Komünist Hareket’in gerek seçimlere gerek burjuva parlamentarizmi ve parlamenter mücadeleye ilişkin görüşleri, Söz ve Eylemin ilk sayısından beri çeşitli vesilelerle ele alındı. Konuya ilişkin görüşlerimizi yeniden özetlersek; ordu, polis, bürokrasi ve adalet sistemi,burjuva devlet erkinin ana çekirdeğini oluşturur. Bu mekanizma içinde parlamento diğerleriyle birlikte temsili kurumlar arasında yer alır. Bu erk, sistemi içinde parlamento vb. temsili kurumların varlığı vazgeçilmez olmadığı gibi, varlık ya da yoklukları devletin sınıf niteliği üzerinde bir değişime yol açmaz. Ancak bu durum diğer temsili kurumlar gibi parlamentonun burjuva egemenlik için önemsiz ve işlevsiz olduğunu göstermez. Tersine parlamento her dört yılda bir tekrarlanan seçimler yoluyla, yıpranan ve güven kaybeden erk sistemini -devleti- yenileyip halka onaylatarak günceller, devletin açığa çıkan sınıf niteliğini perdeler. Parlamenter demokrasiyi burjuvazinin en güvenilir erk sistemi yapan da seçime dayalı bu mistifikasyondur.
Parlamento ve seçimlerin burjuva erk sistemi içindeki bu konumu, komünistlerin parlamentarizm ve parlamenter mücadeleye yaklaşımının çerçevesini de belirler. Birincisi; Komünistler seçimleri ve parlamentoyu bir kurtuluş aracı olarak değil, bir mücadele alanı ve aracı olarak görür. Parlamenter yolla ya da barışçı yolla burjuva düzenin değişeceği gibi ham hayallere kapılmaz. Tersine Komünistlerin görevi işçi ve emekçilere parlamentonun gerçek işlevini göstermek, onların bu ham hayallerin arkasından gitmesini engellemektir. Bu anlamda komünistler, parlamenter mücadeleye temel bir rol atfetmezler ve onu yalnızca burjuva devleti parçalayarak iktidarı almak için yürüttüğü parlamento dışı devrimci mücadeleye bağlı olarak ele alırlar.
İkincisi; komünistlerin parlamenter mücadele taktiğinin özünü, parlamento kürsüsünün, devrimin ideolojik politik ve örgütsel hazırlığı için kullanılması oluşturur. Yani amaç, parlamentoya girmek değil, o kürsüyü kullanarak başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halka seslenmek, işçi ve emekçileri burjuva düzene prangalayan parlamentonun gerçek işlevini halka anlatmaktır.
Üçüncüsü; Komünistler seçimleri her zaman yürüttüğü faaliyetin- ajitasyon propaganda ve örgütlenme faaliyetlerinin- yoğunlaşma dönemi olarak görürler. Bu anlamda boykotu, seçime katılmayı, işbirliğini, bir parti veya grubu desteklemeyi parlamenter mücadelenin somut biçimleri olarak ele alırlar. Parlamenter mücadele gibi bu mücadelenin biçimlerini de (boykot, katılma, destekleme) mutlaklaştırmazlar. Marksist yöntemin ünlü formülünün emrettiği gibi “somut durumun somut tahlili”nden hareket ederek her somut durumun özelliklerine göre taktiklerini belirlerler.
Türkiye 2011 seçimiyle kıyaslandığında 7 Haziran seçimine daha zor ve kaotik bir ortamda giriyor. Ekonomik göstergeler ciddi bir krizin içinde olunduğunu gösteriyor. 2011 bu yana ekonomik büyüme oranı sürekli olarak düşüyor. Petrol fiyatlarındaki gerilemeye rağmen cari açıkta ciddi bir gerileme yok; ekonominin motor gücü inşaat sektörü tekliyor, ihracat geriliyor. Buna karşın işsizlik büyüyor ve temel ihtiyaç metalarındaki fiyat artışı %25’ler üzerinde seyrediyor. Seçimden sonra bu tablonun daha da ağırlaşacağı kesin.
Bu koşullarda Türkiye’nin dünya kapitalizminin mevcut iş bölümü içindeki rolünü sürdürebilmesi, işçi ücretlerinin denetim altına alınmasına, hatta reel olarak düşürülmesine bağlıdır. Burjuvazinin, geriliği ve örgütsüzlüğüne rağmen işçi sınıfının üzerine abanmasının, iç güvenlik yasası adı altında olağanüstü hal uygulamasına geçmesinin tahammül edilemez sınıfsal anlamı buradadır. AKP’nin bu yasayı muhaliflerine karşı kullanmış olması, bu gerçeği değiştirmiyor.
Söz ve Eylem, 2011 seçimleriyle birlikte AKP’nin eğik düzleme oturduğunu ve bu düzlemde kaymaya başladığını belirtmişti. Görünen odur ki, bugüne kadar düşük bir hızla seyreden bu kayış, 7 Haziran seçimleriyle birlikte hızlanacaktır. Her şeyden önce AKP’nin uluslararası sermaye ve emperyalist devletlerle ilişkileri Ortadoğu’da kendine biçmeye çalıştığı rol nedeniyle önemli ölçüde sorunludur. Henüz “süpürülmeyip kullanılıyor” olsa da eskisi gibi bir desteğe sahip olmadığı açıktır. Bu anlamda 7 Haziran seçimi, aynı zamanda emperyalist devletlerin, özellikle ABD’nin yeni yönelimini de netleştirecektir.
AKP, bugüne kadar arkasına konjonktür rüzgârını alarak girdiği seçimlerden, uyguladığı yoksulluğu cehaletle yönetme taktiğiyle her seferinde başarıyla çıktı. Ekonomik istikrar sopasını ve laik / anti-laik karşıtlığını kullandı. Bugün bu ikisinin kullanımı AKP açısından istenilen sonucu veremez. Ekonominin alarm verdiği bir koşulda “ekonomik istikrar” boş bir söylemdir. Laik / anti-laik karşıtlığı ise eskisi gibi prim yapmıyor. Nitekim AKP bu gerçeğin farkında olacak ki bu kez seçim taktiğini siyasi istikrar üzerine bina etmiş durumda. İzlediği dış politikayla Türkiye’nin uluslararası alanda siyasi olarak önemli ölçüde tecrit olmasına yol açan AKP’nin yeni seçim taktiği provokasyon ve savaş kışkırtıcılığı üzerine oturuyor. Özellikle “çözüm süreci” ve HDP’ye yönelik provokasyonlarla, siyasal istikrarın bozulacağı imajı güçlendiriliyor. Provokasyonlarla, her türlü hileyle HDP’nin barajın altında kalması hedefleniyor. MİT bu işle görevlendiriliyor. Bu ortamda 7 Haziran seçimi Türkiye tarihinin belki de en şaibeli seçimi olacaktır. Öte yandan Suudi Arabistan ve Katar’la Suriye’ye karşı işgal planları yapılıyor. AKP son hamle olarak –eğer becerebilirse- savaşı, seçimlerden kurtulmanın yolu olarak yedekte tutuyor.
AKP’nin siyasal istikrar vurgusunu sadece bir seçim taktiği olarak görmemek gerekiyor. Tersine Kürt Ulusal Mücadelesinin yarattığı siyasal istikrarsızlık, bugün ekonomik krizden gelen bir istikrarsızlıkla daha da büyümüştür. Görünen, seçimle birlikte bu istikrarsızlığın daha da büyüyeceğidir. Burjuvaziyi telaşlandıran da budur. HDP’yi düzen içine çekip yerleştirme gayretleri bu telaşın bir göstergesidir. HDP kurulduğundan bu yana adım adım buraya doğru yol alıyor. Siyasette kendisini Kürt sorununun “demokratik ve barışçı” çözümüne göre konumlayan HDP’nin, sorunun çözümünü bu çerçevede düzen içinde kalarak araması elbette Kürt siyasi hareketi ve Kürt halkının kendi sorunudur. Bu anlamda adalet, eşitlik ve demokrasi vurgusu, sorunun düzen içi çözümünde anahtar görevi görebilir. Ancak aynı anahtar, sınıf sorununa kullanıldığında “toplumsal barışa” dönüşüyor. Haklı bir talep olan Halklar arası barış, sınıflar arası barışla tamamlanıyor. HDP bir anlamda kendi yolunu döşerken onunla birlikte hareket eden sosyalist parti ve gruplar, siyasette bir uçtan öteki uca savruluyor. 80 öncesi bir mücadele biçimi olarak bile parlamenter mücadeleye alerji duyanlar, şimdi çözümü parlamenter mücadelede görebiliyor ve “Bizler HDP, Bizler Meclise” diyebiliyor. Bu durum, bir açıdan 12Eylül’ün Sosyalist ve Komünist harekette yarattığı ideolojik deformasyonun da boyutlarını ortaya koyuyor.
Ancak HDP, her ne kadar kendine düzen içinde bir yer arıyor olsa da, ideolojisini, stratejisini ve taktiğini buna göre belirlese de henüz düzen tarafından kabullenilmiş değildir. Varlığının temel koşulu olan Kürt sorununun “demokratik çözümü” henüz yasal bir gerçeklik kazanamamıştır. Bu yüzden ideolojisi(demokratik toplum, demokratik devlet, demokratik ulus, toplumsal uzlaşma ve bunların bütününü anlatan ‘radikal demokrasi’) ve politikasıyla düzene doğru koşsa da düzen içine yerleşememiştir ve geçmişte olduğu gibi bugün de bir siyasal istikrarsızlık odağı olmaya devam etmektedir.
Türkiye Sosyalist ve Komünist hareketi, ‘burjuvazinin iç çelişkilerinden yararlanma’yı dilinden düşürmemiş, bu söylemi olu olmaz her yerde kullanmıştır. Çoğu zaman da bu söylem, burjuvazinin bir fraksiyonuna karşı ötekini desteklemenin incir yaprağı olmuştur. Belki de bugün ilk defa bu söylemi, devrimci bir tarzda uygulamanın koşullarına sahibiz. Bugün burjuvazinin iç çelişkilerinden yararlanmanın devrimci doğru taktiği, düzen tarafından henüz tam benimsenememiş, hazmedilememiş HDP’yi desteklemektir. Mevcut siyasal istikrarsızlığı büyütmeye yardımcı olacağı için işçi ve emekçiler oylarını HDP’ye vermelidir. Barajı aşan bir HDP, siyasal istikrarsızlığı büyüteceği gibi, ekonomik istikrarsızlıkla birlikte büyüyen siyasi istikrarsızlık Komünistlere, işçi sınıfına bugün çok ihtiyaç duydukları hazırlık zamanını kazandıracaktır. Bu zamanın devrimci bir tarzda kullanılması ise komünistlere düşüyor.