Kriz Döneminde Sınıfın Durumu ve Örgütlenmenin İmkanları – Tahir Ozan
2008’ den bu yana yaşanan dünya ekonomik krizi devam etmektedir. 2008’ deki dünya pazarı yıkılmıştır. Dünyanın emperyalist devletler arasındaki paylaşımı artık yeniden yapılanmaktadır. Buna bağlı olarak ortaya çıkan süreçlerde, örneğin ABD ve birçok ülke hegemonik güçlerini geçmişe oranla yitirmişlerdir. Onlar, kaybettiklerini fazlasıyla yerine koymak için uğraşırlarken, yeni gelişen güçler pazardan pay kapma mücadelesini sürdürmektedirler. Bu gün dünya pazarı, kan ateş ve gözyaşı ile yeniden kurulmaktadır. Bir çok ülkede sermaye gruplarının çıkar savaşları yeniden boyutlanırken, yeni ittifaklar kurulmakta, eskiler dağılmakta veya yeniden yapılanmaktadır. Yine bir çok ülkenin önceden çizilmiş sınırlarının ya da ulusal pazarlarının parçalanarak, dünya ölçeğinde yeniden düzenlendiği, bu topraklarda yaşayan halkların yaşanan savaşlar sonucu mülteci olarak dünyanın geri kalanına doğru aktığı bir zamanda yaşıyoruz. Bu nedenle de işçi sınıfının ve sosyalistlerin 2008’ den bu yana sürmekte olan kriz sürecini doğru anlamaları ve buna yönelik olarak kendilerini yeniden örgütlemesi elzem haline gelmiştir.
Karl Marx’ ın Kapital de kâr oranlarının düşme eğilimi yasası uyarınca başlayan ve devam eden krizlerde, sınıf mücadelesinin gel /git’lerinin unsurlarını ve temel altyapısını anlatmaya çalıştığını düşünecek olursak, ortalama her on yılda bir yaşanan krizler, işçi sınıfının yaşam koşulları üzerindeki olumsuz etkilerinden dolayı, siyasi altüst oluşun önemli bir argümanı haline gelirler.
İşçi sınıfını, kendinden önceki ezilen sınıflardan ayıran temel faktör ücrete dayalı yaşamının sürekli gel/gitlere açık olmasıdır. Kapitalizmin genişleme döneminde kârların yükselişinden pay alma çabasının ekonomik mücadelenin zaferi olarak görünmesi bu mücadelenin diğer mücadele biçimlerinin önüne geçtiği yanılsamasını yaratır; ancak bizler biliriz ki, ekonomik mücadele işçi sınıfının sömürüyü az da olsa sınırlama çabasından başka bir şey değildir.
Nesnel olarak, ekonomik mücadeleler, herhangi bir dış etki olmaksızın işçilerin fabrika sahipleri ile sürekli bir karşı karşıya gelişini sistemin kendi yapısı itibarıyla zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle ekonomik mücadelenin başarısı, işçi sınıfını başka bir dünyanın mümkün olduğu fikrine yakınlaştıran imkanları potansiyel olarak taşır.
Kapitalizmin kriz dönemlerinde yaşadığı daralmanın sonucu işçilerin elde ettiği hakları korumak için direnme çabaları, ya da geri çekilmelerine rağmen krizin yaşamlarını tehdit eder boyuta ulaşması, kendisinden önceki toplum düzenlerinde yine olası olmayan durumlardır. Feodal toplumda afetler ya da kuraklık sonucu toplumsal yıkımlar yaşanmakla beraber serfin, senyör’ le olan ilişkisinin bir gereği olarak işsiz kalma durumu söz konusu değildir. Ancak işçi sınıfı, refah dönemlerinde kazandıklarını, kriz dönemlerinde fazlasıyla kaybetmekte, bu nedenle de işçinin işini kaybetmesi bir bütün olarak sadece kendisini ilgilendiren bir durum olmaktan çıkmakta; sorun toplumsal mücadelelerin bir alanı haline gelmektedir.
İşçi sınıfının yaşam koşullarını kötüleştiren ve ülkedeki genel ekonomik ve sosyal göstergeleri değiştiren 2008 krizi gibi büyük ekonomik krizler, işçiler ve kapitalistler arasındaki ilişkiyi de değiştirir.
Yaşanan ekonomik krizin boyutu ve süresi uzadıkça, sınıf tarafından telafi edilebilirliği imkanı da azalmış olur. Bu nedenle de gerilimlerin artması ve çatışmaya dönüşmesi süreci, işçilerin, önceden burjuvalarla yapmış olduğu tüm uzlaşma ve anlaşma biçimlerini darmadağın eder. İşçi sınıfı farklı çözüm yolları arayışına yönelir. Bu süreçte işçiler, içinde bulundukları sendikaların yapısının ve burjuva toplumun sorgulamasına yöneldikleri ölçüde, düzen sınırlarının dışına doğru çıkan adımlar atmaya başlarlar.
Krizin boyutu ve süresine bağlı olarak daha önce işçilerin yaşamında yeterince yer tutmayan düşünce ve fikirlere açık hale gelmeleri kadar doğal bir durum yoktur.
Ekonomik krizler ancak bu güne değin ne doğrudan devrime yol açmıştır, ne de işçi sınıfının devrimci mücadelesini kendiliğinden yükseltmiştir. Ekonomik krizin devrime yol açması için başka faktörlerin de olgunlaşmış olması gerekir. Hiç bir zaman kapitalizmin tarihinde büyük küçük yaşanmış ekonomik krizler, tek başına neden olarak, devrimleri beraberinde getirmemiştir. Ama sınıf mücadelesinin keskinleşerek başka bir boyutta sürmesine de ekonomik krizler neden olmuştur. Burada tartışma götürmez gerçek, potansiyel anlamda ekonomik kriz ile devrim ve işçi hareketinin gelişmesi arasında zorunlu bir bağın olduğudur.
Ekonomik gelişme, siyasi mücadelenin gelişmesinde çıkış noktasını oluşturur. Sınıf içerisindeki örgütlülük düzeyinin maksimizasyonu ile burjuva düzenin sarsılmasının denk gelebileceği anlar gerçektir ancak sık görülen durumlar değildir.
İşçi sınıfının daha duyarlı hale gelecek olması , bazı beklentileri de artıran bir durumdur. Kendiliğinden hareketlerin yükselme eğilimi taşıması, işçi sınıfına, sınıf bilinci taşınmaksızın, işçilerin kendiliğinden hareketinin devrime yol açabileceği gibi bir kolaycılığı veya yanılsamayı da artırır.
Bu beklenti ilk birkaç adımdan sonra sükutu hayale uğradığı ölçüde sınıftan kopuş teorileri artmaya başlar. Her büyük kriz sürecinde işçiler sistemi sorgulamaya başladıklarında kendilerini cesaretlendirecek, korku duvarını aşmaya ön ayak olabilecek örgütlülükleri yanıbaşlarında görmedikleri ölçüde başka tür bireysel çözümlere yönelirler.
Bir kısım sosyalistler pek bilmezler belki, ister küçük bir iş yerinde isterse büyük bir kapitalist işletmede çalışıyor olsunlar, işçiler sömürüldüklerini bilirler; bu nedenle işçilere yönelik salt ekonomik ajitasyon işçilere anlamsız gelecektir. Sorun işçilere sefaletten nasıl kurtulacaklarını, nasıl kendilerinin efendisi olabileceklerini anlatabilmektir.
Sosyalistler yaşadığımız coğrafyada bu güne değin işçi sınıfı ile olan ilişkilerini, sadece sendikal alanla sınırlı tuttukları ölçüde, ekonomik mücadeleyi sınıf mücadelesi ile eşitleme hatasına düşmüşlerdir. Sınıf tarafından o çok bilinen bu tümceyi tekrarlamaktan öte geçecek yöntemler geliştirme becerisini gösterememişlerdir.
Ekonomik mücadele süreçlerinin doğru tespit edilmemesi, sınıfın devrimci mücadelesi ile karıştırılması sık rastlanılan problematiklerdendir. Kendiliğinden mücadelenin, sınıf bilincini doğuracağı ve oradan da devrime doğru yol alacağı hayali oldukça yaygındır.
Her başarısız ekonomik mücadele denemesinin işçi sınıfının üyelerini mücadeleden soğuttuğunu, uzaklaştırdığını düşünmeden, bilmeden atılacak adımlar, sınıfın mücadelesinde geri dönülmeyecek zaaflar oluşturacaktır.
İzmir ‘de uzun süredir direnişi devam eden, işlerinden edilmiş Dost cam fabrikası işçileri, fabrika işgali ile başlattıkları süreci, fabrika önünde sürdürdükleri direnişi bir süre devam ettirmelerine rağmen daha fazla devam ettiremeyerek, mahkeme sürecinin vereceği karara razı oldular ve kendilerine başka işler aramaya yöneldiler.
Bunun nedeni oldukça açıktır. İşçilerin direnişi sürdürmekteki kararlılığı, alabildikleri destekle sınırlı olduğu ölçüde git gide daralırken, kapitalist, grev yasaklarının kendisine verdiği haklarla işe aldığı yeni işçileri ile siparişlerini üretip teslim etmekte zorlanmamıştır. Bu nedenle de eşit olmayan güçlerin savaşında kazanan taraf kapitalist olmuştur. İşçilerin bilincinin sadece sendikal bilinçle sınırlı olması, direniş sürecinin daha ötesini düşünmesine engel olmuştur. Devrimci öznenin işçilerle bağı direniş sırasında olduğu ölçüde sınırlı bir bağ olarak kalmış,işçiler daha çok sendika yöneticilerini dinlemekle yetinmişlerdir. Ayrıca işçiler iş yerinde örgütlendikleri süreçte sendikal örgütlenmenin gereklerini yerine getirmekte tereddüt etmişler ancak işten atıldıktan sonra direnişe başladıklarında ise sendika yöneticilerinin etkisine teslim olmuşlardır. Bu nedenle herhangi bir devrimci öznenin etkilerine itibar etmemişlerdir. Çünkü sosyalist hareketin toplumsal güçsüzlüğü onun anlattığı şeylerin önemini de azaltan bir faktör olmaktadır.
Sosyalist hareketin genel halinin sonucu kitle destekleri de oldukça zayıftır. İşçilerin de diğer ezilenlerle ilişkileri hemen hemen yoktur ve bu alanda bağ oluşturmayı düşündürecek devrimci özneden de yoksundurlar.
Sınıf bilincinin, reformizm tarafından köreltildiği günümüzde, sadece işçilerin, kriz ve direniş sürecinde yaşadığı ekonomik sıkıntılara göğüs gerebilecek durumda olmaması ve iş bulamayacağı korkusu değil, sarı sendikaların, kapitalistlerle içli dışlı olması ve zaman zaman birlikte çevrilmiş dolaplar, kapalı kapılar arkasında oynanan oyunlar ve bunların sonuçları, işçi sınıfı ve emekçi kitleler üzerinde yıkıcı etkide bulunmaktadır. Bu etkileri giderecek örgütlü adımların atılması devrimci öncünün ana görevi olmalıdır. Bu görevin başarılması süreci, yılgınlığı hızla atılıma dönüştürecek adımları sağlayabilir.
Sosyalistlerin misyonu, içinde bulunmadıkları süreçlere sonradan müdahale yoluyla eklemlenmek değildir.Yine ekonomik mücadeleyi işçiler adına yürütmek hiç değildir. Bulundukları iş yerlerinde sosyalistler, ekonomik mücadeleye katılırlar. İşçileri, kendilerini yönetme dinamiklerini oluşturma ve geliştirmeleri için eğitmeye çalışırlar, Verilen mücadelenin en ön safında yer almakla beraber karar alma süreçlerini, iş yeri komiteleri üzerinden oluştururlar ve anakronik bir sorun olarak siyasal mücadelenin yerine ekonomik mücadeleyi ikame etmezler. Sosyalistler bütün bu olup bitenleri eleştirip, netleştirip, bilince çıkararak, işçileri, ezilen-sömürülen sınıfları, “yeryüzünün lanetlilerini” cesaretlendirebilirler. Mevcut olanın alternatifinin mümkün olduğu bilincini güçlendirebilirler. Sınıfı, bu bilinçle kavgaya sokmak, sınıfın mücadelesinin engellenemez boyuta ulaşmasını sağlayacak yegane yoldur.
Ekonomik krizin yükünü omuzlamayı reddeden bir işçi sınıfı kendiliğinden olmuyor; ancak krizin yükünü somut adımlarla reddeden bir sınıf, sınıf bilincine sahiptir. Sınıf bilincinin gelişkinliği, işçi sınıfı içindeki devrimci yöndeki çalışmaların sürekliliğine ve başka bir dünyanın mümkün olduğunun anlatılması ve işçi sınıfı içerisindeki kendiliğindenci eğilimlerin kırılmasıyla ilişkilidir.
Bu nedenle Komünist hareket içinde bulunduğu zorluklara rağmen işçi sınıfını bilinçle eğitip donatmaya ve mücadeleye sevk etmeye zorunludur. Şartlar ne kadar zor olursa olsun hedefi doğru olarak belirleyerek, ona ulaşacak cesareti ve sabrı gösterebilmelidir.