toplanmasına karar verildi. Örgüt-büro, örgütsel çalışma ile politik çalışma arasındaki uyumu sağlayamadığı için feshedildi. Örgütsel sorunların çözümü KEYK’ya devredildi. Bu kararların onaylanması, tüzük gereği, VI. Kongre’ye havale edildi.
VIII. Plenum: 18-30 Mayıs tarihleri arasında toplanan VIII. Komintern Plenum’unun tek gündemi savaştı. Toplantıya 31 oy hakkı olan 71 delege katıldı. Plenum’da SSCB ve Çin’e yönelik savaş hazırlığı görüşüldü. Günümüzde savaşların, emperyalist devletler arasında yapılan savaşlar; ulusal-devrimci savaşlar ve sömürge halklarının emperyalizme karşı savaşları ve Proletaryanın dünya kapitalizmine karşı yürüttüğü devrimci savaşlar olmak üzere üç tip savaşın söz konusu olduğu ve komünistlerin genel olarak savaşa değil, emperyalist savaşlara karşı olduğu vurgulandı. Bolşeviklerin savaş öncesinde ve savaş sırasında izledikleri; emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek ve proletaryanın emperyalist savaşta kendi burjuvazisinin yenilgisi, proleter devrimin zaferi için mücadele etmesi çizgisinin bugün de geçerli olduğu belirtildi. Son dönemde emperyalist devletlerin SSCB ve Çin’e karşı bir savaş hazırlığı içinde olduğu belirtilerek, dünya proletaryası ve halklarına SSCB ve Çin’in yanında yer almaları çağrısı yapıldı. Komünist partilerin savaşa tehdidine karşı kitle eylemleriyle karşılık vermesi kararı alındı.
Troçki ve Zinovyev 23 Ekim’de SBKP MK’sindan ve 14 Kasım 1927’de parti birliğini baltalamaktan suçlu bulunarak SBKP’den ihraç edilmişti. İhraç kararı KEYK’na iletildi. KEYK’nin 27 Eylül 1927’de Uluslararası Kontrol Komisyonu ile yaptığı ortak toplantıda, Troçki ve Vuyovich Komünist Enternasyonal’den oybirliğiyle ihraç edildi.
IX. Plenum: Kominter’nin IX. Plenum’u 9-25 Şubat 1928 tarihleri arasında 27 ülkeden 44’ü oy hakkına sahip 92 delegenin katılımıyla yapıldı. Plenum’un ana gündemi VI. Kongre hazırlığıydı. Gündemdeki diğer konular her zaman olduğu gibi İngiltere’deki gelişmeler, İngiltere Komünist Partisi’nin durumu, sendikalarda çalışma, Çin’deki gelişmeler ve SBKP’deki muhalefetti. Avusturya’daki ayaklanma ve komünist partinin ayaklanma karşısındaki tutumu IX. Plenum’un özel gündemini oluşturdu.
Avusturya’da 30 Ocak 1927’de faşist grupların bir toplantısı sırasında çıkan çatışmada sekiz yaşındaki bir çocuk öldürüldü. Katil, nefsi müdafaadan beraat ettirildi. Gelişen bu olaylar zinciri 15 Temmuz’da bir ayaklanmaya dönüştü. Polisin bir sosyalisti öldürmesiyle ayaklanma daha da büyüdü. Ayaklanmacılar Adalet Sarayı’nı yaktı, çatışmalarda 100’ün üzerinde ayaklanmacı öldürüldü. Avusturya Komünist Partisi’nin genel grev çağrısı işyeri temsilcileri konferansı tarafından reddedildi. İki gün süren ayaklanma ezildi. KEYK, yayınladığı bildiride gelişmeleri kapitalist istikrarın zayıflığının bir işareti olarak değerlendirdi ve Viyana’da işçi Sovyetlerinin kurulması, polisin ve faşist örgütlerin silahsızlandırılması taleplerini yükseltti. Ayaklanmayı kendiliğinden bir isyan olarak değerlendiren Avusturya KP MK’si sosyal demokratları suçladı, hazırlıksız yakalandıklarını kabul ederek olaylara müdahale edememelerini kitlelerle bağlarının zayıflığına bağladı.
Devam edecek
Kaynakça
-Üçüncü Enternasyonal’in Kısa Tarihi Alaxander Sobolev- Bilim Yay.
-Komünist Enternasyonal Serge Volikow- Yordam Kitap
-Kaybedilmiş Devrim Charis Harman – Pencere yay.
-Lenin ve Komünist Enternasyonal –Cevdet Alsan – Sorun yay.
-III. Enternasyonal – Belge yay.
-Troçki – Isaac Deutscher -Ağaoğlu yay.
-Bolşevik Devrimi – III – E. H. Carr Metis
-Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi –E.H. Carr – Yordam Kitap
-Stalin Yuriy Yemelyanov – Lena
– Bulgaristan’dan Çıkan Dersler – E. Kamil Boyacı – Konuk Yay.
-1924_januar_ekki_die_lehren_der_deutschen_ereignisse.pdfekki_1922-1923_be richt.pdf
-Die nationale Revolution Bolşevikleşme- almanca.pdf
-volume1-1919-1922.pdf – Jane Degras
-volume2-1923-1928 (1).pdf – Jane Degras
-http://docs.historyrussia.org/ru/nodes/91042-politbyuro-tsk-rkp-b-vkp-b-i-komintern-1919-1943-gg
-Fünfter Kongress der Kommunistischen Internationale (17. Juni bis 8. Juli 1924), Hamburg, Carl Hoym Nachf., 1924. [Bd. 1-2].pdf