RSDİP İçindeki Kavga ve Komintern
RSDİP İçindeki Kavga
İşçi sınıfını iktidara taşıyan, Bolşevik Parti, sadece Komintern’in kuruluşunu gerçekleştiren ve Komintern kuruluşunda en çok üyeye sahip olan parti değildi, tüm Komintern tarihi boyunca Komintern’in strateji ve taktiğini çizen, bütün önemli konularda üzerinde tartışılan tezleri kaleme alan partiydi. Bu haliyle Komintern’in ideolojik, politik ve örgütsel otoriter gücüydü. Komintern’in ilk üç kongresinde tartışılan bütün tezlerde, kabul edilen kararlarda Lenin’in damgası vardı. Bu damga Komintern’in ideolojik doğrultusu, stratejik ve taktik hattının güvencesi oldu.
1921’de kendisine yapılan suikast ve arkasından gelen giderek ağırlaşan hastalığı nedeniyle Lenin, Komintern’in dördüncü kongre çalışmalarına aktif olarak katılamadı. Dördüncü Kongre’de “Rus Devriminin 5 Yılı Üzerine” bir konuşma yaptı. Zorlanarak bitirdiği konuşmasının ardından kongre salonunda bir daha görünmedi, ancak bazı parti delegasyonlarını kabul edebildi.
Lenin’in aktif olarak katılamadığı bu kongre Komintern tarihinde de bir kırılmanın başlangıcı oldu. III. Kongre’de devrimin hazırlığı hedefi ile ortaya konulan birleşik işçi cephesi ile ilgili tezler işçi partilerinin içinde yer aldığı bir işçi hükümetine bağlandı ve işçi hükümeti proletarya diktatörlüğüne geçişin bir aşaması olarak nitelendirildi. Ulusal sorunda II. Kongre’de kabul edilen tezlerden geri adım atıldı. Sömürge ülkelerde anti emperyalist cephe taktiği devrimci mücadelenin ana taktiği olarak belirlendi. IV. Kongrede ilk kez gündeme alınıp tartışılan (daha önce sadece İtalya ile ilgili tartışılmıştı) bir diğer konu da faşizm sorunuydu. Bu Kongreden başlayarak VII. Kongreye kadar faşizm konusunda çeşitli görüşler ileri sürüldü, sonuçta faşizm sorunu, faşist burjuvaziye karşı faşist olmayan burjuvaziyle birlikte anti faşist cepheye bağlandı. (bu konu yazı dizisinin daha sonraki bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınacak.) Marksizm Leninizm’den bu ideolojik ve politik kopuşu kaçınılmaz olarak örgütsel kopuş izledi, Anti faşist cephe, halk cephesi, halk iktidarı biçimindeki örtülü formülasyonlarla proletarya diktatörlüğü hedefi geri plana itildi. Bu süreç, politik alanda devrimden demokrasiye ve örgütsel alanda komünistlikten sosyal demokrasiye dönüşle tamamlandı.
Komintern’deki bu dönüşüm, onun izlediği politikalarda belirleyici güç olan Bolşevik Parti’deki kırılma ve iç mücadeleler dikkate alınmadan anlaşılamaz. Bolşevik Parti’deki iç çatışmaları anlayabilmek için ise, baştan yani partinin gerçek kuruluş tarihi olan 1903’ten başlamak gerekiyor.
RSDİP’in kuruluş sürecini ele almadan önce kapitalist dünyadaki (Avrupa) gelişmelere, Rusya’nın bu sistem içindeki yerine kısa da olsa bir göz atmamız gerekiyor. 19. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak, 1900’ların sonuna kadarki süreçte, kapitalizmin Batı’da hızlı gelişmesi dünya tarihinde önemli bir değişime yol açtı. Bu dönem daha önceki dönemden; Avrupa’da burjuva devrimlerin esas olarak tamamlanması, kapitalizmin hızlı gelişimi ve kapitalizmi sarsacak devrimci ayaklanmaların olmayışıyla ayrılır. Kapitalizm bu dönemde sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesinde kat ettiği yolla, gerçek kimliğine, yani tekelci ve emperyalist kimliğe kavuştu. Kapitalist gelişmeye damgasını vuran üretici güçlerdeki gelişmelerle birlikte buharla çalışan itici gücün yerini elektrikle çalışan itici güç (motor) aldı. Üretimin toplumsallaşması hızlandı, sermaye hareketlerindeki devinim arttı, uluslararası ticaret genişledi, sanayi dalları çeşitlendi. Uluslararası pazarların genişlemesiyle birlikte iş bölümü de gelişti. Sanayinin çeşitli dallarında, — metal, elektrik, kimya, demir –çelik,– ortaya çıkan büyük uluslararası tekeller, finans sektöründe büyük bankalar bu dönemde kapitalist gelişmenin yönünü belirledi. Bu gelişmeye işçi sınıfının nicel ve nitel gelişmesi eşlik etti. Sermaye hareketinin ulusal sınırları aştığı, kapitalizmin bir dünya sistemi haline geldiği ölçüde sınıf mücadelesi de onu izledi; ulusal mekandan uluslararası mekana taşarak, pratik-evrensel bir nitelik kazandı. Bütün bu gelişmenin sınıf mücadelesini, dolayısıyla işçi sınıfının siyasal ve ekonomik mücadelesini, örgütlenmesini etkilememesi düşünülemezdi.
Bu sürecin işçi hareketindeki yansımaları şöyle özetlenebilir. Komün yenilgisi sonrası işçi sınıfına yönelik kıyıma rağmen sınıf hareketi kısa bir bocalamanın ardından gelişimini sürdürdü. Almanya’da Komün’ün yenilgisinden çok daha önce işçi hareketi, grevler ve birliklerin kurulması yoluyla büyümesini sürdürüyordu. 1866 Nurnberg’de İşçi Birlikleri Federasyonu, 1869’da A. Babel ve W. Liebkneckt önderliğinde Alman İşçileri Sosyal Demokrat Partisi (AİSDP) kuruldu (Eisenach Kongresi). AİSDP, 1875 Gotha kongresinde 1863’te kurulan Lasalleci Alman İşçileri Genel Birliği ile birleşerek, Alman Sosyal Demokrat Partisi (ASDP) adını aldı. Bunu diğer ülkelerde kurulan partiler izledi. 1869 dan 1890’a kadar Avrupa’nın bir çok ülkesinde; Avusturya, İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Danimarka, İsveç, İsviçre, Polonya, Sırbistan, Macaristan, Bulgaristan vb. sosyalist ve sosyal demokrat partiler kuruldu.
1889’da Paris’te sosyalistlerin bir grubunun (Guesdisler) sosyalist partilere yaptığı uluslararası toplantı çağrısına Avrupa partilerinin yanı sıra ABD ve Arjantin’den de delegeler katıldı. Bu toplantı daha sonra II. Enternasyonal kuruluş kongresi olarak adlandırıldı. Kongre’de 1.Enternasyonal’de olduğu gibi bir program ya da tüzük çalışması yapılmadı, Kongre sadece 8 saatlik iş günü ve 1890’da 1 Mayıs’ın uluslararası düzeyde kutlanması kararı alınarak dağıldı. Kongre’de temel tartışma parlamenter ve sendikal mücadele üzerinden sürdü. Mücadele parlamento ve sendikaları temel mücadele biçimi olarak gören gruplar ile buna karşı olan gruplar arasında geçti. Bu mücadele sendikal ve parlamenter mücadeleyi reddeden grupların Enternasyonal’den nihai olarak çıkartıldıkları 1896 Londra Kongresine kadar Enternasyonal’in ana gündemini belirledi. Bu tarihten itibaren sendikal ve parlamenter mücadele sınıf mücadelesinin temel biçimi olarak benimsendi.
II. Enternasyonal’in en yığınsal partisi ve aynı zamanda uluslararası sosyal demokrat hareketin de otoriter gücü olan Alman Sosyal Demokrat Partisi (SDPD) kapitalizmin bu hızlı gelişmesinden kendi payına düşeni; partinin sınıf içinde, sendikalarda, tabanının genişlemesi ve parlamentoda temsil gücünün artmasıyla aldı. Diğer partiler de Alman partisinden farklı değildi. ASDP’nin “seyrek görülür bir kavrayışla” elde ettiği bu başarı, içinde paradoksal olarak kendi güçsüzlüğünün koşullarını da barındırdı. Bu durumdan iki taraf da memnundu. Alman parti ve sendika önderleri emperyalist sömürüden aldıkları pay ve elde ettikleri prestijden, Avrupa burjuvazisi de sınıf mücadelesini sendikal haklar ve parlamenter mücadeleyle sınırlandırdığı için oldukça memnundu. Partilerin dışarıdan görünümü köklü ve heybetli bir ağacı andırıyordu, ancak içten içe çürüdükleri, daha sonraları, yani mücadelenin sertleştiği yıllarda ortaya çıkacaktı.
1860’lı – 70’li yıllarda Avrupa’da burjuvazi ile proletarya arasında mücadele sürerken Rusya’da Çarlığa karşı mücadele bayrağı, Rus köylüsünün elindeydi. Rusya’nın hemen her yerinde irili ufaklı köylü isyanları birbiri ardınca patlak veriyordu. Narodnizm Rusya’da işte bu isyancı köylülüğün siyasal hareketi olarak ortaya çıktı. Narodnik düşünce, Rusya’da kapitalist gelişmenin batıdaki yolu izlemeden, kapitalizmi atlayarak Rus köylü komünü temelinde komünizmin kurulabileceği tezine dayanıyordu. Bu anlamda Narodnizm, Rusya’da kapitalist gelişmenin köylülük üzerindeki ayrıştırıcı etkisini göremediği, görmek istemediği için, sağlam bir toplumsal dayanaktan yoksundu. Bundan yoksun olduğu ölçüde de ütopikti.
Köylü hareketinin proleter hareketi öncelemesi gibi, Narodnik hareketin de Marksist hareketi öncelediği Rusya’da Narodnik hareket 1880’lerden sonra Marksist hareketin gelişmeye başlamasıyla etkisini kaybetmeye başladı. Rusya’da komünist hareket Avrupa’daki gibi, sosyal demokrasi adı altında güçlenmeye başladı.
Lenin, Rusya’da sosyal demokrat hareketin Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin İkinci Kongresine kadar olan gelişimini üç döneme ayırır: “Birinci dönem 1884’ten 1894’e kadar yaklaşık on yılı kapsar. Bu dönem sosyal demokrasinin teori ve programının oluştuğu ve sağlamlaştığı dönemdi. Rusya’da bu yeni eğilimin taraftarları parmakla sayılacak kadar azdı. Sosyal demokrasi, işçi hareketi olmadan varlığını sürdürüyor ve politik olarak gelişmenin embriyonal sürecini yaşıyordu.” Bu dönemin şekillenmesinde Plehanov’ un yurtdışında kurduğu “Emeğin Kurtuluşu” grubu önemli bir rol üstlendi. Ancak “Emeğin Kurtuluşu”nun sosyal demokrat çevreler üzerindeki etkisi, teorik etkinin ötesine geçemedi.
“ İkinci dönem, 1894’ten 1898’e kadar üç – dört yılı kapsar. Bu dönemde Sosyal Demokrasi, bir toplumsal hareket ve politik parti olarak sahnede görünür.” Bu dönemde Marksist harekette birçok grup ortaya çıktı. Bu gruplar içinde en önemlilerinden bir de 1895’te Lenin’in de kuruluşunda yer aldığı Petrograd’da kurulan “İşçi Sınıfının Mücadele Birliği” dir.
RSDİP, Rusya’da işçi sınıfının güçlendiği ve toplumsal alanda etkisini duyurmaya başladığı bu dönemde kuruldu. 1896’da St.Petersburg’da başlayan grev dalgası, bütün Rusya’yı etkisi altına alarak yayıldı. Grevler, bir yandan Rusya’daki Narodnik hareketi teorik ve siyasal olarak sarsarken, öte yandan sosyal demokrasinin önünü açtı. Sosyal demokrasi ile işçi sınıfı arasındaki bağ, zayıf da olsa kurulmaya başlandı. RSDİP bu teorik ve politik birikim üzerinde, 1898’de Minsk’te yaptığı kongreyle kuruldu. Kongreye Petersburg, Kiev sosyal demokratlarını, Raboçaya Gazeta ve Yahudi Bund grubunu temsilen dokuz delege katıldı. Kongre Struve’nin (Legal Marksist) hazırladığı program niteliğindeki manifestoyu onayladı ve üç kişilik parti merkez komitesini seçerek dağıldı. Kuruluştan hemen sonra bütün MK üyeleri ve kongre delegelerinin sekizi tutuklanınca, partinin merkezi örgütsel varlığı da sonlandı. Partiden geriye bir tek “manifesto” kaldı. (Tutuklanmayan tek delege St.Petersburg İşçi Sınıfı Mücadele Birliği adına kongreye katılan Radçhenko’ydu.)
Hareket yeniden bir ideolojik savrulma ve örgütsel dağılma dönemine girdi. İşçi hareketinin, 1896 grevlerinden aldığı güçle gelişmesini sürdürdüğü bir dönemde sosyal demokrasinin içine düştüğü bu durum, hareketteki sorunun sadece politik güçsüzlük değil, ideolojik ve örgütsel bir sorun olduğunu ortaya koyuyordu.
Lenin, 1898’de RSDİP’in kuruluşuyla başlattığı ve “dağınıklık, parçalanma, yalpalamalar” dönemi, olarak nitelendirdiği üçüncü dönemi, “Rus sosyal demokrasisinin sesinin çatallaşmaya, yanlış tonlar vermeye başladığı” bir dönem olarak nitelendirdi. Ve ekledi; “fakat parçalanan ve gerileyen sadece önderlerdi; hareketin kendisi sürekli büyüyor, büyük ilerlemeler kaydediyordu.”(Lenin, Seçme Eserler, cilt: II, İnter Yay, s.191-192 )
Lenin “İşçi Sınıfının Mücadele Birliği”nin kuruluşundan kısa bir süre sonra tutuklanıp Sibirya’ya sürüldü. Sibirya’da sürgünde kaldığı dönem boyunca Narodnizm’e, “Legal Marksizm’e” ve Ekonomizme karşı mücadelesini sürdürdü. Sürgünde yazdığı “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” kitabı ile Rus sosyal demokrasisinin programatik temellerini attı. “Sosyal Demokratların Görevleri” adlı makalesinde ise Lenin ilk kez Rus sosyal demokrasisinin ideolojik-politik ve örgütsel birliğinin sağlanması için bir plan ortaya koydu.
1890 yılında sürgünden döndükten sonra, planını hayata geçirmek için yoğun bir faaliyetin içine girdi. Bu çerçevede aynı dönemde sürgünden dönen Martov ve Potresov’la birlikte yurtdışına çıkarak Plehanov’la görüştü ve sosyal demokrasinin birliğini sağlamak amacıyla Rusya çapında biri Iskra olmak üzere iki gazete ( Iskra- Kıvılcım, Aralık 1901), çıkarılmasına karar verildi. Bu, Lenin’in parti inşasına yönelik ikinci ama sonuç belirleyici adımı oldu.
Iskra yayın hayatına başlarken kendini Lenin’in kaleminden şöyle tanıttı: “Rus sosyal demokratları arasında egemen olan kargaşayı ve kafa karışıklığını ortadan kaldıracak sıkı bir ideolojik birlik yaratmak gereklidir; bu ideolojik birlik, bir parti programıyla pekiştirilmelidir. İkinci olarak özellikle hareketin bütün merkezleri arasında bağın korunmasına hizmet edecek ve görevi, hareket hakkında tam ve zamanında bilgi vermek ve periyodik yayınları Rusya’nın her yerine ulaştırmak olan bir örgüt yaratmak gereklidir. Ancak böyle bir örgüt ortaya çıktığında, bir Rus sosyal demokrat posta hizmeti kurulduğunda parti sağlam bir varlık kazanacak, gerçek bir olgu ve dolayısıyla da etkin bir politik güç haline gelecektir.” ( Lenin, “Iskra Yazı Kurulu’nun Duyurusu”, age- s. 18)
Aynı duyuruda Lenin, Iskra’nın yayın ilkelerini de açıklıyordu. “Birleşmeden önce, birleşebilmemiz için ilk önce kesinlikle ve kararlılıkla aramızdaki ayrılıkları belirlemeliyiz. Yoksa birliğimiz mevcut dağınıklığın üstünü örten ve kökten aşılmasını engelleyen bir kuruntu olacaktır. Yani gazetemizi çeşitli türden görüşlerin basit bir toplanma yeri haline getirmeye niyetimizin olmadığı anlaşılırdır. Tam tersine, gazeteye, son derece katı saptanmış bir yön vereceğiz. Bu yön tek sözcükle, Marksizm sözcüğüyle karakterize edilebilir.” (age, s.18)
Lenin parti inşa planını açıklamalarını Iskra’da bir dizi makaleyle sürdürdü. “Hareketimizin En Acil Görevleri” ve ”Nereden Başlamalı ?” makalelerinde ayrıntılandırdığı planı, “Ne Yapmalı”da Rus Sosyal Demokrat Hareketi için bir tehdit haline gelen Ekonomizme karşı mücadele ile birleştirerek, bütün yönleriyle işledi. Ne Yapmalı’da Lenin’in asıl üzerinde durduğu konu devrimci bir örgütün yaratılmasıydı.
Devrimci teoriyle devrimci pratiğinin birliğini kuracak, devrimi zafere taşıyacak devrimci örgüt Lenin’e göre; birincisi; sağlam bir ideolojik birliğe sahip olmalıydı. Çünkü sağlam bir örgüt ancak sağlam bir ideolojik birlik temelinde kurulabilir, ve varlığını sürdürebilirdi. İdeolojik birlikle bağlantılı olarak, ikincisi; işçi sınıfının savaş örgütü olarak parti, bütün burjuva ve küçük burjuva unsurlardan bağımsız bir örgütsel yapıya sahip olmalıydı ve bu özelliğini bütün devrimci süreç boyunca titizlikle korumalıydı. Üçüncüsü; parti devrimci faaliyetiyle işçi sınıfının kitlesi arasındaki ilişkiyi kurabilmeliydi, sınıftan koparak bir komplo örgütüne dönüşmemeli, ama öte yandan da sınıfın kendiliğinden hareketine bel bağlamamalıydı. Hareketin her evresinde komünizmin bilinçli, örgütlü yıkıcı gücüyle işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin yıkıcı enerjisini birleştirip yönetebilmeliydi. Dördüncüsü, Parti, koşulların insanları değiştirdiği gibi, insanların da koşulları değiştirdiği materyalist görüşünden hareketle devrimci sürecin pasif bir izleyicisi olmamalı, elindeki araçlarla mevcut sınıfsal dengeye aktif müdahale edebilmeliydi. Hareket tarzını, taktiğini, mevcut dengeyi bozmak üzerine kurmalıydı. Altıncısı; böyle bir parti, bir savaş örgütünün sahip olduğu her şeye, sıkı bir merkezi yapıya, sıkı bir disipline, otoriteye, bir durumdan ötekine savaş araçlarını değiştirebilme kabiliyeti ve kapasitesine sahip olmalıydı. Ancak böyle bir örgüt, devrimin ön gördüğü devrimci hazırlığı yürütebilir, hareketin her evresine uygun mücadele biçimlerini kullanabilir, bir mücadele biçiminden diğerine geçebilir, “küçük musibetleri” aşarak hareketin sürekliliğini sağlayabilir ve en nihayetinde işçi sınıfının aktif çoğunluğunu yanına çekerek zaferi elde edebilirdi.
Devrimci partinin devrimci niteliğinin bütün bu unsurları devrimlerin süzgecinden geçerek geldiler. Ama ne yazık ki Lenin’e gelinceye kadar devrimci teori kendine uygun bir devrimci örgütle buluşamadı. 1847’de isim değiştirerek yeniden kurulan Komünistler Birliği’nin yetersizliği 1848 devriminde ortaya çıktı. Daha sonra kurulan I. Enternasyonal, ideolojik, örgütsel ve politik birliğe sahip olmayan alacalı bir oluşumdu. 1889’da kurulan II. Enternasyonal ise kuruluşundaki zaaflarla birlikte devrimci teoriden uzaklaşarak, devrimci bir parti niteliğini kaybederek yarattığı liberal teoriye uygun liberal bir parti haline geldi.
Lenin ve Bolşevikler, kendilerinden önceki teorik, ideolojik, örgütsel ve pratik birikime dayanarak, Marksist teori ve bu teoriyi hayata geçirecek örgüt arasındaki uyumsuzluğu, devrimci teoriye uyumlu devrimci bir örgüt yaratarak aştı. Bu deneyime dayanarak sadece kaçınılabilecek hatalardan ve yanılgılardan sıyrılmakla kalmadı, aynı zamanda bu birikime teorik bir derinlik de kazandırdı. Rusya’da işçi hareketini “dağınıklık ve yalpalama” döneminden alarak devrime taşıdı. Bu süreç, aynı zamanda, Marksist devrim ve örgüt teorisinin devrimin güncelliği koşullarında geliştirilerek zenginleştirilmesidir de.
Lenin’in yürüttüğü bu faaliyet ilk sınavını, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Temmuz 1903’te yapılan 2. Kongresinde verdi.
RSDİP’de İlk Bölünme
RSDİP’in İkinci Kongresi Lenin ve Iskra grubunun 1900-1903 tarihleri arasında yürüttüğü bir ideolojik politik ve örgütsel mücadelesi sonrasında Temmuz 1903’te Brüksel’de toplandı. Kongre hazırlıklarının sürdüğü bu yıllar, aynı zamanda, Rusya’da devrimci dalganın yükseldiği yıllardı. Rusya’da 1899’da patlak veren ve ülkeyi saran öğrenci boykotu ve öğrenci gösterilerini, grevler ve gösterilerle işçi hareketinin yükselmesi izledi. Kongre bu koşullar altında toplandı. Brüksel’de başlayan kongre, polis takibi endişesiyle Londra’da tamamlandı. Kongreye 25 Sosyal Demokrat örgütü temsilen, bazıları iki oy hakkına sahip, 43 delege katıldı. Bu 43 delegenin büyük çoğunluğunu St. Petersburg İşçi Sınıfının Mücadele Birliği ve Emeğin Kurtuluşu grubundan oluşan Iskra grubu temsil ediyordu. Iskra grubunun dışında Kongrede Yahudi Bund grubu (5 delege), Ekonomistler (3 delege) ve hiçbir gruba dahil olmayan, Lenin’in bataklık olarak nitelendirdiği grup (6 delege) ile temsil edildi. Kongre başlangıcından itibaren Iskra Grubu’yla Ekonomistler arasında, özellikle parti – sınıf ilişkisi ve proletarya diktatörlüğü – demokrasi konularında bir tartışmaya sahne oldu. Kongre’de parti programıyla ilgili tartışmalarda, proletarya diktatörlüğü ile demokrasinin bağdaşamayacağını ileri süren Ekonomistlere karşı en tutarlı cevabı Lenin ve (sonradan pişman olup geri alsa da ) Plekhanov verdi. Tartışmaya katılan Martov ve Troçky’nin naif tutumu Ekonomistlerle sonradan oluşacak bir ittifakın habercisi gibiydi. Ama yine de tartışmalar sonrasında proletarya diktatörlüğü ilk kez bir partinin programına girmiş oldu. Kongre’de ilk ciddi kırılma parti tüzüğünün 1. maddesinin görüşülmesi sırasında yaşandı. Tartışma sırasında partinin önde gelen isimlerinden Martov ve Troçky ile Lenin ve Plakhanov ilk kez karşı karşıya geldi. Lenin’in tüzüğün birinci maddesi ile ilgili önerisi; “Parti üyesi, parti programını kabul eden ve hem mali yönden hem parti örgütlerinden birine bizzat katılarak partiyi destekleyen kişidir.” ile Martov’un önerisi; “Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin üyesi, parti programını kabul eden, parti mali yönden destekleyen ve parti örgütlerinden birinin yönetimi altında partiye düzenli olarak kişisel yardımda bulunan kişidir.” karşı karşıya geldi. (Lenin Bir Adım İleri, İki Adım Geri, Sol Yay. s.58-59)
Martovun önerisi Iskracıların bir bölümü, Bundcular ve Ekonomistlerin desteğiyle kabul edildi. Troçki 2. Kongre’nin başında Bund’culara ve ekonomistlere karşı mücadelede Lenin’in yanında yer aldı. Tüzüğün 1. maddesi ile ilgili tartışmalarda ise tam tersine Lenin’e saldıran Menşeviklerin safına geçti.
Tüzüğün kabul edilmesinden sonra sonraki oturumlarda önce Bund grubu, partide özerklik talebinin kabul edilmemesi ve Raboçeye Dyelo grubu ise, yurtdışı temsilcisi olarak tanınmamasını protesto ederek Kongreyi terk etti. Bundan sonra Kongre, fiilen Iskra grubunun Kongresi olarak sürdü.
Kongrenin sonraki oturumunda Rusya’da faaliyet yürütecek merkez komitenin ve Iskra yazı kurulunun seçimine geçildi. Lenin yeni yazı kurulunun kadrosunun belirlenmesi için verdiği önerge ile Troçki’nin karşı önergesi çatıştı. Lenin eski yazı kurulunun üç üyesinin yeterli olmadıkları gerekçesiyle yazı kuruluna alınmamasını, yeni yazı kurulunun, Plehanov, Lenin ve Martov’dan oluşmasını önerdi. Troçky “Yazı kuruluna yeniden şekil vermeye kongrenin ne ahlaki, ne de siyasi hakkı var” diyerek kongrenin iradesine ipotek koydu. Açıktan Martov’u destekledi. Lenin’in eski yoldaşlarını dışlayarak incittiğini ileri sürdü. Lenin bu eleştirileri “Eğer burada bir parti yaratmak amacıyla bir araya geldiysek, eğer karşılıklı övgülere ve dar kafalı duygulara teslim olmayacaksak, o zaman böyle bir görüşü hiçbir biçimde kabul edemeyiz. Görevlileri seçmek üzereyiz; seçilmiş bir kişiye güvensizlik söz konusu değildir; bizim göz önünde bulunduracağımız tek şey görevin gerekleri ve seçilecek kişinin seçileceği yere uygunluğu olmasıdır” diyerek cevapladı. ( age s..325)
Kongre Lenin’in önergesini iki oy farkla kabul etti. Yeni merkez komite de Lenin’in önerdiği gibi kabul edildi. Bu gelişmeyle Parti Menşevik (Azınlık) ve Bolşevik (çoğunluk ) olarak fiilen bölündü. Esas “kıyamet” bundan sonra koptu. Lenin- Plekhanov, cephesinin karşısında Martov-Troçky cephesi oluştu. Martov Kongre kararlarına uymayı reddederek, “köle olmadığını” söyledi ve yazı kurulundan çekildi. Azınlık, Kongre’de seçilen merkez komiteyi ve yeni yazı kurulunu boykot edeceklerini ilan etti ve kongre bu bölünmeyle sonuçlandı.
Menşevikler partideki bölünmeye ilişkin izleyecekleri tutumu tartışmak üzere 1903 Eylül’ünde Cenevre’de toplandılar. “Leninist komiteye karşı mücadeleyi yürütecekleri gölge merkez komitesini seçtiler. Komite Akselrod, Martov, Troçki, Dan ve Potresov’dan oluşuyordu.” (T. Cliff Troçki I-.46)
Toplantıda Martov ve Troçki’nin hazırladığı şu karar kabul edildi “partinin dışına çıkmadan, partinin ve parti merkez kurullarının itibarini düşürmeden, mücadeleyi her türlü araçla yürütmeyi ahlak ve politika görevimiz sayıyoruz … Lider kadrosunun oluşumunda bir değişiklik yapmaya, böylece partiye aydınlığa doğru serbestçe gitme imkanı sağlamaya (çalışacağız).” (Isaac Deutscher, Troçki, cilt I- 111 )
Menşeviklerin başlattığı bu boykot kısa sürede sonuç vermeye başladı. Plekhanov Menşevik saflara geçti. Kongre sonrasında, yaşanan kriz Plekhanov’un Menşevik safa geçmesi, Lenin’in merkez yayın organından ayrılması ve Merkez Yayın Organı’nın bileşiminin değişmesi ile tepe noktaya ulaştı. Lenin’in Iskra’da çeşitli yazıları ve Ne Yapmalı’da ortaya koyduğu görüşlere hiçbir eleştiri getirmeyen Plekhanov, Martov ve Troçky, Lenin ve Bolşevik karşıtı cephede bir araya geldiler. Plekhanov, daha önce desteklemesine rağmen, “Ne Yapmalı” için “daha ilk okuduğunda doğru bulmadığını” sezdiğini açıkladı. Lenin’i “sekter bir kast” yaratmakla suçladı. Lenin’e yönelik suçlamalarını, “Merkeziyetçilik mi, Bonapartizm mi? broşüründe Lenin’i “diktatörlük kurmakla”, “Bonapartizm’i uygulamakla” sürdürdü. Lenin’in profesyonel devrimcilikle ilgili görüşlerinin Marx’ın değil Bakunin’in görüşleri olduğunu ileri sürdü. Martov; “Sosyal Demokrat İşçi Partisi İçinde Sıkıyönetim Yasasına Karşı Mücadele” adlı broşüründe Lenin’i “partide sıkıyönetim ilan etmekle” suçladı. Troçky; “ Siyasi Görevlerimiz” broşüründe Lenin’e, yöntemlerini “Jakobenlerin uzlaşmazlığının soluk bir karikatürüne” benzeterek saldırdı ve “Parti’nin yerini parti örgütünün, parti örgütünün yerini merkez komitesinin ve nihayet merkez komitesinin yerini diktatörün alacağı” bir durumun ortaya çıkacağını savundu.
Troçki Tüzüğün 1. maddesi tartışmaları sırasında Mortov’la birlikte Lenin’e yönettiği saldırıya Kongre’den sonra da devam etti. Kongreden sonra yazdığı “Sibirya Delegeleri Raporu”nda yeni Iskra’nın yanında yer aldı ve eski yazı kurulunun geri alınmasını savunarak Lenin’i parti örgütünü dağıtmakla suçladı, eski “Iskra’nın artık yaşamadığını ileri sürdü”, Lenin’in partide “sıkıyönetim durumu yarattığını” yazdı; yazısını şöyle sürdürdü; “Biz yenilgiye uğradık, çünkü kader merkeziyetçiliğin değil, (Lenin’deki) kendini beğenmişliğin zaferini emretmişti.” Lenin’i, Robespierre terörünün karşı devrimine zemin hazırlaması gibi, yeni bir Robespierre gibi,… sosyalist oportünizmi Thermidor’una ( Troçki, Thermidor kavramını Lenin’in ölümünden sonra da sıklıkla kullandı-y) zemin hazırlamakla suçladı. (age. 110) Daha da ileri giderek Lenin’i , “Robespierre’in yalnız bir taklidi, bayağı bir komedi tarihteki bir tragedyaya ne kadar benzerse Lenin de Robespiere’e o kadar benzemektedir.” diye yazdı (age. 111) Vera Zasuliç ise, Lenin’in parti anlayışının XIV. Louis’in devlet anlayışı ile aynı olduğunu yazdı
Plekhanov, yazı kuruluna alınmayan Axselrod, Zasuliç, Petresov ile yazı kurulundan istifa eden Martov’u yeniden yazı kuruluna çağırdı. Lenin bu saldırıya istifa ederek cevap verdi. Yazı kuruluna adaylığını koyup kabul görmeyen Troçki, Menşevik Iskra’da yazmaya başladı. Lenin ve Bolşevikler aleyhine kurulan cephenin liderliğini üstlendi. Iskra’da birbiri ardına yazdığı yazılarda, Lenin’in işçi sınıfına, yığınlara inanmadığını, işçi sınıfına bilincin dışarıdan, devrimci aydınlar tarafından getirileceği söyleminin “yeni bir din,” bir “teokrasi söylemi olduğunu”, Lenin’in örgüt planıyla kendisini işçi sınıfı yerine koyduğunu, ileri sürdü. Lenin’in merkezi disiplinli bir örgüt planını eleştirdi, “Lenin’in planı şuraya gider: Parti örgütü (kongre) önce tüm partinin yerine geçer; sonra merkez komitesi örgütün yerine geçer” …disiplinin tanrı belasını versin” (age. 117) diyerek, Avrupa’daki sosyal demokrat örgütlere benzer, kendi, gevşek örgüt (tüzüğün 1. Maddesine muhalefeti) planını önerdi, Lenin’i “Kötü niyetli”, ahlaka aykırı şüpheciliğin dramatik Jakobin hoş görmezliğinin bayağı bir karikatürü”, “marifetli bir istatistikçi”, ve “şapşal bir avukat” olarak nitelendirdi. (age. 116-119)
Başka nedenlerin yanında, Troçki’nin Lenin’e yönettiği bu alaycı saldırının RSDİP yurt içi kesiminde yarattığı tepkilerden rahatsız olan Plekhanov’un ,Troçki’nin yazılarının yeni Iskra’da yayınlanmasına karşı çıkması üzerine Troçki Nisan 1924’te Iskra’dan ayrılmak zorunda kaldı. (age. 115 )
Troçki Iskra’dan ayrıldıktan sonra Ağustos 1904’te yazdığı “Siyasal Görevlerimiz” makalesinde Lenin’e saldırılarını sürdürmeye devam etti. Lenin’in merkezi disiplinli bir parti fikrine karşı, broşüründe şunları yazdı; … “Elbette işçi sınıfının… arasından birkaç hasta siyaset adamı çıkacak …eskimiş fikirlerden oluşan bir safra olacak, işçi sınıfı da bu safrayı atmak zorunda kalacaktır. Diktatörlük çağında da, bugünkü gibi yanlış kuramları ve burjuva uygulamasını atacak, saflarını siyasi palavracılardan ve geriye dönük devrimcilerden temizleyecektir. … Ama bu çapraşık görev proletaryanın tepesine birkaç seçkin insanı …ya da temizleme ve yozlaştırma yetkisine sahip bir kimseyi getirmekle çözülemez.” (age. 120) Bu saldırıların bir mükâfatı olacak ki Ağustos 1904’te yeniden Menşevik Iskra’da yazmaya başladı.
Bütün bu saldırıları unutmuş olacak ki Troçki kendi teorisini yeniden ele aldığı “Sürekli Devrim” kitabına 1929’da yazdığı ön sözde “Ben en azından 1902 sonbaharından, yani ülke dışına ilk çıkışımdan itibaren Lenin’in bir öğrencisiydim” diye yazabildi.(11) Aralarının bozulmasını ise, Lenin’in “proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü” formülüne karşı çıkmasına” bağladı. Lenin’in “proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü” nü 1905 devriminde formüle ettiği dikkate alındığında Troçki’nin burada da doğruyu söylemediği açık.
1902’de Lenin’in öğrencisi olduğu bir gerçekse, başka bir gerçek de Troçki’nin 1903’teki II. Kongreden Haziran 1917’ye kadar Lenin’e saldırısına hiç ara vermeden sürdürdüğüdür.
Çok geçmeden Rus sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) içindeki Menşevik – Bolşevik bölünmesi uluslararası bir niteliğe büründü. Alman sosyal Demokrat Partisi’nin (ASDP) tanınmış önderleri Kautsky, Bebel ve Rosa Menşevik saflarda yerini aldı. “Kautsky, Lenin’in Bolşevik görüşü savunan bir makalesini Neue Zeit’te yayınlamayı reddetmekle kalmadı, aynı zamanda Lenin’in tutumunu açıkça yeren bir mektubu yayınlanması için Menşevik Iskra’ya yolladı. Lenin’e en şiddetli saldırıyı Rosa yaptı.. Rosa, Temmuz 1904’te Neue Zeit’ta yayınlanan bir makalesinde Lenin’in “aşırı merkeziyetçiliğini” bürokratik olmakla, demokratik olmamakla suçladı. Lenin’in tasarısında tamamen Rusya’ya özgü bir nitelik taşıdığını söyleyerek, ve sert bir dille, “ baş aşağı durduğu halde kendini tarihin en güçlü yeni hakimi” olarak ilan eden” şimdi Rus devrimcisinin ‘egosu’ biçiminde yeniden canlanan, Rus mutlakiyetçiliği tarafından ezilmiş ve parçalanmış bir ‘ego’dan” söz etti. Lenin’in parti önderliğinde mutlak güç görüşünü kıyasıya eleştiren Rosa, bu tutumun “bu tür her örgütün bünyesinde sinmiş muhafazakarlığı en tehlikeli biçimde azdırabileceğini” söylerken yeni bir tartışma açmış oluyordu. Bu salvoların ardından, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin yöneticilerinden en kıdemlisi Bebel taraflara arabuluculuk yapmayı önerdi. Menşevikler tarafından hemen kabul edilen bu öneriyi Lenin kesinlikle reddetti.” (E.H.Carr, Bolşevik Devrimi, Metis Yay. s. 43)
Uluslararası revizyonist cephenin bu saldırı Lenin’de en küçük bir tereddüte bile yol açmadı. Sıkıyönetim suçlamasına: “Partide sıkıyönetim” “tek tek kişilere ve gruplara karşı olağanüstü hal yasaları” vb. gibi korkunç sözler beni zerrece korkutmuyor. Kararsız ve sallantılı unsurlara karşı sadece “sıkıyönetim” ilan edebilmeyiz, etmekle yükümlüyüz.” (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt. II s.364)
Jakoben suçlamasına ise “Bu “berbat sözler”- jakobencilik ve öteki sözler- yalnızca oportünizmin kanıtıdır,- başka hiçbir şeyin değil. Kendisini proletaryanın –kendi sınıf çıkarlarının bilincinde olan proletaryanın- örgütüyle tam olarak özdeştiren bir jakoben devrimci bir sosyal-demokrattır.” cevabını verdi. (Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Sol Yay. s.229)
Bölünme iki kanat arasında bir güç mücadelesi başlatarak, partinin iyice güçsüzleşmesine yol açtı. Menşevikler parti olanaklarının büyük kısmını, yayın organı, yayın ağını, maddi olanakları ellerinde tutarken, Bolşevikler bu olanaklardan yoksundular. Bunlara bir de Bolşevikler arasında, partideki bölünmenin kavranamamasının yol açtığı bocalama eklenince, Bolşeviklerdeki bocalama daha da büyüdü. Lenin bu yeni durumu “Parti’nin parçalanması, tüzüğün paçavra haline getirilmesi” olarak nitelendirdi. (Lenin Seçme Eserler, İnter Yay. S-401) Ve partiyi bu durumdan ancak bir kongrenin çıkartabileceğini savundu. Ancak Lenin’in bu önerisi bütünüyle Bolşevik olan merkez komite tarafından desteklenmedi. Bu Lenin’in ilk “Bolşevik yalnızlığı” oldu.
Lenin’in ısrarlı tutumu sonucu Bolşevikler Ağustos 1914’ te Cenevre’de bir araya gelerek “çoğunluk komiteleri bürosunu” kurdular. Aynı yılın Aralık ayında merkez yayın organı olarak Vperyod’u (İleri) çıkararak kötü gidişe ilk müdahaleyi yaptılar. Bu konferans, Lenin’in Ocak 1904’te parti üyelerine yaptığı; “Proletarya partisi hakikati gerektirir … Biz bir parti olmadığını kabul etme cesaretini göstereceğiz ve gerçek bir partinin kurulması ve sağlamlaştırılması çalışmasına baştan, ta baştan başlayacağız.” çağrısına Bolşeviklerin cevabı oldu. (age, s. 396)
1905 Devrimi
Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi içinde kavganın bütün hızıyla sürdüğü 1903’de işçi hareketinin 1900’lerin başında başlayan yükselişi devam ediyordu. Otokrasi baskı ve şiddetle durduramadığı bu yükselişi durdurmanın yeni yollarını arıyordu. Bu yollardan biri de Japonya’ya savaş açmaktı. Ancak savaşın başlangıçta yarattığı milliyetçi kabarış yenilgiyle birlikte devrimin tutuşturulmasında güçlü bir etkene dönüştü. 1905 Ocağında Putilov fabrikasında işten atılan dört işçinin işe alınması için başlatılan grev, bir anda tüm Petersburg’a yayıldı. 9 Ocak’ta binlerce işçi papaz Gapon’un öncülüğünde Çar’a dilekçe vermek üzere ellerinde taşıdıkları azizlerin resimleri ile Kışlık Saray’a yürüdüler. Askerlerin yürüyüşçülere ateş açması sonucu binlerce işçi öldü, binlercesi yaralandı. Çarın bu katliamı devrim ateşini söndürmeye yetmedi. İşçi hareketi geçici olarak geri çekilirken öğrenci hareketi devreye girdi. Üniversitelerde gösteriler ve paneller yapıldı. Eylül’de, öğrenci hareketini işçi hareketi izledi. 19 Eylül’de Moskova matbaa işçileri greve çıktı. Grev başta Petersburg olmak üzere tüm işçi kentlerine ( Harkov, Odesa, vb.) yayıldı. 13 Ekimde Petersburg Teknoloji Enstitüsü’nde bir araya gelen işçi temsilcileri, Sovyetlerin kurulduğunu açıkladı. Menşevik Georgiy Nosar’ın Sovyet başkanı seçildiği 14 Ekim’deki toplantıda, Çarlığın yıkılması, demokratik cumhuriyet ve doğrudan eşit, genel gizli oyla kurucu meclis seçiminin yapılması kararı alındı.
Grevin yayılması karşısında Çarlık, çöküşünü durdurmak için 17 Ekimde bir manifesto yayınlayarak Duma seçimlerinin yapılacağını açıkladı. Bu açıklanmanın ardından grevler, Menşevik Petersburg Sovyet’i tarafından oy çokluğuyla durduruldu. Buligin Duması olarak adlandırılan Duma seçiminin amacı, grevlerin yayılmasının önünü almak ve silahlı ayaklanmaya dönüşmesini engellemekti. Bolşevikler Duma seçimlerini aktif olarak boykot edeceklerini ve silahlı ayaklanma hazırlıklarını sürdüreceklerini açıkladılar, Menşevikler ise tam tersine Duma’da temsil edilme derdine düştüler. Çarlık, Duma manevrasıyla işçi hareketini durduramayacağını anlayınca Duma’yı fesih ettiğini ve yeni Duma seçimlerinin 1906’da yapılacağını açıkladı.
Çarlığın bu çabaları büyüyen halk hareketini durdurmaya yetmedi. İşçi hareketini köylü hareketi izledi. Çok yaygın olmasa da köylüler aristokratların topraklarını işgal etti, çiftlikler yağmalandı. Ağustos 1905’te Moskova yakınlarında yapılan toplantıda köylü Sovyetleri kurulduğu ilan edildi. 22 eyaletten yüzün üstünde delegenin katıldığı toplantıda, “hükümete asker vermeme, vergi ödememe, bankalardaki mevduatları çekme” ve işçi Sovyetleriyle birlikte mücadele etme kararı alındı. Köylülerin isyanını ordu içerisindeki askerlerin isyanı izledi. 26-27 Ekimde Kronştad ayaklandı. Ayaklanma sıkı yönetim ilan edilerek ezildi. 13 Kasımda Potemkin Zırhlısı isyan bayrağını açarak, devrimin sembolleri arasındaki yerini aldı. Potemkin Zırhlısı ancak 5 gün dayanabildi.
Devrimin ilerlemesiyle birlikte sınıfların eski durumu da değişti. Çarlık çatırdıyordu, burjuvalar ve Menşevikler çatırdayan çarlığa payanda görevini üstlenmişlerdi, işçi sınıfı ve köylülük de değişmişti. Artık işçiler 1905’ in başında azizlerin resimlerini taşıyan işçiler değildi; silahlı mücadele yürütüyorlardı. Köylüler, köle değil, işgalciydi, askerler isyancıydı.
Devrim Kasım ve Aralıkta Moskova’da Bolşeviklerin başlattığı silahlı ayaklanmayla en tepe noktaya ulaştı. Menşevikler “aşırı muhalefet partisi” olarak burjuvaziyi (Kadetler) desteklemek için harekete geçerken, Bolşevikler Aralık 1905’ te Finlandiya Konferansı’nda “silahlı mücadele hazırlığı ve proletaryanın silahlandırılması kararını” aldı. Bu karar gereğince 9 Aralık’ta Moskova Sovyet’i “sol” Sosyal Devrimciler ve Bolşeviklerin girişimiyle ayaklanma başlatıldı. Güçlerin dengesizliğine, hazırlığın yetersizliğine, bir de Petersburg Sovyeti’nin başlattığı genel grevi sürdürmemesi ve ayaklanmaya geçmemesi eklenince, ayaklanma kısa sürede bastırıldı.
Menşevikler ayaklanmaya karşı çıkarken Troçki Aralık ayaklanmasını savundu, ancak yenilgisinin nedenini köylü ordusuna bağladı. “ Proletarya Aralık ve Ocak ayaklanmalarında kendi hataları yüzünden değil, çok daha gerçek bir nicelik yüzünden yenilgiye uğradı; köylü ordusunun süngüleri.” (Troçki 1905-236)
Lenin, Troçki’nin aksine, köylü ayaklanmalarından, toprak sahiplerinin konaklarını ve köşklerini ateşe vermelerinden ve topraklara el koymalarından söz ederek “kentlerdeki proleter kitle grevinin kırdaki köylü hareketiyle” birleşmesinin, (orduyu kastederek -y) “Çarlığın “en sağlam” ve son dayanağını da sarsmaya yetti”ğini, köylülerin “çok parçalanmış, çok dağınık ve çok az saldırganca” davranmalarının “devrimin yenilgisinin temel nedenlerinden biri” olduğunu belirtti. ( III. 20-25)
Troçki devrimin “köylü ordusu süngüleriyle ezildiğini söylerken Aralık ayaklanmasında Petersburg Sovyet’inin oynadığı olumsuz rolden hiç söz etmedi. Moskova Sovyet’i Aralık başında grev ve ayaklanma kararı aldığında Petersburg Sovyet’i bu kararı desteklemek için 8 Aralıkta grev başlattı. 12 Aralıkta ise Moskova’da ayaklanma sürerken grevi bitirdi. Özellikle demiryolu işçilerinin grevi durdurması Çarlık ordu birliklerinin Moskova’ya taşınmasını sağladı ve ayaklanmanın ezilmesinde bu ordu önemli bir rol üstlendi. Troçki, Petersburg Sovyet’inin grevi bırakmasını, yorgunluk ve kararsızlığa bağladı. “ Bu kararsızlık, Petersburg işçilerinin bu kez bunun bir grev değil, bir ölüm kalım savaşı olduğunu çok açık bir şekilde kavramış olmalarıyla açıklanır.” ( Troçki 1905 -213) Birçok kez yaptığı gibi, suçu yine işçilere, işçilerin bilinçsizliğine, “kafasızlığına” yükledi.
Lenin, köylülüğün, özellikle ordunun büyük çoğunluğunu oluşturan köylülüğün kararsızlığının devrimin yenilgisine yol açan nedenlerden biri olduğunu belirtse de, asıl sorunun devrime katılan kitlelerde değil, onların mücadelesini yönetecek önderlerde, partide olduğunu vurguladı.
Lenin grevden ayaklanmaya giden süreçte işçilerin ve RSDİP’in durumuyla ilgili olarak şunları yazdı; “Her zaman olduğu gibi pratik teoriyi önceledi.” … “işçiler kitleler halinde işe sarıldılar, fakat bununla da tatmin olmadılar, yine sordular: Şimdi ne olacak? – ve enerjik eylemler talep ettiler. Sosyal -demokrat proletaryanın önderleri bizler, Aralık’ta, alaylarını -birliklerinin büyük bölümünü savaşa aktif katılmayan – saçma bir biçimde mevzilendiren ordu generallerine benziyorduk. İşçi kitleleri enerjik kitle eylemleri için talimatlar gelmesini boşuna beklediler.” … “Savaşa aktif katılmayan” generallerin şüphesiz en büyüğü, işçilere “silaha sarılmamalı” diye seslenen Plekhanov’du. Lenin Plekhanov’ un bu uzlaşmacı, korkak, tavrını, “tam tersine daha kararlı, daha enerjik ve daha büyük bir gözüpeklikle silahlara sarılınmalı, tek başına barışçıl grevin olanaksız olduğu, korkusuzca, amansızca silahlı mücadeleye başlamanın zorunlu olduğu kitlelere anlatılmalıydı.” diye cevapladı. (Lenin, Seçmeler cilt III- 330)
Kendiliğinden patlak veren devrimde bütün partiler hazırlıksız yakalandı. Ama en hazırlıksız olanlar, bölünerek güç kaybeden sosyal-demokratlardı. Parti tam bir kriz içindeydi. Bolşevikler krizi bir an önce çözüp partinin devrime yoğunlaşmasını sağlamak üzere III. Parti Kongresinin toplanması çağrısında bulundu. Ancak Lenin’in kongreyi toplama önerisi, parti konseyinde çoğunluğu elinde bulunduran Menşevikler (Martov, Plekhanov ve Akselrod tarafından reddedildi. Konsey, kongreyi toplamayı reddedince, Bolşevikler tüzük gereği yerel parti örgütlerine başvurdu. Rusya’daki yerel parti örgütlerinin çoğunluğu kongrenin toplanmasını talep etti, ancak bu talep parti konseyince dikkate alınmayınca, Çoğunluk Komiteleri Bürosu kongreyi toplama kararı aldı. RSDİP III. Kongresi 25 Nisan 10 Mayıs tarihleri arasında Londra’da toplandı. Kongreye, 24’ü oy hakkı olan 38 delege katıldı.
Lenin, Parti Kongresi’nin arifesinde partinin önünde “İlk olarak. Parti krizi sorunu. İkinci olarak, daha da önemli olan, genelde Parti’nin örgütlenme biçimi sorunu. Üçüncü olarak —en önemli sorun— bugünkü devrimci andaki taktiğimiz.” olmak üzere, çözmesi gereken üç önemli sorun olduğunu belirtti. (cilt III-414)
Bu sorunlardan birincisinin Kongre’yle birlikte çözüldüğünü, İkinci sorunun, Parti tüzüğünün 1. maddesinin II. Kongre’de Lenin’in sunduğu öneri kabul edilerek değiştirilmesi, II. Kongre’de kabul edilen iki merkezi organı (Merkez Komite ve Merkez yayın organı) kaldırması ve birleşik bir merkezin oluşturulmasıyla çözüldü. Üçüncü sorunun “Dar ve konspiratif olandan başlayarak, mümkün olduğunca geniş ve mümkün olduğunca az konspiratif olana kadar çeşitli Parti örgütlerinden oluşan geniş bir ağ kurmak için, artık Merkez Komitemize ve daha büyük ölçüde yerel komitelerimize düşen inatlı, uzun süreli ve becerikli bir örgütsel çalışma” ile çözüleceğini vurguladı. (age-416) Böylece III. Kongre RSDİP tarihine ilk Bolşevik kongre olarak geçti.
Kongrede Bolşevikler, Çarlığın yıkılması ve demokratik bir cumhuriyetin kurulmasının, ancak köylülüğü yedeğine alan işçi sınıfının silahlı ayaklanmasıyla mümkün olacağını dikkate alarak, silahlı mücadeleyi hazırlama kararı aldı. Devrimin kesin zaferinin, ancak köylülüğün işçi sınıfı hegemonyasında birleşmesi ve işçi- köylü devrimci demokratik diktatörlüğünün kurulması ile mümkün olabileceği, bu diktatörlük olmadan burjuvazinin ve karşı-devrimin başkaldırılarının ezilemeyeceği, işçi sınıfının köylülük üzerindeki hegemonyasının korunamayacağı ve devrimin kesintisiz gelişiminin sağlanamayacağı vurgulandı.
Kongreyi protesto eden, Menşevikler aynı tarihte Cenevre’de konferans için bir araya geldiler. Konferansta, Çarlığın yıkılması ve demokratik cumhuriyetin kurulması hedefini benimsemekle birlikte, proletaryanın önüne “iktidarı ele geçirme, ya da paylaşma hedefini koymaması gerektiği”ni ileri sürdüler. Proletaryanın, devrimin burjuva karakterine uygun olarak iktidarı burjuvaziye bırakması, kendisini burjuva hükümet üzerine baskı kurmakla yetinen “aşırı muhalefet partisi” olmakla sınırlaması gerektiğini savundular. Menşevik azınlık konferansı kendi tüzüğünü kabul etti ve MK görevini üstlenen Örgüt Komisyonu (ÖK) kurdu.
Bolşeviklerin Kongresinin ardından, Uluslararası Sosyalist Büro (USB- II. Enternasyonalin organı) RSDİP’teki bölünmeyi önlemek için iki hizbin temsil edildiği bir konferans toplanmasını önerdi. Benzer bir öneri III. Kongre öncesi Alman Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Bebel tarafından yapılmış ve Menşevikler tarafından reddedilmişti. Lenin USB’nin bu önerisini III. parti kongresini toplama girişiminin parti tüzüğüne uygun olduğunu belirterek, USB’nin tarafsız olmadığı gerekçesiyle reddetti. Çünkü USB yöneticileri özellikle Kautsky, Bolşeviklerle Menşevikler arasındaki görüş ayrılıklarının önemsiz olduğunu açıklamış, tüzük ve örgüt konusunda Martov’un önerilerinden yana tavır almıştı. (Rosa da Kautsky gibi, Lenin’in örgütlenmeye ilişkin düşüncelerine karşı çıkarak Menşeviklerden yana tavır almıştı.) USB iki hizip arasındaki anlaşmazlıklarda tarafsız kalacağını açıklayınca, Lenin bu öneriyi kabul etti, ancak devrimin etkisiyle, Temmuz 1905’de Bolşevikler ve Menşevikler arasında doğrudan görüşmeler başlayınca USB’nin arabuluculuğuna gerek kalmadı.
1905 Devrim Deneyimi
1905 Devrimi Menşeviklerin konferansta aldığı ve Bolşeviklerin kongrede benimsediği iki farklı taktiğin pratik sınavı oldu. Devrim, grevden silahlı ayaklanmaya izlediği çizgiyle Bolşevik taktiğin doğruluğunu ispatladı. II. Kongre’deki Bolşevik Menşevik bölünmesinin örgütsel sorunlarla sınırlı olmadığını, Marksizm’in tüm ilkesel konularını, (devrim, parti, proletarya diktatörlüğü) kapsadığını ortaya çıkardı.
Rusya’da kurulu dengeleri altüst eden 1905 devrimi, hem Rusya hem de dünya sınıf hareketinde önemli sonuçlar yarattı. En başta dünya devriminin yeni merkezinin Rusya olduğu fiilen kanıtlandı. Devrim, 1848 devrimlerinin batı Avrupa’da oynadığı rolle kıyaslanmasa da, benzer bir rolü Doğu’da oynadı. Sömürge ve yarı sömürge ülkeleri devrim dalgasının içine çekti. 1906 İran, 1908 Türk ve Çin devrimlerini tetikledi. İkincisi, devrim İşçi Köylü Asker Temsilcileri Sovyet’i örgütlenmesiyle hem işçi sınıfının ittifak politikasının pratik çözümünü, hem de proletarya diktatörlüğünün yeni biçiminin nüvelerini oluşturarak dünya komünist ve işçi hareketi tarihinde yeni bir sayfayı araladı. Lenin Sovyetleri, “ Sosyalistlerin ve devrimci demokratların yazıya dökülmemiş geniş bir savaş ittifakı” olarak nitelendirdi. Lenin’e göre, İşçi Temsilcileri Sovyet’i, bir “işçi parlamentosu ve proleter öz yönetim organı” değildi. (cilt III. s.-326) “Bu organlar grev mücadelesinin organları olarak ortaya çıkmışlardı. Çok kısa süre içinde ve zorunluluğun baskısı ile hükümete karşı genel devrimci mücadelenin organları haline geldiler. Olayların gelişimi ve grevden ayaklanmaya geçiş sayesinde, karşı konulmaz biçimde, ayaklanma organlarına dönüştüler…… Bu partisiz kitle organlarını herhangi bir teori, herhangi birinin çağrıları, herhangi biri tarafından düşünülmüş bir taktik ya da parti doktrinleri değil, olguların şiddeti ayaklanma zorunluluğuna inandırmış ve bunları ayaklanma organları haline getirmiştir. Bugün de bu tür organların oluşturulması, ayaklanma organlarının oluşturulması demektir, bu tür organlar oluşturma çağrısı, ayaklanma çağrısı demektir.” (age s.-358)
Lenin, Bolşevikleri Sovyetlerin abartılması tehlikesine karşı da uyardı. “Bu organların her zaman ve her koşul altında devrimci kitle hareketi için “zorunlu ve yeterli” olmadığının, bunların “ayaklanmayı sözcüğün gerçek anlamında örgütlemek için” yeterli olmayacağının altını çizdi ve “ayaklanmayı hayata geçirmek amacıyla bir askeri örgütün zorunlu olduğu”nu vurgulayarak, Sovyetleri “ayaklanmanın zaferi halinde oluşacak Geçici Devrimci Hükümet’in tohumları” olarak nitelendirdi. (age- s-358-359
Üçüncüsü, kendiliğinden sınıf hareketi ile bilinçli, örgütlü komünist hareket arasındaki ilişki sorununu fiili olarak ortaya koydu. Grev hareketinden ayaklanmaya doğru izlediği yolla, zaferin, kitlelerin kendiliğinden hareketinin yıkıcı gücü ile komünist hareketin bilinçli örgütlü yıkıcı gücünün birliğinde olduğunu; tek başına birinin sonuç almaya yetmediğini; kendiliğinden patlamaları devrimle taçlandırmanın partinin niteliği sorunu olduğu kadar, devrimci hazırlık sorunu olduğunu da pratikte gösterdi. Dördüncüsü, devrim Rusya’da mevcut partilerin gerçek kimlikleri ile siyaset sahnesine çıkmalarını sağlayarak onların sınıfsal niteliklerini aydınlattı. Sınıf niteliklerini gizleyebilmelerini olanaksızlaştırdı. Sınıflara kendi güç ve güçsüzlüklerini görme olanağını sağladı. Beşincisi, devrimin ilerlemesine bağlı olarak gelişen ve büyük bir devrimci enerjiye dönüşen bu güç aynı ölçüde karşıt bir etkiyi düşman saflarında da yaratır. 1905 devriminde yaşanan da buydu. Devrimci enerji, kararlılık ve kahramanlık, özellikle orduda bir bölünmeye ve saf değiştirmeye yol açtı. Devrim sırasında kitlelerin kararlılığı ve cesareti ne kadar büyükse, devrimci partinin enerjisi ve yönetimi ne kadar etkiliyse, bu bölünme ve saf değiştirme de o kadar büyük olduğunu pratikte gösteri. Savunma ve duraksama durumunda ise bunun tersi gerçekleşiyor. Bu, iç savaşa hazırlanan bir parti için önemli bir ders ve deneyimdir.
1905 devrimi ve yenilgisi RSDİP’de ideolojik, politik ve örgütsel savrulmayı de büyüttü. RSDİP içinde yeni fraksiyonlar ortaya çıktı, bunların en önemlilerinden biri Troçkist fraksiyondur. 1903 Kongresi’nden beri Menşeviklerle birlikte hareket eden Troçki, 1905 devrimi patladığında Petersburg’a döndü. Menşeviklerle birlikte hareket etti. Petersburg Sovyeti’nin başkanı Menşevik Nosar’ın 26 Kasımda tutuklanmasının ardından Sovyetler ’de üç kişilik geçici bir prezidyum seçildi. Troçki ( Yanovski takma adıyla) bu prezidyumda görev aldı. Bu görevi 3 Aralıkta tutuklanana kadar 7 gün sürdü. Sibirya’ya sürüldü. Sürgünden kaçarak yeniden Avrupa’ya (Almanya, Avusturya- Viyana) geçti.
Troçki 1905 devrimini oldukça hacimli bir kitapta inceledi. Kendi deyimiyle, kitap, “Bir tanığın, bir katılımcının ifadesini temsil etmektedir.” Amacını ise, “Rus proletaryasının devrimci mücadelesini okuyucu için netleştirmek” olarak açıklamaktadır. Rus devriminin ekonomik temelini tahlil ederek başladığı eserinde, Troçki “birbiriyle ve devletle olan ilişkileri içinde toprak soyluluğu, köylülük, büyük burjuvazi, entelijensiya, proletarya”yı ele alıp inceleyerek, Rus devriminin niteliği konusunda şunları yazdı; “Doğrudan ve dolaylı görevleri söz konusu olduğu sürece Rus devrimi bir burjuva devrimidir. Çünkü burjuva toplumu mutlakıyetin zincirlerinden ve prangalarından kurtarmaya koyulur. Ama Rus Devriminin temel itici gücü proletaryadır ve yöntemi söz konusu olduğu sürece o bir proleter devrimdir.” (Troçki- 1905 Tarih Bilinci yay. -54)
Kitabın ilerleyen bölümlerinde 1905 devriminin başından Aralık ayaklanmasına kadarki dönemle ilgili izlenimlerini yazdı. Sovyetleri hiçbir geleneğe dayanmayan, kendiliğinden ortaya çıkan “öz denetim yeteneğine sahip bir örgütlenme” olarak nitelendirdi.(103) Ortaya çıkışını ise “sosyal demokratların eşit güçteki iki hizbi ve bu iki hizbin sosyalist devrimcilerle olan mücadelesine” bağladı. Devamında bu cümlelerle çelişen ve Menşeviklere yakınlığını vurgulayan cümleler kurdu; “Petersburg’daki iki sosyal demokrat örgütlenmeden” birinin (Menşevikler kastediliyor-y) “öz yönetimli bir devrimci işçi konseyinin yaratılması görevini üstlendi”ğini yazdı. (104)
Sovyetlerin ortaya çıkışını Menşeviklere bağlarken, Aralıktaki silahlı ayaklanmayı destekleyerek Menşeviklerden uzaklaşıp Bolşeviklerle yakınlaştı.
Troçki, sosyal demokrasinin iki hizbi (Bolşevikler ve Menşevikler) arasındaki mücadelenin Sovyetleri nasıl ortaya çıkardığını açıklamadı, ama bu yargıyla kendi hizbini örgütlemenin ilk adımlarını attı. “Sonuçlar ve Olasılıklar” broşürüyle kendi adıyla anılan “Sürekli Devrim” tezini yayınladı.
Marks ve Engels’te Sürekli Devrim
Troçki’nin Sürekli devrim tezine geçmeden önce bu konuda Marks, Engelsin görüşlerine kısaca değinmeliyiz; Marks ve Engels Proleter devrimin yerel değil dünya çapında bir devrim olması gerektiğini Komünist Manifesto’da ilan etmişlerdi. 1848-49 devrimleri Marks ve Engel’in önceki yazılarında ve Manifesto’da öne sürdükleri görüşleri doğrulamakla kalmadı, aynı zamanda, engin deneyimleriyle Marksist teorinin gelişmesini sağladılar. Marks ve Engels bu deneyimden yararlanarak, devlet, devrim, parti, proletarya enternasyonalizmi, ittifaklar sorunu, devrimin sürekliliği vb. birçok konuda görüşlerini geliştirdiler. Bu yüzden kısa da olsa bu devrimlerin gelişim sürecine değineceğiz.
1848 Şubat’ında Fransız burjuvazisi tıpkı 1789’daki gibi, işçi sınıfını yedeğine alarak monarşiyi devirdi. 24 Şubat’ta Fransa’da cumhuriyet ilan edildi. Fransa’da zafere ulaşan burjuva devrim tüm Avrupa’ya yayıldı. 13 Mart’ta Viyana’da Klemens von Metternich hükümeti devirdi. 18 Mart’ta Berlin’de halk ayaklandı. Bunu Almanya’nın diğer bölgelerinde ve diğer ülkelerdeki ayaklanmalar izledi. Macaristan, Avusturya imparatorluğundan ayrıldığını ilan etti. Devrimin zafer kazandığı her yerde anayasalar hazırlanarak yürürlüğe sokuldu, meclisler, parlamentolar, hükümetler kuruldu, ama devlet mekanizması, -ordu, bürokrasi- eski devlet mekanizması olarak kaldı. Fransa dışında burjuvazi önderliğinde kurulan meclisler krallıklara son verecek iradeden yoksundular. Bu yoksunluk temelde Almanya ve diğer ülkelerdeki burjuvazinin , Fransa ve İngiltere’deki burjuvaziyle karşılaştırıldığında oldukça güçsüz olmasıyla bağlantılıydı. Ayrıca, Almanya’nın birçok küçük devlete bölünmüş olması da bu güçsüzlüğü büyüten diğer bir etkendi.
Devrimlerin “birinci perdesi”, Monarşilerin devrilmesi, ya da kanara çekilmesiyle kapanırken, Avrupa’nın siyasi haritası şöyleydi: Fransa’da cumhuriyet ilan edildi, İktidar tümüyle burjuvazinin eline geçti. Diğer ülkelerde, Almanya, Avusturya, Macaristan, İtalya vb. “dağ fare doğurdu”. Krallıklar devrimlere boyun eğdirse de onların varlıklarını sürdürmesine göz yumuldu. Sonuçta krallıklar küçük tavizlerle iktidarlarını korudu.
Ayaklanmaların ikinci perdesi yine Fransa’da başladı. İktidarı ele geçiren burjuvazinin ilk işi, birlikte savaştıkları için kendilerini savaşın galipleri arasında sayan işçileri etkisizleştirmeye yönelmek oldu. İşçilerde oluşan zafer yanılsaması, işçi temsilcileri Louis Blanc ve Albert’in ulusal meclisten atılması ile dağılmaya başladı. Ardından sokak toplantıları yasaklandı, işçiler işten atılmaya başlandı, ulusal atölyelere girişleri engellendi, işçilerin silahsızlandırılması için önlemler alındı. Her devrimden sonra tekrarlanan, işçileri silahsızlandırma girişimine işçiler, burjuvaziyi ancak silahlı bir devrimle yenebileceklerini içgüdüleriyle kavrayarak, silaha daha fazla sarılarak karşılık verdiler. “İşçi sınıfı daha proleter bir bilinç ve örgütlülüğe sahip olmadan ortaya koyduğu bu proleter iş” Fransa ve Avrupa’da yeni bir devrimci sürecin başlangıcı oldu. Artık İşçi sınıfı için söz konusu olan Feodalizmin tasfiyesi değil, burjuvazinin tasfiyesiydi.
Fransa’daki ayaklanma, elverişsiz koşullarda işçilerin yenilgisiyle sonuçlandı. Üç bin işçi kılıçtan geçirildi. Marks ayaklanmanın yenilgisini Fransız cumhuriyetinin “doğumu” olarak nitelendirerek, işçilerin ayaklanmasını “modern toplumu ikiye bölen iki sınıf, burjuvaziyle proletarya arasında ilk büyük çarpışma, “burjuva düzenin sürdürülmesi ya da ortadan kaldırılması için” girişilen kavga olarak nitelendirdi. ( Fransa’da Sınıf Savaşımları, Sol yay.-56 -57)
Fransa’daki Haziran ayaklanmasının Avusturya’daki devrimci karşılığı Ekim – Viyana devrimi oldu. Mart devrimi sonrasında kurulan Viyana Diyet Meclisi feodalizmin tasfiyesine yönelik kesin kararlar almak yerine anayasacık oyununla kendini oyalarken, 16 Mayıs’ta Viyana’dan kaçan imparator, başka bir Avusturya kenti olan İnsburg’a yerleşti ve kendi ordusunu toparlamaya koyuldu. İmparatorlukla uzlaşmaya çabalayan Viyana Diyeti’nin Ulusal muhafızları denetlemek üzere imparatora izin vermesi imparator için beklenen fırsatı yarattı. Viyana’ya gelen imparator bir darbeyle hükümranlığını ilan etti. Burjuvazinin egemen olduğu Viyana Diyeti, toplantı üstüne toplantı yapmakla yetinirken, Viyana halkı (işçiler ve küçük burjuvalar) darbeye silaha sarılarak karşılık verdiler. Ekim 1848’de Viyana devrimci- demokrat güçlerin eline geçti. Burjuvazi tarafından ihanete uğrayan halk iki dış ittifakı tarafından da yalnız bırakıldı. Macar ordusu, imparatorluğun hışmını üzerine çekmemek gerekçesiyle devrime destek vermedi, bu korkunun bedelini bağımsızlığını kaybetmekle ödedi. Devrimin ikinci dış ittifakı olan, tüm Almanya’yı temsil ettiğini iddia eden Frankfurt Ulusal Meclisi de darbeye karşı direnen Viyana halkını yalnız bırakarak kendi sonunu hazırladı. Savunma araçları ve askeri örgütlülükten yoksun olan işçiler Viyana sokaklarında barikatlar kurdu, kahramanca dövüştü. Sonuçta Viyana devrimi 1 Kasım’da imparatorluk ordusuna yenildi. Sıkıyönetim ilan edildi, katliamlar, tutuklanmalar ve idamlar birbirini izledi. “ Taçla bir anayasa üzerinde anlaşmaya varmak için seçilen meclis” İmparatorluk kararıyla kapatıldı. Burjuvazi hizmetleri karşılığında yürürlüğe girmeyen bir yeni bir anayasa ilanıyla mükâfatlandırıldı. 4 Mart 1949’da yanı devrimden bir yıl sonra Avusturya’da mutlakıyet yeniden kuruldu.
Nasıl Fransa’da burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki zaferi, Avusturya burjuvazisini mutlakıyetin kollarına sığınmaya itip, mutlakıyetin zaferine yol açtıysa aynı şekilde, Avusturya’da Viyana devrimi Alman burjuvazisinin paniğe kapılmasına, devrimin yenilgisi de Prusya monarşisinin kendine olan güvenini artırarak harekete geçmesine yol açtı. Prusya ordusu 9 Kasımda 40.000 kişilik bir kuvvetle Berlin’e girdi. Berlin Meclisi hiçbir direnç göstermeme kararı aldı ve halkı karşılık vermemeye çağırdı. Paris ve Viyana’nın aksine Berlin direnmeden teslim oldu, sıkıyönetim ilan edildi, meclis dağıtıldı. Frankfurt Ulusal Meclisi Berlin meclisinin izlediği yolu izledi, halkı mücadeleye çağıracak yerde krallıkla diplomatik ilişkilere yöneldi. Prusya kralını Avusturya dışındaki Alman devletlerinin kralı ilan etti. Bu hamle Alman devletleriyle Frankfurt Meclisi arasındaki çatışmayı başlattı. Ayaklanmalar Almanya’nın birçok bölgesine ( Saksonya, Vestfalya, Bavyera, Baden, Württemberg’e vb.) yayıldı. Ayaklanmalar Prusya ordusunun saldırıları ve Frankfurt Meclisinin ihaneti sonucunda yenildi. 18 Haziranda Frankfurt Meclisi’nin lağvedilmesiyle Prusya krallığı pekişti.
Fransa’da işçiler Haziran 1848’de silahlarını burjuvaziye çevirdiğinde, bu gelişmeden Fransız burjuvazisinden çok diğer Avrupa ülkelerinin burjuvaları korkuya kapıldı. Daha devrimlerin başında Avrupa burjuvazisi işçi sınıfına karşı feodallerle birleşti. Avrupa devrimleri bu iki sınıfın birleşmesiyle, olumlu hiçbir sonuca yol açmadan yenildi. Burjuvaların ayrıcalıklarını büyütmesi karşılığında monarşiler, krallar yerinde kaldı. “Feodal hakların sürdürülmesi, (aldatıcı) tazminat maskesi altında feodal hakların pekiştirilmesi – 1848 Alman devriminin sonucu işte budur. Dağ fare doğurdu.”
Lenin Marks’in 1848’de Neue Rheinische Zeitung’da çıkan yazılarını değerlendirerek şu önemli sonuçların altını çizdi; “1- Tamamlanmamış Alman devrimi, tamamlanmış Fransız devriminden yalnızca Alman burjuvazisinin genel olarak demokrasiye ihaneti ile değil, özel olarak da köylülere ihaneti bakımından da ayrılır. 2- Özgür bir köylüler sınıfının yaratılması, demokratik devrimin kesin sonucuna götürülmesinin temelidir. 3- Böyle bir sınıfın yaratılması, feodal hizmetlerin ortadan kaldırılması, feodalizmin yıkılması demektir, ama henüz sosyalist devrim demek değildir. 4- Köylüler, burjuvazinin, yani gericiliğe karşı onlar olmaksızın “güçsüz” kalan demokratik burjuvazinin “en doğal” müttefikleridirler.”
Ve Lenin, Marks’ın açıklamalarından çıkardığı bu sonuçlarla Rus devriminin bağını kurarak, “Somut ulusal özellikler akılda tutulduğunda ve feodalizmin yerine serflik konulduğunda, bütün bu önermeler eksiksiz olarak 1905 Rusya’sına uygulanabilir” olduğunu belirtti. ( Lenin İki Taktik – Sol yay. -153)
1848- 49 devrimleri Avrupa baz alındığında dünya devriminin bütün özelliklerini bağrında topladı. “Sömürüyü ve yoksulluğu paylaşan sınıf, devrimi de paylaştı.” Pratiğin teoriyi öncellediği bu devrimlerin sağladığı zengin deneyimlerin işçi sınıfının teorik ve pratik mücadelesi üzerindeki etkilerini şöyle sıralayabiliriz;
1848 Haziranı’nda proletaryanın silahını burjuvaziye karşı çevirmesiyle birlikte, artık burjuvazi tarih önünde yıkmaya değil, yıkılmaya mahkûm bir sınıf haline geldi. Bu tarihten itibaren proleter devriminden duyduğu korku burjuvazinin sınıf karakterini ve eyleminin içeriğini belirleyen asıl olgu haline geldi. Burjuvaziyi kendi devrimine “ihanet” edecek ölçüde sarsan da, feodal gericilikle uzlaşmaya iten de, bu korkudur. Bu korku “proletarya ne kadar gelişiyor, ne kadar sınıf niteliğini sezmeye, kendi sınıf bilinciyle davranmaya başlıyorsa” o kadar büyüdü, burjuvazi o kadar gericileşti ve saldırganlaştı. (Engels, Almanya’da Burjuva Demokratik Devrim, Sol Yay. s. 21).
1848 devrimleri gösterdi ki, tek tek ülkelerde burjuva devrimlerin gerici bir karakter kazanması o ülkelerde işçi sınıfının devrimci bir konuma yükselmesi ile bağlı değildir. Bunun için işçi sınıfının konumunda dünya çapında bir sıçramanın ortaya çıkması yeterlidir. 1848 Fransız devrimi, burjuva devrimleri tarihinde böyle bir dönüşümün (gericileşmenin) dönüm noktasıdır. Bu devrimle birlikte tarihsel olarak burjuva demokratik devrimler dönemi kapanmıştır. Bu tarihten itibaren feodalizmin ve feodal kalıntıların tasfiyesi burjuvazi için bir devrim sorunu değil, bir reform sorununa dönüştü. 1848 devrimlerinden başlayarak 1800’lu yılların sonlarına doğru Avrupa’nın pek çok ülkesinde, çoğu durumda aristokrasinin burjuvalaşmasıyla, feodalizm reformcu bir tarzda tasfiye edildi.
1848 devrimleri Marksist teorinin en temel ilkelerini (devrim, devlet- proletarya diktatörlüğü, proletarya enternasyonalizmi ve parti) kendi eylemiyle doğruladı ve geliştirdi. Her şeyden önce devrim teorisini salt bir teorik sorun olmaktan çıkararak, teori ile pratiğin birliğini kurdu. “Teorik yönelimin pratik yönelimle birleştirilmesini, teorinin devindirici gücünün eleştiride değil devrimde” olduğunu, “komünistler için sorunun mevcut dünyayı devrimci bir biçimde değiştirmek, bulmuş oldukları duruma hücum etmek ve onu pratik olarak değiştirmek” olduğunu pratiğiyle ortaya koydu. (Marx- Engels, Alman İdeolojisi, Sol Yay.s. 72, 49).
1848 Devrimlerinde proletaryanın “proleter bir bilince sahip olmadan” yaptığı bir diğer proleter iş de burjuva devletin karşısına kendi devletini koyması oldu. Şubat devriminde “biçim bakımından abartılmış, içerik olarak çocuksu, bu yüzden de burjuvaca olan hak istemleri” için burjuvazinin ardından yürüyen proletaryanın Haziranda burjuvazinin denetiminden kurtulup özgürleşmesinin ardındanki sloganı: “burjuvazinin devrilmesi! İşçi sınıfı diktatörlüğü!”oldu. (Marx, Fransa’da Sınıf Savaşları, Sol Yay. s.59).
Marx, proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi olan proletarya diktatörlüğünün zorunluluğunu 1848 Devrimleri deneyimine dayanarak, 5 Mart1852’de J. Waydemeyer’e yazdığı mektupta net bir biçimde formüle etti.
Marks ve Engelsin 1848 devrim deneyimlerinden çıkardıkları önemli bir diğer sonuç da, parti ile ilgilidir. İşçi sınıfının partisinin sadece burjuvaziden değil, “kendisine kopup gelen küçük burjuvaziden” de bağımsız olmasının önemini vurguladılar. 1848 Devrimleri gösterdi ki, işçi sınıfının kendiliğinden eylemi ne kadar güçlü olursa olsun, savaşanların cesaret ve kahramanlığı ne kadar büyük olursa olsun, devrim dönemi boyunca sınıfın siyasallaşması ne kadar üst düzeye çıkarsa çıksın, sınıfın merkezi devrimci örgütlenmesi ve eylemiyle, sınıfın devrimci partisiyle buluşmayan ayaklanmanın zafere ulaşması ve zaferi garanti altına alması olanaksızdır.
Marx ve Engels gelecek devrimlerin başarı ve başarısızlığında önemli bir rol oynayacak olan proletaryanın ittifaklar sorununu, 1848 Devrimleri içinde yer alan sınıfların oynadıkları rol ve bu sınıfların proletaryanın devrimci mücadelesiyle ilişkilerinin bir çözümlemesini yaparak, ittifak sorununun sadece devrim anının bir sorunu olmadığı, aynı zamanda devrime hazırlığın bir sorunu olduğunu dikkate alarak, proletaryanın ittifak politikasının teorik ve pratik temellerini geliştirerek şunları yazdılar: “Ulusun, burjuva rejime, sermayenin egemenliğine başkaldırmış, burjuvazi ile proletarya arasında yer alan kitlesi, yani köylülük ve küçük burjuvazi, devrimin ileri doğru yürüyüşü ile, proleterleri öncüleri olarak tanıyıp onlara katılmak zorunda bırakılmadıkça, Fransız işçileri bir tek ileri adım atamazlar ve rejimin tek kılına bile dokunamazlardı. İşçiler bu zaferi ancak korkunç Haziran yenilgisiyle satın alabilirlerdi.”
Marx ve Engels bu deneyimden yararlanarak 1850’de Merkez Örgütünün Birliği’ne yaptıkları çağrıda: Proletaryanın savaş sloganının “sürekli devrim “olması gerektiğini vurguladılar.
“….az çok mülk sahibi tüm sınıfların egemen durumdan uzaklaştırılmasına, devlet gücünün proletarya tarafından ele geçirilmesine ve yalnız bir ülkede değil, tüm dünyanın bütün egemen ülkelerinde proleterlerin birliğinin, bu ülkelerin proleterleri arasındaki rekabetin son bulduğu ve hiç değilse başlıca üretici güçlerin proleterlerin elinde toplanmış bulunduğu noktaya ulaşmasına değin, devrimi sürekli kılmak bizim çıkarımızadır ve bizim görevimizdir. Bizim için söz konusu olan özel mülkiyetin değişikliğe uğratılması değil, yalnızca onun yok edilmesi, sınıf karşıtlıklarının gizli-kapaklı hale getirilmesi değil, sınıfların ortadan kaldırılması, var olan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulmasıdır.” (Seçme Yapıtlar, Cilt-1 Sol yay., s. 218)
Marx ve Engels bu çağrıda proletaryanın enternasyonal savaş sloganının “sürekli devrim” olması gerektiğini vurguladılar. Bu çağrı devrimin sadece uluslararası düzeyde sürekliliğine değil, tek tek ülkeler bazındaki iç sürekliliğine de bir vurgu, devrimin feodalizme karşı mücadeleden başlayarak kapitalist düzenin yıkılması, oradan da sınıfsız toplumun kuruluşuna kadar sürekliliğinin zorunluluğunun ilanıydı.
“Troçki’nin Orijinal Teorisi”
Troçki’nin 1905’te geliştirdiğini söylediği “Sürekli Devrim” teorisi Marks ve Engels’in 1850 de geliştirdiği teori ile biçimsel olarak benzese de içerik olarak bazı önemli farklılıklar içermektedir. Yukarıda Marks -Engels’den alıntıladığımız pasajı iki bölümde incelemek yanlış olmaz. Pasajın “….az çok mülk sahibi tüm sınıfların egemen durumdan uzaklaştırılmasına” kadar olan birinci bölümü, proletaryanın eski ve yeni egemen sınıflara (feodallere ve burjuvaziye) karşı yürüttüğü mücadelenin sürekliliğini anlatır. Marks ve Engelsin bu formülasyonu bizzat 1848 devrimlerinin gelişim sürecinin özetidir. Proletarya, 1848 – 49 devrimlerinde burjuvazinin feodalizme karşı yürüttüğü mücadeleye kayıtsız kalamazdı, kalmadı, ama ya Fransa’daki gibi, burjuvazi iktidara yerleşip, silahı işçi sınıfına çevirdiğinde, ya da Almanya’daki gibi kendi devrimine ihanet ettiğinde de burjuva iktidarın karşısına kendi iktidarını koyarak, silahı bu kez dünkü müttefikine çevirerek devrimin sürekliliği fikrinin pratik uygulamasını ortaya koydu.
“devlet gücünün proletarya tarafından ele geçirilmesine ve yalnız bir ülkede değil, tüm dünyanın bütün egemen ülkelerinde proleterlerin birliğinin, bu ülkelerin proleterleri arasındaki rekabetin son bulduğu ve hiç değilse başlıca üretici güçlerin proleterlerin elinde toplanmış bulunduğu noktaya ulaşmasına değin, devrimi sürekli kılmak bizim çıkarımızadır ve bizim görevimizdir.” ile devam eden pasajın ikinci kısmı ise proletaryanın iktidarı alması, başka proleter devrimlerle büyümesi, dünya çapında egemen bir sisteme dönüşmesi ve sınıfların ortadan kalkmasına kadarki süreçte devrimin sürekliliğini anlatıyor.
Dünya devrimine yaptığı vurguyla, Marks ve Engelsin formülasyonuyla ortaklaşan, Troçki’nin “sürekli devrimi” ise, iki temel teze dayanıyor. Tezlerden birincisi Rusya’da çarlığı yıkacak devrimin sosyalist bir devrim olması zorunluluğu, ikincisi ise bu devrimin yaşayabilmesinin Avrupa’da devrimin gerçekleşmesine bağlı olduğudur.
Kendi açıklamasıyla 1905 devrimi Troçki’nin “sürekli devrim” teorisi için bir dönüm noktası oldu. Troçki kitabına 12 Ocak 1922’deki önsözde şunları yazdı; “Sürekli Devrim” teorisi olarak adlandırılagelen görüşler yazarın kafasında (Troçki kendini kastediyor-y) tam da 9 Ocak ile 1905 Ekim grevi arasındaki sürede şekillenmiştir. Bu oldukça iddialı ifade, Rus Devrimi’nin doğrudan burjuva hedeflerle ilgili olmasına rağmen, bu hedeflerde çakılıp kalmayacağı; devrimin proletaryayı iktidara yerleştirmeksizin kendi acil burjuva görevlerini çözemeyeceği düşüncesini anlatır. Ve proletarya iktidarı bir kez eline aldığında, devrimin burjuva çerçevesine hapsolmak konumunda kalamazdı. Tersine, proletaryanın öncüsü, tam da zaferini garantilemek için, egemenliğinin çok erken aşamalarında yalnızca feodal değil, aynı zamanda burjuva mülkiyet ilişkilerinin içinde de son derece derin gedikler açmak zorunda kalacaktı. Böyle yapmakla proletarya, yalnızca, devrimci mücadelesinin ilk aşamaları boyunca kendisini destekleyen tüm burjuva gruplardan değil, kendisi ile işbirliği yaparak iktidara geldiği köylülüğün geniş kitleleriyle de düşmanca bir çatışmaya girecekti.
Geri bir ülkede, bir işçi hükümeti ile köylünün çoğunluğu arasındaki çelişkiler yalnızca uluslararası bir ölçekte, bir dünya devrimi arenasında çözülebilirler. Tarihsel zorunluluk nedeniyle Rus devriminin dar burjuva demokratik sınırlarını parçalayıp atan muzaffer proletarya, kendi ulusal ve devlet sınırlarını da parçalamaya zorlanacaktır, Rus devrimini dünya devrimine bir başlangıç haline getirmek için, bilinçli bir çaba harcamak zorunda kalacaktır.” (Troçki 1905 saf- 2)
Bu pasaj Troçkinin sürekli devrim teorisinin ana açıklamasıdır. Ama kitabının 59. sayfasında “sürekli devrim” fikrinin yazarın kafasında oluşmadan önce Lassalle tarafından ortaya konulduğunu anlıyoruz. “Lassalle 1848-49 olaylarından şu sarsılmaz kanıya vardı; daha baştan tümü ile sosyalist olduğunu ilan etmedikçe Avrupa’da hiçbir mücadele başarılı olamaz; toplumsal sorunların sadece silik bir unsur olarak dahil olduğu ve yalnızca arka planda durduğu hiçbir mücadele; yine, görünüşte ulusal uyanış ya da burjuva cumhuriyetçiliği bayrağı altında yürüyen hiçbir mücadele asla başarılı olamaz.”
… Önümüzdeki hafta ya da ayların olaylarını kahince bildirmeye hevesi değiliz. Ama bir şey bize çok açıktır: Zafer yalnızca 1849 da Lassalle’nin çizdiği yoldan olanaklıdır.” (age. 59) Troçki’nin, Lasselle’nin Avrupa için ortaya koyduğu (ve o zaman da yanlış olan) bu fikri, sürekli devrim” adı altında Rusya’ya uyguladığı anlaşılıyor.
Rus devriminin niteliği ve bu devrimde proletaryanın rolüyle ilgili olarak RSDİP içindeki tartışmalardan birincisi, çarlığa karşı mücadelenin niteliği sorunuydu. RSDİP içindeki hemen her fraksiyonun (Bolşevikler, Menşevikler, Troçki ve diğerleri) Rus devriminin niteliğini konusunda aralarında her hangi bir farklılık yoktu. Hepsi de devrimin nitelik bakımından burjuva olduğunda hem fikirdi. Menşeviklerin devrimin burjuva niteliği konusunda herhangi bir itirazları yoktu. İktidarın burjuvazi tarafından üstlenilmesi gerektiğini, işçi sınıfını temsil eden sosyal demokratların görevinin ise “aşırı muhalefet partisi” olarak burjuvaziyi iteklemek olduğunu, iktidar olma sırasının ancak, burjuvazi iktidara geldikten ve ülkede kapitalist ilişkiler geliştikten sonra proletaryaya geleceğini savunuyorlardı.
Troçki ise devrimin nitelik olarak burjuva olsa da başlangıçtan itibara sosyalist bir devrim olacağını ileri sürdü, 1905 kitabında Rus devriminin niteliğiyle ilgili olarak şunları yazdı; “Doğrudan ve dolaylı görevleri söz konusu olduğu sürece, Rus devrimi bir burjuva devrimidir, çünkü burjuva toplumu mutlakıyetin ve feodal mülkiyetin zincirlerinden ve prangalarından kurtulmaya koyulur. Ama Rus Devriminin temel itici gücü proletaryadır ve yöntemi söz konusu olduğu sürece o bir proleter devrimdir”. (Troçki, 1905 Tarih Bilinci-54)
“Sürekli devrim” teorisini açıkladığı “Sonuçlar ve Olasılıklar” broşüründe ise, devrimin hem içerik hem de yöntem olarak sosyalist olacağını yazdı. “Bize göre Rus devrimi öyle koşullar yaratacaktır ki, liberal burjuva politikacıları hükümet etme yeteneklerini sonuna kadar ortaya koyma fırsatı bulamadan önce, iktidar işçilerin eline geçebilecektir- ve devrimin zaferi isteniyorsa, mutlaka geçmelidir.” (Sonuçlar ve Olasılıklar (S.O.) – Kardelen yay. 48)
Bolşevikler burjuvazinin devrimci bir niteliğe sahip olmadığını, devrimin ancak burjuvaziye rağmen işçi sınıfı önderliği ve işçi köylü ittifakıyla (işçi köylü devrimci demokratik diktatörlüğü) sonuna kadar götürülebileceğini, bunun Rusya’da sosyalist devrimin ilk sözü olacağını savunuyordu. Lenin devrimin niteliği sorununu şöyle özetledi. ( Cilt III-15)
Devrimde proleter yöntemlerin (grev, genel grev vb.) öne çıkmasından Lenin, proletaryanın önderliğinin gerçekleştiği sonucunu varırken, Troçki aynı olgudan devrimin niteliğinin değişmesi gerektiği sonucuna varıyor; içeriği burjuva demokratik olan devrim bir anda sosyalist devrime, proletarya diktatörlüğüne dönüştürüyor. Şüphesiz bu farklı sonuçlara yol açan nedenlerinden biri de devrimde işçi sınıfının ittifak politikasına yaklaşım farklılığıdır.
RSDİP içindeki tartışmalardan ikincisi, devrimde ittifaklar, özellikle köylülükle ittifak sorunuydu. Menşevikler için sırada olan burjuvazinin iktidarı olduğu için, işçi sınıfıyla köylülüğün ittifakı gibi bir sorun mevcut değildi. Onların ittifak politikasının temelini liberal burjuvaziyle ilişkiler oluşturuyordu. Bolşevikler açısından ise bu sorun hem devrimin zaferi, hem de devrimin kesintisiz gelişimi için olmazsa olmaz bir koşuldu. Lenin, Rusya’da çarlığa karşı mücadele ile sosyalizm mücadelesinin kesintisiz gelişmesi gerektiği sonucunu 1848 devrim deneyiminden hareketle geliştirdi. 1848 devrimleri, işçi sınıfının önce mutlakıyet ve ardından burjuvaziye karşı silaha sarılması, aralarındaki sürenin uzunluğu veya kısalığından bağımsız olarak ardışık devrimlerdi. İşçi sınıfı önce burjuvazinin mutlakıyete karşı yürüttüğü mücadeleye katılmış, ardından silahını yeni egemen sınıfa burjuvaziye çevirmişti. Ayrıca 1848 devrimleri burjuvazinin devrimci niteliğini tümden yitirerek gericileştiğini ortaya koymuştu. 1848’den sonraki süreçte, kapitalizmin emperyalist aşamasına yükselmesiyle birlikte burjuvazinin bu gerici niteliği çok daha belirginleşti. Lenin bu deneyimden hareketle Marks ve Engels’te ardışık olan devrimci süreci, işçi sınıfının önderliğini köylülük üzerindeki hegemonyası ile birleştirerek, “kesintisiz devrim” nitelemesiyle birbirine bağladı.
Lenin’e göre, işçi sınıfıyla köylülük arasında kurulacak ittifak, birinci olarak işçi sınıfıyla köylülük arasında sınıfsal bir ilişkiye ve işçi sınıfının köylülük üzerindeki hegemonyasına dayanmalıydı. Çünkü kendi hegemonyası fikrine sahip olmayan işçi sınıfı devrimci bir niteliğe sahip olamazdı. İkinci olarak bu ittifak işçi sınıfı partisiyle köylülüğü temsil eden parti arasında bir ittifak, bir koalisyon hükümeti vb. değildi. Gerçi Lenin, devrimin gelişimi sürecinde böylesi bir olasılığı tümden dışlamıyordu, ancak ileri sürdüğü görüş köylülüğün ana kitlesinin sosyal demokrat (komünist) parti tarafından kazanılmasıydı. Bu yüzden Lenin Bolşevikleri sürekli olarak köylülük içinde çalışmaya, özellikle yoksul köylüler ve kır proletaryası içinde komünist örgütler kurmaya yönlendirdi. Ve “proletarya için demokratik devrim”in, emeğin her türlü sömürüden tam kurtuluşu yolunda, büyük sosyalist hedefe giden yolda sadece ilk aşama” olduğunu vurguladı. ( S. E. III- 298)
Bu ilk aşamadan ikinci aşamaya, yani sosyalist devrime geçişte devrimin değişen niteliğine uygun olarak proletaryanın ittifak politikası da değişmek zorundaydı. Lenin bu değişimi kısa ve özlü olarak şöyle özetledi; “Proletarya, otokrasinin direnişini şiddet yoluyla kırmak ve burjuvazinin yalpalayan tavrını etkisizleştirmek için, köylülüğün büyük kütlesini yanına çekerek demokratik devrimi sonuna kadar götürmelidir. Proletarya, burjuvazinin direncini şiddet yoluyla kırmak ve köylülük ve küçük burjuvazinin yalpalayan tavrını etkisizleştirmek için, halkın yarı proleter unsurlarını yanına çekerek sosyalist devrimi gerçekleştirmelidir.” (S.E. III-105)
Lenin Rusya’da içeriği burjuva demokratik olan devrimin iki biçimde sonuçlanabileceği üzerinde durdu. “Rusya’da ekonomik ve politik düzenin burjuva demokratik doğrultuda dönüşümü kaçınılmazdır ve önüne geçilemez” Fakat bu dönüşüm sırasında etkide bulunan mevcut güçlerin müşterek etkisi, iki türlü sonuca ya da bu dönüşümün iki türlü biçimine yol açabilir; 1. Ya mesele “devrimin çarlık üzerinde tayin edici zaferi“ ile son bulur, ya da, 2. güçler tayin edici bir zafer için yetmez ve mesele, çarlığın, burjuvazinin “en tutarsız” ve “en çıkarcı” unsurlarıyla anlaşmasıyla son bulur.” (age.-80)
Lenin’e göre devrimin Çarlık üzerindeki kesin zaferi ancak “işçi köylü demokratik diktatörlüğü” biçiminde gerçekleşebilirdi. “Ve böyle bir zafer bir diktatörlük olacaktır, yani kaçınılmaz olarak, “yasal”, “barışçıl” yoldan kurulmuş şu ya da bu kuruma değil, askeri zora, kitlenin silahlandırılmasına, ayaklanmaya dayanacaktır. Bu ancak diktatörlük olabilir, çünkü proletarya ve köylülük için vakit geçirmeksizin ve muhakkak zorunlu dönüşümlerin gerçekleştirilmesi, hem büyük toprak sahiplerinin, hem de büyük burjuvazinin ve çarlığın amansız direnişine yol açacaktır. Diktatörlük olmadan bu direnişi kırmak, karşı-devrimci girişimleri püskürtmek olanaksızdır. Fakat bu elbette sosyalist değil, demokratik bir diktatörlük olacaktır.”(age.-105)
Sonuçlar ve Olasılıklar broşüründe Troçki köylülüğün “belirli bir anda, zengin bir devrimci kuvvet kaynağı oluştursa” da, örgütsüzlüğü, dağınıklığı, sınırlı ufku nedeniyle devrimde önder bir güç olamayacağını, “feodal yükümlülükleri sırtından alınır alınmaz sakinleştiği” ve “onun hakları için savaşmış kentlere nankörlük “yaptığı ve “düzenin bağnaz savunucuları” haline geldiğini vurguladı. (S.O. -40)
Troçki bu söyledikleri, Marksizm’in köylülük hakkındaki değerlendirmelerini onaylamaktan ibaretti. ( her ne kadar Troçki “köylülüğe ilişkin klasik Marksist anlayışların hatalı” olduğu imasında bulunuyorsa da –S. O.128) Ayrıca, Menşevikler dahil RSDİP içindeki hiçbir fraksiyon devrimde köylülüğün bağımsız, önder bir rol oynayacağını savunmuyordu. Ama Troçki’nin bu belirlemeleri köylülüğün Rus devrimindeki rolü hakkında bir cevap oluşturmuyordu. Troçkiye göre “Rus devrimi öyle koşullar yaratacaktır ki, liberal burjuva politikacıları hükümet etme yeteneklerini sonuna kadar ortaya koymadan önce, iktidar işçilerin eline geçecektir- ve devrimin zaferi isteniyorsa mutlaka geçmelidir.” (S.O. -48) Bu belirleme sınıf analizini değil, Troçki’nin olmasını arzu ettiği sonucu ortaya koyuyor.
Proletaryanın iktidarı alırken köylülüğün rolü konusunu es geçen Troçki, iktidarı aldıktan sonra proletarya ile köylülükle arasındaki ilişkiler konusunda ise, şunları yazdı; “Proletarya iktidarını perçinlemek için, devrimin tabanını genişletmek zorundadır. Çalışan kitlelerin birçok kesimleri, özellikle kırlardakiler, ancak devrimin öncüsü olan kent proletaryası devletin başına geçtikten sonra devrime çekilecek ve politik olarak örgütleneceklerdir.” (S.O. -57 ) “… İktidardaki proletarya köylülüğün önünde, onu kurtarmış bir sınıf olarak duracaktır. Proletaryanın hakim durumda olması sadece demokratik eşitlik, özgür öz yönetim… kilise vergilerinin kaldırılması anlamında değil, aynı zamanda toprak ilişkilerinde köylüler tarafından gerçekleştirilen bütün değişikliklerin de tanınması anlamına gelecektir. … Bu koşullarda, Rus köylüsünün, devrimin ilk ve en güç döneminde ne pahasına olursa olsun proleter rejiminin (işçi demokrasinin) sürdürülmesi yönündeki isteği, Fransız köylüsünün….Napoleon Bonaparte rejiminin sürdürülmesi yönündeki isteğinden daha az olmayacaktır.” (S.O. -58)
Bu satırlar Troçki’nin devrim sürecinde köylülüğü bir ittifak olarak görmediğini, açıkça ortaya koyuyor. Troçki köylülüğün devrimdeki rolünü hiçlendirdiği ölçüde işçi sınıfının rolünü abartmak zorunda kalıyor. Önce işçi sınıfının sayısını çoğaltıyor, 1905 kitabında Rusya’daki işçi sayısını 9.272.000 (Toplam nüfusun % 27’si) olarak veriyor, sanayide istihdam edilen işçi sayısının ABD ve Almanya’dan daha fazla olduğu iddia ediyor. (S.O. -49-31)
“Sonuçlar ve Olasılıklar” da, Rusya’daki imalat sanayiinde çalışan işçi sayısının beş milyon olduğunu yazıyor. (50) Halbuki Ekim devrimini değerlendiren araştırmacıların hemen hepsi 1917’de Rusya’daki işçi sayısını 2,5 – 3 milyon olarak veriyor. Bu durumda, ya 1905’ten 1917’ye Rusya’da işçi sayısının büyük oranda düştüğünü, ya da Troçki’nin kendi teorisini haklı göstermek için bu sayıyı abarttığını varsaymalıyız. Abartılı sayı, işçi sınıfının sonuna kadar tek devrimci sınıf olduğu gerçeğiyle birleşince devrim Troçki’nin gözünde baştan itibaren sosyalist devrime dönüşüyor.
Troçki teorisini derinleştirmeye devam ediyor. Şöyle; “Rus burjuvazisi, bütün devrimci mevzileri proletaryaya teslim edecektir. Köylülük üzerindeki hegemonyayı da teslim etmek zorunda kalacaktır. İktidarın proletaryaya devredilmesiyle ortaya çıkan böyle bir durumda, köylülük için işçi demokrasisinin etrafına toplamaktan başka yapılacak bir şey kalmayacaktır.” (S.O. 60)
Troçki ‘burjuvazinin tüm mevzilerini proletaryaya terk edeceği’ varsayımıyla ‘devrimin sosyalist bir karakter alması zorunluluğu’ sonucuna varıyor ve bütün bunlara dayanarak Lenin’in işçi köylü devrimci diktatörlüğü öngörüsünü çürüttüğünü iddia ediyor.
“Yukarıda söylenenlerden bir “proletarya ve köylü diktatörlüğünü” nasıl gördüğümüz oldukça açık olmalıdır. Sorun, buna ilke olarak karşı olmamız, böyle bir politik işbirliği biçimini “arzu etmemiz ya da etmememiz” değildir. Biz sadece bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığını düşünüyoruz- hiç değilse doğrudan ya da dolaysız anlamıyla. Gerçekten de böyle bir koalisyon, ya mevcut burjuva partilerinden birinin köylülük üzerinde nüfuz kurduğunu, ya da kendi bağımsız ve güçlü partisini yarattığını varsayar, oysa göstermeye çalıştık ki, bunlardan ikisi de mümkün değildir.” (S.O. 60)
1939’da yazdığı “Rus devriminin Üç Kavranışı” yazısında Troçki, Lenin’den alıntılar yaparak Menşeviklerin aksine Lenin’in devrimde burjuvanın önderliğini reddettiğini, Plekhanov’un proletarya ile burjuvazi arasındaki ittifak fikrine karşı proletarya ve köylünün ittifakını ve devrimin zaferinin ancak bir diktatörlük olabileceğini savunduğunu belirtti. Devamında “Devrimin merkezi görevi olarak anayasal reformlardan değil de, köylü ayaklanmasından hareket etmesi ve başarıya ulaşması için toplumsal güçlerin tek gerçekçi bileşimini seçmesiyle Lenin’in anlayışı ileriye doğru muazzam bir adımdı.” dedikten sonra Lenin’in formülasyonunun “Zayıf noktası ise, kendi içinde çelişkili olan “proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü fikri” olarak açıkladı. Devamında, “Onu açıkça burjuva nitelemekle bizzat Lenin bu diktatörlüğün temel sınırlılığının altını çiziyordu. Bununla söylemek istediği, köylülükle ittifakını sürdürmek uğruna proletaryanın, yaklaşan devrimde sosyalist görevleri doğrudan doğruya önüne koymaktan kaçınmak zorunda kalacağıydı. Ama, bu proletaryanın kendi öz diktatörlüğünden vazgeçmesi demekti. Temelde bu işçilerin katılımı ile gerçekleşecek bir köylü diktatörlüğüydü.”(120) diyerek Lenin’i köylü diktatörlüğünü savunmakla suçladı.
Kendi teorisini, eleştiriler karşısında, köylülükle ilgili daha önceki söylemlerinden geri adım atarak, Lenin’in formülasyonuyla uyumlaştırmaya çalıştı, şöyle ki, sürekli devrim “Rusya’da demokratik devrimin eksiksiz zaferi, köylülüğe dayanan proletaryanın diktatörlüğü dışında anlaşılır bir şey değil, Gündeme kaçınılmaz olarak yalnızca demokratik görevleri değil, sosyalist görevleri de getirecek olan proletarya diktatörlüğü aynı zamanda uluslararası sosyalist devrime güçlü bir ivme verecektir. Rusya’yı burjuva geri dönüşünden kurtaracak ve ona sosyalist inşanın tamamlanması olanağını verecek olan ancak batı proletaryasının zaferidir.” 136
Troçki 1929’da karşı karşıya kaldığı eleştirilere cevap olarak “Sürekli Devrim”i yazdı. Kitabında Zinovyev, Kamenev, Buharin ve özellikle ihanetle suçladığı Radek’i hedef aldı. Onların eleştirilerine cevap verirken kendi tezinde önemli revizyonlar yaptı. Kitabının 15’inci sayfasında şunları yazdı; “ Geleneksel görüş proletarya diktatörlüğünün uzun bir demokrasi döneminden sonra gelebileceğini ileri sürerken, sürekli devrim teorisi, geri kalmış ülkeler için demokrasi yolunun proletarya diktatörlüğünden geçtiği gerçeğini ortaya çıkardı. Yani demokrasi yıllar boyunca kendine yeterli bir halde kalan bir rejim değil, ama sosyalist devrimin doğrudan başlangıcı idi. Bunlar birbirine kırılmaz bir zincir ile bağlıydı. Böylece, demokratik devrim ile toplumun sosyalist yeniden inşası arasında sürekli bir devrimci gelişme çizgisi kuruluyordu.” ( Sürekli Devrim -Yazın yay. 15)
Troçki bu belirlemesiyle üç şeyi birden yapıyor: birincisi Marksizm’in demokratik devrimle sosyalizm arasında uzun bir zaman dilimi koyduğunu iddia ederek, Marks, Engels ve Lenin’in görüşlerini çarpıtıyor, ikincisi 1905’te Rusya için öngördüğü formülasyonun tüm geri kalmış ülkeler için geçerli olduğunu söylüyor, üçüncüsü ise, demokratik devrimle sosyalist devrimin ilişkisini kurarak 1905’te ilan ettiği kendi tezini çürütüyor. Kitabın 20’ci sayfasında bunu farklı kelimelerle tekrarlıyor.
Troçki kitabının 183’üncü sayfasında “Sürekli Devrim” üzerine tezlerini sıraladı. Tezlerin üçüncüsünde şunları okuyoruz; “Sadece tarım sorunu değil, ama ulusal sorun da, geri ülkelerde nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan köylülüğe demokratik devrimde olağanüstü bir yer ayırır. Proletaryanın köylülükle ittifakı olmadan, demokratik devrimin görevlerinin çözülmesi, hatta ciddi bir biçimde ortaya konulması bite olanaksızdır. Ama bu iki sınıfın ittifakı da, ancak ulusal-liberal burjuvazinin etkisine karşı uzlaşmaz bir mücadele yoluyla gerçekleşebilir.
Tek tek ülkelerde devrimin ilk olayları, ilk bölük pörçük aşamaları ne olursa olsun, proletarya ile köylülük arasındaki devrimci ittifakın gerçekleşmesi Komünist Partisi içinde örgütlenmiş proleter öncüsünün politik önderliği altında mümkündür ancak. Bu da demektir ki, demokratik devrimin zaferi, ancak, köylülükle ittifak temeline dayanan ve ilk önce demokratik devrimin görevlerini yerine getiren proletarya diktatörlüğü ile mümkündür.” (183-184)
Görüleceği gibi Troçki, proletaryanın önderliği, proletarya ile köylülüğün ittifakını temel alan Lenin’in tezini tekrarlıyor, bir farkla, Lenin’in proletarya ile köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü dediğine, “somut bir olgu olmadığı” (125) etiketini yapıştırarak, bunun proletarya diktatörlüğünü olduğunu söylüyor. Sonuçta aynı sonuca varsa da işçi köylü ittifakına dayalı demokratik devrimden söz eder hale gelmek Troçki adına bir ilerleme olarak kabul edilmelidir.
“Troçki’nin orijinal teorisinin” Avrupa devrimiyle olan ilişkisine ( enternasyonal yan) gelince; Troçki Rusya’da iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini Avrupa devriminin başlangıcı olarak gördü. Proletaryanın sosyalist önlemlere (devrimin kolektivizm yanı) yöneldiği ölçüde köylülükle karşı karşıya geleceğini, “İktidardaki proletaryanın politikası ne kadar kesin ve kararlı olursa, ayaklarının altındaki toprak da o kadar daralacak ve sallanmaya başlayacağını” ve bu savaştan ulusal sınırlar içinde bir çıkış yolu olmadığını, bu yüzden kaderinin batıdaki sosyalist devrime bağlı olduğunu belirtti. (S. O. 93) Troçki bu çerçevede, daha sonra gündeme getireceği Avrupa Birleşik Devletleri sloganının sosyal demokrat partinin ajitasyon çalışmalarında çok büyük bir yer tutması gerektiği vurguladı.
Troçki kendi kendine sorduğu “İşçi sınıfının sosyalist politikası Rusya’nın ekonomik şartlarında nereye kadar uygulanabilecektir?” sorusunu şöyle cevapladı, “Şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Bu politika ülkenin teknik geriliğine takılmadan çok daha önce politik engellerle karşılaşacaktır. … Rus işçi sınıfı, Avrupa proletaryasının doğrudan devlet desteği olmaksızın iktidarda kalamaz ve geçici egemenliğini sürekli bir Sosyalist diktatörlüğe dönüştürülemez. Bu kesindir. Ama öte yandan, Batıdaki bir sosyalist devrimin, işçi sınıfının geçici egemenliğini sosyalist bir diktatörlüğe dönüştürmemizi mümkün kalacağından da şüphe edilemez” (S. O. 92) … “Kendi kaynakları ile baş başa bırakıldığında Rus işçi sınıfı, köylülük kendisine sırtını döndüğü anda, karşıdevrim tarafından kaçınılmaz olarak ezilecektir. Politik yönetiminin kaderini, dolayısıyla Rus Devrimi’nin tüm kaderini, Avrupa’daki sosyalist devrimin kaderine bağlamaktan başka bir seçeneği olmayacaktır. … Elindeki devlet gücü, arkasında karşıdevrim ve önünde Avrupa gericiliği ile bütün dünyadaki yoldaşlarına o bildiğiniz eski çağrıyı, bu kez son saldırı için tekrarlayacaktır. ‘Bütün ülkelerin işçileri birleşin!’ (S. O. 102)
“Eğer Rus proletaryası, geçici olarak iktidarı ele geçirdikten sonra, kendi girişimi ile devrimi Avrupa topraklarına taşıyamazsa, Avrupa’nın feodal-burjuva gericiliğinin güçleri bunu yapmaya zorlayacaktır onu.” (S. O. 96)
Troçki, “Rus Devriminin yaşlı kapitalist Avrupa’ya hangi yöntemlerle yayılacağını şimdiden belirlemeye çalışmak elbette boş bir çaba olur” dedikten sonra, devrimin Avrupa’ya yayılmasıyla ilgili bir senaryo yazdı. Bu senaryoya göre ‘Rusya’daki devrimin zaferi, Polonya devriminin kaçınılmaz zaferi olacak’, Prusya ve Avusturya buna müdahale edecek, bu durumda, Rus devrimci hükümetinin kendini savunma hakkı doğacak, Alman ve Avusturya proletaryası buna kayıtsız kalmayacak, burjuva Almanya ile devrimci Rusya arasındaki bir savaş kaçınılmaz olacak bu da Almanya’da bir proleter devrime yol açacak’. Troçki broşüründe bu senaryoyu başka versiyonlarla besleyerek geliştirdi. (S. O. 96)
Troçki Rus devriminin “Avrupa gericiliğinin temel gücünü kıracağını” ve “Avrupa işçi sınıfının bilincinde ve ruhunda devrim için gerekli ön şartları yaratacağını” ileri sürerken, diğer taraftan devrimi Avrupa’ya taşıyacak Avrupa sosyal demokrat partilerini devrimin önünde engel olmakla suçladı. “Sosyalist partilerin görevi işçi sınıfı bilincinin değiştirmektir, tıpkı kapitalizmin gelişiminin toplumsal ilişkileri devrimcileştirdiği gibi. Ancak, proletaryanın içinde ajitasyon ve örgütlenme çalışmalarının bir dinamiği vardır. Avrupa sosyalist partileri, özellikle bunların en büyüğü olan Alman Sosyal Demokrat Partisi, geniş kitleler sosyalizm saflarına geçtiği, örgütlendiği ve disiplin kazandığı oranda tutuculaşmıştır. Bunun sonucunda proletaryanın politik deneylerini cisimlendiren bir örgüt olarak sosyal demokrasi, belirli bir anda, işçiler ile burjuva gericiliğinin açık bir çatışmaya girmesindeki ana engel haline gelebilir. Başka bir deyişle, proleter partilerin propagandist – sosyalist tutuculuğu belirli bir anda proletaryanın iktidar mücadelesini önleyebilir.” (S.O. 102)
İnanılmaz bir akıl yürütme, demek ki, işçi sınıfını bilinçlendirmek, örgütlemek ve disipline etmek sosyal demokrat partilerin görevidir. Ama sosyal demokrat partiler bu görevi yerine getirdiğinde devrimin önünde engel oluyorlar. Ama Avrupa işçi sınıfı Rus devriminden aldığı bilinç ve ruhla devrim için gerekli ön şartları yaratmış olacak. Peki bu durumda Avrupa’da devrim, işçi sınıfını bilinçlendirdiği için devrimi engelleyen partilerle mi gerçekleşecek? Bu akıl yürütme kendiliğindenciliğin yüceltilmesidir. Troçki’yi bu akıl yürütmeye mahküm eden ise, onun “orijinal teorisidir.”
Troçki teorisini ortaya attığı dönemde sosyal demokrat partinin iki kanadında da pek ciddiye alınmadığı anlaşılıyor. Bu teoriye ilişkin asıl tartışma Lenin’in ölümünden sonra Bolşevik Parti’de büyüyen iktidar kavgasıyla başladı. Troçki yazıldığı dönemde karşılaştığı bu ilgisizliğe dayanarak Lenin’in kendi broşürünü hiçbir zaman okumadığını, (Sürekli Devrim-56) ayrıca Lenin’in kendisine yönelttiği “sertçe” eleştirilerin Kollontay’ın ABD’den gönderdiği “tamamen yanlış bilgilerden” kaynaklandığını söylüyor. (47)
Lenin’in eleştirilerine bakınca bu söylemin doğru olmadığı anlaşılıyor. Lenin Nisan 1905’te kaleme aldığı “Sosyal Demokrasi ve Geçici Devrim Hükümeti” yazısında sadece Troçki’yi değil, onun sürekli devrimi birlikte geliştirdiklerini söylediği Parvus’u da eleştirdi. ( Lenin c. III-42-44) “Troçki’nin Orijinal Teorisi”ne (“Sürekli Devrim” teorisi kastediliyor-y) ilişkin şunları yazdı; “Troçki’nin orijinal teorisi, Bolşeviklerden, proletaryanın kararlı devrimci mücadele yürütmesi ve politik iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi çağrısını alıyor, Menşeviklerden ise köylülüğün rolünün “yadsınması”nı. Köylülük içinde bir ayrışma, bir farklılaşma süreci yaşanmıştır; onun olası devrimci rolü giderek azalmıştır; Rusya’da “ulusal” bir devrim imkânsızdır: “Emperyalizm çağında yaşıyoruz”, “emperyalizm” ise “burjuva ulusla eski rejimi değil, proletaryayla burjuva ulusu karşı karşıya getiriyor.”
İşte size “emperyalizm” sözcüğüyle tuhaf bir oyun örneği. Eğer Rusya’da artık proletarya ile “burjuva ulus” karşı karşıya duruyorsa, bu şu anlama gelir: Rusya doğrudan doğruya sosyalist devrimin arifesindedir. O zaman (1912 Ocak Konferansının ortaya attığı ve daha sonra 1915’te Troçki tarafından yinelenen) “çiftlik sahiplerinin topraklarına el konması” şiarı yanlıştır, o zaman “devrimci işçi hükümeti” değil, “sosyalist işçi hükümeti” söz konusudur!! Troçki’de kafa karışıklığının ne ölçülere ulaştığı şu cümleden anlaşılıyor: “Proletarya kararlılığıyla “proleter olmayan(!) halk kitleleri”ni de peşinden sürükleyecekmiş”!! (No. 217) Troçki bunu söylerken şunu hiç düşünmemiştir: Eğer proletarya, proleter olmayan kırsal kitleleri, çiftlik sahiplerinin topraklarına el koymak için peşinden sürükleyip monarşiyi yıkmayı başarabilecekse, bu tam da Rusya’da “ulusal burjuva devrimin” tamamlanması, proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü olacaktır.” (S.E. V-173-74)
Troçki, “Bir teorinin nihai ölçüsü deneydir. Marksist teoriyi doğru olarak uygulamış olduğumuzun en tartışma götürmez kanıtı, şu anda katıldığımız olayların ve hatta bu olaylara katılış yöntemimizin bile, temel çizgileriyle 15 yıl öncesinden görülmüş olmasıdır “ (Olasılıklar-13) diyerek kendi teorisinin olaylar tarafından doğrulandığını iddia ederken, işçilerin ve köylülerin devrimci diktatörlüğünü savunan Lenin’in, “teorisinin” “kasıtlı bir cebirsel karakter taşıdığını”, “proletarya ile köylülüğün arasındaki politik ilişkilerin ne olacağı sorusunu bu kertede” çözümlemediğini” ve “tarih üstü bir doğma”, olduğunu, “çünkü tarihte proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü gibi, bir rejim hiç yer almamıştır.” olarak nitelendirerek bir çırpıda tarih dışına ittiyor. (Sürekli Devrim -10)
Güzel! Şimdi bunun doğru olup olmadığını anlayabilmek için 1905 ve 1917 Şubat devrimlerine bakmamız gerekiyor. Daha önce de belirtiğimiz gibi 1905 devrimi kendiliğinden patlak verdi, devrim, işçi ve köylü Sovyetlerini yaratarak, gösterilerden, greve, genel greve, ve silahlı ayaklanmaya varan bir yol izledi ve kitlelerin mücadelesine rağmen yenildi. Troçki, 1905 yenilgisini değerlendirirken, “köyündeki evinde bir parça toprak ele geçirmeyi ümit ederek Beyle mücadele eden, ama sırtına bir asker üniformasını geçirdiğinde işçilere ateş açan mujiğin (köylünün-y) kalın kafalılığı tarafından ezilmiştir.”-(Troçki, 1905- 59) diyerek, yenilginin gerçek sorunluluğunu köylülere yüklerken, Lenin, “köylüler de çok parçalanmış, çok dağınık ve çok az saldırganca davrandılar, ve devrimin yenilgisinin temel nedenlerinden birinin” bu olduğunu yazdı. Ama Lenin “Sosyal -demokrat proletaryanın önderleri bizler, Aralık’ta, alaylarını -birliklerinin büyük bölümünü savaşa aktif katılmayan – saçma bir biçimde mevzilendiren ordu generallerine benziyorduk. . İşçi kitleleri enerjik kitle eylemleri için talimatlar gelmesini boşuna beklediler.” diyerek yenilgide yol asıl açan nedenin devrime katılan kitlelerde değil, onların mücadelesini yönetecek önderlerde, partide olduğunu vurguladı.
1917 Şubat devrimi de 1905 devrimine benzer, gösterilerden genel greve, ayaklanmaya, doğru bir yol, izledi. Sovyetleri daha güçlü bir biçimde ortaya çıkardı. Sonuçta 1905’te gerçekleşmeyen gerçekleşti, çarlık yıkıldı. Yerine biri sokakta (işçi, köylü, asker vekilleri Sovyetleri) diğeri (Sovyetlerde çoğunluğu oluşturan Sosyal devrimciler ve Menşeviklerce desteklenen) burjuva iktidar olmak üzere ikili bir iktidar ortaya çıktı. Lenin 1917 Şubat devriminde ortaya çıkan bu yeni durumdan hareketle, partinin ana şiarının sosyalist devrim olması gerektiğini ortaya koydu; Lenin’in partinin önüne koyduğu sosyalist devrim hedefine karşı ileri sürülen argümanlardan biri, “Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğünün henüz gerçekleşmediğiydi. Lenin buna cevabı, “Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik iktidarı”, Rus devriminde daha önceden gerçekleşmiş (belli bir biçimde ve belli bir noktaya kadar) bulunuyor, çünkü bu formül sadece sınıflar arasındaki ilişkiyi öngörüyordu, bu ilişkiyi, bu işbirliğini gerçekleştiren somut siyasal bir kurumu değil. Hayatın gerçekleştirdiği “işçi ve asker vekilleri Sovyetleri”, işte, “proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik iktidarı”
Her kim ki, bugün “Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü”nden başka söz etmez, hayatın gerisinde kalır ve bu yüzden de, pratik olarak, proletarya sınıfının mücadelesine karşı küçük-burjuvaziye geçer ve “bolşevik” devrim-öncesi meraklı şeyler arşivine, (“eski Bolşevikler” arşivlerine de denilebilirdi) kaldırılması gerekir.” oldu. (Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi- Sol Yay. s 19-20)
Sonuçta 1905’te gerçekleşmeyen 197’de gerçekleşti, çarlık yıkıldı. Peki, Troçki’nin teorisinin tarihsel kaderi ne olmuştu. Çarlığı yıkan güç işçi sınıfıyla Sovyetler içinde bir araya gelen köylülerdi. Yanı Çarlığı yıkan işçi sınıf önderliğinde işçi köylü ittifakıydı. Troçki’nin değişiyle “ kafasızlar ve kalın kafalılar” dı. Gelişmeler Troçki’nin öngördüğü gibi gerçekleşmedi, iktidar proletaryanın değil burjuvazinin eline geçti. Yanı, Troçki’nin kaçınılmaz olacak olarak gördüğü proletarya diktatörlüğü gerçekleşmedi. Tersine tıpkı 1848 Fransa’sındaki gibi burjuvazi (liberal sosyalistlerin desteğiyle) iktidarı aldı. Ve yine tıpkı 1848 Fransa’sındaki gibi burjuvazi işçi sınıfı ve köylülüğü silahsızlaştırmaya çalıştı ve işçi ve köylüler Bolşeviklerin önderliğinde burjuvazinin bu girişimine silaha daha fazla sarılarak cevap verdi. Troçki kendi teorisini haklı çıkarmak için bu “küçük” ayrıntıyı hep görmemezlikten geldi.
Aslında 1917 Şubatında tümüyle doğrulanan tez, Menşeviklerin teziydi. Menşevik teze göre, Çarlığın yıkılmasıyla iktidar sırası burjuvaziye gelmeliydi. Olan da tamı tamına buydu. Menşevik ve sosyal devrimcilerin desteğiyle burjuvazi iktidara yerleşti. Ayrıca Lenin, güçlerin çarlık üzerinde tayin edici zaferi sağlamaya yetmemesi durumunda devrimin, çarlığın, burjuvazinin “en tutarsız” ve “en çıkarcı” unsurlarıyla anlaşmasıyla son” bulacağını belirtmişti. Gerisi biliniyor; Proletarya, Bolşevik partinin, yeni koşullara uygun olarak geliştirdiği strateji ve taktikle donanarak Şubat devriminden sekiz ay sonra iktidarı ele geçirdi.
Şimdi, Lenin’in Rus devrimi ile Avrupa devrimi arasında kurduğu ilişkiye gelebiliriz. Bolşevik Parti Nisan 1905’de düzenlediği III. Kongre’de, Rusya’da “demokratik devrimin tam zaferi”nin, Avrupa’yı ayağa kaldırma olanağı vereceğini ve Avrupa’nın sosyalist proletaryasının… burjuvazinin boyunduruğunu attıktan sonra, bu kez sosyalist devrimi yapmak için” Rus işçi sınıfının yardımına koşacağını karar altına almıştı. (Cilt III-94)
1906’da Rus devriminin Avrupa proletaryasının yardımı olmadan umutsuz olacağını vurguladı; “Eğer Avrupa’nın sosyalist proletaryası Rus proletaryasına yardıma gelmezse, bu mücadele tek başına Rus proletaryası için nerdeyse umutsuz ve yenilgisi de, tıpkı 1849/50 yıllarında Alman devrimci partisinin yenilgisi gibi, ya da 1871 yılında Fransız proletaryasının yenilgisi gibi kaçınılmaz olacaktır.” (Cilt III 127
Lenin, 1905’te Rus devriminin Avrupa devrimini ateşleyeceğini söylerken 1915’de Avrupa ve Rus devriminin birleştiğini vurguladı; “Emperyalist savaş Rusya’daki devrimci krizi, burjuva-demokratik devrim temelindeki krizi, Batıda gelişen proleter, sosyalist devrimle birleştirmiştir. Bu bağ öylesine dolaysızdır ki, şu ya da bu ülkede devrimci görevlerin hiçbir tekil çözümü mümkün değildir: Rusya’da burjuva-demokratik devrim bugün artık Batı’daki sosyalist devrimin sadece önsözü değil, aynı zamanda ayrılmaz bir bileşenidir.
Batı’da proleter devrimi ateşlemek için Rusya’da burjuva devrimini sonuna kadar götürmek — 1905 yılında proletaryanın önündeki görev buydu. 1915 yılında bu görevin ikinci bölümü öyle güncel hale gelmiştir ki, görevin birinci bölümüyle aynı zamanda gündemdedir.” (cilt V-161)
Hem Lenin, hem de Troçki’den Rus ve Avrupa devrimiyle ilgili yapılan alıntılar birlikte değerlendirildiğinde görülecektir ki, Troçki’de Avrupa devrimi olmadan Rus devriminin yenilgisi mutlak ve kesindir. Lenin’in açıklamalarında böyle bir kesinlik yoktur. Ayrıca, Avrupa devriminin yenilgisinin belirginleştiği 1921’den itibaren Lenin, yenilginin olabilirliğini görmekle birlikte, zor da olsa, devrimi yaşatmayı öne çıkarmıştır. Bu konu yazının ileriki bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Şimdilik şunu eklemeliz ki, Buharin, Mart 1918 Brest- Litovski barış görüşmeleri sırasında, barış görüşmelerinin kesilmesini ve Almanya’ya karşı “devrimci savaş” yürütülmesini savunuyordu. Buharin’e göre “devrimci savaş” Almanya’da proleter devrimin başlamasını sağlayacaktı, Lenin’in tutumu ise, bu savın uluslararası proletaryaya ağır bir darbe olacağıydı. Buharin tartışmalar sırasında daha da ileri giderek Lenin’i ihanetle suçlamıştı. Lenin “sol muhalefet”in ileri sürdüğü argümanları “devrimci gevezelik” olarak niteleyerek şöyle cevapladı; “Devrimci Savaş görüş açısını paylaşanlar, bizim bu şekilde Alman emperyalizmine karşı bir iç savaş halinde olacağımız ve böylece Almanya’da devrim hareketini uyandıracağımız kanısındadırlar, ama Almanya devrimin sadece ilk gebelik aylarındadır, oysa ki bizim nur topu gibi bir çocuğumuz olmuştur, Sosyalist cumhuriyetimiz ve biz, tekrar savaşı açtığımız takdirde bu yavrumuzu katletmiş olacağız” (Leninizm’in Düşmanı Troçkizm Yar Yay. Sh.-212)
Yine Buharin’in, “Sovyet iktidarı bir biçimdir”, “devrimci ilke adına içeriğin feda edilebileceği” söylemine Lenin’ in yanıtı; “Sovyet iktidarını idame ettirerek bütün ülkelerin proletaryasına kendi burjuvalarına karşı verdikleri eşi görülmemiş güçlükteki ağır mücadelelerinde en iyi ve en güçlü desteği veriyoruz. Sosyalizm davasına, Rusya’daki Sovyet iktidarının çökmesinden daha büyük bir darbe indirilemez.” oldu. (Bolşevik Devrimi- Cilt-III -62) Bu alıntılar Lenin’in çubuğu mutlak yenilgiden, devrimi savunmaya büktüğünü göstermektedir.
Özetle, Troçki’nin “Sürekli Devrim “ teorisi, hem Rus ’yanın somut koşullarını dikkate almaması, devriminin doğrudan bir sosyalist devrim olması zorunluluğuna dayanması ve sonradan bu teorinin tüm geri ülkeler, sömürgeler için genel geçer bir teoriye dönüştürülmüş olması, hem devrimi gerçekleştirecek güçlerin ilişkilerini doğru tespit edememesi, hem de Avrupa devrimini Rus devriminin yaşamasının olmazsa olmaz koşulu görmesi bakımından sorunlu bir teori olduğu gibi, Troçkinin, “bir teorinin nihai ölçüsü deneydir” tespitindeki deney tarafından da doğrulanmamıştır.
Gericilik Yılları
Siyasal hareketlerde devrimin ateşi ve sınavından geçtiler. Devrim, Sosyal Demokrat hareketteki bölünmenin geçici bir sorun olmadığını ortaya koydu. Sosyal-demokrat hareketin iki kanadını (Bolşevik- Menşevik) teorik, siyasal ve taktik olarak birbirinden ayırırken, pratik ve örgütsel olarak yakınlaştırdı. Bolşevikleri, Menşevikleri, Sosyal-devrimciler ve partisiz işçileri, kendi bünyesinde bir araya getiren Sovyetler, Bolşeviklerle Menşevikleri yeniden RSDİP içinde bir araya getirdi.
Lenin 1905 Devriminin yarattığı devrimci ortamda Menşeviklerle aralarındaki farklılıkların belirli ölçüde ortadan kalkabileceğini ve RSDİP içinde yeniden bir araya gelinebileceğini varsayıyordu. Devrim iki fraksiyonun tabanında birliği büyük ölçüde sağlamıştı; pratikte Menşevik ve Bolşevik komiteler birlikte hareket eder hale gelmişti. Bu durum işçilerin birlik özlemlerine de denk düşüyordu. Birlik, çalışmaları her iki fraksiyonun konferans kararlarıyla başladı. Bolşevik merkez komite ile Menşevik örgütlenme komitesi arasında yapılan uzun görüşmelerden sonra birleşik bir merkez komite oluşturuldu. Birlik merkez komitesi Ocak ve Şubat 1906’da partiye iki birlik çağrısı yayınladı. Bu çağrıların ardından Birlik Kongresi (Bolşeviklere göre bu kongre partinin IV. Menşeviklere göre ise III. kongresiydi, anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için kongre Birlik Kongresi olarak adlandırıldı.) 10 (23) Nisan – 25 Nisan (8 Mayıs) 1906 tarihleri arasında Stockholm’de yapıldı. Kongreye katılan delegelerin 62’si Menşevik, 46’sı Bolşevik’ti. Birlik Kongresi’nde Polonya, Letonya Sosyal Demokrat Parti’leriyle Bund grubu da temsil edildi. Bu delegeler çoğunlukla Menşeviklerle birlikte hareket ettiler. Kongrenin bu bileşimi kongre kararlarına ve seçilen yeni kurullara da yansıdı. Kongrede seçilen merkez komitede 7 Menşevik ve 3 Bolşevik yer aldı.
Kongre gündemindeki üç önemli konuyu görüştü. Bunlardan birincisi mevcut durumda izlenecek devrimci taktiğin ne olması gerektiğiydi. Bolşevikler izlenecek devrimci taktiğin devrimci bir patlamayı hesaba katması ve ona göre silahlı bir hazırlığın yapılmasını, anayasal hayallere kapılan Menşevikler ise Duma seçimlerine odaklanmayı savunuyordu. Gündemin ikinci önemli konusu, toprak sorunuydu. Bolşevikler toprağın ulusallaştırılmasını, toprak sahiplerinin bütün ayrıcalıklarının ortadan kaldırılmasını, köylü komiteleri yoluyla toprakların tasarruf hakkının köylüler yararına örgütlenmesini, Menşevikler ise toprağın, belediyelere devrini öngörüyordu. Bu yaklaşıma göre, önce topraklar yerel belediyelere devredilecek, ardından da köylülere kiralanacaktı. Üçüncü tartışma konusu, Duma seçimlerinde alınacak tavırdı. Bolşevikler aktif boykot önerirken, Menşevikler ikinci seçmenlerin seçimine katılmayı savunuyordu.
Kongrede örgütsel sorunlarla ilgili kararlarda Bolşevikler MK’nin merkez yayın organı yazı kuruluna atama yapma ve görevden alma hakkını savundu, bu kabul edilmedi. Ancak tüzüğün birinci maddesi III. kongredeki haliyle (Bolşevikler eski maddeyi III. Kongrede, Lenin’in II. kongredeki önerisine uygun olarak değişmişti) kaldı.
Lenin kongredeki olumsuzluklara değindi ve bütün olumsuzluklara rağmen birliği koruyacaklarını vurguladı; “Tam demokratik devrimi hedefleyen sosyal demokrasi, tüm faaliyetinde, yeni devrimci bir patlamanın kaçınılmazlığını hesaba katmalıdır… sadece ayaklanma, çarlık otokrasisinin gücünü elinden alabilecek ve bu gücü gerçekten halka verebilecektir. Verili tarihsel anda taktiğimizin başlıca görevleri bunlar olmalıdır.
Birlik Kongresi’nin, derin inancımıza göre, bu görevleri tamamen doğru kavramadığı gerçeğini görmezden gelemeyiz ve gelmemeliyiz. Parti Kongresi’nin en önemli üç kararında, Kongre’de sayıca üstün olan “eski Menşevik” fraksiyonun yanlış görüşleri açıkça gün yüzüne çıkıyor. … Kongrenin hatalı saydığımız kararlarına karşı ideolojik olarak mücadele etmeliyiz ve edeceğiz. Fakat bunu yaparken, tüm Parti önünde, her türlü bölünmeye karşı olduğumuzu ilan ediyoruz. Kongre kararlarına tabi olacağımızı garanti ediyoruz. Merkez Komitesi’ni boykot etmeyi reddettiğimiz ve ortak çalışmaya değer verdiğimiz için, aynı düşünceyi paylaştığımız yoldaşların, orada çok azınlıkta kalacak olmalarına rağmen. MK’ya girmelerini onayladık. Derin inancımıza göre, sosyal-demokrat işçi örgütleri birleşik olmalıdır, fakat bu birleşik örgütlerde Parti sorunları en geniş kapsamda özgürce tartışılmalı. Parti yaşamındaki olaylar özgürce, dostça eleştirilmeli ve değerlendirilmelidir.” (S. E. III- 441-443)
Lenin’in bu açıklaması parti birlik kongresinin, parti birliğini sağlamaya yeterli olmayacağını açıkça ortaya koyuyordu. Birliğin, RSDİP’in iki hizbi aradaki derin ideolojik, politik, örgütsel ve taktik farklılıkların gidermesini sağlayamayacağı ortadaydı. Lenin açısından önemli olan birliğin kendisinden çok, devrimin yükseliş döneminde birliğin işçi ve emekçi kitlelerin mücadelesine vereceği hızdı.
Birlik Kongresi’nde üzerinde uzlaşılamayan konulardan biri olan Duma seçimleri 1906- 1910 yılları arasında RSDİP’in tarihinde önemli bir yer tuttu ve parti içindeki tartışmaların odağına yerleşti. Duma seçiminin gündeme geldiği dönemde Rusya’da işçi hareketi yükselmekteydi. Eylül’de başlayan grev dalgası Ekim ve Kasımda yaygınlaştı. Başlangıçta iki başkentte başlayan grevler tüm büyük kentlere yayıldı. Aralık’ta ise silahlı ayaklanmayla en tepe noktaya ulaştı. Bu koşullarda Çarlık devrimi boğmak için Duma hilesini devreye soktu. Çar’ın içişleri bakanı Buligin Ağustos 1905’te Duma yasasını yayınladı. Yasaya göre kurulacak Duma tümüyle danışma niteliğinde olacaktı. Yasanın öngördüğü çok aşamalı seçim sistemi işçilere oy hakkı tanımıyordu. Köylülerin oy hakkı ise, sahip oldukları mülkün büyüklüğüyle belirleniyordu. Bu koşullarda, Bolşevikler, Duma seçimlerinin boykot edilmesi kararını aldı. Letonya, Polonya sosyal demokratları ve Bund grubu Bolşeviklerin tavrını desteklediler. Menşevikler ise Duma seçimlerine katılma kararı aldı. Menşevikler bu tutumlarını Duma’nın kurucu meclisin toplanması için bir araç olacağı savıyla gerekçelendirdiler. Bolşevikler tam tersine kurucu meclisin seçimle değil ancak silahlı bir ayaklanmayla toplanabileceğini savunarak aktif boykotu silahlı mücadele hazırlığının bir aracı olarak ileri sürdüler. Böylece RSDİP tarihinde önemli bir yer tutan boykot sorunu, bu deneyimle, dünya komünist hareketinin tarihine taşındı.
Aralık ayaklanmasıyla gündemden düşen Duma ayaklanmanın yenilgisinden sonra yeniden gündeme geldi. Bu kez işçilere kısıtlı da olsa oy hakkı tanınıyordu. Duma seçimleri RSDİP’in Birlik Kongresi’nin hazırlıklarının yapıldığı sırada gerçekleşti. Kongrede Bolşevikler boykotu, Menşevikler seçime katılmayı savundu. Kongre Menşeviklerin önerisini kabul etti. 20’ye yakın sosyal demokrat( Menşevik) temsilcinin yer aldığı Duma Nisan 1906’da çalışmaya başladı. Haziran 1906’da Duma tarım sorununu tartışmaya başlandı. Hükümet tarımsal düzenin dokunulmazlığını ilan edince, Duma’nın kaderi de belli oldu. Temmuz 1906’da Duma dağıtıldı.
Duma’nın varlığını sürdürdüğü süre içinde Rusya’da yer yer köylü direnişleri sürüyordu. Bu direnişlere Sveaborg ve Kronstadt denizcilerinin isyanları eklendi. Bu isyanlar işçiler arasında dayanışma grevlerini tetikledi. Lenin’e göre işçi, köylü ve askerleri yeniden hareketlendiren bu grev ve isyanlar 1905’in başında başlayan devrimci sürecin bitmediğini gösteriyordu. Ve RSDİP’in yeni taktiği bu durumu hesaba katmalıydı. Menşevik taktiğin ana dayanağı dağıtılan Duma’nın savunulmasıydı. Buna uygun olarak, kurucu meclisin toplanması için Duma’nın savunulması şiarını yükselttiler. Menşeviklerin bu şiarı sonuçta mevcut burjuva monarşinin savunulmasıydı. Kurucu meclisin Duma’ya değil, halkın silahlı ayaklanmasına dayanması gerektiğini savunan Bolşevikler, koşulların devrimci bir kabarmaya yol açabileceğinden hareketle silahlı ayaklanmayla bağlantılı bir genel grev hazırlığına girişilmesi gerektiğinde ısrar ettiler.
Duma seçimlerinin tarihi açıklandığında (Şubat 1907) Rusya’da devrimci yükseliş sönümlenmeye başlamıştı. Lenin bu koşullarda Duma seçimlerinin boykot edilmesinin doğru bir taktik olamayacağını söyledi. Bolşeviklerin bu tavrı, seçime dünden teşne Menşeviklerle Bolşevikler arasında boykot konusundaki ayrılığı ortadan kaldırsa da yeni sorunları beraberinde getirdi. Menşevikler seçimlerde burjuva- monarşist Kadet Partisiyle blok kurmaya yöneldi. İleri sürdükleri gerekçe, hemen her seçim döneminde oportünistlerin ileri sürdükleri gerekçenin aynısıydı. “Demokrasi” cephesinin bölünmesi ve gericilerin kazanmasına fırsat verilmesi. Menşevikler, Kara Yüzlerin ( halka karşı pogromlar düzenleyen, Çarlık yanlısı Rus Halk Birliği Partisi taraftarları ) Duma’ya güçlü girmesini engellemek bahanesiyle Kadetlerle seçim bloğunu savundu. Bolşevikler böyle bir işbirliğine şiddetle karşı çıkarak, RSDİP’in seçime bağımsız olarak girmesi gerektiğini savundu.
RSDİP’in ulusal konferansı 3-7 Kasım 1906’da Finlandiya’da yapıldı. Konferansa 18 Menşevik, 14 Bolşevik delege katıldı. Konferansın gündemi Duma seçimleriydi. Menşeviklerin oy çoğunluğuyla aldığı kararda “Kadetler de dahil muhalif demokratik-partilerle seçim anlaşması caiz” ilan edildi. Bolşeviklerin önerisi ise “ancak silahlı ayaklanma zorunluluğunu kabul eden partilerle” bir seçim işbirliği yapılabileceğini öngörüyordu. Lenin’in bu önerisi Petersburg’daki bir kısım yerel örgütlerce benimsendi. Seçim sırasında Lenin, Menşevikleri, pazarlık yaparak “işçi oylarını Kadetler’e satmakla” suçlamıştı. Bu suçlama nedeniyle MK tarafından parti disiplin kuruluna verildi. Lenin parti mahkemesinde yaptığı konuşmada, Menşevikleri yargıladı. Yargılama üç oturumda tamamlanacaktı, V. Kongrenin başlamasıyla yargılama tamamlanamadan bitti.
Bu tartışmalar, RSDİP V. Kongresinin de önemli gündem maddelerinden birini oluşturdu. Kongre 13 Mayıs – 1 Haziran 1907 tarihleri arasında Londra’da bir kilisede toplandı. Kongreye 300’ü oy hakkına sahip, 350’den fazla delege katıldı. Oy hakkına sahip delegelerin 90’i Bolşevikleri, 85’i Menşevikleri, 56’si Bund grubunu, 45’i Polonya ve 26’si Letonya sosyal demokratlarını, temsil ediyordu. Kongre’de hiçbir gruba dahil olmayan delegeler de vardı. Sibirya’da sürgünden kaçarak kongreye katılan Troçki oy hakkı olmayan delegeler arasındaydı. Bolşeviklerle Menşevikler arasında sert tartışmalara sahne olan kongrede, politik durumun değerlendirilmesi, Duma seçimleri, sendikalar sorunu, işçi kongresi vb. sorunlar ele alındı. Politik durum değerlendirilmesi Menşeviklerin çabasıyla gündeme alınmadı. Kongre’ye Menşevikler tarafından “işçi kongresi” düzenlenmesi önerisi getirildi. Lenin bu öneriyi illegal partinin ortadan kaldırılmasının bir adımı olduğunu söyleyerek karşı çıktı. Kongre, Menşeviklerin 1905’ten beri gündeme getirdiği işçi sınıfıyla partiyi karşı karşıya getiren “işçi kongresi” toplanması önerisini reddetti. Sendikalar sorununda Menşevikler işçi sendikalarının bağımsız olması gerektiğini savunurken, Bolşevikler Partinin sendikaların ideolojik ve politik önderliğini ele geçirmesi gerektiği vurgulayan bir kararı kongreden geçirdi. Kongrede Duma seçimi, özellikle Menşeviklerin Kadetler’le ittifakı üzerine uzun tartışmalar yapıldı. Lenin bu konunun Menşevikler ve Bolşevikler arasındaki ayrılığın önemli bir noktası olduğunu belirtti. Menşevikler devrimin burjuva karakterine sığınarak Kadetler’le ittifakı savunuyordu. Lenin raporunda I. ve II. Duma deneyimine dayanarak, işçi sınıfının bağımsız politikasını ortadan kaldıran, Otokrasiyle işbirliği içinde olan Kadetler’le ittifaka şiddetle karşı çıktı ve köylülükle (Trudovikler) ittifakı savundu. Kongre Bolşeviklerin tutumunu benimsedi.
Fraksiyonlar üstü bir konum takınan ve bu konumuyla, iki hizbi birleştirme iddiasındaki Troçki, Kongrede yaptığı konuşmalarda, kendi “orijinal teorisini, “sürekli devrimi anlattı. Bu teori delegelerde herhangi bir ciddi etki yaratmadı.
Kongrede son anda tartışmalara yol açan bir diğer konu da Bolşeviklerin Rusya’da gerçekleştirdikleri ”kamulaştırmalar”dı. Bolşevikler partiye gelir getirmek için düzenledikleri soygunları böyle adlandırıyordu. 1906’daki birlik kongresi bu türden kamulaştırmaları yasaklayan bir karar almıştı. Bu karar, Menşeviklerin girişimiyle Londra kongresinde de tekrarlandı. Kongre, her türlü şiddet eylemini ve bu eylemlere yardımcı olmayı şiddetle kınayan ve lanetleyen bir karar yayınladı. Bu karar, tüm “kamulaştırma” eylemlerine son verilmesini istiyor, bu tip eylemlere katılanları, ahlaksızlıkla ve parti kurallarına uymamakla suçluyordu. Hatta bu eylemleri gerçekleştiren Parti milis kuvvetlerinin dağıtılması yönünde çağırıda bulunuyordu. Troçki ve Martov, nihayet Bolşeviklerin, Avrupa sosyal demokratları tarafından lanetlenecek bir “açığını” yakalamışlardı. Kongre kararıyla yetinmeyerek sonunu Avrupa sosyalist partileri basınına taşıdılar.
Bolşeviklerin üstünlüğüyle başlayan kongrede bu üstünlük alınan kararlara da yansıdı. Bund grubu Menşevikleri desteklerken, Polonya ve Letonya sosyal demokratları çoğu durumda ve kritik oylamalarda Bolşevikleri destekledi. Kongredeki Bolşevik üstünlük MK seçimlerine de yansıdı. MK’ya seçilen 15 üyenin 5’i Bolşevik 4’ü Menşevik 6’si diğer gruplardandı.
Kongre’den kısa bir süre sonra II. Duma 3 Haziran’da Stolipin darbesiyle feshedildi. Duma’daki sosyal demokrat üyeler tutuklandı, Sibirya’ya sürüldüler, Devrimci dernekler, gazeteler kapatıldı. Devrimin yenilgisinin kesinleştiği her dönemdeki manzaralar yaşandı; aydınların bir bölümü sosyal demokrat safları terk etti, bir bölümü yeni ideolojik ve örgütsel arayışlara yöneldi, partilerde yeni bölünmeler ortaya çıktı.
III. Duma seçimleri Kasım 1907’de baskıcı Stolipin rejimi altında yapıldı. Seçim yasası değiştirilerek işçi ve köylülerin seçime katılımı daha da sınırlandırıldı. Duma seçimiyle birlikte boykot tartışmaları da yeniden gündeme geldi. Duma’nın feshedilmesi Bolşevik parti içinde boykot eğilimini güçlendiren bir etken oldu. Temmuz 1907’de Finlandiya’da toplanan parti konferansına katılan 9 delegeden 8’i boykotu savundu. Boykota karşı olan tek kişi Lenin’di Ancak konferanstan boykot değil, seçime katılma kararı çıktı. 7 Kasım’da yapılan seçimde Bolşevikler bütün ağır koşullara rağmen önemli bir mevzi kazandılar.
1907 Finlandiya konferansından sonra Otzovist (geri çağırma ) olarak adlandırılan boykotçular, Bolşevikler içinde bir grup oluşturdular. Bu grup devrimin hala sürdüğünü, en acil görevin silahlı ayaklanmanın hazırlanması olduğunu ileri sürüyordu. Grubun liderliğini Bolşevik kadroların önde gelenlerinden Bogdanav, Lunaçarski yürütüyordu. Otzovistler sadece Duma’ya katılmaya karşı çıkmadı, aynı zamanda tüm legal dernekler, sendikalar ve kooperatiflerde çalışmaya karşı çıktılar.
Petersburg’da etkin olan bu grubu Moskova’da etkin olan Ültimatomcular izledi. Ültimatomcular Duma grubuna, parti denetimine tabi olmaları ve partinin diğer faaliyetlerine de katılmalarını öngören bir ültimatom verilmesini, bu ültimatoma uymadıklarında ise geri çağrılmalarını istiyordu. Lenin bu grubu “utangaç otzovistler “olarak nitelendirdi. Bu iki grubun ortaya çıkmasıyla birlikte boykot tartışması yeni bir boyut kazandı. Lenin Bolşevik parti içinde ortaya çıkan ve bir fraksiyona dönüşen bu gruplara karşı başlangıçta boykot ekseninde, ileriki yıllarda özellikle Otzovistlerin idealist felsefeye yönelmesiyle, felsefi olarak mücadele etti. Otzovistler, kendi öğretilerini yaymak için İtalya’nın Capri adasında bir okul kurdular. “Tanrı yapıcılığı” (tanrıyı arayanlar- Mahçılık) adıyla Marksizm’le dini birleştiren yeni bir ideoloji peşinden koşarak idealizme saptılar. Gorki de bir dönem Otzovistlerle hareket etti. Lenin bu ideolojik yönelimi Materyalizm ve Ampiriokritizm eserinde eleştirdi.
Bolşeviklerde bu bölünme yaşanırken Menşeviklerde de bölünmeler ortaya çıktı. Bunların en önemlisi illegal partiyi reddeden, onun yerine Avrupa örneğindeki gibi, legal, gevşek bir kitle partisini savunan tasfiyecilerdi.
Lenin’in boykot konusunda gerek boykotu savunan gerekse eleştiren pek çok yazı yazdı. Bu yazılardan 1907’de yazdığı “Boykota Karşı” yazısından seçtiğimiz alıntılar aşağıdadır. (Lenin Seçme Eserler Cilt III – 190-402
“Boykot, Rus devriminin en olaylı ve en yiğit döneminin en iyi devrimci gelenekleri arasındadır. Yukarıda, görevlerimizden birinin, bu gelenekleri bir bütün olarak titizlikle korumak, geliştirmek ve liberal (ve oportünist) asalaklardan temizlemek olduğunu söyledik, içeriğini doğru belirlemek ve kolayca ortaya çıkabilecek yanlış yorumları ve yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için, bu görevin tahlili üzerinde biraz durmamız gerekiyor.
Marksizm, tüm diğer sosyalist teorilerden, nesnel durumun ve nesnel gelişme seyrinin tahlilinde kesin bilimsel soğukkanlılığı, kitlelerin ve elbette şu ya da bu sınıfla bağlar keşfetmeyi ve gerçekleştirmeyi başaran kişi, grup ve partilerin devrimci enerjisinin, devrimci yaratıcı gücünün, devrimci inisiyatifinin önemini en kesin biçimde kabul etme ile mükemmel biçimde birleştirmesiyle ayrılır, insanlığın gelişmesi açısından devrimci dönemlere biçilen yüksek değer, Marx’ın tarih anlayışının bütününden çıkmakladır: barışçıl gelişme dönemleri diye adlandırılan dönemlerde yavaş yavaş biriken sayısız çelişkiler her şeyden önce bu dönemlerde çözülür” ( S.E. III 390)
“… Boykotun uygulanabilirlik koşullarını araştırmak zorundayız, devrimci yükseliş anlarında boykotun kesinlikle doğru ve bazen de kaçınılmaz bir yöntem olduğu inancını kitlelere vermek zorundayız. (Marx’ın adını kötüye kullanan çokbilmişler ne derlerse desinler). Fakat bu yükselmenin, boykot ilanının bu temel koşulunun mevcut olup olmadığı sorunu, bağımsız biçimde ortaya konup, olguların ciddi bir incelenmesine dayanılarak çözülebilmelidir. Gücümüz dahilinde olduğu ölçüde, böyle bir yükseliş anını hazırlamak, uygun bir anda yapılabilecek bir boykotu baştan reddetmemek, bizim yükümlülük ve boyun borcumuzdur. Fakat boykot şiarını iyi de olsa kötü de olsa bütün temsilcilik kurumlan için uygulanabilir saymak muhakkak yanlış olurdu.” (age. 393)
“Boykotu, proletaryanın ve devrimci burjuva demokrasisinin bir kesiminin liberalizmin ve gericiliğin karşısına koyduğu t a k t i k ç i z g i olarak görmek de aynı şekilde yanlış olacaktır. Boykot bir taktik çizgi değil, özel koşullar altında uygulanabilir olan bir özel mücadele aracıdır. Bolşevizm’i boykotçulukla karıştırmak, Bolşevizm’i “aktivizm”le karıştırmak kadar yanlıştır.” (age. 396)
“Toparlıyoruz: Boykot şiarı özel tarihsel bir dönemden doğmuştur. 1905’te ve 1906 başında nesnel durum, savaşan toplumsal güçlerin önüne önlerindeki iki yoldan birini seçme görevini koydu: dolaysız devrimci yol, ya da monarşik-meşruti dönemeç. Burada boykot ajitasyonunun içeriğini esas olarak anayasa hayallerine karşı mücadele oluşturuyordu. Boykotun başarısının koşulu, geniş, genel, hızlı ve güçlü devrimci yükselişti.
Bütün bu hususlar itibariyle, 1907 sonbaharında durum böyle bir şiarı hiç de gerektirmiyor ve haklı çıkamıyor.
Seçimlere hazırlık için günlük çalışmamızı sürdürüyor ve en gerici temsil organlarına bile katılmayı baştan reddetmiyorsak, tüm propaganda ve ajitasyonumuzu, Aralık 1905 yenilgisiyle, bu yenilgiyi izleyen özgürlüğün çöküşü ve anayasanın karalanması arasındaki ilişki konusunda halkı aydınlatmaya yöneltmek zorundayız. Dolaysız kitle mücadelesi olmadan böyle bir karalamanın kaçınılmaz olduğu ve bunun gittikçe artacağı derin inancını kitlelerin kafasına iyice yerleştirmeliyiz.
Boykot şiarına ciddi bir ihtiyaç duyulduğu takdirde yükselme anlarında bu şiarı kullanmayı baştan reddetmeksizin. bugün tüm güçlerimizi, işçi hareketinin şu ya da bu yükselişini doğrudan ve dolaysız etkileme yoluyla, bütün gericiliğe, onun temel direklerine karşı genel, geniş, devrimci ve ofansif bir harekete dönüştürmeye yöneltmeliyiz.” (age. 401)
V. Kongreden sonra Aralık 1908’de Tüm-Parti Konferansı Paris’te yapıldı. Konferansa 4 Bolşevik, 2 Otzovist, 4 Menşevik, 3 Bund, 5 Polonya sosyal demokrat delege katıldı. Polonyalılar çoğu durumda Bolşevikleri desteklediler. Lenin konferansta Duma kürsünü kullanmanın önemini vurgulayarak hem Otzovistleri ve Ültimatomcuları, hem de tasfiyecileri eleştirdi. Bu eleştiri Bolşeviklerin Otzovistler ve Ültimatomcularla yollarının ayrılacağının ilk işaretiydi. Lenin ayrıca Duma’daki mücadelenin parlamentarizm temelinde yürütülmesi tehlikesine dikkat çekerek, Duma grubunun partinin strateji ve taktiğine göre hareket eden bir parti örgütü olduğunu vurguladı.
Lenin Parti konferansının ardından yazdığı Doğru Yoldayız makalesinde Partideki durumu şöyle değerlendirdi; “Parti için bir dağılma, bir ideolojik, politik çözülme yılını, bir çözümsüzlük yılını geride bıraktık. Parti örgütlerinin tümü üye yitirdi, bazıları- özellikle de üyeleri arasında en az proleter bulunanlar – parça parça oldu. Devrimin yarattığı yarı-legal Parti kuruluşları birbiri ardından yok oldu. Parti içinde yıkımın etkisi altında olan bazı unsurlar için, şimdiye kadarki Sosyal Demokrat Parti’nin ayakta tutulup tutulmaması, onun davasının sürdürülüp sürdürülmemesi, yeniden illegaliteye geçip geçmemesi ve bunun nasıl yapılması gerektiği kuşkuyla karşılanır hale geldi … Hiç kuşkusuz kriz salt örgütsel değil, aynı zamanda ideolojik-politik bir kriz.”olduğunu belirterek, bu krizin ana nedenini; “işçi Partisinin kendisini onlardan temizlemek zorunda olduğu, işçi hareketine esas olarak burjuva-demokratik devrimin yakın bir zaferini umarak katılmış ve gericilik dönemine dayanamamış olan ikircikli entelektüel ve küçük burjuva unsurlardır.” olarak açıkladı. (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. cilt IV s-13-14)
Ancak partideki kriz hiç de Lenin’in düşündüğü gibi çözülmedi, tersine giderek daha da derinleşti. Parti Nisan 1907’deki V. Kongreden sonra uzun bir süre kongre toplayamadı. Parti içindeki ayrılıklar ve bölünmeler sürdü. Bolşevik fraksiyonun yayın organı olan Proletari’nin Haziran 1909 konferansında Otzovistler ve Ültimatomcu liderler partiden ihraç edildi. Bogdanov’cular Aralık’ta Vperyod’u çıkararak RSDİP içinde bir grup olduklarını ilan ettiler. Menşevizm içindeki tasfiyeciler eğilimi ise giderek güçlendi, pratikte bu eğilim ile Martov’un temsil ettiği eğilim arasındaki farklar silikleşti. 1909’da Menşevikler içinde başını Plehanov’un çektiği, tasfiyecilere karşı illegal partiyi savunan, yeni bir fraksiyon oluştu. Plehanov Menşeviklerin yayın organı Glos Sosyal-Demokrata’dan ayrılarak Dnevnik’i (Günlük) kurdu. Bu grup parti yanlısı Menşevikler olarak adlandırıldı. Benzer bir biçimde Bolşevikler arasında da birlik yanlısı uzlaşmacı bir grup (parti yanlısı Bolşevikler) ortaya çıktı, Rikov, Skolnikov gibi önemli isimler vardı. Bu grup, ayrılıkların ideolojik, politik ve örgütsel derinliğini hesaba katmaksızın, Menşevikler ve Bolşevikler arasında her türlü hizipçiliğin durdurulmasını savunuyordu.
Ocak 1910 RSDİP MK Plenumu bitme notasına gelen birliği yeniden sağlamanın son hamlesiydi. Paris’te yapılan Plenum’da Bolşevikler, Menşevikler, Bund ve Vperyod grupları temsil edildi. Plenum birliği sağlamak için bir dizi karar aldı, kitleleri kazanmaya ve devrimci hazırlığı geliştirmeye yönelik bir taktiğin gerekliliği vurgulandı, Otzovizm ve tasfiyecilik mahkum edildi. İllegal partinin güçlendirilmesi, legal- illegal çalışmanın birleştirilmesi, Sosyal Demokrat’ın tüm partiyi temsil eden yayın organı, Troçki’nin Viyana Pravda’sının partinin popüler yayın organı olması, Pravda’da MK’yı Kamenev’in temsil etmesi, Pravda’nın MK tarafından parasal desteklenmesi, Bolşeviklerin elindeki paranın partinin ortak kasası haline getirilip Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde Kautsky, Zetkin ve Mehring’e teslim edilmesi, Parti yayın organı Sosyal Demokrat’ın, yayın kurulunun iki Bolşevik – Lenin ve Zinovyev, iki Menşevik -Martov ve Dan ve Polonya partisinden Varky’dan oluşması, MK’ya yeni üyelerin alınması ve en kısa sürede tüm parti konferansının toplanması kararları alındı. Bu kararlara paralel olarak Bolşevikler kendi fraksiyonlarını dağıtacaklarını ve yayın organları Proletari’nin yayınını sonlandıracaklarını açıkladılar. Benzer bir kararı Menşeviklerin ve Vperyod’un almasını önerdiler.
Lenin Gorki’ye yazdığı mektupta Plenumu şöyle değerlendirdi; “M. K. toplantısında (o ‘uzun toplantı’ – üç haftalık ıstırap, tüm sinirler gergin, şeytan götürsün!) … ‘genel uzlaşma’ havası (kiminle, ne üzerine, niçin? – kimsenin pek bildiği yok): verdiği amansız mücadele yüzünden Bolşevik Merkeze gönderilen kin; kavga arayan Menşeviklerin olay çıkartmaları ve sonuç olarak – yara bere içinde bir çocuk.
“Madem öyle katlanacağız. ya -en alası- yarayı keseriz, cerahati akıtırız, iyileştiririz ve çocuğu büyütürüz.
“Ya da -en kötüsü- çocuk ölür. Böyle olursa bir süre çocuksuz kalırız. (yani, Bolşevik hizbini yeniden kurarız) ve sonradan daha sıhhatli bir çocuğa hayat veririz” (Aktaran Tony Cliff -Partinin İnşası- Tarihsel Yayıncılık -247)
Bu ikincisi gerçekleşti. Bolşevikler alınan bütün kararlara uydukları halde Menşevikler hiçbir kararın gereğini yerine getirmedi. Tasfiyecileri dışlama sözü vermişlerdi, tam tersine Tasfiyecileri birliğe dahil etmeye çalıştılar. MK’ya üç Tasfiyeciyi davet ettiler. Tasfiyeciler illegal örgüte girmeyi reddetti.
Troçki 1907 kongresinde uzlaşmacıydı. Bolşeviklerle Menşevikleri uzlaştırmaya çalıştı, ama onun uzlaşma zemini Menşevizm’di. V. Kongreden sonra bu uzlaşmacı pozisyonunu Menşevik yazarlarla birlikte sürdürdü. Berlin’e geçti. Kautsky’nın Neue Zeit ve Alman sosyal demokrat partisinin yayın organı Vorwarts’ta yazılar yazdı. Yazılarında Bolşevikleri eleştirdi. Sonra Viyana’ya geçerek oraya yerleşti. Viyana’da da sosyal demokrat liderlerle ( Otto Bauer, Viktor Adler, Hilferding, Karl Renner, Vandervelde vb.) kişisel ilişkilerini sürdürdü. Sonradan bunların bir kısmı savaşta kendi burjuvaları yanında yer alırken, bir kısmı da burjuva hükümetlerde bakan ya da başbakan oldu. Ekim 1908’de Viyana’da ilerici bir gazete olan Pravda’nın yönetimini ele aldı. Gazeteyi çıkarmakta maddi olarak zorlandığı için RSDİP MK’sından yardım istedi. Lenin MK’dan birinin Pravda’da baş yazarlardan biri olması koşuluyla yardım etmeyi kabul etti, Troçki bu öneriyi reddetti. Troçki düzensiz de olsa Pravda’yı, yoldaşlarıyla (Ulritski, Yoffe, Riyazanov vb.) ile birlikte çıkarmaya devam etti. Pravda 1910’da MK Plenum toplantısından sonra parti yayın organı oldu, Kamenev Pravda’da çalışmaya başladı. Troçki Plenumdan sonra Plenum kararlarını uygulamayan Menşeviklerle birlikte hareket etti. Kamenev’i Pravda’dan kovdu ve Menşeviklerle birlikte Bolşeviklere karşı saldırıya geçti. “Bolşeviklerin komplosu” olduğunu ileri sürerek, birliğin bozulmasından, Bolşevikleri sorumlu tuttu.
Martov ve Troçki el ele vererek Alman sosyal Demokrat Parti’sinin yayın organlarında Bolşevikleri yeren yazılar yazdılar. Martov yazılarında Bolşeviklerin Avrupa sosyal demokratlarının örgüt ve taktik anlayışlarından koptuğu söyleyerek, Bolşeviklerin devrimci örgüt anlayışını “Blankist ve anarşist kültürsüzlüğün Marksist kültür üzerinde zaferi” olarak nitelendirdi. Troçki Menşevikler ile Bolşeviklerin mücadelesini “politik olarak olgun olmayan proletarya üzerinden nüfuz mücadelesi” olarak nitelendirdi. Troçki’nin 1905’ten beri değişmeyen bu söylemi Rus devriminin tarihi gerçekliğiyle uyuşmuyordu. Çünkü mücadeleyi burjuva düzen içine, parlamenter ve sendikal bir çerçeveye sıkıştırmış Avrupa sosyal demokrat partilerin aksine, “olgun olmayan” Rus proletaryası devriminin bayrağını taşıyordu.
Troçki’nin başka bir savı da “Menşevizm ve Bolşevizm’in proletaryanın derinliklerinde kök saldığı inancının “bir yanılsama” olduğu, gerçekte ise “işçi kitlelerinin bu iki hizbi de kendi mücadelesi dışında gördüğü”ydü. Troçki bununla yetinmedi, daha da ileri giderek partinin dağıldığını iddia etti. Troçki’nin bu iddiasının altındaki temel saik, Rusya proleter hareketinde kendisinin bir alternatif olabileceği imajını yaratarak, Avrupa sosyal demokratlarına desteğini sağlamaktı.
Liberal burjuvaziyle ittifakı savunan Martov, başka bir yazısında, Bolşeviklere köylülükle ittifak sorunu üzerinden yüklendi. Avrupa’nın tersine “Rusya’da köylülüğün kapitalizmin ağır sonuçlarını hissetmediğini” bu nedenle de Proletaryanın köylülükle ittifak kuramayacağını, “işçi köylü devrimci diktatörlüğünün” Rusya’nın ekonomik gelişmesi seyrine ters düştüğünü yazdı. Martov ve Troçki’nin Bolşevikleri eleştirdiği bir diğer konu da boykot sorunuydu. Martov, boykotu “anarşistlerin ve sendikalistlerin yöntemi” olarak nitelendi. Troçki ise, Bolşevizmin tarihinin “boykotculuk tarihi” olduğunu yazdı. Parlamentarizmi temel mücadele alanı olarak gören Martov’un boykotu anarşizm olarak nitelendirmesi anlaşılmaz bir şey değildi. Ancak, Bolşevizm’in tarihini boykotculuk tarihi olarak niteleyen Troçki açıkça bu tarihi çarpıtıyordu. Tam tersine Bolşevikler 1905’de Çarın devrimi boğmak için ilan ettiği Buligin Duma’sını boykot ederek devrimin en tepe noktaya, silahlı ayaklanmaya taşınmasını sağladılar. Devrimci çalkantının devam ettiği 1906’nın başında I. Duma’da boykot taktiğini sürdürdüler. Ama değişen koşulları dikkate alarak II. Duma seçimlerine katıldılar. Menşevikler bu seçimlerde Kadetler’le ittifakı kurarken, Bolşevikler böyle bir ittifakın devrimci mücadeleye ihanet olduğunu savundu. Bolşeviklerin tarihinin boykotçuluk tarihi olduğunu söyleyip, Bolşevik grupta boykotu savunan Otzovistler ve Ültimatomcularla birlikte Bolşeviklere karşı ittifak kurması ancak Troçki’nin anti Bolşevik tutumu ile açıklanabilir. Troçki bu tutumunu V. Kongreden hemen sonra “Przeglad Social- Demokratyezny (Rosa Luxemburg’un Polonya’da çıkardığı gazete) de yazdığı” yazıyla açıkça ortaya koydu, “Menşevizm’in ihtilal düşmanı yanları tamamıyla ortaya çıkarken, Bolşevizm’in ihtilal düşmanı yanları yalnızca bir ihtilal zaferinde ortaya çıkmak tehlikesini gösteriyor” (Troçki, Issac Deutscher I-216)
Martov Troçki ittifakının başka bir girişimi, birlik görüşmelerinde Bolşeviklerin parti kasasına aktardığı ve Alman sosyal Demokrat Partisi’nin üç yöneticisine ( Kautsky, Rosa ve Mehring) emanet edilen paraya el koymak için harekete geçmesi oldu. Troçki ve Martov gizlice Kautsky’le görüştüler Kautsky kabul etse de Rosa ve Mehring kabul etmeyince Parti parasına el koymak girişimi de sonuçsuz kaldı. (söz konusu para Kamo’nun Tiflis soygununda elde ettiği paraydı, paranın seri numaraları alınmıştı bu yüzden kullanılamadı. )
RSDİP MK plenumunda alınan birlik kararının Menşevikler tarafından çiğnenmesinden sonra “birlik yanlısı” Troçki, eleştirdiği halde, Menşevikler, tasfiyeciler ve Vperyodcularla birlikte hareket etti. Menşevik gazeteler, Golos ve Naşa Zarya’da Bolşeviklere hücum eden yazılar yazdı. Martov Troçki’nin bu tutumunu şöyle değerlendirdi. “(…) Menşevizm ile Bolşevizm arasında bir sentez bulmak için ortaya attığı birçok makul tekliflere rağmen olayların mantığı Troçki’yi Menşeviklerin arkasından gitmeye zorluyor. … Kendisini yalnız “Tasfiyeciler kampında” bulmakla kalmıyor, aynı zamanda bu kampta Lenin’e karşı en “saldırgan” tutumu da alması gerekiyor. Oysa, onu izleyenler … tedirgin” (Troçki, Isaac Deutscher I-237)
1912’de Rusya’da işçi hareketi yeniden yükselmeye başladı.1910 sonbaharında Tolstoy’un ölümüyle birlikte Üniversiteler hareketlendi. Boykotları sokak gösterileri izledi. 1911 başında öğrenci hareketi yaygın boykotlarla devam etti. Öğrenci eylemlerini ekonomik temelli işçi grevleri izledi. Nisan 1911 başında Lena altın madeninde çalışan 6.0000 işçi greve çıktı. Grevci işçilerin üzerine ateş açıldı ve 500’e yakın işçi öldürüldü. Lena katliamına karşı başlayan gösteriler, grevler, demokratik Cumhuriyet sloganı adı altında büyüdü ve yaygınlaştı. Kasımda Riga işçileri Sivastopol’da bahriyelilerin idamını ve hapishanelerde siyasi tutuklulara yapılan işkenceleri protesto için sokaklara çıktı. Lenin büyüyen sokak hareketlerini ve grevleri Rusya’da devrimci yükselişin başlangıcı olarak değerlendirdi ve bunun 1905’ten daha ileride bir başlangıç olduğunu belirtti. Bu koşullarda partiyi yeniden ayağa kaldırmak sadece bir görev değil bir zorunluluktu. Nihayet Ocak 1912’de Bolşevikler kendilerini geriye çeken bütün ayak bağlarını koparıp atma, yaşanan krizi aşma ve partiyi yeniden ayağa kaldırmak için Prag’da Parti Konferansını toplama kararı aldı. Konferansa partiye sadık Menşevikler (Plehanovcular) de çağrıldı. Plehanov çağrıyı kabul etmeyince Konferans Bolşeviklerin konferans olarak gerçekleşti. Konferansa Rusya’da faaliyet gösteren 10 örgütü temsil eden 14 delege katıldı. Konferans tasfiyeciliğe karşı kararlı mücadele, illegal parti örgütünün pekiştirilmesi, sendikalarda, derneklerde kooperatiflerde, legal çalışmanın, legal ve illegal yayının, ajitasyon propagandanın güçlendirilmesi kararı alındı. Konferansta, Lenin, Zinovyev, Ordjonikidze, Goloşekin, Spandaryan, Schwartzman ve (sonradan polis ajanı oluğu ortaya çıkan) Malinovski’den oluşan yeni MK belirlendi. Konferansın ardından Stalin MK’ya koopte edildi. Rusya’da hareketi yürütecek Stalin, Ordjonikidze ve Spandaryan’dan oluşan üç kişilik bir komite oluşturuldu. Nisan 1912’de Pravda gazetesi Petersburg’da yayın hayatına başladı ve yayınını Temmuz 1914’te kapatılana kadar sürdürdü. Pravda isminin Bolşevikler tarafından kullanılmasına öfkelenen Troçki, Bolşevikleri “hırsızlık” ve “yağmacılık”la suçladı ve “birtakım tedbirlere” başvurmakla tehdit etti. Gerçekte Bolşevikler partinin yayın organına sahip çıkmışlardı. Çünkü Pravda gazetesi 1910 MK plenumunda parti yayını olarak tescil edilmişti.
Pravda ismini kaybetmesi ve 1912 Bolşevik Prag konferansı Troçki’yi yeniden harekete geçirdi ve bütün Bolşevik karşıtlarının bir araya getirilmesi görevini üstlendi Menşevik Örgütlenme Komitesi’ni harekete geçirerek, Ağustos 1912’de Viyana’da bir konferans toplanmasını sağladı. “Ağustos Bloku” olarak adlandırılan Konferansa ( Troçkistler, Menşevikler (Motorcular), tasfiyeciler, Bund grubu, Vperyodcular, Letonya sosyal demokratları ve bir kaç küçük grup katıldı. Aralarında ideolojik, politik ve örgütsel hiçbir ortak nokta olmayan konferans katılımcılarının tek ortak noktası Bolşevik karşıtlığıydı. Konferans toplandığı anda dağılmaya başladı. Plehanov grubu konferansa katılmayı reddetti. Vperyodcular konferansın birinci günü toplantıyı terk ettiler. Troçkistler, Martovcular, tasfiyeciler, Letonya sosyal demokratları ve küçük gruplarla devam eden konferansta genel oy savunusu, III. Duman’ın tarım raporunun revizyonu, liberal aydınların (Kadetler) desteklenmesi ve örgütsel alanda legal işçi hareketinin yeniden biçimlenmesi gibi talepler öne çıkarıldı. Letonyalılar’ın 1914’teki kongrelerinde Ağustos Bloku’nu tasfiyeci olarak nitelendirip ayrılmasıyla Blok tümden çöktü.
Troçki Ağustos Bloku’yla istediği sonuca ulaşamasa da Bolşeviklere karşı mücadeleden vazgeçmedi. İçinde Troçki’nin de olduğu Tasfiyeci grup ve Rosa Luxenburg’un Tyszka grubu, RSDİP’de birliği sağlama amacıyla Aralık 1913’te Uluslararası Sosyalist Büro ’ya (USB) başvurdu. USB bu başvuruyu Aralık 1913 Londra oturumunda ele aldı. USB Raportörü yine Kautsky’di. Kautsky Bolşeviklerle Menşevikler arasındaki görüş ayrılıklarının çok önemli olmadığını, Lenincilerin tasfiyecileri sosyal demokrat kabul etmediğini, Rusya’da eski sosyal demokrasinin öldüğünü, geçmişe takılıp kalınmaması gerektiğini vb. tekrarladı. Rosa, Kautsky’nin Rusya’da sosyal demokrasinin öldüğü söylemini protesto etti. Tartışmalar sonucunda USB, tüm sosyal demokratlara Temmuz 1914’te, Brüksel’de birlik konferansı toplanması çağrısı yaptı. Bolşevikler Konferansa bir temsilciyle katıldı. Konferans geçmişin tartışılmasını verimsiz, zararlı olarak nitelendirdi. Görüş ayrılıklarının üzeri örtüldü. Ve parti kongresi toplanmasına karar verildi. Bolşevik ve Letonya sosyal demokrasisinin temsilcileri oylamaya katılmadı. Kongre toplanması kararı savaşın başlaması nedeniyle uygulanamadı.
Menşevikler ile Bolşevikler arasındaki ideolojik, politik ve örgütsel sorunları içeren mücadele RSDİP’in II. Kongresinde başladı. Başlangıçta mücadele Martov’la Lenin arasındaydı; daha sonra Menşevik safa geçmesiyle karşı cepheye Plehanov eklendi. Kongre sonrasında anti Bolşevik cephenin sözcülüğünü Troçki üstlendi. 1912’de kurmaya çalıştığı Ağustos Bloku’nun çökmesiyle ağır bir darbe aldı ve bu tarihten sonra üstlendiği rolü daha düşük bir enerjiyle Haziran 1917’ye kadar sürdürdü. Troçki II. Kongre’de Lenin’le karşı karşıya geldiğinde bu kavgadan galip çıkacağından çok emindi. Kongre sonrasında Bolşeviklerin işinin bittiğini ilan etti. “Rus Sosyal Demokrasisi ’nin İkinci Kongresi ’nde bu adam bütün enerji ve kendine özgü marifetleriyle bir oyunbozan gibi davrandı… Kongre çalışmasının ikinci döneminde, Lenin’in arkasında güvercin “Iskracılar”a karşı şahin “Iskracılar”ın yeni sağlam bir çoğunluğu vardı. Biz, Sibirya Birliği delegeleri olarak güvercinler arasındaydık… devrimci sicilimizi lekelediğimizi düşünmüyoruz. Yoldaşlar, ertesi gün Iskra’yı gömdük… O zamandan beri Iskra ’nın yerinde yeller esiyor. Artık ona geçmiş zamanla gönderme yapabiliyoruz” ( Tony Cliff Troçki- I-50)
Gericilik yıllarında Bolşevik ve Menşeviklerin işçi hareketi içinde kök salmadığını, hiçbir güçlerinin olmadığını iddia etti. Troçki’nin “bölücü” olarak nitelendirdiği Bolşevikler 1912’de kendi fraksiyonlarını parti olarak örgütleyip işçi hareketinde önemli bir güç haline geldiklerinde ise bunu (“Çok sayıda ileri işçi, politik olarak tam bir kafasızlık durumunda, sık sık bölünmenin gayretli ajanları haline geliyorlar” diyerek ) “çok sayıdaki ileri işçilerin” “kafasızlığıyla “açıkladı.
RSDİP’deki iç mücadeleyi ele aldığımız bu tarihsel kesitte Toçki savundukları ve yaptıklarıyla tam bir çelişki yumağıdır. Rusya’da devrimin başlangıçtan itibaren sosyalist bir devrim olması zorunluluğunu savundu, ama bu devrimin bir burjuva devrimi olduğundan hareketle iktidar sırasının burjuvazide olması gerektiğini savunan Menşeviklerle birlikte hareket etti. II. Kongrede Menşeviklerin liberal burjuvaziyi koşullu destekleme önerisinden yana oy kullandı, sonrasında liberal burjuvaziyle ittifakı ihanetle suçlayıp, şiddetle reddetti, ama liberal burjuvaziyle seçim ittifakı kuran Menşeviklerle birlikteliğini sürdürdü. Örgütsel alanda, her ne kadar “tanrı disiplinin belasını versin” dese ve Avrupa tipi daha gevşek (II. Kongre’de tüzüğün 1. maddesindeki tavrı), bir kitle partisini savunsa da illegal partinin dağıtılmasına karşı durdu, ama illegal partiyi reddeden tasfiyecilerle birlikteliğini sürdürdü. Hizipler üstü olduğunu ifade etti. Bu motto altında kendi hizbini yaratmaya çalıştı. 1903’ten 1917’ye kadar partideki Bolşevik karşıtı hizipleri bir araya getirmek için çalıştı, onlarla birlikler kurdu.
Troçki’nin bu çelişkili yolculuğu salt Lenin karşıtlığıyla açıklanamaz. İyi bir hatip olduğu, insanları kolayca etkileyebilecek bir kapasiteye sahip olduğu, kuşku götürmez. Buna rağmen onda eksik olan örgüt kurmadaki yeteneksizliğidir. Bütün çabalarına rağmen 1903-1917 yılları boyunca kendisinin dayayacağı bir örgüt kuramamıştır. Bu yetmezlik, eleştirilerine rağmen Troçki’yi Menşeviklerle işbirliğine mecbur etmiştir. Yukarda Martov’dan yaptığımız alıntı da bunu kanıtlıyor.
Troçki RSDİP içinde üstlendiği Bolşevik karşıtı bu rolü, 1929’da yazdığı “Sürekli Devrim” kitabının ön sözünde söyle gerekçelendirdi; “Parti içi duruşum uzlaşmacı bir duruştu. Bazı anlarda kesinlikle bu temelde gruplaşmalar kurmak için uğraşmıştım. Benim uzlaşmacılığım bir çeşit toplumsal- devrimci kadercilikten kaynaklanıyordu. Sınıf mücadelesinin mantığının, her iki hizbi de aynı devrimci çizgiyi izlemeye zorlayacağına inanı-yordum. Lenin ’in politikasının, uzlaşmaz ideolojik sınırların çizilmesinin ve gerektiğinde gerçek devrimci partinin çekirdeğinin birleştirilip çelikleştirilmesi amacıyla bölünme politikasının büyük tarihsel önemi, benim için hâlâ belirsizdi…
Ne pahasına olursa olsun, birlik uğruna didinirken, istemeden ve kaçınılmaz olarak Menşevizm ’in merkezci eğilimlerini idealize etmiştim. Üç kez tekrarladığım aralıklı çabalarıma rağmen Menşevikler ’le ortak görevde buluşamadım; zaten buluşamazdım da. Ne var ki eşzamanlı olarak uzlaşmacı çizgim beni Bolşevizm ’le daha sert bir çatışmaya soktu. Çünkü onlar, Menşevikler ’in aksine uzlaşmacılığı amansızca reddediyordu ve zaten başka bir şey de yapamazdı. Uzlaşmacılık platformunda hiçbir hizbin kurulamayacağı belliydi.
İşte alınan ders: Kaba uzlaşmacılığa dayalı amaçlarla bir siyasal çizgiyi parçalamak ya da zayıflatmak bağışlanamaz ve vahimdir. Zikzaklar çizerek sola kaydığında, merkezciliği şirin göstermek bağışlanamaz. Merkezciliğin arkasında dolanırken, gerçek devrimci düşünce ortaklığı içinde olduğumuz kişilerle görüş ayrılıkları abartılıp şişirilemez. Troçki’nin gerçek hatalarının gerçek dersleri bunlardır.” ( Sürekli Devrim-57)
1912’de Bolşeviklerin kendi fraksiyonlarını parti olarak örgütlemesiyle birlikte Bolşeviklerle Menşevikler ve Troçkistler arasındaki bu mücadele parti içi bir mücadele olmaktan çıktı. Ama Bolşevik parti içinde özellikle Ekim devrimi öncesin de başlayan iç mücadele devam etti. (devam edecek)