Komintern’in III. Kongresi
III. Kongre Öncesi Sovyet Rusya
Daha II. Kongre devam ederken Kızıl Ordu Polonya sınırına dayanmıştı. 1 Ağustos’ta Brest –Litovsky’nin ele geçirilmesiyle Varşova yolu da açıldı. Kızıl Ordu komutanları Varşova’ya kadar ilerlenebileceği ve Varşova’nın alınabileceğini önerdi. Troçki ve Stalin’in aksine Lenin bu görüşü destekledi. Halbuki Lenin, 1818’de Almanya’yla Brest-Litovsky görüşmeleri sırasında barış görüşmelerini sonlandırıp devrimci savaşı savunan Buharin’ı “devrimci gevezelik” yapmakla itham etmişti, ama şimdiki koşullar o günkünden çok farklıydı. O dönemde, Sovyet Rusya’nın birçok bölgesi emperyalist devletlerin işgali altındaydı, içeride beyaz ordular karşı devrim için hazırlanıyordu, üstelik savaşabilecek bir ordu da yoktu; çarlık ordusu dağılmış, Kızıl Ordu henüz kurulmamıştı, bu koşullarda Almanya’yla savaşmak devrimi tehlikeye almak anlamına geliyordu. Şimdi ise, durum farklıydı; emperyalist kuşatma kırılmış, Japonya hariç emperyalist devletler Rusya topraklarındaki birliklerini geri çekmişti. Beyaz ordular yenilmişti ve devrim, Kızıl Ordu gibi, savaşkanlığı ispatlamış bir orduya sahipti. Bu koşullarda muhtemel bir yenilgi Sovyet iktidarı için ölümcül tehdit olamazdı. Ama Polonya Sovyet Cumhuriyeti’nin ilanı geri çekilen Avrupa devrimini yeniden ateşleyebilir devrimi Almanya’ya taşıyabilirdi. Varşova’nın düşeceğine inanç o kadar büyüktü ki, “Kızıl Ordu sınırı geçer geçmez “Rus Komünist Partisi’nin ve Kızıl Ordu komutanlığının da katılımıyla geçici bir Polonya devrim komitesi” oluşturuldu ve komite ordunun peşinden gitmeye başladı” (Bolşevik Devrimi (BD ) III-201)
Beklenti Polonya işçilerinin “Kızıl Ordu’yu kurtarıcı” olarak selamlayacaklarıydı. Gelişmeler umulan gibi olmadı, Kızıl Ordu ağır bir yenilgiye uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Polonya Komünist Partisi’nin genel grev çağrısı sadece Dombrowa’da etkili oldu. Polonya işçi sınıfının, selamlamak bir yana, önemli bir kesimi Kızıl Ordu’ya karşı savaşmak üzere Polonya ordusunun saflarına katıldı. Uluslararası alanda tek destek Alman ve İngiliz işçilerinden geldi. Alman ve İngiliz işçiler Polonya ordusuna savaş malzemesi taşıyan gemilere mal yüklemeyi reddetti.
Sovyet Rusya ile Polonya arasında 12 Ekim’de ateşkes anlaşması imzalandı. Yenilginin Sovyet Rusya’ya maliyeti, Ukrayna ve Belarus topraklarının bir bölümünün Polonya’ya bırakılması ve devam eden Rusya İngiltere ticaret anlaşması görüşmelerinin ertelenmesi oldu.
Lenin Bolşevik Partinin X. Kongresine sunduğu raporda Varşova yenilgisi için şunları yazdı; “Başlattığımız saldırıda, neredeyse Varşova’ya kadarki hızlı ilerleyişimizde hiç kuşkusuz bir hata işlenmiştir. Şimdi bu hatanın stratejik mi olduğu, yoksa politik mi olduğunu araştırmak istemiyorum, çünkü bu bizi konudan çok uzaklaştırır -bunun geleceğin tarihçilerinin işi olduğunu, düşünüyorum, zorlu savaşta düşmana karşı kendisini savunmaya devam etmek zorunda olanların işi ise tarihsel araştırmalarla uğraşmaktan daha farklıdır. Fakat her hâlükârda bir hata yapılmıştır.” ((Lenin, Seçme Eserler IX–113)
1920 yılı sonunda dünya siyasetinde henüz bir istikrardan söz edilemese de, dünya burjuvazisi açısından kabus dolu yıllar artık geride kalmıştı. Sovyet Rusya ise, iç savaştan zaferle çıkarak, “savaştan barışçı inşaya geçiş” için bir “nefes molası” kazanmıştı. Lenin, Komünist Enternasyonal’in III. kongresinde uluslararası durumla ilgili bu noktaya dikkati çekti; “Uluslararası burjuvazinin şu anda Cumhuriyetimizden çok daha güçlü olduğunu ve bize karşı savaşı sürdürmesine ancak koşulların özgül bir kombinasyonunun engel olduğunu çok iyi anlıyoruz elbette. … Bizim için önemli olan istikrarsız bir dengenin varlığını saptamak ve şu anki durumun karakteristik belirtilerini dikkate alarak ve bizim için silahlı mücadele zorunluluğunun akşamdan sabaha gündeme gelebileceğini bir an bile unutmadan, taktiğimizi şu anki durumun özelliklerine uydurarak bu nefes molasından yararlanmaktır.” (age.-253)
Kazanılan bu nefes molasında Bolşevik Parti, bütün enerjisiyle iç cephede ağırlaşan, sorunların çözümüne yöneldi. İç cephede durum Sovyet iktidarını tehdit edecek boyutlardaydı; İç savaştan zaferle çıkan işçi sınıfı bu zaferi toplumsal, sınıfsal, siyasal ve ekonomik ilişkilerin alt üst olması pahasına kazandı. “Her şey savaş için, her şey zafer için” olduğu bir dönemde ekonomi büsbütün çöküntüye uğradı. Sanayi alt yapısı tahrip olmuş, hammadde ve yakıt yokluğu nedeniyle üretim yapılamaz durumdaydı. Sanayi üretimi 1913’teki düzeyin % 18 altındaydı. İşçi sınıfı güçten düşmüş, deklase olmuştu. Açlık işçileri, ya köye göç etmeye, ya da pazarcılık yaparak geçimlerini sağlayan küçük burjuvalara dönüştürmüştü. ( işçi sayısı devrimden önceki sayısı olan üç milyondan 1920’de 1,2 milyona inmişti.)
Kentte toplumsal denge işçi sınıfı aleyhine bozulurken kırda da küçük ve yoksul köylü aleyhine bozuldu. İç savaş sırasında zorunlu bir önlem olarak başvurulan tahıl zor alımı, hem tarımsal üretimin düşüşüne hem de spekülasyon ve kara pazar oluşmasına yol açtı. Tahıl zor alımı kırda nüfusun çoğunluğunu oluşturan orta köylülükle proletarya arasındaki ilişkiyi dinamitlemeye devam ediyordu. İç savaşın bitimi ve ordunun terhisi bu tabloyu daha da kötüleştirdi. Hem sanayideki çöküntü, hem de, tarımsal alanında yaşanan gerileme ve karaborsa kırla kent arasındaki; kırın tarımsal ürün fazlasını kente vermesi, kentin de bunun karşılığında kır’a ihtiyaç duyduğu sanayi ürünlerini sağlaması biçimindeki ekonomik ilişkiyi işlemez duruma getirdi. Bu ilişkinin bozulmasının yarattığı sorun sadece bir toplumsal-ekonomik (açlık, hastalık vb.) sorun değil, aynı zamanda işçi sınıfı ile köylülük arasındaki siyasal ilişkiyi dinamitleyen siyasal bir sorundu.
1921 yılı başında Rusya’yı betimleyen kelimeler, açlık, salgın hastalık, düzensizlik, kaos ve köylü isyanlarıydı. Ama bu kez köylü isyanları 1917 Şubat öncesi ve sonrasındaki gibi feodal ve kapitalistleşmiş toprak sahiplerine karşı değil, doğrudan Sovyet iktidarını hedef alıyordu. Bu isyanların en başında şüphesiz Mart 1921’deki Kronştadt isyanı gelir.
Şubat ve Ekim devrimlerinin en önemli sembollerinden biri olan Kronştadt, Ekim devrimi sonrasında Bolşeviklerin en önemli kalelerinden biriydi. İç savaş sırasında Kronştadt denizcilerinin önemli bir kısmı iç savaşın çeşitli cephelerinde (ordu ve Sovyetlerde) görev aldılar; bu durum Bolşeviklerin Kronştadt’daki gücünün zayıflamasına yol açtı, karşı devrimci faaliyet bu ortamda büyüdü.
İç savaşın Sovyetlerin zaferi ile sonuçlanacağının kesinleşmesi ile birlikte karşı devrim (Menşevik, SD’ler ve diğer burjuva partiler) Sovyet iktidarına karşı mücadele taktiklerini değiştirdi. Bolşevik’siz Sovyetler sloganı öne çıkartıldı. Kronştadt, karşı devrimin bu yeni taktiğinin tipik ve etkili bir örneği oldu. Devrimin iç savaş nedeniyle çözmeye vakit bulamadığı sorunlar ve kitlelerde öfke yaratan kimi zorunlu uygulamaların başarıyla kullanılması sonucu Kronştadt’ta ayaklanma başlatıldı. Ayaklanmacılar 1 Mart’ta yayınladıkları bildiride Bolşevik iktidarının devrilmesi ve proletarya diktatörlüğüne son verilmesi istemini öne çıkardılar, 2 Mart’ta “Kızıl Askerler ve İşçilerin Devrim Komitesi” adına iktidara el koyduklarını açıkladılar. Aynı gün Beyaz Muhafızların komutanı General Kozlovsk, Kronştadt savunmasının başkumandanlığına getirildi. Bolşevik Parti’nin sorunu görüşmeler yoluyla çözme girişimi sonuç vermeyince Kronştadt’ın savaş ilanına savaşla karşılık verildi, ayaklanma ezildi. Ayaklanmacıların kızıl birliklerin saldırısı karşısında emperyalist devletler ve beyaz ordulardan yardım talep etmeleri, ayaklanmanın niteliği konusundaki gri bulutları da dağıttı. Lenin 10. Kongrede Kronştadt’la ilgili olarak şunları söyledi; “Bu olay ne demektir? Siyasi iktidarın Bolşeviklerin elinden belirsiz bir yığışımın ya da görünürde Bolşeviklerden sadece birazcık sağda, hatta belki de Bolşeviklerden daha “sol’daki çeşitli unsurlardan oluşan bir ittifakın eline geçmesi demektir – Kronstadt’ta iktidarı ele geçirme girişiminde bulunan politik grupların toplamı böylesine belirsizdir işte. Hiç kuşku yok ki orada aynı zamanda beyaz generaller de —bunu hepiniz biliyorsunuz—büyük bir rol oynadılar. Bu tamamen kanıtlanmıştır.”(Seçme Eserler, Cilt- IX -124)
Sovyet Rusya ile Kapitalist devletler arasındaki ilişkilere gelince: 1921 yılı başından itibaren Sovyet Rusya ile emperyalist devletler arasında diplomatik ve ticari ilişkiler gelişmeye başladı. Ticari ilişkilerin geliştirme gerekliliği iki taraflı bir çıkar ilişkisine dayanıyordu. Sovyet Rusya’nın ekonomik çöküntüyü aşmak için sermaye, hammadde ve yakıta ihtiyacı vardı. Benzer bir durum, savaş nedeniyle ekonomileri çöken kapitalist ülkeler için de geçerliydi, onların da Sovyet kömürüne, madenlerine ve pazarına ihtiyacı vardı.
Kapitalist devletlerin savaş cephesinden diplomatik ve ticari ilişki cephesine geçişlerini motive eden esas etken ise, savaş yoluyla yıkılamayacağı belli olan Sovyet Rusya’yı diplomatik ve ticari ilişkiler yoluyla istikrarsızlaştırarak sonuç almaktı. Bu politikanın ilk belirtileri, Rusya içinde ve dışındaki karşı devrimci güçlerin yeniden toparlanmasına yönelik atılan adımlardı.
Mart 1921 İngiltere ile imzalanan ticaret anlaşmasını diğer ülkeler izledi. Yıl sonuna kadar Fransa ve ABD hariç diğer ülkelerin çoğu (Avusturya, İtalya, İsviçre, Çekoslovakya, Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, İsveç, Norveç, Almanya, Türkiye, İran, Afganistan vb.) İngiltere’yi izleyerek Rusya ile dostluk ya da ticari ilişkileri geliştirme anlaşmaları imzaladı. Şubat 1921 Polonya ve Romanya ile Sovyet Rusya’ya ve Almanya’yı hedef alan “küçük antant” adı verilen bir anlaşma imzalayan Fransa, Çarlıktan kalan borç senetlerini ödemediği, ABD ise “özel mülkiyetle ilgili sağlam garantiler vermediği sürece” Sovyet Rusya ile ticari ve diplomatik ilişki kurmayacağını açıkladı.
İngiltere’yle imzalanan ve diğer ülkelerle imzalanan anlaşmalarda da bir biçimde yer alan madde, Sovyet İktidarının izleyeceği uluslararası politikayla, Komintern’in izleyeceği politika arasında ince bir ayar yapılması gerektiğini ortaya koyuyordu. “İki taraf da birbirlerine karşı düşmanca eylem ve taahhütlere girmekten ve kendi sınırları dışında sırasıyla İngiliz İmparatorluğu’nun ya da Rus Sovyet Cumhuriyeti’nin kurumlarına karşı dolaylı dolaysız olarak resmi propaganda faaliyeti yapmaktan kaçınacaklardır; daha özelde Rus Sovyet hükümeti, özellikle Hindistan’da ve bağımsız Afganistan devletinde, Asya’daki halklardan herhangi birinin İngiliz çıkarlarına ve İngiliz İmparatorluğu’na karşı herhangi bir düşmanca eyleme girmesi için teşvik etmeye yönelik askeri, diplomatik ya da başka türlü bir eylem ve propaganda da bulunma girişimlerinden kaçınacaktır. İngiliz Hükümeti de eski Rus İmparatorluğu’nun bir parçası iken artık bağımsız olan ülkeler konusunda Rus Sovyet Hükümeti’ne benzer bir taahhütte bulunmaktadır.”(BD-III-270)
Öte yandan savaştan diplomasiye geçiş, Sovyet iktidarının bütün gücünü iç cepheye verme olanaklarını artırdı. Yeni ekonomik politika NEP bu koşullarda, Sovyet iktidarının içine düştüğü ekonomik ve politik krizden kurtulmasının bir yolu olarak Bolşevik Parti’nin gündemine girdi. Ve RKP(B)’nin 8-16 Mart 1921 tarihinde toplanan X. Kongresi’nde NEP uygulamasına geçişe karar verildi. Kongrede yaptığı konuşmada Lenin, “ülkenin yıllar boyunca güçlerini sadece savaş görevleriyle harcadığını”, “ elindeki son imkanları, kıt rezervleri ve destek araçlarını bu amaç için kullandığını”; kapitalizme cepheden saldırı döneminde “pek çok hata yapıldığını”; bütün bunların işçi sınıfının gerilemesine ve işçi köylü ittifakının dumura uğramasına yol açarak, Sovyet iktidarını tehlikeye düşürdüğünü vurguladıktan sonra NEP’e geçiş zorunluluğunu söyle gerekçelendirdi; “Yoldaşlar, zoralım yerine bir verginin konması sorunu öncelikle ve esas olarak politik bir sorundur, çünkü bu sorunun özü işçi sınıfının köylülükle ilişkisinden ibarettir. Bu sorunun ortaya konmuş olması, birbiriyle mücadele etmesi ya da birbiriyle anlaşması tüm devrimimizin kaderini belirleyen bu iki temel sınıfın ilişkisini yeni ya da daha doğrusu, daha dikkatli ve daha doğru tamamlayıcı bir şekilde gözden geçirmek ve belli bir revizyona tabi tutmak zorunda olduğumuz anlamına gelir. …
Diğer ülkelerde devrim başlamadıkça, Rusya’da sosyalist devrimi ancak köylülükle bir anlaşmanın kurtarabileceğini biliyoruz. Tüm toplantılarda, tüm basında da dobra dobra böyle konuşmak gerekir.” ( age cilt-IX-133-134)
NEP üç alanda bir geri çekilmeyi öngörüyordu. Bunlardan birincisi, sanayi alanında devrimden hemen sonra devletleştirilen küçük ve kimi orta sanayi işletmelerinin devletleştirilmesinden vazgeçilmesiydi. Bu işletmeler ya eski sahiplerine, ya da, başka özel şahıslara kiralandı. Bu alanda bir diğer önlem de devlet ve özel şahısların yer aldığı karma işletmelerin kurulması, Sovyet Rusya ile iş yapmak isteyen yabancı şirketlere bir takım imtiyazlar verilmesiydi. Lenin bu imtiyazlar hakkında şunları yazdı; imtiyazlarla “Dünya kapitalizmine belli bir “haraç” ödüyoruz, bir bakıma kendimizi “bedel ödeyerek” ondan “kurtarıyoruz” ve buna karşılık belli bir ölçüde Sovyet iktidarının derhal sağlamlaşmasını, ekonomimizin yönetimi için koşulların iyileşmesini elde ediyoruz.” (age. IX -209)
Bu önlemlerin kaçınılmaz devamı, işçi çalıştırmaya getirilen sınırlamanın genişletilmesi ve işçi denetiminin mülkiyet ve idari alanları kapsam dışına bırakacak biçimde yeniden düzenlenmesi oldu. NEP’den önce Ocak 1920’de çıkartılan bir VTsIK kararnamesi ile 16-50 yaş arasında çalışabilir herkese çalışma zorunluluğu getirilmişti, NEP’e geçişle birlikte bu zorunluluğa belli koşullar altında işten çıkarmaların yasal hale getirilmesi ve işletmelerin kârlılık esasına göre düzenlenmesi eklendi. Sanayideki bu önlemleri, ekonominin yeniden organizasyonunda ve devlet aygıtında uzmanlardan ve teknisyenlerden daha fazla yararlanılması izledi.
İkinci geri adım tarımla ilgiliydi; tarımda ürün fazlasının zoralımı yerine ayni vergi uygulaması getirildi. Buna göre çiftçi toprağını işleyecek, bunun karşılığında miktarı önceden belirlenen bir vergiyi ayni ya da nakdi olarak devlete ödeyecekti. Ödediği vergiden sonra eline kalan ürünü yerel pazarda satabilecekti.
Üçüncü adım bu iki adımın zorunlu bir gereğiydi ve meta ticaretinin serbest bırakılmasını öngörüyordu. Başlangıçta yerel pazarla sınırlanan ticaret serbestisi, giderek ulusal pazarı kapsadı ve genel bir ticaret serbest haline geldi.
Bütün bu önlemler iki temel hedefin gerçekleştirilmesi ile bağlantılıydı. Bu hedeflerden birincisi, işçi sınıfı ile köylülük arasında bozulan ilişkinin yeniden kurulması ki, NEP’in tarımsal alanda öngördüğü önlemlerin anlamı buydu. Bu, mevcut koşullar altında proletarya diktatörlüğünü ayakta tutma ve sağlamlaştırmanın tek olanaklı yoluydu. İkincisi, sosyalizmin maddi temeli olan büyük sanayinin kurulmasıydı.
Lenin mevcut durumda bir çıkış yolu olarak gördüğü NEP’in kırda ve kentte kapitalizmin gelişmesine yol açacağını vurgulamaktan da geri durmadı. RKP(B)’nin Taktiği Üzerine Komünist Enternasyonalin 3. Kongresi’nde yaptığı konuşmada, NEP ile kapitalizm arasındaki ilişkiye değinerek şunları söyledi; “Ayni vergi elbette ticaret özgürlüğü demektir. … Bu mübadele özgürlüğü kapitalizm özgürlüğü demektir. … Bu, devlet kapitalizmidir. Ancak iktidarın sermayenin elinde bulunduğu bir toplumda devlet kapitalizmi ile proleter devlette devlet kapitalizmi iki farklı şeydir.” (age, s. 264)
Lenin bu farkı ise şöyle açıkladı; “Devlet kapitalizmi bizim sınırlayabileceğimiz, sınırlarını bizim tespit edebileceğiniz kapitalizmdir; bu devlet kapitalizmi devletle bağlıdır, devlet ise işçilerindir, işçi sınıfının ileri kesimidir, öncüsüdür, biziz.” (age-s.370)
Lenin Ticaret özgürlüğünün taşıdığı tehlikeyi Kronştadt olayını hatırlatarak; “Ticaret özgürlüğü başlangıçta Kronstadt’taki gibi Beyaz Muhafızlarla bağlantılı olmasa bile, kaçınılmaz biçimde bu Beyaz Muhafızlığa, sermayenin zaferine, tam restorasyona yol açacaktır. Ve tekrar ediyorum, bu politik tehlikeyi iyice bilince çıkarmalıyız.” (Cilt- IX -124)
Lenin bu “ölüm kalım mücadelesinde” belirleyici halkanın komünist partinin ve devlet aygıtının sağlamlaştırılması olduğunu söyledi. NEP döneminde vurguyu, sürekli olarak, partinin yabancı unsurlardan; “dolandırıcılardan, bürokratlaşmışlardan, dürüst olmayanlardan, kararsız komünistlerden ve “önyüz”lerini yeni boyamış fakat içi Menşevik kalmış olan Menşeviklerden” arındırılması, devlet aygıtının iyileştirilmesi, emeğin toplumsal örgütlenmesinin yükseltilmesi ve emeğin üretkenliğinin artırılmasına yaptı.
X. Kongre, Lenin’in parti krizi olarak nitelendirdiği, bölünmelere yol açacak bir noktaya varan kimi görüş ayrılıklarını ele aldı, fraksiyonculuğu yasaklayarak, parti birliğini yeniden sağladı. (Bu konu yazının daha sonraki bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.)
III. Kongre Öncesi Komünist Enternasyonal
Gerek II. Kongre öncesi gelişmeler; Kapp darbesinden sonra Almanya’daki ayaklanmaların Avusturya’da ve diğer ülkelerdeki grevlerinin ezilmesi, gerekse II. Kongre sonrasında Kızıl Ordu’nun Polonya karşısındaki yenilgisi ve Kuzey İtalya’da fabrika işgallerinin ezilmesi işçi hareketinde yenilgilere bağlı geri çekilişin sürdüğünü gösteriyordu.
Enternasyonal’in II. Kongresi seksiyonların önüne 21 Koşul’un gereklerinin yerine getirilmesi; Şoven ve Merkez unsurlardan arınılması ve kitle bağlarının güçlendirilmesi görevini koymuştu. Bu görev doğrultusunda Avrupa’nın üç büyük partisi kendi kongrelerini düzenlediler. Komintern’e üyelik sorununu henüz çözmemiş olan USPD, Ekim 1919’da olağanüstü kongresini Halle’de topladı. Kongreye KEYK adına Zinovyev katıldı. Parti sağ kanadı Zinovyev’in katılımını, ünlü Menşevik Martov’u davet ederek dengeledi. Kongrede parti sağ’ı ile sol kanat arasında sert tartışmalar yaşandı. Sağ kanat liderleri konuşmalarında Bolşevik Parti’yi toprak sorununun çözümünde izlediği yol ve Menşevik ve SD’lere yönelik baskıları gündeme getirerek eleştirdiler. Komintern’i ise, 21 Koşul’un kabulünün Moskova’nın diktatörlüğüne buyun eğmek olduğunu ileri sürerek eleştirdiler. Sol kanat bu eleştirilere karşı çıkarak 21 Koşul’u savundu. Aslında partide yaşanan sorun proletarya diktatörlüğü ve devrimci parti konusundaki derin görüş ayrılıklarıydı; ileri sürülen eleştiriler, ayrılığın bu gerçek temelinin üzerini örtmeye yönelikti. Kongre sonunda Komünist Enternasyonal’e katılma, 21 Koşul’un kabulü ve KPD ile birleşme önerisi 156’ye karşı 237 oyla kabul edildi. USDP ve KPD, Aralık 1920’de Berlin’de yapılan kongrede, Almanya Birleşik Komünist Partisi (VKPD) adı altında birleşti. Kongre, Komünist İşçi Partisi ile birleşme önerisini ise reddetti. Kongrelerin toplandığı tarihlerde sendikacılarla görüşmek amacıyla Berlin’de bulunan Sovyet sendikaları temsilcisi Lozovski, Avrupa işçi hareketinde egemen olan düşünceyi şu sözlerle ortaya koyuyordu; “Birkaç ay önce Almanya’da Alman işçileri ile konuşurken, toplantılara genellikle Scheidemann’ın destekçileri katılıp şöyle diyorlardı: “Tamam, siz Ruslar Almanya’da devrimden bahsediyorsunuz. Peki, biz Almanya’da bir devrim yapalım, ama ya Fransa’da devrim olmazsa?” O sırada bir Fransız arkadaş da ayağa kalkıp göğsünü yumruklayarak şöyle diyordu; “Biz devrim yaparız yapmasına da ya diğer ülkelerdeki yoldaşlar yapmazsa ne olacak?” Bunun üzerine, diğer oportünistler kadar endişeli ve ürkek olan İtalyan oportünistleri şöyle diyorlardı: “Sizin için devrimden bahsetmek kolay. İtalya devrim yapar, ama kömürü İngiltere’den alıyor. Kömürsüz nasıl yaşarız?” Yani mahşere kadar birbirlerini bekleyecekler” ( BD-209)
21 koşul ve Komünist Enternasyonal’e katılma sorunu Aralık 1920’de Fransa Sosyalist Partisi’nin Tours Kongresi’nde de görüşüldü. Vize verilmediği için KEYK’nin hiçbir üyesinin katılamadığı kongreye, illegal yola Fransa’ya geçen Klara Zetkin katıldı. Kongre, USDP kongresinin bir benzeriydi. Orada yapılan konuşmalar bu kongrede de tekrarlandı. Zetkin kongrede yaptığı konuşmada Fransız sosyalistlerine şöyle seslendi; “İleri gitmek için güçlü, birleşik, merkezileşmiş ve yüksek disiplinli bir parti yaratmalı ve açıkça Üçüncü Enternasyonal’e bağlılığımızı ilan etmelisiniz” (Lenin ve Komünist Enternasyonal, Sorun Yayınları -100 )
Kongrede, Enternasyonal’e katılma ve 21 koşulun kabul edilmesi, 1308 karşı, 150 çekimser oya karşı, 3247 oyla kabul edildi. Partinin adı Fransız Komünist Partisi olarak değiştirildi. Kongreyi terk eden sağcılar yoluna Fransız Sosyalist Partisi olarak devam etti. Fransa Sosyalist Partisi önce İkibuçukuncu Enternasyonal (Viyana Enternasyonali) olarak anılan Uluslararası Sosyalist Partiler Birliği’ne, ardından 1922’de II. Enternasyonale katıldı.
İtalyan Sosyalist Partisi, kendi içinde üç akımı (Şoven, Merkez ve Sol) barındırdığı halde I. Kongreden itibaren Komintern üyesi olan tek partiydi. Eylül 1919’da Kuzey İtalya’da patlak veren fabrika işgallerinin yenilmesinin önemli nedenlerinden biri de partideki bu bölünmüşlük ve bunun yol açtığı kararsızlıktı. Şüphesiz bu yenilgide asıl sorumluluk Serrati grubuna aitti. Ancak, yenilgide, fabrika işgal hareketinin “devrimci olmadığını” ileri süren sol kanat lideri Bordiga’nın da önemli bir payı vardı. Lenin Alman devrimindeki talihsizliğin İtalya’da da yaşandığını belirtti; “İtalyan partisi hiçbir zaman gerçek devrimci bir parti olmadı. İtalyan partisinin en büyük talihsizliği, Menşevikler ve reformistlerden bölünmeyi daha savaştan önce hayata geçirmemesi ve bunların partide kalmaya devam etmesi olmuştur.”
Enternasyonal’in II. Kongresinde alınan karar gereği İtalyan Sosyalist Partisi’nin kongresi Ocak 1921’de Leghorn’da (Livorno Kongresi) toplandı. Kongreye KEYK adına Rakosi ve Kabakçiyev katıldı. Kongrede sağ kanat Turati, Merkez, Serrati ve sol kanat Bordiga tarafından temsil edildi. Kongrede en büyük grubu oluşturan Merkez’in, yani Serrati’nin tavrı belirleyiciydi. Serrati grubu 21 Koşulu kabul etmekle birlikte, Sağ’ın partiden ihraç edilmesine karşı çıktı. Bu, 21 Koşul’un 21. Maddesinin reddi demekti. Tartışmalarda uzlaşma sağlanamadı. Yapılan oylamada Komintern’e katılma önerisi oy çoğunluğuyla reddedildi. Sol kanat (Bordiga) partiden ayrılarak İtalya Komünist Partisini kurdu. KEYK İtalyan Komünist Partisi’nin üyeliğini kabul etti.
II. kongrenin ardından birçok ülkede ( Çin, Güney Afrika, Belçika, Kanada, Luxemburg, İsviçre, Filistin, Portekiz, Yeni Zelanda, Çekoslovakya) yeni komünist partileri kuruldu. Çekoslovakya Sosyal Demokrat Partisi’nden farklı zamanlarda ayrılan Hırvat, Sloven, Çek ve Alman sol gruplarının bir araya gelmesiyle Mayıs 1921’de kurulan Çekoslovakya Komünist partisi, Komintern’e üye partiler içinde RKP(B) ve KPD(V) den sonra en kitlesel partiydi.
1921 yılı içinde Komintern tarihinde etkili olan iki önemli gelişmeden biri Ocak 1921’de KPD’nin diğer parti ve sendikalara gönderdiği “Açık Mektup”, diğeri ise, Mart 1921 Almanya’daki ayaklanma girişimiydi. Rosa, Liebknecht ve Jogiches’in öldürülmelerinden sonra KPD başkanlığına Paul Levi getirildi. Levi, MK’nin Kapp darbesi sırasındaki yanlış tutumunu hapisten gönderdiği mektuplarla eleştirdi. Aralık 1919 kongresinde Sol’un partiden atılmasında ve Aralık 1920’de USDP sol kanadıyla birleşerek KPD’nin kitlesel bir parti haline gelmesinde büyük katkıları oldu. Levi, 1921 Ocağında yeni bir girişimde bulunarak SDP, USDP, KAPD ve sendikalara “Açık Mektup” yayınlayarak İşçi sınıfının acil çıkarları için eylem birliği çağrısı yaptı. “Açık Mektup”, Almanya’da yaşanan krizin işçi sınıfı üzerindeki yıkıcı etkilerinden hareketle, ücretlerin, işsizlik ödeneklerinin artırılması, hayat pahalılığının önlenmesi, ihtiyaç maddeleri üzerine işçi denetiminin kurulması, karşı devrimci burjuva örgütlerin dağıtılması, proleter savunma örgütlerinin kurulması, siyasi tutukluların serbest bırakılması, Sovyet Rusya ile ticari ve diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi vb. içeriyordu.
“Açık Mektup ”ta, KPD’nin proletarya diktatörlüğü hedefinden vazgeçmediği özellikle vurgulandı; “Hareket için bu temeli öne sürerken, bu taleplerin yığınların sefaletine bir son veremeyeceği yolundaki görüşümüzü bir an bile gizlemiyoruz. Komünist parti, kitleler arasında diktatörlük için mücadele fikrinin propagandasını sürdürme hakkından vazgeçmeden, işçi sınıfının desteklediği diğer partilerle bu talepleri kazanmak için ortak hareket etmeye hazırdır.” (Kaybedilmiş Devrim-263)
“Açık Mektup ’ta ileri sürülen taktik, her iki halde de komünistlerin lehindeydi. Sosyal demokrat partilerin açık mektupta yer alan talepler doğrultusunda komünistlerle birlikte hareket etmeleri durumunda bundan kazançlı çıkacak olan işçi sınıfı hareketi ve komünistlerdi. Sosyal demokratların komünistler hakkında ileri sürdükleri yalan ve iftiralar deşifre olacaktı. Reddetmeleri durumunda ise, işçi hareketini bölenin komünistler değil sosyal demokratlar olduğu en geri işçilerin nezdinde açığa çıkacaktı.
“Açık Mektup” işçi sınıfı içinde, özellikle USDP tabanında kısmen etkili olsa da, SDP, USDP yöneticileri tarafından görmemezlikten gelindi. KAPD ise burjuvaziyle uzlaşma arayışı olduğunu ileri sürerek açık mektuba karşı saldıra geçti. Açık mektuba karşı KPD içinde de benzer bir tepki oluştu. KPD içindeki sollar, Fischer ve Maslow Levi’yi sağcılık ve uzlaşmacılıkla suçladılar. Açık mektup KEYK 22 Şubat 1921 toplantısında görüşüldü. Zinovyev açık mektupta yer alan görüşlerin “tamamen gayri-pratik” olduğunu, sosyal demokrat partilerle hiçbir biçimde birlikte iş yapılamayacağını söyledi, Buharin ise açık mektubu “devrimci olmaya bir hareket” olarak nitelendirdi. KEYK’nin bu tutumundan sonra KPD de açık mektuba karşı cephe daha da genişledi.
Lenin “Açık Mektup ’un “örnek bir siyasi inisiyatif” olduğunu söyledi. ”çünkü, işçi sınıfının çoğunluğunu fethetmeyi hedefleyen bir politik yöntem olarak ilk hareketi. Proletaryanın hemen hemen tamamının örgütlü olduğu Avrupa’da işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak zorunda olduğumuzu anlamıyorlar – bu insanlar komünist hareket için kayıptır ve üç yıllık devrim sürecinde öğrenemediklerini bir daha hiç öğrenemeyecekler.”
Açık Mektup’a KEYK ve KPD içinde büyüyen karşıtlık, 1921 yılı başında komünist harekette etkili olmaya başlayan saldırı teorisinin de temeli oldu. Saldırı teorisi ilk olarak KPD’de uygulandı. Açık mektubu yayınladığı için parti içinde Levi’ye karşı bir tepki oluşmuştu. Bu tepki Levi’nin Şubat 1921 İtalyan Komünist Partisi’nin Livorno kongresinde yaptığı konuşmayla daha da pekişti. Kongre’de Levi KEYK temsilcilerinin aksine sağcıların partiden tasfiyesine karşı çıkan Serrati’nin görüşünü desteklemişti. İtalya’dan Berlin’e geçen KEYK temsilcileri Rakosi ve Kabakçiyef , KPD MK plenumunun toplanmasını istedi. Plenumda, Levi’nin 21 koşulu ihlal ettiği gerekçesiyle kınanması önerisi 23’e karşı 28 oyla kabul edildi. Bu 21 koşulun üye bir partiye karşı ilk uygulamasıydı. Hâlbuki bu önlem, parti kongresinde aynı maddeye açıkça muhalefet eden Serrati’ye karşı uygulanmamıştı. Plenumun ardından Levi ve aralarında Zetkin’in de bulunduğu dört kişi MK’dan istifa etti.
KEYK Rakosi ve Kabakçiyev’in Moskova’ya dönmesinden sonra Bela Kun’la birlikte üç temsilciyi KPD’nin yeniden yapılandırılması için Berlin’e gönderdi. KPD MK’si yeniden oluşturuldu, parti başkanlığına Brandler getirildi. Bu operasyonla “saldırı teorisi”nin önündeki esas engel de kaldırıldı. “Saldırı teorisi” propaganda döneminin bitiği, hareket zamanının geldiği tespitine dayanıyordu. Bu tespite dayanak olarak gösterilen ise (USDP sol kanadıyla, KPD’nin birleşmesiyle) KPD(V)’nin üye sayısının 350-400 bine ulaşması, bunun da 1,5 milyon işçiyi harekete geçirebileceğiydi. Bu teori Mart 1921’de denendi.
1921 Mart “Çılgınlığı”
KPD’nin en güçlü olduğu kentler, Orta Almanya’nın Halle ve Merseburg kentleriydi. 1921 Şubat’ın da yapılan Prusya parlamento seçimlerinde KPD 240 bin oy almıştı. Bu iki sosyal demokrat partinin(SDP ve USDP) aldığı toplam oydan (147 bin) daha fazlaydı. Bu eyalet KPD’nin işçi sınıfının çoğunluğunu elde ettiği ülkedeki tek eyaletti ve KPD ayaklanmayı bu eyalette başlatma karar aldı. Ayaklanmayı öne çeken bir gelişme, Mart ortasında eyaletin sosyal demokrat başkanı Horsing’den geldi. Horsing Komünist Partisi’nin gücünü kırmak için sendikaların rızası olmadan yapılacak grevlere müdahale edeceğini açıkladı. KPD bu kararın işçilerin öfkesini artıracağını düşünerek ayaklanma hazırlıklarını hızlandırdı. KAPD ile anlaşarak ayaklanmanın başına Max Hoelz getirildi. Zamanında KPD’den solcu olduğu için atılan, daha çok KAPD’ye yakınlığı ile bilinen Hoelz, 1920 Martında Kapp darbesine karşı verilen mücadelede Vogtland’da Kızıl Ordunun komutanlığını yapmıştı. Hoelz, başlangıçta kurduğu 400 kişilik müfrezeyi bütün eyaleti dolaşarak 2,500 kişiye çıkardı. KPD 18 Marta işçilere silahlanma, 20 Martta genel grev çağrısı yaptı. Halle’de 2 bin işçi Hoelz’un güçlerine katıldı. İşçiler, 20 bin işçinin çalıştığı Leunea fabrikasını işgal etti. Hamburg limanını ele geçirdi. Hoelz bağlı müfrezeler, işçileri kışkırtıp, ayaklanmaya katılmalarını sağlamak için birçok yeri (belediye binaları, polis karakolları, demir yolları vb.) bombaladılar. Kızıl Ordu ile Polis gücü Ammendorf’da karşı karşıya geldi. Kısa süren bir çatışmanın ardından kızıl ordu yenildi. Polis dağılan grupları kovaladı. Bilindik sahneler yaşandı işçiler kurşuna dizildi, tutuklandı, grevci işçilere iş yasağı getirildi, Komünist Parti’nin üyeleri tutuklandı, Rote Fahne kapatıldı. Devlet yeni baskı yasalarıyla tahkim edildi. SDP ve USDP hiç kimseyi yanıltmadı, yine ayaklanmanın karşısında yer aldı.
Ayaklanmadan sonra KPD’nin üye sayısı yarı yarıya azaldı. “Saldırı teori”sine göre 500 bin komünist 1,5 milyon işçiyi harekete geçirecekti, ayaklanma bunun tersini gösterdi; tüm Almanya’da KPD’nin grev çağrısına uyan işçilerin sayısı 200 bin civarındaydı. (KEYK ayaklanmadaki sorumluluğunu azaltacağı varsayımıyla sayıyı 500 bin olarak açıkladı.) Birçok fabrikada işçiler greve katılmak bir yana, bizzat grevin engellenmesinde rol aldılar.
Dünya işçi hareketi deneyimi, zaferin ancak kitle hareketiyle devrimci hareketin kesişme noktasını yakalandığını gösteriyor. Alman işçi ve komünist hareketi Kasım 1918’den bu yana bu birlikteliği bir türlü sağlayamadı. Kasım 1918’den Mart 1920’ye kadarki süreçte kitle hareketi öndeydi, komünist hareket bu harekete önderlik edemedi, kitle hareketinin arkasından sürüklendi. Mart 1921’de ise durum farklıydı, KPD kitlelerin kendini destekleyeceği umuduyla harekete geçti ancak kitle hareketi gerilemişti. Uyumsuzluk bu kez tersten geldi ve bir kez daha yenilgiyle sonuçlandı. Ama bu kez yenilen kitle hareketinden çok, tek başına devrimi yapabileceğini sanan komünist partiydi.
Şüphesiz, komünist partisinin kendi eylemi ile kitleleri harekete geçirebileceği durumlar mutlak anlamda reddedilemez, böyle bir vargı komünist partinin devrimdeki rolünün reddedilmesi olur. Sınıf mücadelesinde bazen, “fırtına öncesi sessizlik” gibi, kararsız bir dengeyi ifade eden öyle durumlar ortaya çıkar ki, böyle bir durumda öncünün ileri atılması bir devrimi tetikleyebilir ve zaferi getirebilir. Böylesi durumlar, niyetle değil sınıf ilişkilerinin nesnel değerlendirilmesiyle, çoğu durumda da devrimci sezgiyle saptanabilir. Ancak 1921 Mart’ında Almanya’daki durum böyle bir durumdan çok uzaktı. Var olan “fırtına öncesi bir sessizlik” değil, yaşanan yenilgilerin, kırılan ümitlerin ardından dinen bir fırtınanın yol açtığı bir sessizlikti. Teoriyi bir eylem kılavuzu olarak kullanma yoksunluğu, çok daha önce, “partiyi tek başına savaşa sokmak cinayettir” diyen Lenin’i yine haklı çıkarttı.
Mart yenilgisinin yarattığı sarsıntı Komintern’e de yansıdı. Komintern Yöneticileri, Zinovyev, Buharin, Radek ve Bela Kun KPD’nin Mart Eylemi’nin örgütlenmesinde doğrudan ya da dolaylı olarak yer aldılar.
Levi 29 Mart’ta Lenin’e yazdığı bir mektupta, Bela Kun’un Zetkin ve kendisiyle buluşup onlara şöyle dediğini anlatıyordu; ‘Rusya çok zor durumda (köyde ayaklanmaları ve Kronştadt ayaklanmasına yol açan geniş çaplı bir kıtlık vardı) Batı’daki hareketin yardımı mutlak bir zorunluluktur. Ve bu nedenle Alman Komünist Partisi harekete geçmek zorunda.” (Kaybedilmiş Devrim -264 )
Zetkin’in III. kongrede yaptığı konuşma da Kun’un, dolayısıyla Komintern yöneticilerinin Mart olayındaki rollerini ortaya koymaktadır; “Bana göre Levi olayı salt disiplin sorunundan ibaret bir olay değildir her şeyden önce ve esas olarak siyasi bir sorundur. … Enternasyonal yürütme komitesi temsilcileri, Mart Eylemi’nin gerçekleştiriliş tarzı konusunda önemli bir sorumluluğa sahiplerdir, yanlış sloganlardan, partinin, ya da, daha doğru bir ifade ile Zantrall’nin (MK-y) yanlış siyasi tavrından büyük ölçüde yürütme komitesi temsilcileri sorumludur.” (Tony Cliff-IV- 134)
Ayrıca KEYK’nin KPD’ye gönderdiği mektuptaki şu övgü dolu sözler de bir itiraf niteliğindedir; “Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi size şunu söylüyor: Doğru hareket ettiniz, işçi sınıfı asla tek bir hamlede zafere erişemez. Alman işçi sınıfının tarihinde yeni bir sayfa açtınız.” (age-131)
Lenin Mart Eylemi’ni ve bu eylemi savunan diğer partilerdeki (Avusturya, İtalya, Fransa, Çekoslovakya) solcuları ser bir biçimde eleştirdi. Eylemin ardından Levi ve Zetkin’e şunları yazdı; “Son grevler ve ayaklanma hareketleri ile ilgili hemen hiçbir şey okumamıştım. Yürütme’nin bir temsilcisi ‘Ruslara yardım etmek için’ çılgınca bir ultra sol acil eylem taktiği öne sürünce kulaklarıma inanamadım: bu temsilci (Kun) genellikle sola çok uzaktır. Kanımca, bu gibi durumlarda, izin vermeyip protesto etmeli ve konuyu hemen tam katılımlı bir yürütme toplantısı önüne taşımalısınız.” ( Kaybedilmiş Devrim-272)
Yine Lenin Komünist Enternasyonal’in III. Kongresinde yaptığı konuşmada “Eğer kongre bu tür hatalara, böylesi ‘sol’ budalalıklara karşı kararlı bir saldırıya girişmeyecekse, hareketin bütünü yenilgiye mahkum olmuş demektir. … Tüm proleterlerin hemen hepsinin örgütlenmiş oldukları Avrupa’da, işçi sınıfının çoğunluğunu saflarımıza kazanmak zorundayız ve bunu anlamayanların komünist harekete yapabilecekleri bir katkı yoktur; bundan ders çıkarmamış biri hiçbir şeyden ders çıkaramayacaktır” (Cliff-136)
Levi, Mart Eylemi’ni “tarihteki en büyük Bakuninci darbe “ olarak nitelendirerek KPD’den ayrıldı. Yayınladığı “Bizim Yolumuz” broşüründe KPD ve Komintern’i suçladı. Hedefinde KPD MK’si ve Komintern’in Avrupa’ya gönderdiği görevliler vardı: “Biz, faaliyet yürüttükleri her ülkede bu delegelere yönelik hoşnutsuzluğun aşağı yukarı aynı olduğuna inanıyoruz. … Bunlar asla o ülkenin Merkez komitesi ile işbirliği içinde çalışmıyorlar; bunun yerine onun arkasında ve çoğu kez ona karşı faaliyet yürütüyorlar … Yürütme Komitesi yalnızca Rusya’nın kendi sınırları ötesinde uzanan bir kol gibi işlemektedir -bu kabul edilemez bir durumdur.” (age-131)
Komünist Enternasyonal III. Kongresi, Enternasyonal’e karşı düşmanca faaliyetleri, partiyi böldüğü ve disiplinini çiğnediği suçlamasıyla, Levi’nin KPD ve Komintern’den ihracına karar verdi.
III. Kongre
Komintern’in II. Kongresi ile III. Kongre arasında gelişmeler; Kızıl Ordunun Polonya ordusuna yenilmesi ve Alman Mart Eylemi yenilgisi dünya devriminin bir geri çekilme sürecine girdiğini gösteriyordu. Geri çekilme, Sovyet Rusya’da NEP’in uygulamaya konulması ve Komünist Enternasyonal’de birleşik işçi cephesi taktiğine geçiş olarak belirginleşti. III. Kongre bu geri çekilmenin taktiklerini belirledi ve kayıt altına aldı.
Zinovyev III. Kongreden bir süre sonra, 1922 Şubatında genişletilmiş KEYK oturumunda kongre sırasında alaçıkça söylenmeyenleri söyledi. “Sovyet Rusya Kızıl ordusu 1920’de Varşova’yı almış olsaydı, bugün Komünist Enternasyonal’in taktikleri şimdikinden farklı olurdu. Ama bu olmadı. Bütün işçi hareketi için stratejik geri çekilmeyi siyasi geri çekilme takip etti. Rus proleter partisi köylülere ve kısmen de burjuvaziye kapsamlı imtiyazlar tanımak zorunda kaldı. Bu proleter devrimin temposunu yavaşlattı, ama bunun tersi de doğrudur: Batı Avrupa ülkeleri proleterlerinin 1919’dan 1921’de kadar yaşadıkları geri çekilme ilk proleter devletinin politikasını da etkiledi ve Rusya’daki tempoyu düşürdü. O yüzden bu iki yönlü bir süreçtir.” (Bolşevik Devrimi –III-395)
Komünist Enternasyonal’in III. Kongresi bu koşullarda, 22 Haziran 12 Temmuz 1921 tarihinde Moskova’da toplandı. Kongre’ye, 48 ülkeyi temsil eden komünist partiler ve 28 gençlik örgütü olmak üzere, 52 ülkeden 291’i tam, 218’i istişari oyla 509 delege katıldı. Kapanışa doğru delege sayısı 605’e yükseldi. Bolşevik Parti kongrede 72 delegeyle temsil ettirdi. III. Kongre’ye Türkiye komünist hareketini, Sovyet elçiliğinde çalışan ve Halk İştirakiyun Fırkasının (THİF) kuruluşunda yer alan Hüseyin Hüsnü ve Doğu halkları Propaganda ve Hareket Sovyet’inden Pavloviç temsil etti. İstanbul Beynelmilel İşçiler İttihadi’nden (İBİİ) Sefarim Maksimos Kızıl Sendikalar Enternasyonal’i delegesi olarak kongreye katıldı. Şefik Hüsnü, İstanbul Komünist Grubu (İKG) adına Komintern’e gönderdiği 31 Mayıs 1921 tarihli raporda, “Komünist Enternasyonal’in III. Kongresinde bir delege ile temsil edilmesini arzu ediyor olsa da, İKG, kırpılmış gücünden bir üye daha eksilmesini uygun bulmamıştır” gerekçesiyle delege gönderemediğini bildirdi. (İstanbul Komünist Grubu’dan Türkiye Komünist Partisi’ne, Erden Akbulut-Mete Tuncay, Cilt-I-106)
Kongre, kapitalizmin ekonomik ve siyasal olarak kendini yeniden yapılandırmaya çalıştığı Sovyet Rusya’da NEP’in devreye sokulduğu, Avrupa işçi hareketinin gerilediği bir ortamda toplandı. Kongre çalışmalarına damgasını vuran Alman Komünist Partisi’nin açık mektubu ve “Mart Eylemi” oldu. Zinovyev kongreye sunduğu faaliyet raporunda “Açık mektup’a hiç değinmedi, Mart Eylemi’nin içeriğine girmedi, yalnızca Levi’nin KEYK’ya yönelttiği suçlamalara cevap vermekle yetindi. “Mart Eylemi’nin “saldırı nitelikli değil, savunma amaçlı bir muharebe olduğunu”, “bir darbe girişimi olmadığını”, “yarım milyon işçinin katılmış olduğu bir savaşımdan darbe olarak söz etmenin gülünç” olacağını söyledikten sonra, konuşmasını, “Bir şey sakladığımız yok; ne dar grup politikası ne de gizli diploması yürütüyoruz. Alman partisi içinde hiç kimsenin bu mücadeleden utanç duymaması gerektiğini. doğru olanın bunun tam tersi olduğunu düşünüyoruz” diyerek sürdürdü. (T. Cliff-IV -133)
Konuşmasının devamında KEYK yönelik eleştirilerin önünü saldırıya geçerek kesmeye çalıştı; “Eğer hırsla çalışan bir Enternasyonal, hırsla çalışan bir Yürütme, ciddi bir uluslararası proletarya istiyorsanız, bize en iyi güçlerimizi vermelisiniz. Yanlış yaptığımız söyleniyor, deniyor ki, bağlantılar kötü kurulmuştu! Fakat, yoldaşlar ben bunu tersine çeviriyor ve partilere soruyorum: Siz ne yaptınız, bütün bunları düzeltmek için? Hemen hemen hiçbir şey. Eleştirilerinizi hoşnutlukla karşılıyoruz; fakat sizden de özeleştiri istiyoruz.” (III.Enternasyonal, Belge yay.-54)
Kongreye sunduğu “Dünya Ekonomik Bunalımı ve Komünist Enternasyonal’in Yeni Görevleri” raporunda Troçki, emperyalist savaş ve sonrasında dünya kapitalist siyasetindeki gelişmelere, emperyalist ülkeler arasındaki ilişkilere, ve çeşitli ülkelerdeki (Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Japonya, vb.) işçi hareketindeki gelişmelere değindi.
“Sermayenin hala bütün dünyada tahtına oturduğunu“, “Güç ilişkilerinde yadsınamayacak bir değişim” olduğunu belirttikten sonra konuşmasını şöyle sürdürdü; “Bir tek sözle, şimdi, Komünist Enternasyonal’in III. Dünya Kongresi sırasında durum, I. ve II. Kongreler sırasındaki gibi değil. O zaman kendimize büyük bir perspektif açtık ve büyük bir çizgi belirledik ve dedik ki: Bu yoldan, bu işaretle proletaryayı kavrayacaksın. Bu doğru mu hala? Tümüyle! Büyük bir çerçeve içinde bu tümüyle doğru kaldı. … Ancak şimdi, görüyoruz ve hissediyoruz ki, nihai hedefe, iktidarı fethetmeye, dünya devrimine pek o kadar yakın değiliz. 1919 yılında, o zaman kendimize demiştik ki: Bu, ay sorunu. Ama şimdi bunun yıl sorunu olduğunu söylüyoruz.” (III. Enternasyonal-56)
Çok net olmasa da dünya işçi hareketinin bir geri çekilme dönemine girdiğinin kabulü olan bu açıklama Uluslararası durum ve Komintern’in görevleri Üzerine Tezler’in de temelini oluşturdu. “Kesinlikle inkar edilemez ki, dünya ölçeğinde proletaryanın iktidar için açık devrimci mücadelesi, şu anda durakladığı ve temposunu yitirdiği bir süreçten geçmektedir. Ancak eşyanın tabiatı gereği savaş sonrası. devrimci saldırının, derhal bir zaferle sonuçlanmayı başaramamış olduğu ölçüde, yükselen bir eğri üzerinde kesintisiz bir biçimde gelişeceğini ummak mümkün değildir. … Yaşanan krizde komünist partisinin temel görevi, proletaryanın bugünkü savunma mücadelelerine önderlik etmek, bu mücadelelerin alanını geliştirmek, onları derinleştirmek, birleştirmek ve gelişmelerin seyrine uyumlu bir biçimde nihai amaç için kararlı politik mücadelelere dönüştürmektir. … önümüzdeki dönemde devrimci hareket ister hızlı ister yavaş tempoda gelişsin, komünist parti her iki durumda da eylem partisi olarak kalmak zorundadır.” (Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal, Maya yay-63)
Kongre’de Radek’in sunduğu “Taktik Üzerine Tezler”de III. Kongre’de taktik sorununun yeniden ele alması, “…tüm ülkelerde devrimci gelişmelerin olduğu bir zamanda, birkaç kitlesel komünist partisinin kurulmuş olduğu, bununla birlikte henüz hiçbirisinin, kendi gerçek devrimci mücadelesinde işçi sınıfının gerçek önderliğini elde edemediği”olgusuna dayandırıldı. (Age -104)
“Dünya devrimi beklentiden daha yavaş geliştiği” , bunun nedeninin sosyal demokrat partilerin “karşı devrimci etkin organlar haline gelmesi” olduğu belirtildi. Uluslararası alanda kapitalizmin krizinin sürdüğü, emperyalist devletler; Fransa ile Almanya, İngiltere ile ABD, ABD ile Japonya arasında çıkar çatışmaların sürdüğü, bunun “dünyanın bir dünya savaşına çok yaklaşmakta olduğunun” kanıtı olduğu vurgulandı. Tezlerin “Günün En Önemli Görevleri” bölümünde “İçinde bulunduğumuz anda Enternasyonal’in en önemli görevi, işçi sınıfının çoğunluğu üzerinde hakim bir etki kurmak ve daha ileri işçilerin doğrudan mücadeleye katılmasını sağlamaktır” denildi. Komünist Enternasyonal’deki Durum” bölümünde; Komünist Enternasyonal’in “kitlesel komünist partileri örgütleme girişiminde tamamen başarılı” (109) olamadığı, belirtildikten sonra Avrupa’nın farklı ülkelerinde komünist partilerin durumu ele alındı; Komünist Enternasyonal partilerinin, “ancak saflarındaki oportünizmin etkisini ve geleneğinin nihai olarak üstesinden geldiklerinde devrimci kitle partileri haline” gelebilecekleri vurgulandı. (115) Tezlerin “Kısmi Mücadeleler ve KısmiTalepler” bölümünde ise, “komünist partilerin ancak mücadele içerisinde gelişebilecekleri en küçük partilerin bile, kendilerini propaganda ve ajitasyonla sınırlamamaları, komünistlerin “bütün kitle örgütlerinde öncü olarak hareket etmeleri” ve proletaryaya “temel ihtiyaçları uğruna mücadeleye çağıran militan bir program sunarak, geri ve yalpalayan kitlelere (sadece proletaryaya değil, toplumun tüm ezilenlerine de) devrimin yolunu” göstermeleri gerektiği, ancak bu yolla “komünistlerin dışındaki partilerin işçi sınıfının karşısında olduklarını gösterebilecekleri” vurgulandı. (116) Kısmi taleplerin ileri sürülmesine karşı getirilen itiraz ve kısmı talepler etrafındaki kampanyaların reformist olduğu suçlamaları ise, bu tür itirazların “devrimci eylemin temel koşullarını kavrama yeteneksizliğini göster”diği belirtilerek; bazı komünist grupların, sendikalar ve parlamentoya katılmaya karşı çıkmaları böyle bir durumu belirtisi olarak değerlendirildi. “Sorun, nihai amacı proletaryaya ilan etme sorunu değil, proletaryayı nihai amaç için mücadeleye yöneltecek tek yol olan pratik mücadeleyi geliştirme sorunudur” olarak vurgulandı. (119) Tezlerin “Saldırıya Hazırlanmak” bölümünde; “Geçiş döneminin karakteri, saldırı için hazırlığı en yüksek düzeye çıkarmayı, bütün komünist partilerinin yükümlülüğü haline getirir” denildikten sonra, Alman Komünist Partisi’nin Açık Mektup’unun bu taktiğin mükemmel bir örneği olduğu vurgulandı. Taarruza geçmenin koşulları şöyle belirlendi; “Taarruza geçmek, ilk olarak ulusal ve uluslararası düzeyde burjuva kamptaki mücadelelerin şiddetlenmesine bağlıdır. Eğer sınıf düşmanının güçleri bu mücadele tarafından bölünmüşse, o zaman parti, inisiyatifi kendi eline almalı ve dikkatli bir politik ve -mümkün olan yerlerde örgütsel hazırlıktan sonra kitleleri savaşmaya yönlendirmelidir. … İkinci koşul, işçi sınıfının tayin edici kesimleri içindeki kaynaşmadır; bu kaynaşma işçi sınıfının birleşik bir cephe olarak kapitalist hükümete karşı mücadeleye hazır olması fırsatını doğurur. Eğer hareket büyümekteyse, komünist partisi daha militan sloganlar geliştirmeli; bir yenilgi durumunda ise, disiplinli ve düzenli bir geri çekilmeyi örgütlemelidir. Komünist partisinin bir savunma mücadelesi mi yoksa taarruza yönelik bir mücadele mi yürüteceğini, gerçek koşullar belirler. En önemli olan ise şudur; komünist parti kavgaya hazır ve istekli olmalı, onun ajitasyon ve örgütlenmeye dair çalışması ve mücadelesi, ileri işçileri bile geri düşüren “bekle ve gör” Merkezci tavrının üstesinden gelebilmelidir.” (122) Mart olaylarına da değinilerek, “Mart Eylemi ileri atılmış bir adım olarak” nitelendirdi. “Doğrudan Eylemin Biçimi ve Yöntemleri” bölümünde işçi sınıfının her türlü mücadele yöntemi ve aracına sahip olması proletaryaya zulmedenlere karşı halk mahkemelerinin örgütlenmesi ve karşı devrimci örgütler ile mücadeleye hazır olması gerektiği vurgulandı. Tezler, “Tüm enerjimizi devrimci mücadelenin birleşik bir uluslararası önderliğin kazanılmasına harcamalıyız. Ancak o zaman uluslararası karşı devrimci cephede bir gedik açmayı ı başarmak ve Komünist Enternasyonal’in güçlerini devrimin zaferini hızlandırmak için seferber etmek mümkün olacaktır…. Sovyet Rusya’nın koşulsuz olarak desteklenmesi her yerde komünistler için önceliğini sürdürmektedir.” denilerek sonlandırıldı. (age. 128-130)
III. Kongre’de en sert tartışmalar “Taktikler Üzerine Tezler’in tartışılması sırasında yaşandı. Radek’in hazırladığı Tezler Lenin’in eline geçince Lenin, Radek’i “solcu ahmaklığa taviz vermek”le suçladı. Tezler, gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra yayınlandı. Alman, İtalyan ve Avusturya delegelerinin bir kısmı Tezlere karşı “Taarruz teorisini” savunan kendi tezlerini III. Enternasyonal’in yayın organı Moskova gazetesinde yayınladı. Alman, İtalyan ve Avusturya delegelerinin bu girişimi Çekoslovak, Macar, Gençlik Enternasyonali delegeleri, Zinovyev ve Buharin tarafından da destekleniyordu. Propaganda döneminin bittiği ve yeni bir eylem dönemine geçildiği ileri sürülerek, tezlerde bazı değişiklikler yapılması isteniyordu. İşçi sınıfının çoğunluğundan bahsedilen cümlelerden, çoğunluk kelimesinin kaldırılması, “ilkeler” yerine “hedeflerin” kullanılması, oportünist olduğu için “Açık Mektup ’un savunulmamasının çıkarılması vb. istenirken “taarruz Teorisi’nin temel kavramları olan “dinamik eğilimler”, “pasiflikten aktifliğe geçiş” vb. kavramların tezlerde yer alması öneriyorlardı.
Lenin Solların önerdiği değişiklikler üzerine 10 Haziran’da Zinovyev’e şunları yazdı; “Thalheimer ve Bela Kun’un tezleri siyasi açıdan büsbütün yanlış. Salt şatafatlı ifadelerden ve solculuk yapmaktan ibaret. Radek sendeliyor, ‘solcu’ ahmaklığa bir dizi tavizde bulunuyor. … Genel bir savaşın henüz ona hazır olunmadığı bir zamanda kabul edilmesi; Mart Eylemi gerçekte buydu. …Komünist Enternasyonal’in taktikleri, başta eski sendikalardaki işçiler olmak üzere işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmaya yönelik istikrarlı ve sistematik bir çalışmaya dayanmalıdır. … Bu yüzden açık mektuptaki taktik kesinlikle her yerde uygulanmalıdır. Bunu doğrudan ve net olarak söylemek gerekir, çünkü, ‘Açık Mektup’ konusunda tereddütler son derece zararlı, son derece utanç verici ve son derece yaygın. Bunu idrak etmemiz gerekiyor. ‘Açık Mektup’taki taktiğin gerekliliğini kavrayamamış olanların hepsi, Üçüncü Kongre’den sonraki ilk bir ay içinde Komünist Enternasyonal’den ihraç edilmelidir.” (Cliff 132)
Tezler üzerinde tartışma Kongre sırasında sertleşerek sürdü. Lenin, Komünist Enternasyonal’in Taktiğini Savunma Konuşmasında solların ileri sürdükleri argümanları tek tek cevapladı.
“Bu değişiklik önergeleri bir eğilim anlamına geliyorsa, bu eğilime karşı amansız bir mücadele zorunludur, çünkü aksi halde ne komünizm, ne de Komünist Enternasyonal kalır.”(Seçme Eserler X-307)
Açık Mektup ’la ilgili olarak ise, “Fakat Kongre’de, bu kadar uzun tartışmalardan sonra “Açık Mektup”un oportünist ilan edilmesi utanç verici bir şeydir! … “Açık Mektup” örnek bir politik adımdır. Tezlerimizde böyle deniyor. Bunu mutlaka savunmak gerekiyor. O, gerçekten işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak için pratik yöntemin ilk perdesi olarak örnektir. Neredeyse tüm proleterlerin örgütlü olduğu Avrupa’da işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak zorunda olduğumuzu anlamayan biri komünist hareket için yitirilmiş biridir, büyük devrimden üç yıl sonra bunu hâlâ öğrenmemişse hiçbir zaman bir şey öğrenmeyecektir.” (age. -309)
Lenin Alman Komünistlerine sol argümanları dayatmak için sağı bir kalkan olarak kullanmaya kalkan solculara Enternasyonalin I., II. ve III. Kongrelerini hatırlattı; “İlkönce tüm dünya komünistlerinin ilkelerini açıklamaları gerekiyordu. Bu, I. Kongre’de yapıldı. Bu ilk adımdı. İkinci adım, Komünist Enternasyonal’in örgütsel inşası ve kabul koşullarının, Merkezcilerden, burjuvazinin işçi hareketi içindeki doğrudan ve dolaylı ajanlarından gerçek ayrılığın koşullarının hazırlanmasıydı. Bu, II. Kongre’de yapıldı. III. Kongre’de pratik, pozitif çalışmaya girişmek, başlanmış olan komünist mücadelenin pratik deneyimlerini dikkate alarak, taktik ve örgütsel olarak bundan sonra hangi biçimde çalışmak gerektiğini somut olarak saptamak gerekiyordu. Bu üçüncü adımı da attık. Tüm dünyada bir komünistler ordumuz var. O şu an kötü eğitilmiş, kötü örgütlenmiş durumda. Bu doğruyu unutmak ya da kabul etmekten korkmak, dava için muazzam zararlı olacaktır. Bu orduyu, en büyük dikkat ve katılıkla kendimizi gözden geçirerek, kendi hareketimizin deneyimlerini inceleyerek, nesnel biçimde esaslı surette eğitmek ve esaslı surette örgütlemek, olası bütün manevralarda, çeşitli çarpışmalarda, ofansif ve defansif çatışmalarda sınamak gerekir. Bu uzun ve zorlu okuldan geçmeden zafer kazanılamaz.” (age.-325)
Lenin kitle kavramının görece bir kavram olduğunu mücadelenin farklı aşamalarında farklılaşacağını, bazen yüzleri bazen de milyonları ifade edebileceğini belirterek, Solların Bolşevik partisini örnek göstererek, çoğunluğu kazanma söyleminden vazgeçilmesini, , çoğunluğa gerek olmadığı, küçük bir partiyle de saldırıya geçilebileceği söylemini şöyle yanıtladı; “Ben devrime küçük bir partiyle başlanabileceğini ve zafere ulaşılabileceğini ille de reddetmiyorum. Fakat kitleleri nasıl kazanacağını bilmek gerekir. Bunun için devrimi iyice hazırlamak gerekir. Ve şimdi yoldaşlar kalkıp diyorlar ki: “Büyük” kitleler talebinden derhal vazgeçilmelidir. Bu yoldaşlara karşı mücadele etmeliyiz. …Fakat zafer kazanmak için kitlelerin sempatisine ihtiyaç vardır. Her zaman mutlak çoğunluğa gerek yok, fakat zafer kazanmak ve iktidarı elde tutmak için sadece işçi sınıfının …değil, aynı zamanda emekçi ve sömürülen kır nüfusunun da çoğunluğuna ihtiyaç var.” (age.-315)
Sert tartışmaların ardından tezler oy birliğiyle onaylandı. Lenin Tezlerin üzerinde bir uzlaşmanın olduğunu söyledi; “Elbette tezlerimizin bir uzlaşma olduğu açık bir gizdir. Neden olmasın? III. Kongresini yapan ve belirli ilkeler hazırlayıp ortaya koymuş olan komünistler arasında belli koşullar altında uzlaşmalar zorunludur.” Bu uzlaşmayla Komünist Enternasyonal, görüş ayrılıkları bir fraksiyona dönüşmeden, en azından biçimsel birliğini korumuş oldu.
Komünist Partilerin Örgütsel Yapısı, Çalışma Yöntem ve Biçimleri üzerine yapılan görüşmelerde, II. Kongre’de kabul edilen 21 Koşul daha da ayrıntılandırıldı. Çoğunluğu kazanma belgisi altında, Komünist partilerin, sınıf içinde, kitle örgütlerinde ve kır yoksulları arasında faaliyet yürütmesi zorunluluğu öne çıkartıldı.
Lenin, Kongre’de RKP’nin Taktikleri Üzerine yaptığı konuşmada, uluslararası burjuvazi ile Sovyet Rusya arasındaki savaşta son derece güvensiz, nispi bir denge oluştuğu, Sovyet iktidarının bundan yararlanarak NEP’i uygulamaya koyduğunu, NEP’in geri ama, Sovyet iktidarını ekonomik ve siyasi olarak güçlendirmenin zorunlu bir adımı olduğunu vurguladı.
III. Kongrede komünist partilerin kitle örgütlerindeki (sendikalar, kooperatifler, kadın, gençlik örgütleri vb.) faaliyetleri ele alındı. II. Kongrede Profintern’in kuruluşunu gerçekleştirmek için Mesovprof oluşturulmuştu. Mesovprof faaliyeti sonucunda Kızıl Sendikalar Enternasyonali kuruluş kongresi III. Kongrenin dağılmasının ardından Moskova’da toplandı. Kongreye 41 ülkeden 336’si tam oy, 44’ü gözlemci 380 delege katıldı. Kongre’de IWW, Fransız ve İspanyol delegeleri Kızıl Sendikalar Enternasyonali’nin Komintern’den bağımsız olması gerektiğini savundu. Bu sorun Komintern ve Profintern’in karşılıklı olarak birbirlerine delege vermesiyle aşıldı. Profintern’e üyeliğin birinci koşulu, “devrimci mücadele ilkelerini uygulamak ve pratikte gerçekleştirmek olarak belirlendi. Profintern’e üye olacak sendikaların öncelikle Amsterdam Enternasyonal’inden kopmaları zorunluluğu getirildi. Kongrede Profintern’in merkezinin bulunduğu ülkeden (Sovyet Rusya ) dört, “büyük ülkelerden” iki ve diğer ülkelerden birer delegenin katılımıyla Merkez Konseyi ve ikisi Profintern’in merkezinin bulunduğu ülkeden olmak üzere yedi kişilik bir İdari Büro oluşturuldu. Merkez Konseyin sekreterliğine Lozovsky getirildi.
Komünist Gençlik Enternasyonal (KGE) II. Kongresi de aynı tarihlerde, 8 ulusal gençlik örgütünden delegelerin katılımıyla Moskova’da toplandı. Kongre’de Komünist Gençlik Enternasyonal’inin statüsü her ülkenin kendi komünist partisine bağlı olarak faaliyet yürütmek, KEYK’nin tüm kararlarına tabi olmak, görevi ise, parti liderliği ile uyum içerisinde ortak devrimci cepheye katılmak olarak belirlendi. Berlin’deki KGE genel merkezi Moskova’ya taşındı. Genel sekreter Münzenberg KGE’yi temsilen KEYK üyesi oldu.
Kadınlar arasında komünist faaliyet, kadın hareketinin yaratılması ve örgütlenmesi en geniş biçimiyle III. Kongre’de ele alındı. Kadın komünistlerin II. Uluslararası Kadınlar Konferansı 9-15 Temmuz’da Moskova’da toplandı. 28 ülkeden 82 delegenin katıldığı konferans uluslararası kadın sekretaryasının görevlerini belirledi, işçi kadınlar arasında çalışmanın biçim ve yöntemlerini saptadı. Uluslararası Kadın Sekreterliğine bağlı Batı Avrupa yardımcı organı kurulması kararı aldı. Kadın örgütlenmelerinin, komünist partiler içerisinde özel örgütlenmeler olmadığı, vurgulandı ve görevleri “işçi kadınların en geniş kitlelerini proletarya diktatörlüğü ve komünist bir toplum için mücadeleye seferber etmek” olarak belirlendi. Komünist partilerin önderliği altında yürütecekleri çalışmada diğer kadın hareketleri karşısındaki konumları şöyle belirlendi; “Komünist Enternasyonal’in III. Kongresi devrimci Marksizm’in şu temel tutumunu destekler: Ne “özel” bir kadın sorunu vardır ne de özel bir kadın hareketi olmalıdır; işçi kadınlar ve burjuva feminizmi arasında kurulan herhangi bir ittifak ya da sosyal uzlaşmacıların ve oportünistlerin kaypak ve açıktan sağcı taktiklerine arka çıkmak, proletaryanın güçlerinin zayıflamasına, bu suretle de kadının tamamen özgürleşeceği o büyük anın gecikmesine neden olacaktır.” ( Lenin Döneminde K. E.-II -187)
“Kadınlar üzerindeki (kapitalizmden ve kendi evlerindeki ailevi bağımlılıktan doğan) çifte baskıya karşı mücadelenin” “her iki cinsin proleterleri tarafından kendi diktatörlüklerinin ve Sovyet düzeni için mücadele” ye dönüştürülmesi gerektiği, kadınların tüm militan sınıf örgütlenmelerini –parti, sendikalar, kooperatifler, fabrika temsilcileri Sovyetleri, yeni toplumun inşası vb.- eşit haklar ve eşit sorumluluklara” dahil edilmesi, “annelik işlevinin bir toplumsal işlev olarak” tanınması” vurgulanarak, Proletarya diktatörlüğünün “ancak işçi kadınların en geniş kesimlerinin bilinçli ve kararlı bir biçimde mücadeleye katılmalarıyla ve fedakarlıklara hazır olmalarıyla “ kurulabileceği, bunun için kadınların komünist fikirlerle eğitilmesi, onların, silahlı mücadele de dahil, mücadelenin tüm biçimlerine çekilmesi, kadınlara karşı ön yargılara -gelenekler, burjuva adetler, dinsel düşüncelere-karşı savaşılmasının komünist partilerinin yükümlüğü olduğu belirtildi.
III. Kongre’de Komintern’in Tüzüğünde değişikler yapıldı; KEYK RKP’den beş, büyük partilerden iki, ve diğer partilerden birer , Komünist Gençlik Enternasyonal’inden iki delege olmak üzere genişletildi. Dar Büro Eylül 1921’den itibaren Yürütme Komitesi Prezidyumu olarak adlandırıldı.Zinovyev, Lenin, Troçki, Buharin, Radek (RKP), Terracini, Gennari (İtalya KP), Suvarin (Fransa KP), Bela Kun (Macar KP), Gehert, Frölich (Alman KP) yeni seçilen Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nde yer aldı.
III. Kongre’den, IV. Kongre’ye
1921 yılında uygulanmaya başlanan NEP’in ilk sonuçları 1922 sonbaharında ortaya çıktı. Bir yıllık uygulama sonunda Sovyet Rusya’da açlık sorunu aşıldı. Proletaryayla yoksul ve küçük köylülük, hatta orta köylülük arasındaki ilişkiler yeniden kuruldu. Sovyet iktidarının geleceği büyük ölçüde güvence altına alındı. 1922’de Sovyet Rusya’nın kapitalist ülkelerle olan ilişkilerinde de önemli bir mesafe alındı. 1921 yılında Sovyet Rusya birçok Avrupa ve Asya ülkesiyle ticari ve dostluk anlaşmaları imzalamıştı. 1922 başında bunlara İsveç ve Çekoslovakya eklendi. Mart 1921’de imzalanan İngiliz Sovyet ticaret anlaşmasıyla ilgili ilk pürüz Eylül 1921’de ortaya çıktı. İngiltere, anlaşmanın İngiliz İmparatorluğu aleyhine faaliyet yapılmayacağını taahhüt eden maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle Sovyet hükümetine nota verdi. Nota’da Sovyet Hükümetinin Hindistan, Türkiye, İran ve Afganistan’da İngiliz aleyhtarı eylemlere göz yumduğu belirtiliyordu. Dışişleri Hakkı Halk Komiseri Çiçerin, İngiliz hükümetine verdiği karşı notada anlaşmanın Sovyet hükümeti ile İngiliz hükümeti arasında imzalandığını, Sovyet hükümetinin böyle bir faaliyet yürütmediğini belirtti. Karşılıklı bu nota teatisi İngiliz Sovyet ilişkilerinde ciddi bir sarsıntı yaratmadı. İngiliz hükümeti de aynı ihlali yaptığı, Avrupa’daki beyaz Ruslara destek verdiği, için sorun kolayca aşıldı.
Avrupa’da Rusya ile ticaret Anlaşması imzalamamış olan birkaç ülke (Fransa, Belçika, Romanya, Portekiz) kalmıştı. Bunlar içinde en önemlisi Fransa’ydı. Sovyet Fransız ilişkilerinin gelişmesinin önündeki başlıca engel Sovyet Rusya’nın, Fransa’ya Çarlık döneminden kalan borçları ödemeyeceğine açıklamasıydı. Borçlar sorununun çözümü ile ilgili ilk hamle, Sovyet Rusya’dan geldi. Dışişleri halk komiseri Çiçerin İtilaf Devletleri hükümetlerine bir mektup yazarak “hiçbir halk yüzyıllarca kendisine takılmış olan zincirin maliyetini ödemek zorunda değildir” dedikten sonra, Sovyet Rusya’nın, söz konusu devletler düşmanca faaliyetlerine son verdikleri ve Sovyet hükümetini tanıdıkları taktirde borçların sorumluluğunu üstlenmeye, taviz vermeye hazır olduğunu belirtti ve İtilaf devletleri ile Sovyet Rusya arasındaki ticari ve diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi için uluslararası bir konferans toplanmasını önerdi. (B.D. -III- 333)
İtilaf devletleri Yüksek Konseyi Paris’te yaptığı toplantıda Sovyet Rusya’nın bu isteğine olumlu cevap vererek, İtilaf devletleri, Sovyet Rusya ve mağlup devletlerin katılacağı “uluslararası bir iktisadi ve mali konferans” toplanması kararını aldı. Altı ay süren Cenova konferansları süreci böyle başladı. Yüksek Konsey ayrıca Avrupa’nın ekonomik olarak yeniden inşası için, büyük tekellerin de içinde yer aldığı uluslararası bir şirket kurmayı kararlaştırdı. Alman dışişleri bakanı Rathenau, Almanya’nın “bozgun, çöküş ve devrim” ortamı içindeyken bile, “devletin ve toplumun dağılmasına yine de direndiğini” vurgulayarak, Avrupa’nın yeniden inşa sürecinin dışında tutulmaması gerektiğini dile getirdi. Rathenau üstü örtük de olsa, İtilaf devletlerine Avrupa’yı devrimden kurtaranın Almanya olduğunu hatırlatarak bunun bedelini talep ediyordu. (B.D. III -336)
Cenevre Konferansı 10 Nisan 1922’de başladı. 34 Avrupa ülkesinin temsil edildiği konferansa ABD katılmadı. Konferans kapsamında mali, ekonomik, siyasi ve ulaşım sorunları ile ilgili, tüm tarafların katıldığı komisyonlar kuruldu. Sovyet Rusya’nın konferansa sunduğu öneriler; genel bir silahsızlanma, galip-mağlup ayrımını ortadan kaldıran eşit ilişkiler, Versailles Antlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesi ve Sovyetlerle ticari ve diplomatik ilişkilerin kurulmasıydı. Sovyetlerden istenen ise; savaş öncesi borçların ödenmesinin kabul edilmesi, devrim sırasında el konuları mülklerin sahiplerine geri verilmesi, savaş sırasındaki zararların tanzimi vb. idi. Devam eden görüşmeler sırasında, Sovyet Rusya karşı tarafın dayatmalarını, savaş öncesi borçların 30 yıla yayılarak ödenmesi, Sovyet Rusya’ya yatırım ve teknoloji transferi koşuluyla el konulan mülklerin sahiplerine geri verilmesi, savaş sırasında oluşan zararlardan karşılıklı olarak vazgeçilmesi koşuluyla kabul edebileceğini açıkladı. Görüşmeler sırasında anlaşmaya varılmasıyla ilgili İngiltere ile Fransa arasında görüş ayrılıkları iyice su yüzüne çıktı. İngiltere anlaşmanın bir an önce imzalanmasını isterken, Fransa ise, görüşmelerin sonuca bağlanmaması için çalıştı.
Lenin RKP’nin XI. Kongresinde yaptığı konuşmada, ki bu konuşma Lenin’in RKP kongrelerinde yaptığı son konuşmaydı, Cenova ile ilgili şunları söyledi; “Bizim Cenova’ya komünistler olarak değil, tüccarlar olarak gittiğimiz açıktır. Biz ticaret yapmak zorundayız, onlar ticaret yapmak zorunda. Biz bu ticaretin bizim yararımıza olmasına çabalıyoruz, onlar da kendi yararlarına olmasına çabalıyorlar. Mücadelenin nasıl gelişeceği, çok büyük ölçüde olmasa da diplomatlarımızın becerisine bağlı olacaktır.” (Seçme Eserler IX-356)
Cenova görüşmeleri devam ederken, Almanya ile Sovyet Rusya arasında tek taraflı ticaret anlaşması ile ilgili görüşmeler de sürüyordu. Ticaret konusu, anlaşmanın bilinen boyutuydu; büyük bir gizlilikle yürütülen öteki boyutu ise, askeri ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesini içeriyordu. Almanya Versailles Antlaşması ile adeta sömürge bir ülke haline getirilmişti. Ordusunun sayısı sınırlandırıldığı gibi, silah üretimi de yasaklandı. Rusya ile yapılan askeri antlaşma Sovyet Rusya’ya silah teknolojisi, deneyim, Almanya’ya ise, üretmesi yasak olan silahları verecekti. Almanya-Sovyet Rusya anlaşması 16 Nisanda Rapolla’da imzalandı. Sovyet Rusya Almanya ilişkilerinde yeni bir döneme açan Rapolla, Cenova görüşmelerinin de sonu oldu. Yarım kalan Cenova, Lahey’e havale edildi.
Bu süre içinde hemen hiçbir gelişme kat etmeyen ABD- Sovyet Rusya ilişkileriydi. ABD firmaları, özellikle Petrol şirketleri ( örneğin, Standart Oil, Kafkasya’da büyük bir petrol sahasının mülkiyetini Rus mülk sahibinden satın almıştı) Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesi için uğraşırken, ABD hükümeti bunu sürekli olarak engelledi.
Bütün bu gelişmeler, 1922 yılı sonunda, 1921 yılının ortalarında Sovyet Rusya ile emperyalist devletler arasında oluşmuş olan kararsız dengenin Sovyet iktidarı lehine ilerlediğini gösteriyordu. Hem NEP uygulamalarında elde edilen başarı hem de uluslararası alandaki gelişmeler, Sovyet iktidarının en zor yıllardan birini daha geride bıraktığını gösteriyordu. Lenin bundan hareketle geri çekilmenin artık durdurulduğunu açıkladı; “Bununla devrimimizi dünyada eşi görülmedik bir seviyeye çıkardık. Dünyanın hiçbir gücü, milyonlarca ve yüz milyonlarca insana ne kadar çok felaket, sefalet ve eziyet getirirse getirsin, devrimimizin başlıca kazanımlarını yok edemeyecektir, çünkü bunlar artık “bizim” değil, dünya tarihinin kazanımlarıdır.
Dünyanın bütün ileri ülkelerinde olgunlaşmakta olan proletaryanın devrimleri, özveriyle savaşma ve saldırma yeteneğini, devrimci düzen içinde geri çekilme yeteneğiyle birleştirmeden görevini çözemez. Mücadelemizin ikinci döneminin deneyimi, yani geri çekilme deneyimi, tıpkı devrimimizin ilk döneminin deneyiminin, sınırsız bir cesaretle saldırma deneyiminin tüm ülkelerin işçilerinin işine yaraması gibi, herhalde gelecekte hakeza hiç olmazsa bazı ülkelerin işçilerinin işine yarayacaktır. Şimdi geri çekilmeyi durdurma kararı aldık.” (age. 402)
Komintern’de Durum
Bu dönemde Avrupa’da, Komintern’in faaliyetlerinde belirgin bir gelişme kaydedilmedi. Devrim beklentileri peş peşe gelen yenilgilerle sönmüştü. Avrupa ve dünya devrimi 1921’dekinden çok daha uzaktaydı. Bu durum Komintern’in savunmaya çekilmesi anlamına geliyordu ki, bu da Sovyet İktidarının korunması ve güçlendirilmesi seçeneğinin ön plana çıkması demekti.
III. Kongre ile IV. Kongre arasındaki döneme Avrupa devrimindeki geri çekilme damgasını vurdu. Bunun en belirgin sonuçlarından biri de Sosyalist ve İkibuçukuncu Enternasyonaller ile Komünist Enternasyonal arasında sıklaşan çağrı ve görüşme trafiği oldu.
II. Enternasyonal’den ayrılan ve III. Enternasyonal’e katılmayan Merkez partiler Şubat 1921’de Viyana’da bir araya geldiler. İngiliz İşçi Partisi, İsviçre Sosyalist Partisi ve Alman Bağımsız Sosyal Demokrat partisinin başını çektiği konferansta partiler, “Uluslararası Sosyalist Partiler Birliği” adı altında birleşme kararı aldılar. Böylece Viyana Enternasyonali ya da en yaygın kullanımıyla İkibuçukuncu Enternasyonal kuruldu. İkibuçukuncu enternasyonal bir tampon Enternasyonal’di. Görevi, II. Enternasyonal’den kopan devrimci grup ve işçilerin III. Enternasyonale yönelmelerinin önünü kesmek, II. Enternasyonal’in güçten düşüşünü engellemekti. 1921’de bu iki Enternasyonal ve Amsterdam Enternasyonali ( “Uluslararası Sendikalar Federasyonu”) bütün uzlaşmacı ve ihanetçi tutumlarına rağmen hala işçi sınıfının çoğunluğunu peşlerinden sürükleyebiliyordu. İkibuçukuncu Enternasyonal üstlendiği görevi yerine getirdikten sonra, Mayıs 1923’te II. Enternasyonale katıldı.
Komünist Enternasyonal III. Kongre sonrasında bütün faaliyetini birleşik işçi cephesi üzerinden sürdürdü. III. Kongrenin hemen sonrasında KEYK, Ağustos 1921’de bir çağrı yayınlayarak bütün dünya işçilerini açlığa karşı Sovyet işçi sınıfı ve halkıyla dayanışmaya çağırdı. II.,İkibuçukuncu ve Amsterdam Enternasyonal’inin görmemezlikten geldiği çağrı, birçok ülkede yankı buldu. Birçok ülkede, Almanya’da Uluslararası İşçi Yardımı, Fransa’da Clarte grubu, İngiltere’de İşçilerin Enternasyonalist Yardımı, ABD’de Sovyet Rusya’nın Dostları gibi, Sovyet Rusya ile dayanışma örgütleri kuruldu. Profintern ve KEYK Ekim 1921’de Amsterdam Enternasyonal’ine, beyaz teröre karşı İspanya ve Balkan işçi sınıfı ve halklarıyla dayanışma çağrısı yaptı, Amsterdam Enternasyonal’i yöneticileri bu çağrıyı reddetti.
KEYK, KPD’nin yayınladığı on maddelik birleşik eylem çağrısından esinlenerek, Aralık 1921’de, birleşik bir işçi cephesi için 25 maddelik tezler hazırladı. Ocak 1922’de ise Profintern’le birlikte tüm dünya işçilerine “siz birleşirseniz partilerde birleşir” şiarıyla sermayeye karşı tek bir işçi cephesinde birleşme çağrısını yeniledi.
19 Ocak’ta benzer bir çağrı İkibuçukuncu Enternasyonal’den geldi. İkibuçukuncu Enternasyonal ekonomik sorunlar ve sermayenin saldırılarına karşı her üç Enternasyonal’i bir dünya işçi konferansı düzenlemeye çağırdı. Bu çağrı KEYK tarafından kabul edildi. Çağrıyı görüşmek ve konferans hazırlığı için KEYK I. Plenumu’nu topladı. 21 Şubat- 4 Mart 1922’de yapılan Plenum toplantısına 36 komünist parti temsilcisi katıldı. Toplantıda sollar birleşik cephe taktiğine ilişkin itirazlarını bir kez daha yineledi. İspanya, İtalya temsilcilerinin tamamının ve Fransız temsilcilerinin çoğunluğunun karşı oy kullandığı oylamada birleşik işçi cephesine ilişkin 25 tez oy çokluğuyla kabul edildi. Konferansın geleceğini tehlikeye atmamak için tezlerde, diğer iki Enternasyonal’i suçlayıcı cümleler ayıklandı.
Üç Enternasyonal temsilcileri 2-5 Martta dünya işçi konferansı hazırlıklarını görüşmek üzere Berlin, Reichstag (Alman Parlamentosu) binasında bir araya geldi. II. Enternasyonal konferansta Ramsey MacDonald liderliğinde kalabalık bir İngiliz heyeti, Vandervelde başkanlığında Belçika heyeti ve diğer küçük partiler heyetleriyle temsil edildi. Almanya, Avusturya, Fransa, İngiltere, Rusya (Menşevikler- Martov, Abromoviç) vb. partilerinden temsilcilerin katıldığı İkibuçukuncu Enternasyonal’i Avusturya Sosyal Demokrat partisinden Adler ve Bauer temsil etti. Konferansta III. Enternasyonal Buharin, Radek, Zetkin ve birkaç başka temsilci tarafından temsil edildi. Almanya her üç Enternasyonal’de temsilcileri olan tek ülkeydi. Hiçbir Enternasyonal’e bağlı olmayan İtalya Sosyalist Partisi Serrati tarafından temsil edildi. Konferansta ilk konuşan Zetkin; Versailles anlaşması, harap olmuş bölgelerin inşası, tazminatlar sorunu, işçi sınıfının acil çıkarları ve Rusya’ya yardım gibi diğer Enternasyonal temsilcilerinin kabul edebilecekleri önerileri ileri sürdü. Zetkin’den sonra söz alan Vandervelde, “İkinci Enternasyonal toplantıya ancak, komünistlerin işçi örgütleri içerisinde hücreler kurmaktan vazgeçmeleri, Gürcistan Menşevik hükümetinin göreve iadesi, Sosyal-Devrimcilerin yargılandığı mahkemelere İkinci Enternasyonal temsilcilerinin katılması ve idam cezası verilmemesi koşuluyla katılabileceklerini açıkladı. Tazminatlar konusunun görüşülmesine karşı çıktı. III. Enternasyonal temsilcileri (Radek, Buharin) baştan bu koşulları reddetti, ancak toplantının devamını sağlayabilmek adına geri adım atarak, Sosyal devrimcilerin idam edilmeyeceği ve duruşmalara her üç Enternasyonal temsilcilerinin katılmasına izin verileceğini kabul etti. Gürcistan sorunu ise karşılıklı bilgilendirilmek üzere ileri bir tarihe ertelendi. Konferansın devamı için her Enternasyonal’den üçer kişinin katılımıyla oluşan 9 kişilik bir organizasyon komitesi kuruldu. Yayınlanan ortak metinde, bütün ülkelerin işçilerine, 8 saatlik işgününün sağlanması, işsizliğe, pahalılığa, sermayenin saldırılarına karşı ve Rusya ile dayanışma için eylem çağrısı yapıldı. Berlin konferansının tek olumlu yanı 1 Mayıs’ta Avusturya, Almanya, İsveç, Norveç’te birleşik cephe sloganı altında gösteriler düzenlenmesi oldu.
Lenin, Radek ve Buharin’ın verdiği tavizleri “Çok Pahalı Ödedik” yazısında değerlendirdi; verilen tavizleri kastederek “Bu iki koşul, devrimci proletaryanın gerici burjuvaziye verdiği siyasi bir tavizden başka bir şey değildir … Sormak gerekir: Uluslararası burjuvazi buna karşılık bize nasıl bir tavizde bulunmuştur? Buna verilecek tek yanıt var: Hiçbir tavizde bulunmamıştır. … Birleşik cephe taktiğine karşı olan İtalyan komünistlerinin ve Fransız komünistleriyle sendikalistlerinin bir bölümünün, yukarıdaki değerlendirmelerden, birleşik cephe taktiğinin yanlış olduğu sonucunu çıkarmaları mümkündür. Bu sonuç apaçık yanlış olacaktır….. İkinci ve İkibuçukuncu Enternasyonal temsilcilerinin birleşik cepheye ihtiyaçları var, çünkü bizim tarafımızdan verilecek aşırı tavizlerle bizi zayıflatabileceklerini umuyorlar; … Birleşik cephe taktiğiyle işçileri reformist taktiğin doğruluğuna ve devrimci taktiğin yanlışlığına ikna etmeyi umuyorlar. Bizim birleşik cepheye ihtiyacımız var, çünkü işçilere bunun tersini gösterebileceğimizi umuyoruz.” (Seçme Eserler X-330)
Berlin Konferansı’ndan kısa bir süre sonra İkinci ve İkibuçukuncu Enternasyonal temsilcileri 21 Mayıs’ta III. Enternasyonal’i dışlayarak, dünya işçi konferansını toplamaya karar verdi. Bunun üzerine 23 Mayıs’ta III. Enternasyonal dokuzlar komitesinden çekildiğini açıkladı. Haziran 1922’de düzenlenen Londra konferansında II. Enternasyonal, III. Enternasyonal ile hiçbir uluslararası toplantıya katılmama kararı aldı.
III. Enternasyonal Yürütme Komitesi, işçi sınıfının açıl çıkarları çerçevesinde İkinci, İkibuçukuncu ve Amsterdam Enternasyonal’leriyle eylem birliği yapmak için birçok taviz verdi, onların kabul etmeyeceği koşulları ileri sürmekten, “rencide” edici cümleler kullanmaktan azami ölçüde imtina etti. Bütün bunlar işçi sınıfı içinde oportünizmin etkisini kırmak ve sınıfın çoğunluğunu kazanmak için yapıldı, ancak sonuç değişmedi. Sonuçta işçi sınıfının çoğunluğunu temsil eden yine İkinci, İkibuçukuncu ve Amsterdam Enternasyonal’leriydi.
III. Kongre’de birleşik işçi cephesi taktikleri üzerine tezler, oy birliği ile kabul edilmiş olsa da bu, partiler içindeki kafa karışıklığını ortadan kaldırmadı. Birçok parti içinde ciddi bir sol muhalefet mevcuttu. III. Kongre sonrası KEYK, bağlı partilerle ilişkilerini bu durumu dikkate alarak sürdürdü. Partilerdeki Sol gruplarla ilişkileri mümkün olduğu kadar kopuş noktasına getirmemeye özen gösterdi.
KPD, bu dönemde de, Komünist Enternasyonal’in sorunlu partisi olmayı sürdürdü. Partide, liderliğini Ruth Fischer ve Maslow’un yürüttüğü sol kanat, birleşik işçi cephesine karşı güçlü bir direniş gösteriyordu. Lenin Ağustos 1921’de Jena’da yapılacak parti kongresinden önce yazdığı “Alman Komünistlerine Mektup”ta “Maslow’u ve birkaç arkadaşını bir iki yıllığına Sovyet Rusya’ya” gönderin, “Biz onlara faydalı işler bulurduk. Onları hazmederdik” diye yazdı.
Jena Kongresi Ağustos 1922’de yapıldı. Kongre Komintern’nin III. Kongre kararlarını onayladı ve bir birleşik cephe programı yayınlandı. Sosyal demokrat partilere sunulan program; işçi haklarının savunulması, vergi yükünün mülk sahiplerine yıkılması, eski monarşi yöneticilerinin mülklerine el konulması, işyerlerinin fabrika konseyleri tarafından kontrolü, karşı devrimci örgütlerin dağıtılması, işçi öz savunma organlarının kurulması, devlet ve ordunun gericilerden temizlenerek işçi sınıfının denetimi altına alınması vb. önlemleri içeriyordu. KPD bu istemler temelinde bir işçi hükümeti kurulmasını ve belirli koşullar altında bu hükümete katılabileceğini açıkladı. Sosyal demokrat partiler ( SDP ve USDP ) bu programı komünistlerin darbeci bir hamlesi olarak niteledi ve reddetti. KPD sosyal demokrat partilerle birleşik işçi cephesi kurmak için kendini paralarken SDP tam tersine, “işçi hareketinin birliği yalnızca komünistlere karşı çok keskin bir savaşım içinde kurulabilir ve güçlendirilebilir” olduğunu söylüyordu. (Lenin ve Komünist Enternasyonal 137)
Kongre sonrası KPD yayın organı Rote Fahne’de yayınlanan bir yazıda şöyle deniyordu; “İşçiler Cumhuriyeti gericiliğe karşı savunma işini üstlenme hakkı ve görevine sahiptir.” (BD-385)
Nereden, Nereye! Düzeni yıkmaktan düzeni savunmaya keskin bir geçiş. Daha 1918 Aralığında Sosyalist Cumhuriyeti savunan, bunun için önderleri öldürülen parti, şimdi, bu kadar ayaklanma ve mücadeleden sonra düzeni savunmaya soyunuyor. Bütün bunlar partideki sol unsurların sert muhalefetiyle karşılaştı. Parti birliğinin bozulacağı endişesiyle KEYK harekete geçti. Parti içindeki Sol muhalefeti teskin etmek için Birleşik işçi cephesinin “asla, asla, asla bizim ajitasyonumuzun bağımsızlığının önüne geçmemesi gerektiğini” söylemek gereğini hissetti. (BD-337)
Fransız Komünist Partisi, birleşik işçi cephesi karşıtlığıyla Komintern’de sorun çıkartan partilerden bir diğeriydi. III. Kongre’den sonra KEYK, Fransız partisini, Komintern’le ilişkilerdeki sorunlar, parlamento faaliyetindeki eksiklikler, sendikalardaki başarısızlıklar ve parti basınındaki disiplinsizlikleri eleştiren bir mektup yazarak uyardı. Aralık 1921’de yapılan Marsilya kongresinde KEYK’da partiyi temsil eden ve Komintern politikalarına bağlı kalan Souvarine merkez komiteye seçilemedi. Souvarine’nin seçilememesini Komintern’e karşı bir tepki olarak gören MK’nin dört üyesi bu durumu protesto ederek MK’dan ayrıldı. Bu partide bir krize yol açtı. Krizi çözmek için parti delegelerinin katılacağı özel bir konferans çağrısı yapıldı. Ocak 1922’de yapılan konferans büyük bir çoğunlukla kongrenin tavrını onayladı. Şubat 1922’de Moskova’da düzenlenen KEYK Plenumuna katılan dört Fransız delege birleşik işçi cephesine karşı oy kullandı. Fransız partisindeki durum KEYK Haziran Plenumu’nda da görüşüldü. Görüşmede Komintern’in IV. kongresinden önce partinin yeni bir kongre yapmasına karar verildi. Kongre öncesinde KEYK partideki bölünmeyi engellemek için iki delegeyi (Manuilsky ve Humbert-Droz) Paris’e gönderdi. Komintern delegeleri taraflara bir uzlaşma önerisi sundu. Bu öneriye göre, sağ ve sol bütün parti organlarında eşit biçimde temsil edilecek, karar almada eşitlik halinde Komintern temsilcisinin oyu belirleyici olacaktı. Sağ kanat güçlü olduğu için bu öneriyi kabul etmedi. Ekim 1922’de yapılan kongrede partinin bütün organlarında sağ egemen oldu. KEYK yeniden devreye girerek bölünmeyi önledi. Halbuki çok değil iki yıl önce düzenlenen II. Kongre’de, sağ unsurlardan arınmadan komünist partisi olunamaz deniyordu. Şimdi ise sol’lar, sağlar’ın egemen olduğu partilerden ayrılmamaya “ikna” ediliyordu. Bu çelişkinin nedeni sağ’ların tersine Solların KEYK tarafından onaylanan Birleşik İşçi Cephesi’ne olan itirazlarıydı. Fransız partisine bu müdahale, KEYK’nin üye bir partiye yönelik ilk müdahalesi değildi. İlk müdahale Levi’nin KPD Merkez komitesinden ihracı sırasında gerçekleşmişti.
İtalya’da faşist hareketi 1920 Eylül fabrika işgallerinin yenilgisinin ardından büyük bir ilerleme kat etti. 1921 yılı başından itibaren İtalya’da faşist örgütler hükümet desteğiyle işçi kulüplerine komünist örgütlere ve sendikalara karşı saldırılarını yoğunlaştırdı. Devrimci işçi liderleri faşist örgütler tarafından öldürüldü. Sosyalist Parti faşist harekete karşı, onlarla uzlaşarak saldırıları engelleyebileceği varsayımıyla pasif bir çizgi izledi. Henüz çok güçsüz olan İtalya Komünist Partisi, Komünist Enternasyonal’de birleşik cepheye karşı muhalif olan partilerin başına geliyordu. Şubat 1922’de toplanan KEYK Plenumu’nda parti birleşik cepheye karşı oy kullanmıştı. KEYK, Komünist Parti’ye İtalya’da faşist saldırılar ve büyüyen yoksulluğa karşı işçi hükümeti sloganı altında mücadelenin sürdürülmesi çağrısını yaptı. KEYK’nin çağrısında İşçi hükümetine vurgu yapılması (bu daha önce KDP’nin açıkladığı programda yer almıştı) işçi hükümetinin KEYK tarafından da benimsendiğini gösteriyordu. Bu aynı zamanda birleşik işçi cephesi politikasında bir yeniliğin de ilk işaretiydi. Ancak KEYK çağrısı, bir yandan Sosyalist Parti’nin pasif tavrı öte yandan Komünist Partisi’nin karşı tutumu nedeniyle bir sonuç vermedi..Mussolini Ekim 1922’de iktidara geldi. Bu, hem burjuvazi hem de işçi hareketi açısından Avrupa’da yeni bir dönemin başlangıcıydı.
İngiltere’de durum daha stabildi. Büyük Britanya Komünist Partisi (CPGB) Komintern’in en küçük ve en uyumlu partilerinden biriydi. İşçi sınıfı içerisinde hemen hiç bir etkiye sahip değildi. Birleşik işçi cephesi taktiğini sorunsuz benimseyen neredeyse tek partiydi. Ayrıca İngiltere Avrupa işçi hareketi içerisinde Sovyet Rusya’ya sempatinin en güçlü olduğu ülkeydi. İngiliz işçi sendikaları ile Sovyet sendikaları ve Profintern arasında güçlü ilişkiler vardı. Komünistlerin işçi partisine katılması sorunu Komintern’in II. Kongresinde tartışıldı ve katılma yönünde bir karar alındı. Katılma kararının İşçi partisi tarafından reddedilmesi, komünist partisi içinde İşçi Partisi’ne güvensizliğin büyümesine yol açtı. Mart 1921 ara seçimlerinde, Komünist Parti’nin İşçi Partisi’nin adayı tescilli oportünisti Ramsey MacDonald’ın seçilmemesi için elinden geleni yapması ve MacDonald’ın seçimi az farkla kaybetmesi iki parti arasındaki ilişkileri daha da gerdi. Britanya Komünist Partisi (CPGB) Komintern III. Kongresinde teyit edilen İşçi Partisi’ne katılma kararı ve KEYK Ocak Plenumu’nun, seçimde İşçi Partisi’ni destekleme önerisi doğrultusunda hareket ederek, 1922 seçimlerinde güçlü olduğu bölgelerde bile adaylarını geri çekerek İşçi Partisi’ni destekledi. Ancak bu bile birleşme önerisinin İşçi Partisi tarafından reddedilmesini önleyemedi. CPGB’de, KEYK’yi rahatsız eden sorun birleşik cephe ya da Komintern kararlarına muhaliflik değildi, sorun partinin gevşekliği ve etkisizliğiydi. Partinin bu durumdan çıkartılarak, disiplinli ve merkezi bir parti olarak yeniden örgütlenmesi Ekim 1992’de yapılan parti kongresinin ana gündemiydi. Kongre bu sorunu çözmüş görünse de bunun parti faaliyetinde herhangi bir etkisi görülmedi. İngiltere’de faaliyet daha çok Ulusal Azınlık Hareketi, Uluslararası İşçi Yardımı (MRP), İşçilerin Enternasyonalist yardımı NUWM vb. dayanışma hareketleri üzerinden yürüdü.
Amerikan Komünist Partisi ve Amerika Komünist İşçi Partisi KEYK’nin talimatıyla Mart 1921’da Kuzey Amerika Komünist Partisi adı altında birleşti. Parti’nin illegal olması birleşik işçi cephesi oluşturmanın önünde bir engel olarak görüldü ve komünist parti, daha etkin bir cephe faaliyeti yürütebilmek için, KEYK’nin onayıyla Amerikan İşçi Partisi adıyla legal bir parti kurdu. Daha sonra partinin ismi İşçilerin (Komünist) Partisi olarak değiştirildi. Ama ne yasal ne de yasal olmayan parti işçi sınıfı üzerine bir etki sağlayabildi. Bu örnek, bileşik cephenin taktiğinin uygulamada, komünist harekette, illegal biçimlerden uzaklaşma ve legal eğilimleri güçlenmesi biçiminde yeni bir trendin başladığını gösteriyordu.
III. Kongre ile IV. Kongre arasındaki dönemde birleşik işçi cephesi taktiğinin en başarılı olduğu ülke Çekoslovakya’ydı. Çekoslovak Komünist Partisi 170 bin üyesiyle RKP ve KDP’den sonra Komintern’in en kitlesel üçüncü partisiydi. Ülkede sosyal demokratların kısmi güçsüzlüğü ÇKP’ye sınıfla bağ kurmada daha elverişli bir ortam sağlıyordu. ÇKP bu durumdan da yararlanarak işçi sınıfı içinde önemli bir güç haline geldi.
Sendikal alandaki durum kısaca şöyleydi; Bu dönemde Profintern işçi sınıfının acil çıkarlarını savunmak için Amsterdam Enternasyonal’i ve diğer sendikalarla birçok kez ilişkiye geçtiyse de somut bir sonuç alamadı. Şubat 1922’de Norveç sendikalarının önderliğiyle iki sendika Enternasyonal’ini (Amsterdam ve Profintern) bir araya getirme girişimi de aynı akıbete uğradı. Girişim Amsterdam tarafından reddedildi. Buna rağmen Profintern 1922 yılı içinde gelişmesini sürdürdü.
Fransa’nın tek büyük sendikası CGT’nin bölünmesi, Fransa’da Profintern’in güçlenmesini sağladı. Bölünmeden sonra işçilerin çoğunluğunu bünyesinde barındıran CGTU kuruldu ve Profintern’e katıldı. Profintern’in güçlü olduğu diğer bir ülkede Çekoslovakya’ydı. Diğer ülkelerde, Profintern üyesi sendikalar küçük sendikalardı. Örneğin Almanya’da Haziran 1922’de Leipzig’de yapılan Alman sendikaları kongresine katılan 700 delegenin sadece 90’i komünistlerle birlikteydi.
IV. Kongre
Komünitern’in IV. Kongresi 5 Kasım 1922’de Petrograd’da toplandı, 9 Kasımda Moskova’da devam ederek 5 Aralık 1922’de tamamlandı. Kongreye 58 ülkeden, 58’i komünist parti olmak üzere, 66 parti ve örgütü temsilen, 65’i iştiraki oy hakkıyla 408 delege katıldı. Lenin hastalığı nedeniyle kongre çalışmalarına katılamadı. Kongrenin açılışına bir mesaj gönderdi ve “Rus Devriminin Beş Yılı ve Dünya Devriminin Geleceği” üzerine bir konuşma yaptı. Lenin, Kongreye gönderdiği mesajında; Bütün engellemelere rağmen “Komünist Enternasyonal’in güçlendiğini”, esas amacın “hala işçilerin çoğunluğunu kazanmak” olduğunu belirterek, Sovyet Rusya’nın “kapitalizmi yıkmak” için yürüttükleri çetin savaşımlarında “bütün dünya işçilerine yardım etmeyi en büyük övünç konusu” kabul ettiğini vurguladı.
KEYK raporundan sonra IV Kongre’de de, III. Kongre’deki gibi uluslararası durum, Komünist Enternasyonalin taktikleri, Rus Devriminin Beş Yılı, Komintern’in programı, Sovyet Rusya’nın ekonomik durumu, Versailles anlaşması bu anlaşmanın sonuçları, sendikalarda, kırsal alanda çalışma, Kadın Sekreterliğinin, Gençlik Enternasyonal’inin faaliyetleri, eğitim alanındaki faaliyetler, kooperatif hareketi, tarım sorunu, Doğu sorunu, Siyahlar sorunu görüşüldü, kararlar alındı. Çeşitli partilerin durumu (Fransa, İspanya, Danimarka, Norveç, İtalya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Mısır Sosyalist Partisi) ele alındı. Komünist Enternasyonal’in tüzüğü görüşülüp yeniden düzenlendi. Kongre alışılmış biçimde çağrı metinlerinin yayınlanmasıyla tamamlandı.
IV. Kongre‘nin gündemini III. Kongre’deki gibi birleşik işçi cephesi belirledi. Bu konudaki tek yenilik bileşik cephenin bir devamı olarak ele alınan “işçi hükümeti” oldu.
Raporlarda ve tezlerde açıkça bir geri çekilişten söz edilmedi. Geri çekilişle ilgili cümleler raporların ve tezlerin içine serpiştirildi. Raporlar ve tezler üzerine yapılan konuşmalarda ise geri çekilme net olarak ifade edildi.
Lenin, Kominterrn’in IV. Kongresinden önce, 27 Mart 1922’de RKP(B)’in XI. Kongresinde yaptığı konuşmada Sovyet devriminde ve Komintern’deki geri çekilmeyi net bir biçimde dile getirdi. Lenin’in konuşmasında söyledikleri Sovyet devrimi ve Bolşevikler için ne ölçüde gerçekçi idiyse, Avrupa ülkeleri komünist partileri için de o ölçüde dramatikti. “Geri çekilme, özellikle saldırmaya alışmış devrimciler için, özellikle uzun yıllar boyunca büyük başarıyla saldırmaya alışkın olduklarında, özellikle etraflarında saldırıyı başlatmaktan başka bir şey düşlemeyen başka ülkelerin devrimcileri olduğunda çok zor bir iştir. Hatta bunlardan bazıları geri çekildiğimizi gördüklerinde, Komünist Enternasyonal Genişletilmiş Yürütmesi’nin son toplantısında olduğu gibi uygunsuz ve çocukça bir biçimde gözyaşlarına boğuldular. Bazı yoldaşlar en iyi komünist duygular ve eğilimler içinde gözyaşlarını tutamadılar, çünkü iyi Rus komünistleri, düşünebiliyor musunuz, geri çekiliyorlardı. … Her halükârda bizim duygusallıklarla yitirecek zamanımız yok. Bizim için, tam da uzun yıllar boyunca böyle başarıyla saldırdığımız ve olağanüstü zaferler kazandığımız için (hem de bütün bunlar inanılmaz ölçüde yıkılmış ve maddi önkoşullardan yoksun kılınmış bir ülkede!), çok fazla şey elde ettiğimiz için bu ileri hareketi pekiştirmek üzere geri çekilmenin kesinlikle zorunlu olduğu açıktı. Bir baskınla ele geçirdiğimiz tüm bu mevzileri koruyamazdık, öte yandan ise yalnızca, işçilerin ve köylülerin coşku dalgasıyla desteklendiğimiz bir baskınla öyle çok şey elde etmiştik, öyle çok alanımız vardı ki, esas ve temel olanı bir nebze bile yitirmeden çok daha fazla geriye çekilebilirdik, bugün de çekilebiliriz. Aralarında “İşçi Muhalefeti’ninkinin de bulunduğu panik sesleri (ki “İşçi Muhalefeti’nin büyük zararı buradadır) saflarımızda kayıplara, disiplinin gevşemesine ve düzenli geri çekilmenin bozulmasına yol açmasına rağmen, yine de geri çekilme genelde düzenli gerçekleşmişti. Geri çekilmede en tehlikeli şey paniktir. Bütün ordu (mecazi anlamda söz ediyorum) geri çekiliyorsa, herkes sanki ileri yürüyüş içindeymiş gibi bir hava olamaz. O anda adım başında belli ölçüde bezgin bir hava görülecektir. Hatta Moskova’da açlık ve soğuğun hüküm sürdüğünü; “eskiden temiz ve güzelken şimdi ticaret ve spekülasyon’’ olduğunu yazan şairlerimiz bile oldu. Bu türden bir dizi şairane yapıta sahibiz.” (Lenin seçme Eserler Cilt IX -372)
IV. Kongre’de, II. hatta III. Kongre’deki güven ve coşku yoktu. Bu karamsarlık Zinovyev’in açış konuşmasına da yansıdı; “Komünist Enternasyonalin, kelimenin tarihsel anlamıyla zaferinin garanti altına alınmış olduğunu söylemeye gerek yok. Savaşçı örgütümüz, tıpkı Paris communardlarına ve Birinci Enternasyonal’e olduğu gibi, gericilik ateşiyle yeryüzün-den silinecek bile olsa, Komünist Enternasyonal yeniden doğacak ve en sonunda proletaryayı zafere götürecektir. Ama biz şimdi, Komünist Enternasyonal in bugünkü halinin, bizim kendi savaşçılar neslimizin, Komünist Enternasyonalin üstlendiği tarihsel misyonu yerine getirmeyi başarıp başaramayacağıyla ilgileniyoruz… Hiç abartmadan. Komünist Enternasyonalin en zor zamanlarını atlatmış olduğunu ve dünya gericiliğinin saldırılarından korkmasına gerek kalmayacak ölçüde güçlenmiş olduğunu söyleyebiliriz” (Bolşevik Devrimi III-.441)
IV Kongrede geri çekilmeyle ilgili en açık konuşan Radek oldu. Radek konuşmasında durumu söyle özetledi; “İçinde yaşadığımız zamanın öyle bir özelliği var ki, dünya sermayesinin krizi atlatılmamış olmasına rağmen, iktidar sorunu hala bütün sorunların merkezi olmasına rağmen, büyük proletarya kitleleri öngörülebilir bir zaman içinde iktidarı ele geçirme yeteneklerine olan inançlarını kaybettiler. Savunmaya çekildiler. … Eğer durum buysa… Eğer işçi sınıfının büyük çoğunluğunu kendini iktidarsız görüyorsa, o zaman dolaysız bir görev olarak iktidarı ele geçirmek gündemde değil demektir.” (age.-412)
Tezlerde birleşik cephe taktiğiyle ilgili tek değişiklik aşağıdan cephe kavramının kullanılmaya başlaması oldu. Bu değişime yol açan esas etken komünistlerin bütün çağrılarının II.İkibuçukuncu ve Amsterdam Enternasyonal’i tarafından tam bir kesinlikle reddedilmesiydi.
Bu durum IV Kongre’de yeni bir tartışmayı, yukarıdan ve aşağıdan cephe tartışmasını gündeme getirdi. Bu tartışma partilerde yeni bir bölünmenin fitilini ateşledi. Başını Alman Komünist Partisi’nin çektiği Sol’lar birleşik işçi cephesinin sosyal demokrat partilerle yapılacak görüşmeler ve anlaşmalarla değil, ancak aşağıdan, yani sosyal demokrat ve partisiz işçiler arasında yapılacak çalışmalarla kurulabileceğini savundu. Kongre’den sonra da seksiyonlarda bölünmelere yol açan bu tartışma, orta bir yol bulunarak geçici de olsa yatıştırıldı.
Kongre’de Birleşik İşçi Cephesi’nin esas amacı, “işçi kitlelerini ajitasyon ve örgütlenme yoluyla birleştirmektir. Birleşik cephenin gerçek başarısı, “aşağıdan”, tabanındaki işçi kitlelerinin tabandan gelen bir harekete dayanmasına bağlıdır. Yine de yapılan görüşmelerin seyrinden her zaman haberdar etmek koşuluyla, komünistlerin düşman işçi partilerinin liderleriyle görüşmeyi geri çevirmemesi gereken durumlar vardır. Bu liderlerle yapılan görüşmelerde, komünist partinin bağımsızlığı ve ajitasyonu kısıtlanmamalıdır.” olarak yeniden formüle edildi. (Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal II-305 )
Sermayenin işçi sınıfına karşı saldırılarının arttığının belirtildiği bölümde; “Kapitalizmin savaş nedeniyle zayıflamış olduğu bir anda, Rusya dışında hiçbir yerde, proletarya, ona önemli bir darbe vuramadı. Bu yüzden burjuvazi, sosyal demokratların yardımıyla militan işçi hareketini yenilgiye uğratabildi, siyasal ve ekonomik iktidarını yeniden kurdu ve proletaryaya karşı yeni bir saldırı başlattı” dendikten sonra faşizmin, bu saldırıların genelleşmiş hali, “burjuvazinin elindeki son kozu” olduğu, faşizmin “aynı zamanda doğrudan doğruya burjuva demokrasisinin temellerine karşı işlediği” belirtildi.(age. 299- 301) İtalyan sorunu üzerinde tartışmalar da ise, “faşizm bir macera politikası”, “tumturaklı, ama belirli bir programdan ve belirli ideallerden, sıkı ve birleşik bir sınıf temelinden yoksun” olduğu vurgulandı. (age. 445)
Bu belirlemelerle Faşizm sorunu da Komintern’in gündemine girmiş oldu. IV Kongre’deki, Faşizmin sıkı bir sınıf temelinden yoksun olduğu, burjuva demokrasisini de tehdit ettiği biçimindeki tespitler Komintern’in sonraki Kongre ve toplantılarında burjuvazinin faşist olmayan kesimi ile ittifak ve faşizme karşı burjuva demokrasisinin savunulması taktiklerinin de ilk öncülleri oldu.
Lenin, hastalığı nedeniyle çalışmalarına katılamadığı IV. Kongredeki tek konuşmasını “Rus Devriminin Beş Yılı ve Dünya Devrimin Perspektifleri” başlığı altında yaptı. Lenin, zar zor bitirdiği konuşmasında NEP’in zorunluluğu ve gerekliliği üzerinde durdu. Konuşmasında dünya devrimiyle ilgili olarak şunları söyledi; “1921 yılında, III. Kongre’de, komünist partilerin örgütsel inşası ve çalışma yöntemleriyle, çalışmalarının içeriği üzerine bir karar kabul ettik. Karar mükemmel, fakat neredeyse baştan sona Rus işi, yani her şey Rus koşullarından alınmıştır. Bu onun iyi yanıdır, ama aynı zamanda kötü yanıdır. Şu yüzden kötü, çünkü bunu neredeyse hiçbir yabancının (Lenin yabancı vurgusuyla diğer komünist partilerini kastediyor – y) baştan sona okumayacağından eminim … Birincisi, fazla uzun, 50 ya da daha fazla madde içeriyor. Yabancılar bu tür şeyleri genellikle okumazlar. İkincisi, okusalar bile, yabancılardan kimse bir şey anlamayacaktır, çünkü fazla Rus işi. Rusça yazıldığı için değil, … tamamen Rus ruhuyla dolu olduğu için. Ve üçüncüsü, bu kararı istisnai olarak herhangi bir yabancı anlasa bile uygulayamayacaktır. …. Hepimiz için, Ruslar gibi yabancı yoldaşlar için de en önemli şey, beş yıl Rus Devrimi’nin ardından öğrenmek zorunda olduğumuzdur. Öğrenme olanağını ancak şimdi elde ettik. … Kapitalist devletlerin bize bu rahat öğrenme olanağını ne kadar süreyle tanıyacaklarını bilmiyorum. Fakat mücadeleden, savaştan özgür geçen her anı öğrenmek, hem de temelden öğrenmek için kullanmalıyız.” (Seçme Eserler-X -364)
Lenin’in Kongreye katılan komünist partisi temsilcileri hakkında söylediği bu sözler hiçbir tepkiyle karşılanmadı. Lenin’in sözlerini teyit eden bu sessizlik, komünist hareketin durumunu da ortaya koymaktaydı.
IV. kongrede ele alınan bir diğer gündem maddesi ise, Komintern’in programının tartışılmasıydı. Komintern’in Haziran 1922’deki genişletilmiş İkinci Plenumunda program taslağının hazırlanmasıyla ilgili olarak içinde Lenin, Buharin, Kuusinen, Zetkin, Cachin (Fransa), Smeral (Çekoslovakya) Bela Kun (Macar), Kabakçiyev (Bulgar), Katayama (Japon) yer aldığı 33 kişilik bir komisyon kuruldu. Sorun komisyon toplantıları ve parti basınlarında tartışıldı. Tartışmalarda iki eğilim öne çıktı. Birinci eğilim, programın; kapitalist ülkelerdeki sınıf mücadelesinin genel strateji ve taktiğini belirlemesi gerektiği, “geçişsel” (kısmi) önlemlerin ise, her ülkede o ülkenin somut koşullarına göre partiler tarafından belirlenmesi gerektiğini, ikinci eğilim ise, programın sadece genel ilkeleri değil, farklı ülkelerde mücadelenin somut pratik yöntemlerini ve kitleleri harekete geçirecek geçiş taleplerini (acil önlemler) kapsaması gerektiğini savundu.
Kongrede ağırlıklı olarak Buharin’in hazırladığı taslak görüşüldü. Buharin tarafından hazırlanan program taslağı, emperyalist-kapitalist toplum, emeğin kurtuluşu ve komünist toplum, kapitalizmin yıkılışı, proletarya diktatörlüğü ve komünizme geçiş olmak üzere dört ana bölümden oluşuyordu ve geçiş taleplerini içermiyordu. Bu taslak kongrede özellikle Alman ve Bulgaristan delegeleri tarafından eleştirildi.
RKP delegasyonu Buharin’in sunduğu taslağı ele alarak görüştü. Görüşme sonunda geçiş taleplerinin her partinin kendi programında yer alması, geçiş talepleriyle sosyalizm hedefi arasındaki bağın Komintern programı önsözünde kuramsal olarak işlenmesi kararına varıldı. Lenin Kongreye sunduğu raporda, tartışmaların bir sonuca ulaşamayacağını görerek, program üzerine genel bir tartışma ile yetinilmesini ve programın kabul edilmesinin bir sonraki kongreye bırakılmasını önerdi.
Kongre programa ilişkin bir dizi karar alarak program tartışmasını bir sonraki kongreye bıraktı. Alınan kararlarda, bütün taslak programların yayınlanmak üzere KEYK’ya sunulması, henüz bir programa sahip olmayan seksiyonların programlarını V. Kongreden en az üç ay önce KEYK’ya sunmaları, seksiyonların programlarında “geçişsel” (kısmi) istemler için savaşımın yer alması, Komintern programında geçişsel istemlerin devrimci görevlerin üstünü örtmeyecek biçimde, kuramsal olarak yer alması, seksiyon programlarında kısmi istemlerin yer almasının oportünizm olarak nitelendirilmesinin reddedilmesi ve ülkelerin farklı ekonomik ve politik yapılarına bağlı olarak “geçişsel” istemlerin temel tarihsel tiplerini belirlemesi vurgulandı.
Buharin Kongrede programla ilgili olarak söz aldı. Konuşmasında, programdan çok başka konulara değindi. Konuşmasında “proleter devletlerinin bir bütün olarak, proletaryanın stratejisine uygun olarak, burjuva devletleriyle askeri bloklar oluşturup oluşturmayacağı” gibi ilginç bir soruyu sorup şöyle yanıtladı; “Ben, bizim yabancı bir burjuvaziyle, bu burjuva devleti sayesinde bir başka burjuvaziyi devirebilmek için bir ittifak kurulabilecek kadar güçlendiğimizi iddia ediyorum… Bir burjuva devletiyle askeri bir ittifak kurulduğu varsayıldığında, her iki ülkedeki yoldaşların görevi, iki müttefikin zaferlerine katkıda bulunmaktan ibarettir.” (Bolşevik Devrimi III-415)
Buharin’in Dördüncü Kongre’de söyleyip yanıtladığı bu sözlerin bir fantezi olmadığı, II. Paylaşım Savaşında kanıtlandı. Avrupa’nın istisnasız bütün komünist partileri kendi burjuvaları yanında saf tuttular. Bu tutumlarını Sovyetler Birliğinin savunulmasıyla süslediler. Stalin Komintern’i lağv etme gerekçesini de ABD, İngiltere ve Fransa ile kurulan faşizm karşıtı ittifaka bağladı.
Kongre’de merkezi Berlin’de olan Uluslararası Komünist Kadınlar Sekreterliği ve Komünist Gençlik Enternasyonal’inin çalışmaları ele alındı. Komünistlerin eğitimi ve Kırda Örgütlenme ve Tarım Sorunları üzerine tezler görüşüldü. 27 Kasım-2 Aralık tarihleri arasında Moskova’da yapılan Profintern Kongresi’nde alınan kararlar onaylandı. Bu kararlarda sendikal birliğin korunmasına özel bir önem atfedildi. Komünistlerin reformist sendikalardan ayrılmasının yanlışlığına değinilerek, iki ve daha fazla sendika federasyonunun olduğu ülkelerde (İspanya, Fransa, Çekoslovakya vb.), komünistlerin sendikaların birleşmesini sağlamak için savaş vermeleri gerektiği vurgulandı. Ayrıca komünist partiler ve devrimci tutuklulara maddi manevi ve moral yardım için Uluslararası Kızıl Yardım Örgütü MOPR’un kurulmasına karar verildi.
IV. Kongrede daha da netleşen dünya devrimindeki geri çekilme dünya işçi sınıfının önceliklerinin de değişmesine yol açtı. O güne kadar taktiğe yön veren dünya devrimi iken bu durum değişti ve Sovyet Rusya’nın korunması öne çıktı. Bu değişim IV. Kongre belgelerinde Sovyet Rusya’nın her koşulda savunulması olarak somutlandı. Kongre Rus devrimi üzerine başlıklı kararda, Sovyet Rusya’nın Devrim sırasında ve sonrasında karşılaştığı zorluklara ve emperyalist ablukaya değinildi. “Sovyet Rusya’nın politikalarının komünist düzenin yaratılmasının ve geliştirilmesinin ana ön koşulunu güvenceye aldığı” kaydedildi. RKP(B)’nin “devlet iktidarını ele geçirmek ve korumak için verdiği başarılı mücadeledeki belirleyici rolü övüldü. Sovyet Rusya’nın ekonomisi ve siyasetinin yeniden inşası için NEP uygulamasına geçişin, ”bir yandan Rusya’da var olan özgül nesnel ve öznel tarihsel koşulların, diğer yandan dünya devriminin gelişim hızının yavaşlığının ve Sovyet Cumhuriyetinin kapitalist devletlerin ortasında tecrit olma durumunun bir sonucu” olduğu vurgulandı. Devamında dünya işçileri, dünya devriminin kalesi olan Sovyet Rusya’yı desteklemeye çağrıldı; “Dördüncü Dünya Kongresi bütün ülkelerdeki proleterlere, devrimin hiçbir zaman tek bir ülkenin sınırları içerisinde zaferle ulaşamayacağını hatırlatır; o yalnızca uluslararası biçimde, dünya devrimine gelişerek zafer ulaşabilir. Devrimin kazanımları adına Sovyet Rusya’nın var olma mücadelesi, tüm dünyanın ezilen ve sömürülen proleterlerinin esaret zincirlerinden kurtuluşu için verilen bir mücadeledir, Rus proleterleri devrimin öncü savaşçıları olarak dünya proletaryasına karşı görevlerini yerine getirdiler. Şimdi görevini yerine getirmesi sırası dünya proletaryasındadır. Her ülkede işçiler, mülksüzleştirilmiş ve köleleştirilmiş olanlar, aktif bir şekilde, Sovyet Rusya ile manevi, ekonomik ve siyasal dayanışma göstermelidir.” … Sovyet Rusya’yı güçlendirecek olan her şey dünya burjuvazisinin zayıflatacaktır.” ( Lenin döneminde Komünist Enternasyonal, Cilt II. 389-390)
Lenin, Nisan 1917’de kaleme aldığı “Devrimimizde Proletaryanın Görevleri” başlıklı yazısında Proletarya enternasyonalizmiyle ilgili olarak “Sadece bir tek enternasyonalizm vardır, kendi ülkesinde devrimci hareketi ve devrimci mücadeleyi geliştirmede özverili çalışma, istisnasız tüm ülkelerde aynı böyle bir mücadeleyi, aynı böyle bir çizgiyi (propaganda yoluyla, manevi ve maddi yardım yoluyla) desteklemek.” diye yazmıştı. Aradan gecen beş yılın ardından, dünya devriminin gerilemesiyle bu ilişki bir anlamda tersine döndü, Sovyet devrimini desteklemek proletarya enternasyonalizminin neredeyse tek ölçüsü haline geldi. Başka bir deyişle diğer ülke partileri için Sovyet Rusya’yı desteklemek devrimci olmanın neredeyse tek kriteri oldu. Sovyetleri destekleme belgisi, Komünist partilerin devrimci görevlerini savsaklamanın/vazgeçmenin gerekçesi haline getirildi. Dünya devriminin bir ikinci dalgası geciktikçe bu durum daha bir kemikleşti, komünist partilerin görevleri dengesinde tersine bir dönüş yaşandı, başlangıçta Sovyet dış politikası bir dünya devrimi çerçevesine oturtulmuşken, bu kez Komintern’in politikası Sovyet dış politika gereklerinin önceliklerine oturtuldu. Böyle olunca da kapitalizmin yasadığı bütün krizler ve savaşlara, bunların işçi sınıfı üzerindeki devrimcileştirici etkisine rağmen dünya devriminin gelen dalgaları komünist partilerin bariyerinde sönümlendi.
IV Kongre ve İşçi Hükümeti
IV Kongre’nin gündeminin en önemli maddelerinden bir şüphesiz ki, “işçi hükümeti sorunuydu. Bu sorun tıpkı birleşik işçi cephesi gibi KPD deneyiminin Komintern’e taşınmasıydı. KPD Ağustos 1921’de Jena kongresinde işçi sınıfının acil istemleri temelinde bir işçi hükümeti kurulmasını ve belirli koşullar altında bu hükümete katılınabileceğini açıkladı. IV Kongre’de “işçi hükümeti”nin birleşik işçi cephesi taktiğinin mantıki bir devamı olduğu belirtilerek ayrıntılı açıklamalar yapıldı. Şöyle ki; “Güncel Politik bir slogan olarak işçi hükümeti, burjuva toplumun konumunun özellikle istikrarsız olduğu ve işçi partililer ile burjuvazi arasındaki güçler dengesinin hükümet sorununu acil çözüm gerektiren pratik bir sorun olarak gündeme getirdiği ülkelerde en büyük öneme sahiptir. Bu ülkelerde işçi hükümeti sloganı, tamamıyla birleşik cephe taktiğinden kaçınılmaz olarak çıkar.”
Bu açıklamadan işçi hükümetinin kapitalizmin istikrarsız olduğu ülkelerde, hükümet sorununun bir çözümü olarak gündeme getirildiği anlaşılıyor. Bu bizi kapitalizmin istikrarsız olduğu bir ülkede devrimci partinin taktiğinin ne olması gerektiği sorusuyla karşı karşıya getirir. Devrimin çıkarı kapitalizmin istikrarsızlığının giderilmesinde değil büyütülmesindedir. Bu durumda devrimci taktik var olan istikrarsızlığı büyütmek, devrimci mücadeleyi yükseltmektir. IV Kongre ise bu soruyu, var olan istikrarsızlıktan yararlanarak işçi hükümeti kurmak olarak cevaplıyor. Devlet iktidarının burjuvazinin elinde olduğu koşullarda kurulacak işçi hükümetinin kapitalizmin istikrarına mı, istikrarsızlığına mı katkıda bulunacağı sorusu ise açıkta kalıyor.
Sonraki paragraflar bunu daha da netleştiriyor; “ Komünistler bu açık ya da örtülü burjuva-sosyal demokrat koalisyona, burjuva iktidara karşı ve onun nihai yıkımı için mücadele etmek amacıyla, ekonomik ve politik alanda tüm işçilerin birleşik cephesi ve tüm işçi partilerinin koalisyonuyla karşılık verirler. Burjuvaziye karşı tüm işçilerin birleşik mücadelesinin sonucunda tüm devlet aygıtının yönetimi işçi hükümetinin eline geçmelidir; böylece işçi sınıfının iktidardaki konumu güçlendirilmelidir.
İşçi hükümetinin en temel görevleri, proletaryayı silahlandırmak, burjuva karşı devrimci örgütleri silahsızlandırmak, üretimin kontrolünü sağlamak, verginin asıl yükünü mülk sahibi sınıfların üzerine kaydırmak ve karşı devrimci burjuvazinin direncini kırmak olmalıdır.
Böyle bir hükümet, ancak kitlelerin mücadelesinden doğmuşsa ve en alt tabakadaki işçilerin ezilen kesimlerinin oluşturduğu mücadeleci işçi örgütleri tarafından desteklenirse mümkündür. Bununla birlikte, parlamenter güçlerin yan yana gelmesiyle gerçekleşen bir işçi hükümeti bile, yani, tamamen parlamenter kökenli bir hükümet bile, devrimci İşçi hareketi dalgasının yükselmesine neden olabilir. … Proletaryanın böyle bir işçi hükümeti oluşturmak için girişimi, daha ilk günden itibaren burjuvazinin son derece güçlü bir direnişiyle karşılaşacaktır. Bu yüzden işçi hükümeti sloganı proleterleri bir araya getirme ve devrimci mücadelenin önünü açma potansiyeline sahiptir.”
“Bu koşullarda komünistler, komünist olmayan işçi partileriyle ve işçi örgütleriyle birlikte bir işçi hükümeti oluşturmaya hazır olduklarını açıklamalıdır.”( Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal II-306)
Demek ki, IV Kongreye göre komünistler işçi partileriyle birlikte burjuva- sosyal demokrat partilerin koalisyonuna karşı tüm işçi partilerinin koalisyonuyla cevap verecekler. Güzel! Komünistlerin koalisyon kuracakları bu işçi partileri kimlerdir? Örneğin işçi hükümetinin çıkış kaynağı olan Almanya’yı ele alalım. (Avrupa’nın diğer ülkelerindeki durum da Almanya’nın aynısıydı, her ülkede işçi hareketinde, şoven ve merkez eğilimli sosyal demokrat partiler egemendi.) Almanya’da komünist partisi dışında işçi hareketinde etkili olan diğer partiler; SDP, USPD (USPD, IV kongreden önce SDP’ye katıldı.) ve KAPD dir. KPD işçi hükümeti kurma çağrısını isim belirterek doğrudan bu partilere yaptığını da biliyoruz. Komintern’nin IV. Kongresine göre bu partiler burjuva partilerle koalisyon yaparken burjuva, hain, düşman (bu kavramlar bizzat IV kongre belgelerinde yer alıyor) oluyorlar, komünistlerle yaparlarsa işçi partisi oluyorlar, mantık budur.
Görevlerinin açıklandığı bölümde, işçi hükümetinin burjuva düzen sınırları içinde bir hükümet değişimi olduğu açıkça görülüyor. İşçi hükümetinin parlamenter etkinliğe bağlı olarak kurulabileceği açıklaması da bunu doğruluyor. Görevler bölümünde proletaryayı silahlandırmaktan ve burjuva karşı devrimci örgütleri silahsızlandırmaktan söz ediliyor.Bunların burjuva egemenliği altında yapılabilirliğini kabul etsek bile, ortada dev bir sorun duruyor. Burjuva devlet aygıtının temel kurumları olan ordu ve polisin, varlıklarını korudukları bir yerde burjuva karşı devrimci güçlerin silahsızlandırılması komik duruyor. Burjuvazinin en örgütlü karşı devrimci gücü olan ordu ve polisin kurum olarak varlığını koruduğu koşullarda ileri sürülen en radikal önlemlerin bile işçi sınıfını aldatma dışında, hiçbir pratik değeri olamaz.
İşçi hükümeti adı altında ileri sürülenler, Marksist devlet teorisinin ve proletarya diktatörlüğünün ancak burjuva devletin iç savaş yoluyla parçalanarak kurulabileceğinin reddi, II. Enternasyonal oportünizmine, parlamentarizme bir dönüştür. İşçi hükümetinin proletaryanın mücadelesinin önünü açma potansiyeline sahip olduğu tezi ise aşamalı devrim teorisinin yeniden diriltilmesidir. Metnin arasına sıkıştırılan kapitalizmin nihai yıkımı, iç savaş, işçi sınıfının silahlandırılması, her işçi hükümetinin proletaryanın devrimci iktidarı olmadığı, proletarya diktatörlüğü vb. kavram ve cümleler sadece bu oportünizmi örtmenin incir yapraklarıdır.
IV. Kongre sonrası birleşik işçi cephesi gibi işçi hükümeti de bir değişikliğe uğradı. Birleşik işçi cephesi sınıfsal niteliğinden arındırılarak Birleşik Halk Cephesi’ne dönüşürken işçi hükümeti de Halk Cephesi Hükümeti’ne dönüştü. Bu dönüşümle 1930’lu yıllarda Avrupa’da egemen bir eğilim haline gelen Avrupa komünizminin temelleri atıldı.
IV. Kongre, işçi hükümetleriyle ilgili bir liste oluşturarak, komünistlerin bunların hangilerine katılıp hangilerine katılamayacaklarını da belirledi. Bu listede; liberal (Avusturya), Sosyal Demokrat (Almanya), İşçi köylü (Balkanlar, Çekoslovakya, Polonya), komünistlerin içinde yer aldığı ve saf biçimiyle komünist olmak üzere beş işçi hükümet tipi belirlendi. Bunların ilk ikisi desteklenemez, üçüncü ve dördüncü katılınabilir hükümetler olarak ilan edildi.
IV. Kongrede oy birliğiyle kabul edilen işçi hükümeti kararına karşı Sol’ların cılız karşı çıkışı dışında hiçbir eleştiri olmadı. İlginç olan RKP içinde her koşulda dünya devrimini savunanların, Zinovyev, Buharin ve Troçki’nin bu konuda sessiz kalmasıydı.
Lenin’in, hastalığı nedeniyle bir konuşma yapmanın dışında kongre çalışmalarına aktif olarak katılmadığını biliyoruz. III. Kongrede kabul edilen birleşik işçi cephesini net bir biçimde desteklediğini de biliyoruz. IV. Kongrede kabul edilen işçi hükümetiyle ilgili karar hakkında bilgisi olup olmadığı, Kongre sonrasında bu konuda fikrini belirtip belirtmediğine dair elimizde bir veri yok. En azından araştırmalarımızda böyle bir veriye rastlamadık. Ama Lenin’inin IV. Kongre öncesinde, hem Kornilov darbesi hem de Almanya’da Kapp darbesi sonrasında gündeme gelen işçi hükümeti konusunda ne dediğini biliyoruz.
Kornilov darbesi konusuna daha önce değinilmişti. Özetle, Kornilov darbesinin bastırılmasından sonra Menşevikler ve Sosyal Devrimcilerin çoğunlukta olduğu İşçi, Asker ve Köylü Sovyetlerinin Bolşevikler, Menşevikler ve Sosyal Devrimciler’in yer alacağı bir hükümet kurulması önerisine, Bolşevikler böyle bir hükümete katılmayacaklarını, ancak kurulması halinde, Sovyetlere karşı sorumlu olma ve Bolşevikler için tam görüş özgürlüğü şartıyla destekleyebileceklerini, belirttiler. Ama Bolşeviklerin bu önerisi Menşevik ve Sosyal Devrimciler tarafından önce Lenin’in böyle bir hükümette yer alamayacağı koşulu ile, ardından da tümden reddedildi.
Lenin’nin Kapp darbesi sonrasında gündeme gelen işçi hükümeti, konusunda söyledikleri ise, son derece nettir. Lenin’in Sol Radikalizm: Komünizmin Bir Çocukluk Hastalığı broşürüne yazdığı “Almanya’da Komünistler ve Bağımsızlar” isimli ek, Komintern IV. Kongresinde işçi hükümetiyle ilgili ileri sürülen bir çok gerekçeye (sosyal demokrat partilerin işçi partisi olarak kabul edilmesi, işçi hükümetinin proletarya diktatörlüğüne geçişte olumlu olanaklar yaratacağı vb.) cevap oluşturuyor.
Lenin, KPD’nin yayın organı Rote Fahne’nin 26 Mart 1920 tarihli sayısında Kapp-Lüttwitz askeri “darbesi” ve “sosyalist hükümet” üzerine çıkan bildirisine değinerek;
“Başlıca hareket noktaları bakımından ve vardığı pratik sonuçlar bakımından bu bildiri kesin olarak doğrudur. Başlıca hareket noktalarını şöyle özetleyebiliriz: “Şehir işçi¬lerinin çoğunluğu” bağımsızlarla birlik olduklarına göre, şu anda [sayfa 119] Almanya’da, proletarya diktatörlüğünün “nesnel (objektif) temeli” yoktur. Sonuç: “Kapitalist burjuva partiler iktidardan uzak tutularak”, sosyalist hükümete karşı “yasalar gereğince muhalefet” vaadi (yani “zora başvurarak” hükümeti “devirme” hazırlıklarından vazgeçilmesi).
Hiç şüphe yok ki, bu taktik, özünde doğru bir taktiktir. Ama bu, açıklamanın ayrıntılarındaki yanlışlıklar, üzerinde durmazsak böyledir, bununla birlikte bir sosyal-hainler hükümetinin (Komünist Partisinin resmi bir bildirisinde) “sosyalist” diye adlandırılmasını ve üstelik Scheidemann’ların (SDP-yöneticisi-y) ve Kautsky-Crispien’lerin (USPD yöneticileri –y) partileri küçük-burjuva demokrat partiler olduklarına göre, bu bildiride “kapitalist burjuva partilerin” iktidardan uzak tutulmalarından söz edilmeyeceği olgusunu sessizlikle geçiştiremeyiz. Ve bildirinin dördüncü paragrafında yazılanlar da, kesin olarak yersiz ve yanlıştır. Bildiride şöyle deniyor:
“… Siyasi özgürlüğün sınırsız olarak kullanılabileceği ve burjuva demokrasisinin sermayenin diktatörlüğü olarak etkide bulunamayacağı bir durum, proletarya diktatörlüğünün gelişmesi bakımından… proleter yığınların komünizme kazanılması bakımından büyük önem taşır.”
Böyle bir şey olanaksızdır. Küçük-burjuva önderler, Alman Henderson’lar (Scheidemann’lar) ve Alman Snowden’ler (Crispien’ ler), burjuva demokrasisi sınırları dışına çıkmazlar ve çıkamazlar, ve burjuva demokrasisi de sermayenin diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.
Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından doğru olarak izlenen pratik sonuçlar bakımından, böyle ilke bakımından yanlış ve siyasi bakımdan da zararlı şeyleri yazmamak gerekirdi. Parlamenter adaba uyarak terbiyeli davranmak için) şunu söylemek yeterdi: Şehir işçilerinin çoğunluğu bağımsızların (USPD kastediliyor-y) arkasından gittikleri sürece, biz komünistler, bu işçilerin “kendi” hükümetlerini tecrübeden geçirerek [sayfa 120] son küçük- burjuva demokratik (yani “kapitalist burjuva”) hayallerinden kendilerini kurtarmalarına engel olamayız. Gerçekten gerekli ve zorunlu olan ve şehir işçilerinin çoğunluğunun güvendikleri bir hükümeti zora başvurarak devirme yolunda çabalardan vazgeçilmesinden ibaret bulunan bir uzlaşmayı haklı göstermek için bundan fazlasının gereği yoktur. Ama yığınların içinde her günkü propagandada elbette ki, resmi parlamenter nezaket sınırları içine kendini hapsetmenin gereği yoktur ve yığınlara tabii şu da söylenebilir: Bırakalım, şu aşağılık Scheidemann ve şu dar kafalı küçük-burjuva Kautsky ile Crispien, hem kendi kendilerini, hem de işçileri ne kadar aldattıklarını hareketleriyle tanıtlasınlar; onların “saf” hükümeti, sosyalizmin Augias ahırlarını sosyal-demokrasicilikten ve öteki sosyal-ihanet biçimlerinden, herkesten daha iyi temizleyecektir.
Almanya Bağımsız Sosyal-Demokrat Partisi’nin bugünkü liderlerinin gerçek kimliği (bütün etkilerini yitirdikleri iddiasının gerçeklere uymadığı ve eylemde proletarya için, kendilerine komünist adı takmış olan ve proletarya iktidarını “desteklemeye” söz vermiş bulunan Macar sosyal-demokratlarından bile daha tehlikeli olan) bu liderlerin ne oldukları Almanya Kornilov’unun serüveni sırasında, yani Kapp ve Lüttwitz darbesi sırasında bir kere daha belli olmuştur.” Lenin devamla, Karl Kautsky ve Arthur Crispien’i kastederek “Bu baylar, devrimci gibi düşünüp muhakeme yürütemiyorlar. Bunlar, Sovyet iktidarı ve proletarya diktatörlüğü iktidarından yana olduklarını ilan ettikleri takdirde, proletarya için bin defa daha tehlikeli olacak olan, durmadan ağlayan küçük-burjuva demokratlardır, çünkü, pratikte, proletaryaya yardımda bulunduklarına “bütün özdenlikleriyle” inanarak her zor ve tehlikeli anda bir ihanette bulunmaktan geri kalmayacaklardır. İhanet ve korkaklıkları yüzünden, Macaristan’da Sovyet iktidarının durumunun umutsuz olduğu kanısına vararak kapitalistlerin ajanları ve Antantın cellatları karşısında ağlamaya başladıkları zaman, kendilerini komünist diye vaftiz etmiş olan Macar sosyal-demokratları da, proletaryaya “yardım ettiklerini” sanıyorlardı.” (Lenin Sol Komünizm -ek)
Lenin’den aktardığımız bu uzun alıntı, işçi hükümeti konusunda başka herhangi bir yoruma ihtiyaç duyulmayacak kadar açıklayıcıdır.
Komintern’in Yeniden Örgütlenmesi
IV. Kongre’de daha sıkı disiplinli, daha merkezi, daha güçlü bir Komintern için tüzükte bir dizi değişiklik yapıldı. Tüzükte yapılan değişiklikle her yıl yapılması öngörülen kongrelerin tarihi ve delege sayılarının genişletilmiş yürütme toplantılarında belirlenmesi kararlaştırıldı. IV Kongre’ye kadar partilerin KEYK üyeleri partiler tarafından atanıyordu, bu değiştirildi, KEYK’nin 25 asıl ve 10 yedek üyesinin bundan böyle Komintern Kongresi tarafından seçilmesine, en az 15 KEYK üyesinin Moskova’da ikamet etmesine karar verildi.
KEYK’nin 25 asıl üyesi, Profintern ve Gençlik Enternasyonali temsilcileri, Almanya, Fransa, Rusya, Çekoslovakya ve İtalya partilerinden üçer, İngiltere, Polonya, Amerika, Bulgaristan, Norveç’ten ikişer ve oy hakkı olan öteki seksiyonlardan birer temsilciden oluşan genişletilmiş (Plenum) yürütme oluşturuldu. Genişletilmiş yürütmenin her dört ayda bir toplanması, kararlaştırıldı. Dokuz-onbir kişiden oluşan ve kendine bağlı şubeleri olan (Doğu şubesi, örgütlenme şubesi (Orgbüro), ajitasyon propaganda şubesi, ve istatistik ve enformasyon şubesi) Prezidyum’un genişletilmiş yürütme tarafından seçilmesine, bir sekreter, iki yedek sekreterden oluşan Prezidyum sekretaryası oluşturulmasına ( sekreterlik görevini 1926’ya kadar Zinovyev, ondan sonra sırasıyla Buharin, Molotov, Manuilsky, ve Dimitrov yürüttü) karar altına alındı. Prezidyum’un her seksiyona kendi denetimi altında bir görevli ataması kararlaştırıldı. Orgbüro’nun görevi partilerin önemli makamlarına atamalar yapma yöntemlerinin denetlenmesi olarak belirlendi.
Komintern’in kararlarının uygulanıp uygulanmadığının denetlenmesi için partilere görevlilerin gönderilmesine karar verildi. Alınan kararlardan bir diğeri de üye partilerin kongrelerinin Komintern kongresinden sonra yapılmasıydı. Bu önlemle partilerin önceden kongre yapıp, Komintern’in kabul edemeyeceği kararlar almasının önü kesildi. III. Kongrede alınan kontrol komisyonu kurma kararı, IV. Kongrede ele alındı. Kontrol komisyonunun kurulmasıyla Fransa ve Alman delegasyonları görevlendirildi.1923’te bu komisyonun işlevleri; KEYK’ya yönelik şikayetlerle ilgilenmek, KEYK’nin seksiyonlara uyguladığı yaptırımları, incelemek, KEYK ve seksiyonların harcamalarını denetlemek olarak belirlendi. Bu değişikliklerle Komintern’in üye partiler üzerindeki denetimini daha da sıkılaştırıldı. Tüzükteki değişikliklerin en önemli sonuçlarından biri de genişletilmiş plenum toplantıları uygulamasıyla, Komünist Enternasyonal’in kongrelerinin önemsizleşmesi, kongreler arası sürelerin uzaması oldu. IV. Kongreden sonra Kongrelerin arası giderek açıldı.
Kongrenin kapanış oturumunda 25 asil 10 yedek olmak üzere 35 kişilik KEYK üyeleri seçildi. Zinovyev KEYK başkan olarak kaldı, Lenin, Troçki ve Roy yedek üyeler arasında yer aldı. Prezidyum asıl üyeliklerine Zinovyev, Buharin, Radek, (RKP), Zetkin (alman KP), Smeral (Çekoslovakya KP), Souvarine (FKP), Kuusinen (Finlandiya KP), Karalov (BulgaristanKP), Katayama (Japonya KP) ve Mac Manus (İngiltere KP) seçildiler, Roy ve Gramsci yedek üyeler arasındaydı.
Özel Oturumlar
Kongrede bazı partilerin durumu özel oturumlarda görüşüldü. Fransız Komünist Partisi’nde sağ ile sol arasında sürmekte olan kavga, ilginç bir biçimde Sol’un lehine çözüldü. Fransız partisiyle ilgili komisyon toplantısında Sol, partideki Sağ kanat liderlerinin çoğunun mason loncası üyesi olduğunu ortaya çıkardı. Kongre partideki masonların 1 Ocak 1923’e kadar masonluktan ayrılmadıkları taktirde partiden atılacağına, ayrılanların ise iki yıl süreyle yönetim organlarında görev alamayacağına karar verdi. Parti başkanı Frossard istifa etmek zorunda kaldı ve sorun çözülmüş oldu. Kongre Fransız sorunuyla ilgili bir dizi karar aldı. “Partinin parlamenter sosyalizmden devrimci komünizme evriminin son derece ağır ilerlediğine” dikkat çekerek, bunun en önemli nedenlerinden birinin “komünist olmayan önder kadrolar” olduğu belirtildi. Bir yandan Fransız partisinin bölünmesine karşı dururken, öte yandan sağcı kadroların, tasfiye edilmesinin partinin “sağlığı, uyumu ve birliğiyle eylem kapasitesini korumanın zorunlu koşulu” olduğu vurgulandı. Sosyalizmle bağdaşmadığı belirtilerek, partinin Farmasonlarla ilişkisini 1 Ocak 1923’e kadar kesmesi emredildi. Partinin sendikal birliği ve birleşik işçi cephesini için mücadeleyi eyleminin merkezine oturtması istendi.
İtalya Sosyalist Partisi III. Kongre öncesi Komintern’den ayrılmıştı. Ekim 1922’de Roma Kongresinde sağı tasfiye etti ve 21 Koşulu kabul ederek Komintern’e katılma kararı aldı. IV. Kongre İtalyan Sosyalist Partisi’nin üyeliğini onayladı, İtalya’daki genel durumun “tüm devrimci proleter güçlerin birleşmesini” gerektirdiğini, ayrıca Komintern tüzüğünün her ülkede yalnızca bir seksiyon olmasını öngördüğünden iki partinin (İSP ve İKP) “İtalyan Birleşik Komünist Partisi” adı altında birleşmesini, bunun için KEYK’dan bir temsilcinin başkanlığında her iki partiden iki temsilci ile bir birleşme komitesinin oluşturulmasına karar altına aldı. Ancak bu karar gerçekleşemeden her iki parti de Ocak 1923’de Mussolini iktidarınca kapatıldı.
KEYK’nin Şubat 1922’deki genişletilmiş toplantısında İspanya Komünist Partisi, Fransa Komünist Partisiyle birlikte birleşik cephe taktiğine karşı oy kullanmış olmasının hata olduğunu kabul etti ve anarko sendikalizme karşı mücadele kararlılığını bildirdi.
Komintern’de sorunlu partilerden bir diğeri de Norveç İşçi Partisiydi. 21 koşulu kabul ettiğini beyan ettiği halde, bu koşullardan biri olan parti ismini değiştirmemekte direniyordu. IV. Kongreden önce Komintern’den ayrıldı. Partiden ayrılan küçük bir grup Norveç Komünist Partisi’ni kurdu. Danimarka partisiyle ilgi kararda, Komintern’nin Danimarka’daki tek seksiyonunun Danimarka Komünist Partisi olduğu belirtilerek, diğer komünist örgütlere bu partiye bağlanmaları önerildi
Birleşik Cephe taktiğine bağlı olarak iç sorunlar yaşan diğer bir parti de Çekoslovak Komünist Partisi’ydi. Bileşik Cephe’ye itiraz eden muhalefetin partiden ihraç edilmesinden sonra KEYK devreye girerek, muhalefetin ihraç edilmesinin hatalı olduğunu belirterek parti birliğinin yeniden kurulmasını önerdi. IV. Kongre bu durumu ele alarak, partideki bu sallantıların, “sosyal demokrat bir partiden komünist partiye geçiş sürecinden kaynaklandığını vurguladı. Benzer bir karar gericiliğin şiddetli saldırıları sonucu dağılan, bölünen Yugoslavya Komünist Partisi için alındı. Yeni koşullara uygun olarak parti birliğinin yeniden kurulması istendi.
Kongre’ye istişari oy hakkıyla katılan Mısır Sosyalist Partisi’ne, 15 Ocak 1923’e kadar bir kongre yaparak, “kimi sakıncalı unsurların partiden çıkarılması” ve partinin isminin komünist partisi olarak değiştirmesi koşuluyla Komünist Enternasyonal’e kabul edileceği bildirdi.
IV. Kongrede Doğu Sorunu
IV. Kongre’de doğu sorunu başlığı altında ele alınan gelişme ve tartışmalara girmeden önce Komintern’in II. ve IV. Kongreleri arasındaki sürede bu alandaki gelişmelere bir göz atılması gerekiyor. Bu iki kongre arasında Doğu’daki gelişmeleri; birincisi Sovyet Rusya’nın doğusundaki gelişmeler, ikincisi, Çin, Japonya ve Kore, üçüncüsü, İran, Afganistan ve Türkiye, olmak üç başlık altında ele alarak inceleyeceğiz.
1-Doğu Rusya’da Sovyetlerin kuruluşu
İç savaş sırasında Sovyet Rusya’nın Türkistan ve Sibirya ile ilişkileri neredeyse kopmuştu. Bu bölgeye beyaz orduları destekleyen İngiliz, Fransız, ABD ve Japon işgal güçleri yerleşmişti. 1917 Devrimi’nin ardından Türkistan’ın en önemli şehri ve Rus nüfusun yoğun olarak yaşadığı Taşkent’te işçi köylü temsilcileri Sovyet’i kuruldu. Bu doğudaki tek Sovyet’ti. Türkistan’ın diğer önemli kentlerinde; Buhara. Hive, Merv vb. işgal kuvvetlerinin desteğinde, dinci milliyetçi burjuva hükümetler vardı. İç savaş boyunca Taşkent’le Moskova arasında ilişkilerin kopukluğu nedeniyle Taşkent Sovyet’i adeta kendi kaderine terkedilmiş durumdaydı. Bu süre boyunca mücadele Taşkent Sovyet’i ile işgal güçlerinin desteklediği Hanlar, Emirler önderliğindeki burjuva milliyetçi hareketler arasında sürdü. Ancak iç savaşın kazanıldığı 1920 başlarında bu bölge ile ilişki kurulabildi. Yerel sovyetik güçlerle birlikte Kızıl Ordu, Buhara, Hive ve Merv’de milliyetçi hükümetleri devirerek Nisan 1921’de Özerk Türkistan Cumhuriyeti kuruldu.
Milliyetçi hareketlerin çok zayıf olduğu Sibirya ise, ABD, Fransa, İngiltere ve Japon birliklerinin işgali altındaydı. Bu durum Kızıl Ordu’nun Kolçak’ı yendiği Ocak 1920’ye kadar sürdü. Kolçak’ın yenilmesinin ardından ABD, İngiliz ve Fransız birlikleri geri çekildi. Bu tarihten sonra savaş, işgalci Japon bildikleriyle yerel Sovyetler ve Kızıl Ordu arasında geçti. ABD, Fransa ve İngiliz işgal kuvvetlerinin Uzak Doğu’dan çekilmesinden sonra yalnız kalan Japonya Sovyet Rusya ile uzlaşmak zorunda kaldı. Sibirya’da Japon işgal bölgesiyle Sovyetler arasında, yönetiminde Sosyal Devrimciler, Menşevikler ve Bolşeviklerin yer aldığı Uzak Doğu Cumhuriyeti adıyla bir tampon bölge oluşturuldu. Uzak Doğu Cumhuriyeti’nde Ocak 1920’de yapılan seçimlerde Bolşevikler Köylü Partisi ile ittifak halinde çoğunluğu kazandı. Japonya buna karşılık işgali altındaki Vladivostok’da kendi kukla hükümetini kurdu. Japonya ile Sovyet Rusya arasında savaş Japonların Vladivostok ’u terk ettiği Kasım 1922’ye kadar sürdü.
Batı Rusya, Kuzey ve Trans Kafkasya, Türkistan ve Sibirya’da Sovyet cumhuriyetinin kurulmasının ardında bütün bu cumhuriyetler ve özerk bölgelerin birleşmesiyle Ocak 1923’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Kuruldu.
2-Sovyet Rusya Çin ve Japonya İlişkileri
Çarlık Rusya’sıyla Çin arasındaki ilişkiler paylaşım savaşı öncesinde stabil bir görünümdeydi. 1917 Devrimi sonrasında Sovyet Rusya-Çin ilişkileri gergin bir seyir izledi. Çin doğudaki en bölünmüş ve istikrarsız ülkeydi. 1911 Çin Devrimi Sun Yat-Sen’in başında olduğu Tongmenghui örgütü tarafından gerçekleştirildi ve Güney Çin’de Sun Yat-Sen başkanlığında devrimci bir iktidar kuruldu. Sun Yat-Sen’in kurduğu Tongmenghui örgütü hemen her ulusal kurtuluş mücadelesinde olduğu gibi, devrimci demokratlar, burjuvalar, anayasal monarşistler vb. oluşuyordu. Devrimin zaferinden üç ay sonra iktidar monarşistlerin eline geçti. Başkanlığı bırakmak zorunda kalan Sun Yat-Sen mücadeleyi sürdürmek için eski örgütünü yeni duruma göre yeniden örgütleyerek Komintang’ı kurdu. Komintang 1912 seçimlerinde oyların çoğunluğunu alınca, monarşistler meclisi fesih ederek imparatorluğun yeniden kurulduğunu ilan etti. Komintang kapatıldı, Sun Yat-Sen sürgün edildiği Tokyo’da Çin Devrimci Partisi’ni kurdu. 1916’da Çin’e döndü, Komintang’i yeniden faaliyete geçirdi. 1921’de Guangzhau’da (Kanton) bir askeri hükümet kurdu. Mayıs 1921’de Kanton’da taraftarlarınca Çin Cumhuriyetinin başbakanı ilan edildi. Mayıs 1921’de kendi örgütünün ordu komutanı tarafından devrilince Şanghay’a geçti.
Emperyalist savaş öncesinde Çin emperyalist devletler; İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya tarafından dört nüfus bölgesine ayrılmıştı. Paylaşım savaşında Fransa, İngiltere, Rusya, Almanya Afrika ve Avrupa’yı paylaşmak üzere kapışırken Japonya ve ABD’nin hedefinde Çin vardı. Japonya 1918’de Pekin hükümetiyle düşmanlara karşı ortak savunma anlaşması imzalayarak paylaşımda bir adım öne geçti. Eski dörtlü nüfus bölgesi düzenini bozan bu anlaşmayla Çin üzerindeki nüfuz savaşı da yeni bir döneme girdi.
Ekim devrimi sonrasında Sovyet Rusya Çin’deki bütün eski ayrıcalıklarından vazgeçtiğini deklere ettiği halde Çin hükümeti İtilaf devletleriyle birlikte hareket etmeye devam etti. Hatta İtilaf güçlerine katılmak üzere bir birliği Vladivostok’a gönderdi.
Sovyet Rusya, Çin ile Çarlıktan kalma uzun bir sınıra sahipti. Bu sınır hattında üç bölge yer alıyordu. Türklerin asıl nüfusu oluşturduğu Sinkiang (Sincan), Moğolların yaşadığı Moğolistan ve nüfusun büyük kısmını Çinlilerin oluşturduğu Mançurya. Bu bölgeler uzun bir tarih boyunca Çin ve Rus imparatorlukları arasında bir paylaşım ve savaş alanıydı. Sincan bölgesi Çin’e bağlı olmasına rağmen fiili bir özerkliğe sahipti. Ekim devrimi sonrasında kurulan Taşkent Sovyet’iyle bir ticaret anlaşmasıyla güçlendirilen iyi ilişkiler kurdu. Bu ilişkiler Türkistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulduktan sonra da sürdü.
Mançurya Rusya’dan doğu Demiryolu hattıyla ayrılıyordu. Mançurya topraklarından geçen bu demiryolunun mülkiyeti ve yönetimi bir Rus şirketine aitti. Çin hükümeti iç savaş sırasında Sovyet Rusya ile Uzak Doğu arasında irtibatın kesilmesi ve Sovyetlerin Çin üzerindeki bütün ayrıcalıklarını reddettiğini açıklamasından yararlanarak Doğu Demiryolu’na el koydu. Ocak 1919’da demiryolu Mançurya’yı işgal eden İtilaf devletlerinin denetimine geçti.
Moğolistan 1915’te Rusya, Çin ve Moğolistan arasında imzalanan üç taraflı Kyahta anlaşmasıyla resmen Çin hükümdarlığına, fiilen ise Rus hakimiyetinde özerk bölge statüsüne kavuşmuştu. Çin hükümeti tıpkı Mançurya’daki yolu izleyerek 1919’da Moğol hükûmetine baskı yaparak özerkliği ortadan kaldıran bir anlaşmayı imzalattı. Bu gelişmeler Sovyet Rusya ile Çin merkezi hükümeti arasındaki ilişkilerin iyice gerilmesine neden oldu. Çin’deki merkezi hükümet dışındaki yönetimlerde ise Sovyetlere bakış olumluydu. Bu olumluluk Japonya’nın Çin’de bir nüfuz bölgesi istemesine karşı başlayan 4 Mayıs eylemleri sırasında ve sonrasında daha da gelişti. Koyu bir Japon karşıtı olan ve orta Çin’de hüküm süren Wu Pei-fu ile Sovyetler arasındaki ilişkiler bir dönem olumlu seyrettiyse de bu uzun sürmedi. Merkezi hükümet ve Wu ile ilişkilerin bozulmasıyla Çin’e yönelik Sovyet politikasının rotası Güney Çin’de güçlü bir lider olan Sun Yat-sen’e döndü.
RKP (B) MK üyesi Joffe Ağustos 1922’de Uzak Doğu misyonuyla Pekine gönderildi. Çin hükümetine bir Sovyet- Çin konferansı düzenlenmesi önerisinde bulundu. O dönemde Çin’de hükümetin durumu pek parlak değildi. Surların dışında kalan kesimde hiçbir otoritesi kalmamıştı. Ayrıca İtilaf devletleriyle ilişkisi nedeniyle Sovyetlere karşı mesafeliydi. Görüşmelerde öne çıkan iki konu Kızıl Ordunun Moğolistan’dan çekilmesi ve Doğu Demiryolu’nun statüsüydü. Çin dışişleri bakanıyla yapılan görüşmelerde bir ilerleme kaydedilmedi. Pekindeki tek olumlu gelişme Joffe’nin Pekin Üniversitesi öğrencilerine verdiği konferanslardı. Joffe, hükümetle görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca sürgündeki Sun Yat-Sen’le görüşmek için Şanghay’a geçti. Yapılan görüşmeler sonunda 26 Ocak 1923’te Joffe ve Sun ortak bir basın toplantısı düzenleyerek varılan mutabakatı açıkladılar. Doğu Demiryolu sorununun bir Çin Rus ortak konferansıyla çözülebileceği ve Kızıl Ordunun Moğolistan’dan çekilmesinin acil bir sorun olmadığında mutabık kalındı. Ortak basın toplantısı Sun Yat-Sen’i rahatlatacak aşağıdaki siyasi mesajı içeriyordu; “Dr. Sun Yat-Sen Çin’de komünist bir düzenin de Sovyet sisteminin de kurulamayacağını, çünkü burada komünizmi ya da Sovyetizmi başarıyla kurabilmek için gereken koşulların bulunmadığını savunuyor. Bu görüşü bütünüyle paylaşan Bay Joffe, ayrıca, Çin’in en önemli ve en acil sorununun ulusal birliğe ulaşmak ve tam ulusal bağımsızlığı sağlamak olduğu görüşünde; Dr. Sun Yat-Sen’e bu büyük görevle uğraşan Çin’in Rus halkı tarafından en sıcak duygularla izlendiği ve Rusya’nın desteğine güvenebileceği konusunda teminat veriyor.” (Bolşevik Devrimi III. 499)
Sovyet Rusya’nın Doğu’daki en etkili düşmanı ilişkilerin tümüyle kesik olduğu Japonya’ydı. Japon –Rus rekabeti ve düşmanlığı Çarlık döneminden beri sürüyordu. Japonya 1905 savaşında Rusya’yı yenilgiye uğratmış ve Kore’yi işgal etmişti. Bu düşmanlığa Ekim devriminden sonra komünizm düşmanlığı eklendi. Japonya Nisan 1918’de Vladivastok’u işgal etti, Trans Kafkasya demir yolu boyunca Baykal gölüne kadar ilerledi. Bölgedeki Sovyet karşıtı güçleri destekledi ve Moğolistan’ı işgale girişti. Bütün bunlar Sovyet Rusya ile Japonya arasında diplomatik ilişki kurulmasının önündeki büyük engellerdi. Bu engellerin aşılması yönündeki ilk girişim Sovyet Rusya’dan geldi.
Uzak doğu misyonuyla Çin’e gönderilen Joffe, Sun Yat-Sen’le görüşmesinin ardından Rus-Japon Derneği’nin davetlisi olarak Tokyo’ya geçti. Tokyo’da pek sıcak karşılanmadı. Sovyet Rusya ile Japonya arasındaki sorunların başında Japonya’nın işgal ettiği yerlerden ve Kuzey Sakhalin’den çekilmesi geliyordu. Joffe, Hükümet çevreleriyle yapmaya çalıştığı görüşmelerden bir sonuç alınamayınca Uzak Doğu misyonunu tamamlayarak Moskova’ya döndü.
Sovyet Rusya – Japonya gerginliği sürerken dikkat çeken bir diğer gelişme ABD’nin Japonya’nın Uzak doğudaki faaliyetlerini önlemeye yönelik girişimiydi. ABD ve İngiltere hem Rusya’nın Uzak Doğu’da, özellikle Moğolistan’da artan etkisini, hem de Japonya’nın Çin ve Kore üzerindeki siyasi ve ekonomik nüfuzunu zayıflatmak üzere harekete geçti. Temmuz 1921’de Washington’da yıl sonunda silahsızlanma ve Pasifik sorunuyla ilgili bir konferans düzenleme kararı aldı. Sovyet Rusya, çağrılmadığı bir konferansta alınacak kararların kendisini bağlamayacağını açıkladı. KEYK ise konferans kararını Anglo- Sakson kapitalist tröstü kurma doğrultusunda bir adım olarak değerlendirdi. Konferansa, Sovyet Rusya’nın zorlamasıyla Uzak Doğu Cumhuriyetinden gayri resmi bir heyetin katılması kabul edildi.
12 Kasımda başlayan Konferans 6 Şubatta sonuçlandı. Pasifik’teki rekabet ABD ve İngiltere lehine çözüldü. Japonya’nın en büyük savaş ve uçak gemisi tonajları ABD ve İngiltere’nin neredeyse yarısıyla sınırlandırıldı. Bu anlaşmayla Japonya’nın 1902’de İngiltere’yle yapmış olduğu anlaşma geçersiz kılındı. İngiliz -Japon ittifakı yerini Anglo-Sakson ittifaka bıraktı. Çin’in Toprak bütünlüğünü garanti altına alan anlaşma ile Japon yayılmacılığına ikinci bir darbe vuruldu. Uzak Doğu’da Sovyet Rusya’nın en etkili düşmanı olan Japonya’yı dizginleyen bu anlaşma dolaylı olarak Sovyet Rusya’nın hesabına yazıldı.
Sovyet Rusya’nın Doğu’daki en başarılı girişimi şüphesiz ki Moğolistan Halk Cumhuriyetinin kuruluşuydu. 1919’da Moğolistan, Çin ve Japonya’nın mücadele alanlarından biriydi. Çin mevcut karmaşadan yararlanarak Moğolistan’ının özerkliğine son verdiğini açıkladı ve Moğolistan’da kendine bağlı bir yönetim oluşturdu. Japonya Sibirya’nın Çita Kentinde bir Pan Moğol kongresi toplayarak geçici bir Moğol hükümet kurdurdu. Aynı dönemde Moğolistan’daki iki devrimci grup Sovyet Rusya’nın girişimiyle birleştirildi. Kasım 1920’de Sukhebator liderliğinde Moğolistan Halk Partisi kuruldu.
Çin merkezi hükümet birliklerinin Wu Pei-fu güçlerine yenilmesi, hükümetin düşmesiyle sonuçlanınca, Moğolistan’daki Çin yönetimi de sona erdi. Bu durum Japonya’yı harekete geçirdi, Japonya’nın desteklediği Ungern Stemberg Moğol başkenti Urga’ya girdi ve kendini Moğol imparatoru ilan etti.
Moğolistan Halk Partisi Mart 1921’de yaptığı kongrede Moğol hükümeti ve ulusal Moğol ordusunu kurma kararı aldı.19 Martta kurulduğu ilan edilen Moğol hükümeti Sovyet Rusya’dan yardım talebinde bulundu. Kızıl Ordu, Sovyet topraklarına saldırıya geçen Sternberg kuvvetlerini yenilgiye uğratarak Temmuz’da Urga’ya girdi. Ve yeni Moğolistan hükümeti kuruldu. Moğol dini lideri Bogd Han Devlet başkanı olarak kaldı. Yeni kurulan Moğol hükümeti ile Sovyet Rusya arasında varılan mutabakatla “ortak düşmandan gelen tehditler bütünüyle ortadan kaldırılana kadar Sovyet birliklerinin Moğol topraklarından çekilmemesi” kararlaştırdı. Bog Han’ın ölümünden sonra 26 Kasım 1921’de Moğolistan Halk Cumhuriyetinin kurulduğu ilan edildi.
3-İran, Afganistan, Türkiye
İran’da Rıza Han’ın bir darbe ile iktidara gelmesinin ardından Şubat 1921’de imzalanan ve Aralık 1921’de İran meclisinde onaylanan dostluk anlaşmayla Sovyet Rusya çarlık döneminden kalan bütün imtiyazlarından vazgeçti. İngiliz birliklerinin İran’dan çekilmesi koşuluyla Gilan’daki birliklerini geri çekeceğini açıkladı. Mayıs 1921’de İngiliz birlikleri İran’dan çekildi. Bundan yararlanmak isteyen Küçük Han (Gilan “Sovyet Cumhuriyeti’nin başkanı) Tahran üzerine yürüdü. Kızıl Ordunun Gilan’dan çekilmesinin ardından İran ordusuna yenilen Küçük Han yakalanarak idam edildi. Gilan Cumhuriyeti’nin yıkılmasıyla birlikte henüz yeni kurulan İran Komünist Partisi ve diğer küçük devrimci gruplar da ezildi. Bu gelişmeler ve İran hükümetiyle yapılan anlaşmaya rağmen bir Rus vatandaşına ait olan petrol imtiyazının Standart Oil’e verilmesi, bu imtiyaz Haziran 1922’de Sovyet Rusya’nın tepkisiyle iptal edilmiş olsa da, Sovyet İran ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi. Sovyet Rusya İran ilişkileri 1924’te imzalanan ticaret anlaşmasıyla düzelir gibi olurken bu anlaşmanın İran meclisince onaylanmamasından sonra daha da gerildi
1919 gibi erken bir tarihte yapılan dostluk anlaşmasıyla Sovyet Rusya ile Afganistan arasında kurulan ilişkiler İngiltere’nin Afganistan’ın bağımsızlığını kabul etmesinin ardından bozulmaya başladı. Afgan Emiri Emanullah Han’ın 1922 yazında Enver Paşa’nın Doğu Türkistan’da başlattığı Sovyet karşıtı ayaklanmayı desteklemesi Sovyet Afganistan ilişkilerinin daha da bozulmasına yol açtı.
Benzer bir gelişme Türkiye ile yaşandı. İngiliz, Fransız ve İtalyan işgaline karşı mücadelede başat güç olan Ankara Hükümeti bu mücadelede Sovyet Rusya’nın çok yanlı desteğini yanında buldu. Ancak bu destek burjuva hükümetin işçi ve emekçilere karşı mücadelesinde bir yumuşamaya yol açmadı. Burjuvazi yüksek bir sınıf bilinciyle anti emperyalist küçük burjuva ve komünist hareketi ezmeyi birinci hedef olarak belirledi. Eylül 1920’de ulusal devrimci güçleri ve komünistleri yargılamak üzere İstiklal Mahkemeleri, Ekim’de komünist hareketi engellemek üzere resmi Komünist Partisi kuruldu, Aralık 1920’de Çerkez Ethem güçlerini dağıtılmak üzere harekete geçti, Ocak 1921’de Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, Çerkez Ethem’e yardım ettiği gerekçesiyle kapatıldı, üyeleri tutuklandı. 28-29 Ocakta TKP (Bakü) Başkanı Mustafa Suphi ve 15 komünist Karadeniz’de katledildi. Mustafa Kemal iktidarı sağlama almanın güveni içinde daha fazla Sovyet yardımı talep etmek için Komünist Enternasyonalin III. Kongresi’ne katılmak üzere Moskova’ya gönderdiği Tevfik Rüştü Aras’a 16 Mayıs 1921’de şunları yazdı.
“Rusların eğilimlerini ve büyük yardımlarını sağlamak için müsamaha edilen ve komünizmi temsil eden her türlü örgütler tüm olarak ortadan kalkmıştır. Türkiye Komünist Partisi ile Halk İştirakiyun Fırkası bu gün tam olarak dağılmış ve ülkede komünizm mesleğini tutan ve temsil eden resmi, özel hiçbir örgüt kalmamıştır.” ( M. Tuncay, E. Akbulut, THİF s.82)
Burjuvazi, Çerkez Ethem kuvvetlerini, komünist hareketleri ezerek, içerde iktidarını perçinledi. Bu zaferle davet edildiği Londra Konferansı’da 11 Mart 1921’de Fransa, 12 Mart’ta İtalya, 16 Mart’ta İngiltere ile yaptığı esir değişim antlaşmalarıyla, Türkiye’de iktidarın tartışılmaz sahibi olduğunu tescil ettirdi. 16 Mart’ta imzalanan dostluk anlaşmasıyla Sovyet Rusya tarafından resmen tanındı. Londra Konferansında İngiliz başbakanı LIyord George’un Türk heyetine Sovyet Rusya’ya karşı birlikte mücadele etme önerisi, Sovyet Rusya’nın Yunan birliklerinin ilerlemesi karşısında sıkışan Ankara hükümetine daha fazla yardım etmesini koşullandırdı.
Bu gelişmeler yaşanırken, Mustafa Kemal 20 Ekim 1921’de Fransa ile Ankara anlaşmasını imzaladı. Böylece İtalya’dan sonra Fransa’da Ankara hükümetini tanıyarak işgalden çekildi. Fransa ile yapılan anlaşma İtilaf Güçleri arasındaki çelişkileri su yüzüne çıkarırken, Sovyet Rusya’nın endişelerini büyüttü. Hem Fransa ile yapılan anlaşmanın içeriğini öğrenmek hem de Ankara hükümetine yapılacak yardımların görüşmek üzere Sovyet Rusya Kırım ve Ukrayna silahlı kuvvetleri başkomutanı ve Sovnarkom (Halk Komiserleri Konseyi) başkan yardımcısı Frunze’yi Ukrayna S. S. C.’yi temsilen (1,100 altın rubleyle ) Ankara’ya gönderdi.
Frunze’nin gündeminde Fransa ile yapılan anlaşmanın yol açtığı endişelerin giderilmesi, Ankara hükümetine yapılacak askeri ve mali yardımlar ve Kars’taki Molokanlar sorunu vardı. Frunze ziyareti sırasında Mustafa Kemal’le iki kez görüştü. İlk görüşmede Fransa ile yapılan anlaşmadan doğan endişelerin giderilmesi için Türk hükümetinin bazı şeyler yapması gerektiğini, askeri ve mali yardım yapılabilmesi için cepheyi gezmesine izin verilmesini, müzakerelerin hızlandırılması istedi. Molokanlar sorununun çözülebileceğini, faaliyetlerinden kuşku duyulan Enver Paşa’nın kontrol altında olduğunu belirtti.
Mustafa Kemal, görüşmede Fransa ile yapılan anlaşmada Sovyetlere yönelik hiçbir madde olmadığını, bu anlaşmanın “düşman koalisyonun içine nifak sokmak” için yapılmış “geçici ve yerel bir ateşkes” olduğunu, kuşkuları gidermek için her şeyi yaptığını ve yapacağını belirtti. Frunze kendisine anlatılanlardan sonra cepheyi gezme isteğinden vazgeçerek sadece ana karargaha gitmekle yetindi. Diğer konularda uzlaşma pek sorun olmadı.
Görüşmelerde gündeme gelen bir diğer konu ise 1920 sonunda tutuklanan THİF üyelerinin serbest bırakılmasıydı. Mustafa Kemal bu isteği şöyle yanıtladı: ”Bizim yerel komünistler komünist oldukları için değil, sizin de bildiğiniz Ethem’in hain hareketiyle ilgili oldukları için tutuklanmış ve sürülmüşlerdir. Natsarenus yoldaş komünizm adına onların geri döndürülmeleri ve affedilmeleri konusunda bana ricada bulunduğu zaman ben ona; biz onları komünizm adına serbest bırakabiliriz, ancak onlar komünist değildirler ve öyle de görünmedikleri cevabını verdim.” (Yavuz Aslan M. Kemal ve M. Frunze Görüşmeleri- Kaynak Yay.-43)
Frunze ilk görüşmede Mustafa Kemal’i devlet sosyalizmine yönlendirmeye çalıştı. İkinci görüşmede ise Mustafa Kemal’i teskin etmek adına birçok şeyi altüst etti. Çicerin’i batı sempatizanı olmakla, Ankara’dan istenmeyen adam olarak sınır dışı edilen Sovyet elçisi Upman’ı beceriksiz ve Karahan’ı küçük adam olarak suçladı.
Görüşmelerin ardından 28 Ocak 1922’de Ukrayna ile Türkiye arasında, 1921 Sovyet- Türk anlaşmasının benzeri bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmanın, Ankara hükümetine daha fazla askeri yardım almanın dışında sağladığı en büyük yarar ise, Sovyet Rusya’nın talebiyle Cenova görüşmelerine katılması oldu. Böylece Ankara hükümeti uluslararası bir toplantıya katılarak bu toplantının tarafları tarafından da tanınmış oldu.
Ankara Hükümeti anlaşmayla elde ettiği askeri ve mali olanaklarla İngiltere destekli Yunan işgaline karşı bir harekat başlattı; harekat Eylül 1922’de Yunan birliklerinin İzmir’de “denize dökülmesiyle” sonuçlandı. “Denize dökülme” bu tarihten başlayarak Türk şovenizminin sembolü oldu. Gerçekte ise denize dökülenler Yunan askerleri değil Egede ’de yaşayan Yunan uyruklular ve diğer Müslüman olmayan halklardı.
Frunze’nin M. Kemalle görüşmesinin diğer bir sonucu da Ocak 1921’de kapatılan THİF üyelerinin serbest bırakılması ve THİF’e yeniden yasal çalışma hakkının verilmesi oldu. THİF üyeleri Eylül 1921’de çıkarılan afla serbest bırakıldı. Parti yeniden örgütlendi. 16-17 Ağustos 1922’de Komintern temsilcilerinin katılımıyla I. Kongresini topladı. Bu Kongre,Komintern belgelerinde, Bakü’de yapılan kongre yok kabul edilerek,TKP’nin I. Kongresi olarak geçti.
Türk- Sovyet ilişkilerinde balayı dönemini bitiren son nokta Lozan’da Boğazlar sorununun tartışılması sırasında konuldu. 6 Mart 1921’de imzalanan Türk- Sovyet anlaşmasının önemli maddelerinden biri Boğazlar sorunuyla ilgiliydi ve Türkiye’nin egemenliğinde olan Boğazlardan geçişin Karadeniz’de kıyısı olan ülkelerin kuracağı uluslararası bir rejimle düzenlenmesini ön görüyordu. Londra’da Türkiye, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında barış görüşmeleri hazırlıklarını sürdüğü bir sırada Sovyetler Mart 1916 anlaşmasına dayanarak Eylül1922’de İngiltere’ye bir nota verdi. Notada, Boğazlar sorununda Karadeniz’de kıyısı olan devletler dışında bir müdahaleyi kabul etmeyeceğini bildirdi.
Sorun ilk kez Lozan Konferansının 4 Aralık 1922 oturumunda ele alındı. Konferansta Sovyet ve İngiliz tezleri çatıştı. Sovyet tezi Boğazların Türk egemenliğinde olduğu ve savaş gemilerine kapatılmasını içeriyordu. İngiltere’nin tezi ise, Boğazların uluslararası bir konsorsiyum tarafından yöneltilmesi ve tüm savaş gemilerine açık olması gerektiğini içeriyordu. Konferansta ilk sözü Sovyet Rusya, Ukrayna, Gürcistan heyeti adına Çiçerin aldı kendi tezlerini tekrarlayarak, Sovyetlerin başka bir tezi kabul etmeyeceğini söyledi. Diğer ülkeler adına söz alan birçok delege İngiltere’nin tezini tekrarladı. İngiltere başbakanı “Curzon canının sıkıldığı bariz biçimde görülen İsmet’e, kestirmeden “Rus tezini Türk Hükümeti’nin tezi olarak kabul edip etmedikleri” sorusunu yöneltti. İsmet, “konferansa sunulan çeşitli öneriler arasında Türk heyetinin bakış açısına en yakın olanın Rus-Ukrayna-Gürcistan heyetinin önerisi olduğunu” söylese de, heyetin yapılabilecek diğer önerileri de “incelemeye mecbur” olduğunu belirtti.” (Bolşevik Devrimi, Cilt III-450)
İnönü Türk heyetinin “bakış açısına en yakın” olarak nitelendirdiği Sovyet tezini, üstelik 1921’deki anlaşmada olduğu halde desteklemeyerek, Türkiye egemenliğini konferans masasında bırakarak, emperyalist bağımlılığı seçti. Ama ne yazık ki bu noktaya büyük ölçüde Sovyetlerle olan iyi ilişkiler, maddi ve manevi yardımlar kullanılarak gelindi.
1 Şubat 1923’te imzalanan taslak anlaşmayla İngiliz tezi Sovyet Rusya’nın karşı oyuyla onaylandı. 24 Temmuz 1923’te Boğazlar anlaşması Lozan barış anlaşmasıyla birlikte yürürlüğe girdi. Anlaşmayla Türkiye, Çanakkale, İstanbul Boğazları ve Marmara denizindeki adaların silahtan arındırılması, Boğazlar güvenliğinin konferansa katılan devletlerin oluşturacağı özel bir komisyon tarafından sağlanması ve Milletler Cemiyeti’nce garanti altına alınmasını kabul etti. Anlaşmada İngiltere’nin tezine aykırı tek kısıtlama hiçbir yabancı devletin tek bir seferde Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin savaş gemilerinden daha büyük gemilerin Karadeniz’e giremeyeceğiydi. Anlaşma 24’ündeki konferansa gözlemci olarak katılan Sovyet yetkilisince imzalanmış olsa da Sovyet hükümetince onaylanmadı.
Komintern’in Doğu’daki Faaliyetleri
1911 devrimi sonrasında Çin’de hızlanan kapitalistleşmeyle birlikte işçi sınıfı da gelişmeye başladı. 1919’da gelindiğinde Şanghay başta olmak üzere Çin’in çeşitli kentlerine yayılan işçi sayısı iki milyona ulaşmıştı. Marksizm’in yayılması ise Ekim Devrimi’nin etkisiyle başladı. 4 Mayıs hareketiyle hızlandı. 4 Mayıs 1919’da Paris Barış Konferansı’nda Japonya Çin’in eski bölüşümünde Almanya’ya ait olan nüfus bölgesinin, ve işgal ettiği bölgelerin kendisine verilmesini talep etti. Bu talebin emperyalist devletler ve Pekin hükümeti (Çin’i uluslararası alanda temsil eden hanedan hükümeti) tarafından kabul edilmesi üzerine Pekin Üniversitesi ve diğer üniversitelerden 3000 öğrenci Tiananmen meydanında toplanarak anlaşmayı protesto etti. Okul boykotuna dönüşen protestolar kısa sürede tüm ülkeye yayıldı. Şanghay’da işçiler öğrencileri destekleyen grev hareketini başlattı. Bu eylemlerin sonuçlarından biri hükümette üç Japon yanlısı bakanın istifa etmesi, diğeri de Şanghay’da Haziran 1919’de Ulusal Öğrenci Federasyonu’nun ve Kasımda 12 eyaletten temsilcilerin katıldığı Ulusal Federasyonun kurulması oldu. Ayrıca, bütün emperyalist devletler Çin’i bölüşmek için mücadele ederken Sovyet Rusya’nın Çin’e dair eski imtiyazları reddetmesi Marksizm’in işçi ve öğrenci hareketi üzerinde etkisini daha da güçlendirdi. Hem Kuzey hem de güneyde Marksist örgütlenmeler ortaya çıkmaya başladı. Kuzeydeki örgütlenmenin liderliğini Li Dazhao, Güneydekini ise Chen Duxie yürütüyordu. Komintern Nisan 1920’de Voitinsky’i komünist parti kurma çalışmaları için Çin’e gönderdi. Voitinsky Pekin’de Li ve Şanghay’da Chen ile görüştü. Bu görüşmelerin ardından ilk komünist gruplar Ağustos 1920’de Şanghay ve Ekim ‘de Pekin’de kuruldu. Aynı tarihlerde Şanghay grubuna bağlı Sosyalist Gençlik Birliği kuruşu gerçekleşti. . Mart 1921’de ülkedeki tüm komünist grupların katılımıyla gerçekleşen toplantının ardından Temmuz 1921’de Çin Komünist Partisi’nin kuruluş kongresi toplandı. Kongrede yedi bölgeden 53 parti üyesi 12 delegeyle temsil edildi. Maring’in Komintern adına katıldığı kongrede Chen parti sekreteri seçildi. Görüldüğü gibi, ÇKP’nin kuruluşu zayıf ve etkisizdi
Komintern Voitinsky’den sonra II. Kongreye Hollanda KP ve Endonezya delegesi olarak katılan ve sömürgelerde milliyetçi burjuvaziyle işbirliğini savunan ve bu işbirliğini kötü etkileyeceği için Pan İslamizm söylemine karşı çıkmakla ünlenen ünlü Mering’i 1921 yazında görüşmeler yapmak üzere Çin’e gönderdi. Maring, Kanton’daki SunYat-Sen’le görüştü. Komintang’la ÇKP arasında ilerde gerçekleşecek olan birleşmenin tohumlarının bu görüşmede atıldı.
ÇKP’nin güçsüzlüğüne karşın, Komintang işçi ve öğrenciler arasında önemli bir desteğe sahipti. Bu destek en belirgin biçimde Ocak-Mayıs 1922’de Hong Kong grevlerinde ortaya çıktı. Grevci işçiler İngiliz deniz ticaretini felç ettiler. Komintang bu grevlerde öncü bir rol oynadı ve işçiler arasındaki etkisini güçlendirdi. Güç dikkat çekici özelliğini gösterince ÇKP ve Komintern’in dikkati Komintang üzerine yoğunlaştı. Grevlerin yürütülmesindeki bu rolü, Komintern yöneticileri tarafından ulusal devrimci hareketlerin desteklenmesinin somut bir verisi olarak ele alındı. Komintang içindeki iç çatışma, Sun Yat-Sen’e darbe yapılması, Şanghay’a sığınan SunYat-Sen’in Komintern ve ÇKP nezdinde önemini daha da arttı. ÇKP bu gelişmelerin ışığında Komintang’i bileşik anti-emperyalist cephenin vazgeçilmez bir gücü olarak görmeye başladı.
ÇKP Haziran 1922’de yayınladığı bildiride “Bugün Çin’de var olan birçok politik parti arasında yalnızca Kuomintang bir ölçüde devrimci ve demokrat olup demokrasiye bağlılık konusunda görece samimidir” deniliyordu. (ÇKP tarihi Cilt I saf.73)
Temmuz 1922’de toplanan CKP II. Kongresinde Komintang’la birleşik cephe sorunu tartışıldı. Kongrede iki partinin varlığını koruyarak işbirliği yapması kararı alındı. Sonraki gelişmeler başka bir olasılığı, tek bir parti içinde “işbirliği” olasılığını, gündeme getirdi. Buna göre ÇKP üyeleri Komintang’a katılarak “onun devrimci dönüşümü”nü gerçekleştirecekti.
Komintern görevlisi Maring’in Sun Yat- Sen’le ikinci kez görüşmesinde Komünist parti üyelerinin tek tek Komintang’a üye olmalarında mutabık kalındı. (önerinin sahibi bizzat Sun Yat-Sen’di) Bu öneri KEYK tarafından da desteklendi. Öneri Ağustos 1922 ÇKP MK’nin toplantısında başlangıçta çoğunluğun karşı çıkmasına rağmen Maring’in yönlendirmesiyle kabul edildi.
Ocak 1923’de KEYK, ÇKP’nin tüzel kişiliğini koruyarak parti üyelerinin tek tek Komintang’a katılmasını onaylayan bir karar aldı. Bu karar 12-20 Haziran’da toplanan ÇKP III. Kongresince onaylandı ve ÇKP tarihinde yeni bir dönem açıldı. .
Japonya Doğuda Marksist hareketin gelişiminin en zayıf olduğu ülkelerden biriydi. İlk sosyalist örgütlenme 1901’de sosyal demokrat partinin kurulmasıyla başladı. Parti, biri sonradan Komintern’de görev alan diğeri anarko sendikalist iki lider, Katayama ve Kotoku tarafından kuruldu. Parti, II. Enternasyonalin 1904’te toplanan Amsterdam kongresinde Katayama tarafından temsil edildi. Ağır baskılar altında önemli bir varlık gösteremeden 1911’e kadar varlığını sürdürdü. 1911’de parti liderleri Japon imparatoruna komple kurmaktan tutuklandı. Kotoku idam edildi, Katayama ABD’ye kaçtı.
Komintern’in II. Kongresinde Japonya “feodalizm altında kapitalist çelişkilerin girdabında, devrimci bir krizin eşiğinde ülke” olarak nitelendirildi. Bu tespit Temmuz 1918’de patlak veren ünlü Pirinç ayaklanmalarına dayanıyordu. Pirinç fiyatlarındaki hızlı yükselişin protestosuyla başlayan eylemler kısa sürede bir ayaklanmaya dönüştü, ayaklanma ancak Eylül ortalarında ezilebildi. Japon işçi sınıfının bu görkemli eyleminde 25 bin kişi tutuklandı, 8,200 kişi ölüm cezası da dahil çeşitli hapis cezalarına çaptırıldı. Bu ayaklanmaya rağmen komünist hareketin gelişmesi sönük kaldı. Bunun önemli nedenlerinden biri kadim Rus- Japon düşmanlığı ve bu düşmanlığın Ekim devrimi sonrasında anti komünizme dönüşerek sürmesiydi.
RKP(B) Doğu’da komünist hareketin gelişmesine büyük önem verdi. Ekim devriminin ardından Kasım 19118’de Moskova’da yapılan I. Doğu Komünist Örgütleri toplantısında Doğu’da komünist hareketi geliştirmek için 12 şube kuruldu. Bu şubelerden biri Japon şubesiydi. Ancak bu şube iç savaş koşulları ve Japonya ile iletişimin kesikliği nedeniyle önemli bir varlık gösteremedi. Komintern’in kuruluş çağrısında Japonya’daki örgütler davet edilenler arasındaydı, ancak o dönemde Japonya’da bu çağrıya icabet edecek komünist bir örgüt yoktu. Japonya’da Ekim Devrimi sonrası kurulan ilk örgüt, anarko sosyalistlerle radikal sosyalistlerin birleşmesiyle kurulan Japon Sosyalist Federasyonu’ydu.
Japon komünistlerle Komintern arasındaki ilk ilişki 1920 sonbaharında Komintern temsilcisi olarak Çin’e gönderilen Voitinsky vasıtasıyla kuruldu. Voitinsky tanıştığı Japon komünistlerle Japonya’da sosyalist bir derginin çıkarılmasını sağladı. Dergi (Rodo Undo- İşçi Hareketi) ilk sayısının hazırlığında kapatıldı. Bu ve benzeri girişimler başarısızlıkla sonuçlandı ve Kominter’in I. ve II. Kongrelerine Japonya’yı temsil eden hiçbir delege katılmadı. Japon komünistler ilk kez III. Kongrede temsil edildi. Göç etmek zorunda kaldığı ABD’de bir Japon sosyalist grubu kuran Katayama Komintern’in III. Kongresine Japon delegesi olarak katıldı. Katayama Kongre sonrasında Moskova’da kaldı, KEYK üyesi oldu ve Komintern’de Uzak Doğu uzmanı olarak görev yaptı.
KEYK’nın Ocak 1922’de Moskova’da topladığı Uzak Doğu Konferansına katılan Japon delegelerin bir kısmi Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde okuduktan sonra Komünist Partiyi kurmak talimatıyla Japonya’ya gönderildiler. Japon Komünist Partisi bu faaliyet sonrasında ancak Temmuz 1922’de kurulabildi. Sağlam bir ideolojik ve örgütsel altyapıya sahip olmayan parti, Şubat 1923’te II. kongresini yaptı. Mayıs ayında yapılan konferansta parti programı kabul edildi. Program, monarşinin, ordu ve polisin lağv edilmesini, büyük topraklara el konularak köylülere dağıtılmasını, Japon birliklerinin Çin, Sakhalin Kore ve Formoza’dan çekilmesini ve Sovyet Rusya ile diplomatik ilişki kurulmasını öngörüyordu. Aynı yılın Haziranında hükümete komplo hazırlığında olduğu gerekçesiyle partiye karşı bir cadı avı başlatıldı. Eylülde ise, Tokyo ve Yokohama’da meydana gelen depremin ardından parti yöneticilerini tutuklanmasının partide yarattığı panik sonucunda MK partiyi lağvettiğini açıkladı. Bu daha sonra arkası gelecek olan panikle parti lağvetme girişimlerinin bir ilkiydi.
Japonya sömürgesi olan Kore’de de komünist hareketin durumu pek farklı değildi. Tek fark 1905 Rus Kore savaşında Rusya’ya göç eden göçmenlerin Ekim devrimi sırasında Petersburg’da bulunmalarıydı. Kore’de komünist örgütlenme bu göçmenlerden birkaçının Aralık 1918’de Petersburg’da yapılan uluslararası komünist bir toplantıya katılmasıyla başladı. Komintern’in I. Kongresine Koreli bir delege istişari oy hakkıyla katıldı.
Ekim Devriminin Kore’deki gelişmelere etkisi iki ayrı ulusal kurtuluş hareketinin kurulması oldu. Bunlardan biri ABD başkanı Wilson’un ulusların kaderi hakkındaki görüşlerini temel alan Kore Ulusal Konseyi; bu örgüt, Mart 11919’da bağımsızlık amacıyla Kore’de bir ayaklanma başlattı, ayaklanma Japon birliklerince ezildi. Bolşeviklerden etkilenen ikinci grup, Nisan 1919’da Vladivostok’ta bir kongre toplayarak Kore Sosyalist Partisini kurdu ve Komintern’le ilişkilendi. Bu iki oluşum, ulusal kurtuluş mücadelesindeki sınıfsal ayrışmanın erken bir yansımasıydı. Artık ulusal kurtuluşta iki ayrı sınıfın iki ayrı hedefi vardı ve ilerde de görülebileceği gibi bu iki ayrı sınıfın iki ayrı hedef ve örgütlenmesini, adı işbirliği de olsa bir araya getirme girişimleri komünistler açısından hep hüsranla sonuçlanmıştır.
Pak Din-Sun liderliğindeki sosyalist parti ismini 1920’de komünist parti olarak değiştirdi. Komintern’in II. ve III. Kongresine katıldı. Ancak Japonya’nın ağır baskıları nedeniyle Kore’ de ciddi bir etki yaratamadı.
Bu dönemde KEYK’nın Doğuya yönelik en önemli faaliyetlerinden biri Ocak 1922’de toplanan Uzak Doğu Konferansı oldu. Konferans hazırlıkları, Uzak Doğu Cumhuriyet’inin İrkutsk kentinde yapıldı. Kongreye Çin, Kore, Japonya, Hindistan, Moğolistan, Endonezya delegeleri ile RSFSC’den Yakut, Buryat Kalmut halkları temsilcileri katıldı. Delegelerin büyük çoğunluğunu Çin (42), Kore (52) ve Japonya’dan (16) katılanlar oluşturdu. Tıpkı Doğu Halkları Kongresi’nde (1920 Bakü Kongresi) olduğu gibi, katılan delegelerin büyük bir kısmi komünist değildi. Çin’den gelen delegeler arasında ÇKP’nin temsil eden hiçbir delege yoktu. Baş konuşmacı yine Zinovyev’di. Zinovyev konuşmasında isim belirtmeden Çinli milliyetçilerin ABD yanlısı tutumundan yakındıktan sonra oklarını Japonya’ya çevirdi. “Uzakdoğu sorununun çözümünün anahtarı Japonya’nın ellerindedir. Marx bir keresinde İngiltere’nin olmadığı bir Avrupa devriminin bir kaşık suda fırtınadan ibaret olacağını söylemişti; aynı şey Uzakdoğu’da, 3.000.000 sanayi işçisi ve 5.000.000 topraksız köylüsü olan Japonya için de geçerlidir.” Zinovyev’in Bakü Kongresinde baş düşman ilan ettiği İngiltere daha da doğuya gidince Japonya’ya dönüşmüştü. Zinovyev’e göre Uzakdoğuda bir savaş çıkmasını ancak Japonya ve ABD proletaryası önleyebilirdi. Zinovyev proletaryaya bu görevi yüklediği tarihte ne yazık ki, Japonya ne de ABD’de kurulmuş bir komünist partisi bile yoktu.
Konferans ulusal devrimci hareketlerin desteklenmesiyle ilgili olarak. “bütün ulusal-devrimci hareketleri desteklemek, ama proleter hareketi aleyhinde bir doğrultu izlemedikleri sürece destek¬lemek” kararını onayladı.
IV. Kongresi’nde Doğu Sorunu
Ulusal ve sömürgeler sorunu Komintern’in İkinci Kongresinde ayrıntılı olarak ele alınıp tartışıldı ve bir dizi karar alındı. Tartışma ve kararların eksenini a)- Komünist partilerin ulusal ve sömürgeler sorununda politikalarını burjuva soyut ve biçimsel eşitlik üzerine kuramayacakları, somut tarihsel ve iktisadi durumu göz önüne alarak, ezen ve ezilen sınıfların çıkarları arasında açık seçik bir ayrım yapılması gerektiği, b)- sömürge sorununun başlamış olan dünya devriminin gelişimi dışında ele alınamayacağı c)- komünistlerin bu ülkelerdeki strateji ve taktiğinin bunlar dikkate alınarak belirlenebileceği oluşturdu. Sömürgelerde biri, “ulusal hareketi desteklemesine rağmen, aynı zamanda emperyalist burjuvaziyle anlaşma halinde, yani onunla birlikte tüm devrimci hareketlerle ve devrimci sınıflarla mücadele” eden yerli burjuvazi, diğeri; bu ülkelerde “nüfusun esas kütlesini” oluşturan ve “burjuva-kapitalist ilişkilerin temsilcisi olan köylülük” olmak üzere iki tip burjuvazi olduğunu, bu iki burjuva hareket arasında bir ayırım yapılmasının zorunlu olduğunu ve komünistlerin sömürge ülkelerdeki burjuva özgürlük hareketlerini “ancak, bu hareketler gerçekten devrimciyse, temsilcileri bizim (komünistlerin –y) köylüleri ve geniş sömürülen katmanları devrimci düşünceyle eğitip örgütlememizi engellemezlerse desteklenebileceği” sonucuna vardı.
Bu ülkelerde ” komünist partileriyle komünist partileri kurmaya hazır unsurların mutlak” görevleri, “geri kalmış ve sömürge ülkeleri de kapsamak üzere her yerde köylü Sovyetleri ya da emekçi halk Sovyetleri lehine propaganda yapmak, nerede koşullar elveriyorsa derhal emekçi halk Sovyetleri kurmaya çalışmak” olarak belirledi.
III. Kongrenin gündeminde Ulusal ve sömürgeler sorunu yukarda açıklanan nedenlerle önemli bir yer tutmadı. IV. Kongre’de sorun “Doğu Sorunu” olarak nitelendirildi. Kongre’de birçok Doğu ülkesi temsil edildi. Bu ülkelerden gelen delegelerin bir kısmında henüz komünist partileri kurulmamıştı, bir kısmında ise yeni kurulmuşlardı ve ciddi bir siyasi etkiye sahip değillerdi. Nisan 1919’da kurulan ve II. Kongre’den beri temsil edilen Kore Komünist Partisi Kore’de hiçbir varlık gösterememişti, II. Kongre’den beri temsil edilmesine rağmen Hindistan’da komünist örgütlenme adına elle tutulur bir faaliyet yoktu. Türkiye Komünist Partisi (Bakü) kuruluşundan kısa bir süre sonra, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’de katledilmesinin ardından dağıldı, Aralık 1921’de Komintern kararıyla lağv edildi. Dördüncü Kongre’ye İstanbul ve Ankara’daki üç komünist grubu (Ankara’da kurulan ve Eylül 1922’de kapatılan THİF, İstanbul Komünist Grubu (Şefik Hüsnü grubu) İKG, ve İstanbul Beynelmilel İşçi İttihadi (İBİİ) temsil eden üç delege katıldı. 1920’de kurulan İran Komünist Partisi Gilan Cumhuriyeti’nin ezilmesinden sonra dağıldı. Çin Komünist Partisi Temmuz 1921’de, Japon Komünist Partisi Temmuz 1922’de kuruldu. Kongre’de temsil edilen diğer bir parti de Endonezya Komünist Partisi’ydi. Serakat İslam (İslam Birliği) içinde faaliyet gösteren komünist grup tarafında Mayıs 1920’de Hint Adaları Komünist Birliği olarak kuruldu. Serakat İslam’ın 1921 kongresinde komünist grup, partiden ihraç edilmesinden sonra Endonezya Komünist Partisi adını aldı. Komintern’in II. Kongresi’nde Hollanda Komünist Partisini temsil eden Maring tarafından temsil edildi. Dördüncü Kongre’de Malaka tarafından temsil edilen parti, Doğu’daki partiler içinde en güçlü olanıydı. Mısır Sosyalist Partisi ise Kongre’ye istişare oyla katıldı.
Dördüncü Kongre’de Doğu sorunu, Avrupa’da devrimin gerilediği, Doğu’da ise huzursuzluğun sürdüğü bir ortamda ele alındı. Sorun üzerindeki tartışma, daha çok Doğu’lu delegeler arasında geçti. Tartışmalarda asıl sorun Komintern ve komünist partilerin burjuva ulusal kurtuluş hareketleri karşısında nasıl bir tavır takınacakları konusuydu. Bu Kongrede benimsenen anti emperyalist cephe taktiğiyle birlikte daha da önem kazandı.
Roy II. Kongre’deki tutumunu sürdürerek, burjuva milliyetçi hareketlerle işbirliği konusunda fazla ileri gidildiğini savundu. Roy’ göre anti emperyalist cephenin liderliği “ürkek ve kaypak” burjuvaziye bırakılamazdı. Roy’un bu görüşü Bolşeviklerin demokratik devrimin liderliğinin ürkek ve kaypak burjuvaziye bırakılmayacağı biçimindeki görüşleriyle tam bir paralellik içindeydi ve bu devrimci taktiğin sömürge ülkelerdeki devrimlere uygulanmasıydı. Dördüncü Kongre’de Endonezya’yı temsil eden Malaka ise tam tersini iddia ediyordu. Malaka konuşmasında burjuva milliyetçilerle işbirliğine yeterince önem verilmediğinden yakındı. Endonezya’da komünist hareketin gelişmesini engellediği için Panislamizm eleştirisinin geri çekilmesini istedi, Serakat İslam ile yapılan işbirliğinin komünist faaliyeti engellemek bir yana güçlendirdiğini iddia etti.
Avrupa komünist partilerinin kayıtsız kaldığı bu tartışmalarda diğer bir çok tartışmada olduğu gibi bir orta yol bulundu. Büyük güçlerin Panislamizm’i kendi çıkarlarını için istismar ettikleri söylendikten sonra, “ancak, Ulusal Kurtuluş hareketleri geliştikçe ve olgunlaştıkça, Panislamizm’in dini siyasal sloganları yerini somut siyasal taleplere bırakacağı” umudu dile getirilerek Panislamizm’e, açık kapı bırakıldı. ( Lenin Döneminde K. E. 336)
Dördüncü Kongre’de, II. Kongre tezlerinden kopuş sadece bununla sınırlı değildi. II. Kongre, sömürge ülkelerdeki komünistlerin ana görevini köylü Sovyetleri için mücadele olarak belirlemişti. Dördüncü Kongre’de bu hedef adeta unutuldu, onun yerine burjuva milliyetçi hareketlerle anti emperyalist cephe kurma ikame edildi. Bu kongrede kabul edilen tezlere “Bütün ulusal devrimci güçlerin paylaştığı ortak amaç, ulusal birliği sağlamak ve devletin bağımsızlığını elde etmektir” olarak kayda geçti. ( age. 336)
II. Kongre’deki tezlerden bir diğer kopuş da ulusal devrimci hareketlerin desteklenmesiyle ilgiliydi. II. Kongre bu desteği, ancak komünistlerin işçi sınıfını örgütlemesini engellemiyorlarsa koşuluna bağlamışken, Dördüncü Kongre’de bu koşul, “Komünist Enternasyonal, farklı tarihsel koşullarda ulusal siyasal bağımsızlıkları için dövüşenleri çok farklı nitelikteki halklar olabileceğinin tamamen farkında olarak, emperyalizme karşı olan her ulusal devrimci harekete desteğini verir.” denilerek genelleştirildi. (age. 336)
Doğu Sorunu ile ilgili olarak kabul edilen tezlerde, emperyalistler arasındaki rekabetin sömürgelerde kapitalizmi geliştirdiği, savaş sonrasında “emperyalizmin siyasal ve ekonomik krizinin yoğunlaştığı, bunun sonucu olarak sömürge ve yarı sömürge ülkelerde emperyalizmin baskısına karşı mücadelenin güçlendiği” vurgulandı. Buna kanıt olarak Türkiye’de Sevr’in çökmesiyle “ulusal ve siyasal bağımsızlığının yeniden kurulması.” Hindistan, Mezopotamya Çin, Mısır ve Kore’de ulusal devrimci hareketlerin gelişmesi, Japonya’da işçi hareketinin bağımsız bir sınıf hareketine evrilmesi, sömürge ülkelerin tümünde işçi hareketlerinin uyanışı gösterildi. Bu olguların sömürgelerdeki devrimci hareketin toplumsal temelinde bir değişim yarattığı, bu değişimin “anti-emperyalist mücadelenin yoğunlaşması ve aynı zamanda emperyalizm ile uzlaşmaya dünden razı olan feodal unsurlar ve ulusal burjuvazinin bu mücadeleyi kendi tekeli altında tutmaya karşı meydan okunması” yönünde olduğu gibi abartılı bir değerlendirme yapıldı. ( age. 333)
Dördüncü Kongre’de, sömürgelerde komünist partilerin ittifak yapabilecekleri arasına, Mezopotamya ve Moğolistan örnek verilerek, “Feodal-ataerkil sistemin henüz yerli aristokrasisinin kitlelerden tamamen koptuğu noktaya kadar çözülmemiş olduğu göçebe ve yarı göçebe halklar arasında, elit kesimin temsilcileri emperyalizme karşı mücadelenin aktif bir önderi olarak ileri çıkabildikleri” belirlemesiyle aristokrasi de eklendi. (age. 335)
Tezlerde anti emperyalist cephe zorunluluğu Bileşik İşçi Cephesi ile kıyaslanarak söyle ifade edildi; “Birleşik işçi cephesi, Batı’da güçlerin örgütlü bir biçimde bir araya gelmesi ile karakterize edilen, geçiş döneminde ortaya atılmış bir sloganıdır. Benzer biçimde bugün sömürgeleştirilmiş Doğu’da ileri sürülen temel slogan ise, anti-emperyalist birleşik cephe sloganıdır. Bu sloganın amaca uygunluğu, dünya emperyalizmine karşı tüm devrimci unsurları seferberliğe çağıracak olan uzun erimli mücadele perspektifinden ileri gelir. … Sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki işçi hareketi, her şeyden önce kendisini ortak anti-emperyalist cephede bağımsız bir devrimci unsur olarak ortaya koymalıdır. Ancak onun bağımsız bir faktör olarak önemi tanıdığında ve onun politik bağımsızlığı tam olarak güvenceye kavuşturulduğunda, burjuva demokrasisiyle geçici anlaşmalara izin verilebilir ya da bu anlaşmalar gerekli görülebilir.” (age. 341)
Birincisi Batı’daki birleşik işçi cephesi, açıklandığı biçimiyle bir “geçiş dönemi” sloganı değil, işçi sınıfının acil istemleri için ortaya atılmış bir işbirliği sloganıdır. Anti emperyalist cephenin bir geçiş dönemi sloganı olması ancak bu cephede komünistlerin önder olmasıyla olanaklıdır. Ancak bu koşulla bir geçiş evresi olarak ulusal kurtuluş, sosyal kurtuluşa bağlanabilir. Aksı durumda emperyalizmle uzlaşma tarihsel örneklerin de (yakın örnek Türkiye’de olduğu gibi) kanıtladığı gibi kaçınılmazdır. İkincisi, bir cephenin anti emperyalist olabilmesi için içinde yer alan güçlerin ve bu güçlerin temsilcisi olduğu sınıfların emperyalizmle uzlaşmayı reddetmiş olmaları gerekir, hiç değilse cephe içindeki başat gücün bu nitelikte olması gerekir. Bu noktalar dikkate alındığında söylenenler boş bir söz olmanın ötesinde, önce burjuva iktidar, ardından işçi sınıfının iktidarı biçimindeki Menşevik aşamalar teorisinin sömürge ülkelere uygulanmasıdır.
Tezlerde yer alan şu satırlar, bundan sonra Komintern tarihinde sıkça rastlanacağı gibi, Sol’ u her eleştirdiğinde Sağ’ı da unutmadan bir çeşni olarak işçi içine katan orta yolculuğun bir abidesi gibi gözüküyor; “ Bağımsız sınıf çıkarlarının sözde “savunusu” bahanesiyle, komünistlerin sömürgelerde emperyalist tiranlığa karşı kavgada, yer almasını reddetmek, oportünizmin en kötü biçimidir ve Doğu’da proleter devrimi gözden düşünmekten başka bir işe yaramaz. Şu da bilinmelidir ki, burjuva demokratları ile sağlanacak bir “ulusal bildiğin” ya da “iç barışın” çıkarları için, işçi sınıfının acil günlük talepleri uğruna mücadelesinden uzak kalma girişimleri de, daha az zararlı değildir.” (age. 340)
IV. Kongre Türkiye de dahil, çeşitli ülke işçi ve emekçilerine birçok çağrı ve mesaj yayınladı. “Türkiye’nin Emekçi Kitlelerine Çağrı ”da şu görüşlere yer verildi: “Milliyetçi Ankara Hükümeti Türkiye büyük burjuvazisinin yararına bazı tavizler elde etmek karşılığında emperyalistlerle anlaşma yapmaya hazırdır. Hükümet, bu yeni politikasını komünist partisini dağıtarak …resmen yürürlüğe koymuştur. Türkiye Komünist Partisi (sözü edilen parti Türkiye Halk İştirakiyun Partisi olmalı-y) ezilen emekçi kitlelerin emperyalizme karşı mücadelesinde milliyetçi burjuva hükümeti her zaman desteklemiştir. Türkiye Komünist Partisi, ortak düşmana karşısında kendi programından ve ideallerinden taviz vermeye bile razı olmuştur. … Komünist Enternasyonal’in Dördüncü Kongresi, bu barbarca hareketi protesto eder, emperyalizme ve gericiliğe karşı sürekli olarak savaşım veren, Türkiye’nin emekçi kitleleri yararına demokratik reformları gerçekleştiren, emperyalizmin jandarması rolünü oynamayı reddeden herhangi bir hükümeti ya da siyasi partiyi desteklemeye hazır olduğunu açık bir biçimde ilan etmeyi görev sayar.” (Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal -II– 453-454)
Komünist Enternasyonal’in IV. Kongresi’nde, Türkiye komünist hareketi üç delegeyle temsil edildi. Sadrettin Celal İKG’yi, Salih Hacıoğlu THİF’i ve Vanlı Kazım İBİİ’yi temsil etti.
Sadrettin Celal’in 4. Kongre’de yaptığı konuşma çelişkilerle doluydu. Bir yandan Kemalist hareketi komünistlere karşı yaptığı baskı nedeniyle eleştirirken, diğer yandan da bu hareketi desteklediklerini söylemekten geri durmadı. Konuşmasına eleştiriyle başladı; “Bağımsızlık mücadelesinden doğan ve kendisinin tamamıyla Misakı Milli’den yana ve emperyalizme karşı olduğunu ilan eden Büyük Millet Meclisi Hükumeti son üç yıl boyunca davranışlarıyla bir ihanet politikası izlediğini ortaya koymuştur.” Musul ve Kerkük’ün İngiltere’ye bırakılmasını ihanet olarak niteleyip Misaki Milli’ye sahip çıkan Sadrettin Celal, hükümetin ihanet politikasını; şura hükumeti kurmaktan vazgeçme ve Türkiye’de komünistlere yapılan katliam ve baskılarla açıkladı. Sıra desteklemeye geldi; “TKP Emekçi kitlelerin emperyalizme karşı mücadelesinde burjuva milliyetçi hükümeti her zaman desteklemiştir. TKP ortak düşman karşısında programından, ideallerinden geçici ödünler vermeye bile razı olmuştur.” diyecek kadar ileri gitti. (age Cilt-I- s.234)
Sadrettin Celal’den sonra söz alan Radek, S. Celal’in eleştirilerinde fazla ileri gittiğini düşünmüş olacak ki, TKP’ye destur çekmeyi gerekli gördü; “Yoldaşlar, Türkiye’de Komünistlere yapılan baskılar, Türkiye’de daha yeni yeni gelişmeye başlayan sınıf mücadelesinin bir parçasıdır. …. Türk komünistlerine Türkiye’de milli kurtuluş hareketinin desteklenmesini salık verdiğimizden ötürü bir an pişman olmadık. Türk halkının bütün geleceği söz konusudur. Bu ya özgürlük, ya dünya kapitalizminin boyunduruğu altında kölelik sorunudur. … Bu baskı anında bile Türk komünistlerine diyoruz ki, içinde bulunduğumuz zaman, sizi yakın geleceğe karşı kör etmesin! Uluslararası devrimcilik açısından son derece önemli olan Türkiye’nin bağımsızlığının savunulması henüz gerçekleşmemiştir. Kendinizi size baskı yapanlara karşı koruyun, size vurulunca siz de vurun; fakat özgürlük kavgasının henüz bitmediğini ve önünde daha bir süre, Türkiye’nin öteki devrimci ögeleriyle birlikte yürümeniz gereken bir yol olduğunu unutmayın.” ((E. Akbulut – M. Tuncay, İstanbul Komünist Grubundan Türkiye Komünist Partisine Cilt-I s.70)
Ne güzel değil mi? Komünist Enternasyonal’in II. Kongresi’nde Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu konusunda alınan kararlar aradan iki kongre geçtikten sonra sömürgelerde burjuva hareketlerin kayıtsız şartsız desteklenmesine dönüştü.
Komünist Enternasyonal’in IV. Kongresi sonrasında KEYK, Türkiye’deki komünist grupları, Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adı altında birleştirilmesi kararı aldı. Alınan karar uyarınca İKG’den Şefik Hüsnü, Bİİ’den Vanlı Kazım, THİF’dan Salih Hacıoğlu ve Hınçak’dan bir temsilci ile TBKP teşkilat bürosu kurulması kararlaştırıldı. Bu kararla Türkiye komünist Hareketinde bir dönem (Mustafa Suphi’nin TKP’si ve THİF dönemi) kapandı. Türkiye Komünist hareketi Komintern kararıyla Şefik Hüsnü’ye teslim edildi.
Komintern’in İlk Dört Kongresi
Lenin Ekim devriminden önce Rus devriminin Avrupa’da sosyalist devrimin başlangıcı olacağını ve Avrupa devrimi yardımıyla Rusya’da sosyalizm kurulmaya başlanacağını söylemişti. Lenin’in bu ön görüsünün birinci etabı gerçekleşti. Rus devrimi Avrupa’da sosyalist devrimin başlangıcı oldu. Devrim, Avusturya’dan başlayarak Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine yayılmaya başladı. Ekim devrimi bu süreci daha da güçlendirdi. Ancak, Avrupa’da başlayan devrimler yenilgiye uğradı. Yaşanan yenilgileri değerlendiren Lenin, devrimi sonuna kadar götürecek devrimci partilerin olmamasının Avrupa devriminin en büyük talihsizliği olduğunu vurguladı.
Yenilgilere rağmen Avrupa devrimi kapıdaydı ve biran önce eksik olan tamamlanmalıydı. Lenin Kasım 1918’de Almanya’da devrim patlak verdiğinde Avrupa’da devrimin zafer kazanacağından o kadar emindi ki, Sverdlov’a “ işçilerin uluslararası devrimine yardım etmek için ileri sürebileceğimiz üç milyon kişilik bir ordumuz olmalı” diye yazdı. (Fernando Claudin, Komintern’den Kominform’a, Belge yay. Cilt-I- 65)
Avrupa’da devrimin başarısı yenilgilere yol açan talihsizliğin bir an önce giderilmesine bağlıydı. Bu talihsizliği giderecek olan devrime yön verecek, işçi sınıfının dünya partisinin, Komünist Enternasyonal’in kurulmasıydı. Lenin bu eksiği I. Paylaşım savaşı sırasında yüksek sesle dile getirerek, II. Enternasyonal’in çöktüğünü, devrimin zaferi için yeni bir komünist enternasyonal kurulması gerektiğini savundu. O günkü koşullarda II. Enternasyonal’e bağlı partilerdeki sol sosyal demokratlar bile Lenin’in bu önerisi karşısında yer aldı. Ekim devriminin Avrupa devrimini başlattığı yeni durumda, mevcut sol grupların buna hazır olup olmadığına bakılamazdı. An, en uygun andı, zaman kaybedilemezdi.
Komünist Enternasyonal’in kurulması, Avrupa’da devrimci durumun varlığını sürdürdüğü bir ortamda acil bir zorunluluk olarak gündeme geldi. Bu adımı atmak, dünya devriminin zaferi için ertelenemez bir zorunluluktu. Ama öte yandan bu görevin yerine getirmenin koşulları da zordu. Avrupa’da komünist partiler yeni yeni kurulmaya başlamıştı, sayıları dördü geçmiyordu. II. Enternasyonal partileri içindeki sol kanatlar hala kararsızdı ve Sovyet Rusya’da iç savaş doruk noktasındaydı.
Komünist Enternasyonal’in kurulmasına bu koşullarda karar verildi ve kuruluşu her yeni kuruluş gibi, zaafları da içeren bir başlangıçtı. ‘Başlamak için mükemmel koşulları bekleyen devrimciler en kötü devrimcilerdir.’ Her başlangıç kendi içinde zayıflığı ve zaafları taşır, süreç içinde zayıflık ve zaaflar aşılarak mükemmelliğe yaklaşılır. Bu durum, sınıf mücadelesinin birikimi üzerine yeni bir başlangıcı temsil eden Komünist Enternasyonal için de geçerlidir. Komünist Enternasyonal yetkin bir örgüt olarak doğmadı. 1919’da dünya devrimi ne kadar yakın idiyse, bunu zafere taşımak amacıyla kurulan Komünist Enternasyonal de ölçüde zayıf ve zaaflıydı. RKP(B) hariç, Komünist Enternasyonal’in kuruluşunda yer alan partiler henüz yeni kurulmuştu. İdeolojik, politik ve örgütsel bir bütünlüğe sahip değillerdi. İşçi sınıfının aktif kitlesiyle bağları çok zayıftı. RKP(B)’den sonra Komünist Enternasyonal’in en büyük partisi olan ve devrimin içinde kurulan Alman Komünist Partisi’nin devrim sürecinde ortaya koyduğu performans, devrimin ilerleyişinin gerektirdiği strateji ve taktiği anında uygulamaya koyamaması, partilerin içinde bulunduğu durumun en açık göstergesiydi. Diğer parti ve örgütlerin çoğu ise Moskova’da bir dış bürodan ibaretti, Kongreye katılan delegelerin önemli bir kesimi Sovyet Rusya’dan gelen delegelerdi, diğer delegelerin birçoğu ise gerçek temsil özelliğine sahip değildi. Ancak mevcut koşullarda Komünist Enternasyonal, kurulmuş olmasının yaratacağı etki dikkate alındığında onu taşıdığı zaaflar ve zayıflıklarla kıyas kabul etmeyecek kadar daha önemliydi.
Kongre, Mart 1919’da gelebilen parti ve grupların katılımıyla Moskova’da başlandı. Komünist Enternasyonal’in kuruluşunun ilan edilmesi önerisine karşı tavır Kongrede Bolşevik Parti’den sonra en etkili parti olan Alman Komünist Partisi delegesinden geldi. Eberlein, “gerçek komünist partiler ancak birkaç ülkede var” ve “Avrupa’daki birçok ülke temsil edilmiyor” gerekçeleriyle, Enternasyonal’in kuruluşunun ilan edilmesine karşı çıktı. Karşı oy kullanmamaya ikna edilerek, Komünist Enternasyonal’in kurulduğu ilan edildi ve Kongre toplantısına Enternasyonal’in I. Kongresi olarak devam etti. I. Kongre’nin kapanış konuşmasında Lenin, büyük bir iyimserlik içinde şunları söyledi; “Proleter devriminin dünya çapında zaferi kesinleşmiştir. Uluslararası bir Sovyet Cumhuriyetinin kurulması yakındır.”
Daha sonra, “III. Enternasyonal’in Tarihteki Yeri” yazısında ise “III. Enternasyonal’in dünya tarihindeki önemi”ni, “Marks’ın yüce şiarını, sosyalizmle işçi hareketinin yüzyıllık gelişiminden sonuç çıkaran şiarı, proletarya diktatörlüğü kavramında ifadesini bulan şiarı hayata geçirmeye başlamış olmasında yatar.” olarak vurguladı. (Lenin, Seçme Eserler Cilt-X- İnter yay.-48)
Komünist Enternasyonal’in I. Kongresinden II. Kongresine kadar olan dönem, hem dünya burjuvazisi hem de proleter hareket açısından en kritik yıldı. Büyüyen öfke ve devrimci dalga karşısında Avrupa burjuvazisi ne yapacağını bilemez haldeydi. Parlamentolar, basın ve diğer kurumlar zayıflamış gözden düşmüştü, devletler hareket edemez durumdaydı.
1919 yılı, Sovyet Rusya’nın, Ekim Devrimi’nin zaferinden bu yana en çok zorlandığı yıl oldu.
Dışarıda, emperyalist kuşatma sıkılaştırıldı, içeride ise, iç savaş bütün cephelerde şiddetlenmişti. Avrupa’dan adeta izole edilmiş durumda olan Sovyet Rusya, iç savaştan zaferle çıkmak için, her şeyini savaşa hasretmek zorunda kalmıştı. Avrupa’da olup bitenin bilgisine ulaşmak zordu. Sovyet Rusya’nın Avrupa devrimiyle ilgilenme olanakları son derece sınırlıydı.
Avrupa işçi hareketinin durumu ise şöyleydi; Alman devrimi yenilmişti, ancak işçi hareketi tam anlamıyla geri çekilmiş değildi. Fransa, İngiltere, Avusturya, Macaristan, İtalya, Belçika ve Almanya’nın birçok kentinde, Berlin, Paris, Glasgow (İngiltere) işçi grevleri, ayaklanmalar devam ediyordu.
1919’da işçi hareketinin en büyük kazanımlarından biri Komünist Enternasyonal’in I. Kongresinin dağılmasından 15 gün sonra, 21 Mart’ta Macar Sovyet Cumhuriyetinin kurulmasıydı. Bunu 7 Nisan’da Bavyera Sovyet Cumhuriyetinin ilanı izledi. Bu iki devrim Komünist Enternasyonal’de dünya devrimine yönelik umutları büyüttü. Bavyera Sovyet’i ilanından 23 gün sonra 1 Mayıs 1919’da, Macar Devrimi, 133 gün dayandıktan sonra 1 Ağustosta yenildi.
Komünist Enternasyonal’in II. Kongresi, yenilgilere rağmen Avrupa devriminin geliştiği, Sovyet Rusya’da iç savaşın kazanıldığı, emperyalist ablukanın yarıldığı bir dönemde toplandı. Kızıl Ordu Polonya ordusunu yenmişti ve Varşova’ya doğru ilerliyordu. Hedef Polonya Sovyet Cumhuriyetini kurarak devrimi Alman topraklarının sınırına kadar taşımaktı. Bir anlamda Kızıl Ordu bir türlü gerçekleşmeyen Avrupa devrimini üstlenmiş gibiydi.
Bu durum II. Kongre ortamına da yansıdı. Kongre’de umut ve coşku egemendi.
Lenin Bolşevik partiyi kurmak için yola çıkarken, İskra’nın 1. Sayısında “Birleşmeden önce, ve birleşebilmemiz için, ilkönce kesinlikle ve kararlılıkla aramızdaki ayrılıkları belirlemeliyiz. Yoksa birliğimiz, mevcut dağınıklığın üstünü örten ve kökten aşılmasını engelleyen bir kuruntu olacaktır.” diye yazmıştı. II. Kongre’de de aynı yolu izledi “birleşmeden önce ve birleşebilmek için” ilk önce hem ideolojik hem de örgütsel olarak II. Enternasyonal’in Şoven ve Merkezci eğilimlerinden kesin olarak kopulmalıydı. II. Kongre’nin önündeki görev bu kopuşun gerçekleştirilmesi için gerekenin yapılmasıydı, deyim yerindeyse, Bolşevik bir dünya partisinin yaratılmasıydı.
Temsil edilen parti ve örgütlerin toplamının I. Kongre’dekinin neredeyse iki katı olduğu II. Kongre’nin ana sloganı bolşevikleşmekti. Lenin’in kongreden önce yazığı ve delegelerine ulaştırılan Sol Komünizm, Komünizmin Çocukluk Hastalığı kitabının, Kongrede yaptığı konuşmalarının, ana ekseni buydu; “burjuvazinin işçi sınıfı içindeki ajanları II. Enternasyonal’in Şoven ve Merkez akımlarından kesin ve tam kopuşu sağlamak ve partiyi sınıftan koparan sol radikalizme karşı sağlam ve kararlı bir mücadele vermek.”
Bolşevikleşme, Komintern’e katılmanın 21 Koşulu, kongreye sunulan tezler ve alınan kararlarla somut biçimlere büründürüldü. Henüz yazılı bir programa sahip olmamış olsa da, Komintern, üzerinde hareket edeceği birleştirici bir ideolojik zemine ve devrimci örgütsel bir yapıya ve mücadelesine yön veren devrimci bir strateji ve taktiğe kavuştu.
Buraya ulaşmak kolay olmadı. Kongre’de birçok konuda (21 koşul, parlamenter mücadele, sendikalarda çalışma, ulusal ve sömürgeler sorunu, tarım üzerine tezler vb.görüş farklılıkları ortaya çıktı. Kimi çok derin olan görüş farklılıkları Lenin’in otoritesiyle aşıldı, daha doğrusu aşılır gibi oldu.
Lenin “Komünist Enternasyonal’in Görevleri” üzerine yaptığı konuşmada II. Kongre’nin önemini şu sözlerle ifade etti; “Gururla şunu söyleyebilmekteyiz: Birinci kongre sırasında biz sadece propaganda yapıyorduk, tüm dünya proletaryasına sadece temel düşünceleri aktarıyorduk; sadece mücadele çağrısını yükseltiyorduk;…Bugün her yerde ileri bir proletarya vardır. Bazen iyi örgütlenmemiş olsa da, yeniden örgütlenmeyi isteyen bir proleter ordusu her yerde vardır. Tüm ülkelerdeki yoldaşlar bunları tek bir ordu halinde örgütlemeye yardım ederlerse hiçbir şey eserimizi gerçekleştirmemizi önleyemeyecektir. Eserimiz, evrensel proletarya devrimi ve Sovyetlerin evrensel cumhuriyetinin kuruluşudur.” ( Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal 178)
“Tüm ülkelerdeki yoldaşlar bunları tek bir ordu halinde örgütlemeye yardım ederlerse”, gelecekte herşey sanki bu cümlede saklı gibiydi.
1920 yılı sonunda dünya siyasetinde henüz bir istikrardan söz edilemese de, dünya burjuvazisi açısından kabus dolu yıllar artık geride kalmıştı. Sovyet Rusya ise, iç savaştan zaferle çıkarak, “savaştan barışçı inşaya geçiş” için bir “nefes molası” kazanmıştı.
Kazanılan bu nefes molasında Bolşevik Parti, bütün enerjisiyle iç cephede ağırlaşan, sorunların, çöken ekonominin ve köylülükle bozulan ittifakın çözümüne yöneldi.
1921 yılı başında Rusya’yı betimleyen kelimeler, açlık, salgın hastalık, düzensizlik, kaos ve isyanlardı. Bu isyanların en başında şüphesiz Mart 1921’deki Kronştadt isyanı gelir.
Sovyet Rusya ile Kapitalist devletler arasındaki ilişkilere gelince: 1921 yılı başından itibaren Sovyet Rusya ile emperyalist devletler arasında diplomatik ve ticari ilişkiler gelişmeye başladı. Mart 1921 İngiltere ile imzalanan ticaret anlaşmasını diğer ülkeler izledi. Yıl sonuna kadar Fransa ve ABD hariç diğer ülkelerin çoğu İngiltere’yi izleyerek Rusya ile dostluk ya da ticari ilişkileri geliştirme anlaşmaları imzaladı.
Öte yandan saldırıdan savunmaya, savaştan diplomasiye geçiş, Sovyet iktidarının bütün gücünü iç cepheye verme olanaklarını artırdı. Yeni ekonomik politika NEP, bu koşullarda, Sovyet iktidarının içine düştüğü ekonomik ve politik krizden kurtulmasının bir yolu olarak Bolşevik Parti’nin gündemine girdi.
Sovyet Rusya 1921 yılı başında bir nefes alma molası yakalamıştı, ama Komünist Enternasyonaldeki gelişmeler hiç de iç açıcı değildi. Enternasyonal’in II. Kongresi seksiyonların önüne 21 Koşul’un gereklerinin yerine getirilmesi; Şoven ve Merkez unsurlardan arınılması ve kitle bağlarının güçlendirilmesi görevini koymuştu. Bu görev doğrultusunda Avrupa’nın üç büyük partisi kendi kongrelerini düzenlediler. II. Kongreye gözlemci olarak katılan USPD Eylül 1920 kongresinde 21 koşulun kabulüyle ilgili tartışmanın ardından bölündü, Sol kanat Aralıkta KPD ile birleşti. Aynı durum Fransız ve İtalyan sosyalist partileri kongrelerinde yaşandı. 21 Koşul’u onaylayan Sol’lar ayrılarak Fransız ve İtalya komünist partilerini kurdu. Aynı dönemde birçok ülkede komünist partiler kuruldu.
II. Kongre ile III. Kongre arasındaki sürece damgasını vuran Almanya’da Kapp darbesi, sonrasında KPD’nin sosyal demokrat parti ve sendikalara gönderdiği açık mektup ve 21 Mart “çılgınlığı” oldu. Lenin’in “örnek bir inisiyatif” olarak nitelediği, işçi sınıfının acil istemleri etrafında birleşik bir cephe örülmesini ön gören “Açık Mektup” KPD ve diğer partilerde ciddi bir muhalefetle karşılandı. İşçi sınıfının mevcut durumunu dikkate almadan girişilen, Lenin’in ‘çılgınca bir ultra sol eylem’ olarak nitelediği 21 Mart çılgınlığı, 1921 başında KEYK’nin bazı üyeleri (Zinovyev, Buharın, Radek, Bela Kun vb.) başta olmak üzere Avrupa’daki komünist partiler içindeki Sol kanatların benimsediği “saldırı teorisinin”ilk uygulamasıydı. Bu uygulamanın kaçınılmaz sonu partinin güç kaybetmesine yol açan, kötü bir yenilgi oldu.
Komünist Enternasyonal’in III. Kongresi bu koşullarda toplandı. Kongre’de yapılan konuşmalarda uluslararası işçi hareketinin bir geri çekilme dönemine girdiği, isteksiz de olsa, kabul edildi. Bu kabulle birlikte Komintern’in bu yeni dönemde izleyeceği taktiklerin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyordu. III. Kongre’nin bütün dikkati bu sorun üzerinde odaklandı.
Lenin Kongre’de yaptığı konuşmalarda Sol’ların ileri sürdüğü saldırı teorisini eleştirerek mevcut koşullarda işçi sınıfının taktiğinin ana yönünün devrime hazırlık olması gerektiğini vurguladı.
Kongre’de önce RKP(B) toplantılarında tartışılan Taktik Üzerine Tezler Kongre’de yoğun tartışmalara yol açtı. Sol’lar “Açık Mektup ’da ileri sürülen işbirliğine ve bunun genelleşmiş hali olan Birleşik İşçi Cephesi’ne karşı açık taarruza geçti. Lenin Komünist Enternasyonal’in taktiğini savunma konuşmasında tezlerde değişiklik istemine değinerek şunları söyledi; “Bu değişiklik önergeleri bir eğilim anlamına geliyorsa, bu eğilime karşı amansız bir mücadele zorunludur, çünkü aksi halde ne komünizm, ne de Komünist Enternasyonal kalır.”
Tartışmalar sonunda tezler bir uzlaşmayla kabul edildi. Ve “Kitlelere” sloganı, III Kongrenin ana sloganı olarak benimsendi. Varılan uzlaşma ile Komintern ve Komünist partilerin biçimsel birliği korunmuş olsa da, konu üzerindeki tartışmalar, kongreden sonra büyüyerek sürdü. Bu tartışmalar Komintern’in II. Kongre’sinin ana sloganı olan bolşevikleşmenin gerçekleşmediğinin ilk belirtileriydi. III. Kongre’de halledildiği varsayılan sorunlar daha da büyüyüp yenileri eklenerek IV Kongre’ye taşındı.
III. Kongre sonrasında gelişmeler Sovyet Rusya ile emperyalist devletler arasında oluşmuş olan kararsız dengenin Sovyet iktidarı lehine ilerlediğini gösteriyordu. Hem NEP uygulamalarında elde edilen başarı, hem de uluslararası alandaki gelişmeler, Sovyet iktidarının en zor yıllardan birini daha geride bıraktığını gösteriyordu. Lenin bundan hareketle geri çekilmenin artık durdurulduğunu açıkladı.
Komünist Enternasyonal III. Kongre sonrasında bütün faaliyetini birleşik işçi cephesi üzerinden sürdürdü. Bu çerçevede Sosyalist, İkibuçukuncu ve Amsterdam Enternasyonalleri ile Komünist Enternasyonal arasında sıklaşan çağrı ve görüşme trafiği yaşandı. Komintern tarafında yapılan çağrıların hemen hepsi II. Enternasyonal ve bileşenleri tarafından reddedildi. Bu çağrı trafiği Haziran 1922’de II. Enternasyonal, III. Enternasyonal’le hiçbir uluslararası toplantıya katılmayacağı kararı almasına kadar sürdü.
III. Kongre sonrası yapılan seksiyon kongrelerinde, birleşik işçi cephesi çoğunluk oylarıyla onaylanmış olsa da, partilerde, bileşik işçi cephesine muhalefet artarak sürdü. KEYK neredeyse bütün çabasını bu durumun partilerde bir bölünmeye yol açmasını engellemeye yoğunlaştırdı. Bu müdahalelerin en belirgini Fransız Komünist Partisi’nde yaşandı. Sağın parti merkez komitesindeki egemenliğine rağmen, Sol partide kalmaya ikna edildi.
. 5 Kasım 1922’de toplanan IV. Kongre‘nin gündemini III. Kongre’deki gibi birleşik işçi cephesi belirledi. Bu konudaki tek yenilik bileşik cephenin bir devamı olarak ele alınan “işçi hükümeti” oldu. Güven ve coşkunun en silik olduğu Kongre’de, sunulan Raporlar ve Tezler’de açıkça bir geri çekilişten söz edilmedi. Raporlar ve tezler üzerine yapılan konuşmalarda ise geri çekilme net olarak ifade edildi. Tezlerde birleşik cephe taktiğiyle ilgili tek değişiklik aşağıdan cephe kavramının kullanılmaya başlaması oldu. Bu değişiklikle birleşik cepheye karşı Sol muhalefet de belirli ölçüde yatıştırıldı.
Bir diğer yenilik de İtalya’da Mussolini’nin iktidara gelmesinin ardından faşizm tartışmasının ilk kez Kongre gündemine girmesi oldu. Kongre’de Faşizm ile ilgili olarak, burjuvazinin son kozu, bir macera politikası, burjuva demokrasisine sınıf temelinden yoksun bir saldırı vb. tarifler yapıldı.
IV Kongre’de en önemli yenilik, birleşik işçi cephesinin mantıki bir devamı olarak öne sürülen “İşçi Hükümeti’ydi. İşçi hükümeti ilk kez KPD’nin Jena Kongresi’nde alınan kararla gündeme geldi. İşçi hükümeti, Komintern politikalarına KPD’nin ikinci önemli katkısıydı. Hatırlanacağı üzere bileşik işçi cephesi de KPD tarafında ileri sürülmüştü.
Komintern kararlarında işçi hükümeti burjuvazinin gerici koalisyonuna karşı işçi partilerinin koalisyonu olarak benimsendi. İşçi hükümetiyle proletarya diktatörlüğüne geçişin önünü açacağı iddia edildi. Bu belirlemelerle, bir yandan işçi sınıfının acil çıkarları için sosyal demokrat partilerle yapılacak işbirliğinin anlamı da değişti. Birleşik işçi cephesi, işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak, onları devrime hazırlamak için ön görülen bir taktik olmaktan çıkartılarak, burjuva diktatörlüğü altında kurulacak işçi hükümetinin bir aracı haline getirildi. Böylece Komintern proletarya diktatörlüğü hedefinden II. Enternasyonal’in aşamalı devrim teorisine keskin bir dönüş yaptı. Bu dönüş Komintern’in sonraki kongrelerinde birleşik halk cephesi ve halk cephesi hükümetleriyle daha da belirginleşti.
IV Kongre’de ulusal ve sömürgeler sorunu Doğu Sorunu adı altında ele alındı. Sömürge ülkeler için ön görülen anti- emperyalist cephenin Batı’daki birleşik işçi cephesinin doğudaki muadili olduğu vurgulandı. ‘ulusal birliği sağlamak ve devletin bağımsızlığını elde’ etmenin, ‘bütün ulusal devrimci güçlerin paylaştığı ortak amaç’, olduğu belirtildi. Lenin emperyalizmi, proleter devrimler çağındaki kapitalizm, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak tanımladı. Bu tanıma göre kapitalizm dışında bir emperyalizmden söz edilemeyeceği gibi, kapitalizmi hedef almayan gerçek bir anti-emperyalist mücadeleden de söz edilemez. IV Kongre burjuvazinin içinde olduğu bir mücadeleyi anti-emperyalist olarak niteleyerek, Lenin’in emperyalist tanımının dışına çıktı.
Ancak IV Kongre’deki aykırılıklar bununla sınırlı kalmadı. Komintern’in II. Kongresi’nde kabul edilen tezleri ters yüz edildi. II. Kongrede ulusal devrimci mücadelelerin desteklenmesi,
“ancak, bu hareketler gerçekten devrimciyse ve komünistlerin işçi sınıfını örgütlemesini engellemiyorsa, koşuluna bağlanmışken, IV Kongre’de tüm ulusal mücadeleleri kapsayan koşulsuz bir destekten söz edildi. II. Kongrede köylü Sovyetleri için mücadele sömürge ülkelerdeki komünistlerin ana görevi olarak belirlenmişti. Bu, IV Kongrede “Bütün ulusal devrimci güçlerin paylaştığı ortak amaç, ulusal birliği sağlamak ve devletin bağımsızlığını elde etmektir” olarak değiştirildi. Bütün bunlar KEYK’nin hiçbir üyesinin karşı çıkmadığı, bir eleştiride bile bulunmadığı bir ortamda gerçekleşti.
Sonuç Olarak
II. Kongre’de Partilerin Bolşevikleşmesi için bir dizi karar alınmıştı. III. Kongre’ye gelindiğinde Lenin’in bütün çabalarına rağmen bunun gerçekleşmediği, partilerin ideolojik, örgütsel ve politik bir sağlamlığa ulaşamadıkları görüldü. Bu Komintern tarihindeki bir dönüm noktasıydı. III. Kongre’de Kitlelere belgisi altında, saldırıya geçmek için devrimci hazırlık kararı alındı. Bunun için yapılması gerekenler sıralandı. Acil istemler etrafında örülmesi öngörülen birleşik işçi cephesiyle, sosyal demokrat partilerin sınıf üzerindeki hegemonyası kırılıp işçi sınıfının çoğunluğu kazanılacaktı. Acil istemler etrafında örülen mücadele kapitalizmin yıkılması hedefiyle birleştirilerek devrimin sınıf gücü örgütlenecekti. IV Kongre’ye gelindiğinde alınan kararların hemen hiç birinin gerçekleşmediği, tersine seksiyonlar içinde görüş ayrılıklarının daha da derinleştiği görüldü. Bileşik cephe taktiğiyle komünistlerin işçi sınıfı içindeki gücünün artırılması hedeflenmişti, ama tam tersi oldu, bu süre içinde komünist partilerin sayısı arttığı halde, RKP(B) hariç, hemen tüm partilerin üye sayılarında bir düşüş yaşandı. “Hain” II. ve Amsterdam Enternasyonal’in sınıf içindeki gücü ise arttı.
IV Kongre’de dünya devriminin gerilemesine paralel olarak Sovyet Rusya’nın desteklenmesi
öne çıktı. Başlangıçta Sovyet dış politikası bir dünya devrimi çerçevesine oturtulmuşken, bu kez Komintern’in politikası Sovyet dış politika gereklerinin önceliklerine oturtuldu
IV kongrede Komintern tüzüğünde bir dizi değişiklik yapıldı. Kongre’ye kadar partilerin KEYK üyeleri partiler tarafından atanıyordu; bu değiştirildi, KEYK üyelerinin Kongre tarafından seçilmesine, en az 15 KEYK üyesinin Moskova’da ikamet etmesine, KEYK genişletilmesine, genişletilmiş yürütmenin (Plenum) 9 üyeden oluşan bir Prezidyumu seçmesine, Prezidyuma bağlı şubeler oluşturulmasına, KEYK sekretaryası kurulmasına, seksiyonlara denetim görevlileri atanmasına, seksiyonların harcamalarını denetleyecek denetim komisyonu kurulmasına, seksiyon kongrelerinin Kominten kongresinden sonra yapılmasına karar verildi. Bu değişikliklerle Komintern kongreleri önemini kaybederek, yerini Plenumlar’a bıraktı. Başlangıçta komünist hareketin gelişmesinde büyük katkı sunan Sovyetlerin cömert maddi yardımları, Komintern’de ve seksiyonlarda bürokratlaşan bir maaşlılar ordusunun oluşmasına yol açtı.
Lenin Mart 1922’de kaleme aldığı “Tilki Avı Üzerine “ yazısının sonunda “Fakat böyle bir endişe duymak için hiçbir neden yok” diye bir cümle eklemiş olsa da bu durumu gördü: Şöyle; “Eski tip parlamenter, gerçekte reformist ve üzerine hafif bir devrimci yaldız çekilmiş bir Avrupa partisini yeni tipte bir partiye, gerçekten devrimci, gerçekten komünist bir partiye dönüştürmek olağanüstü zor bir iştir. Fransa örneği bu zorluğu en iyi biçimde gösteriyor. Günlük yaşamda parti çalışması tipini değiştirmek, günlük rutini yeniden biçimlendirmek, kitlelerden kopmadan, tersine onlarla gittikçe daha sıkı bir ilişki içinde ve onları devrimci bilince ve devrimci mücadeleye yükseltecek şekilde partiyi devrimci proletaryanın öncüsü yapmak en zor fakat en önemli meseledir. Eğer Avrupalı komünistler, 1921 yılında ve 1922 yılının başlarında Avrupa ve Amerika’nın birçok kapitalist ülkesinde yaşanan devrimci mücadelelerin özellikle şiddetlendiği dönemler arasındaki (muhtemelen çok kısa) zaman diliminden partilerinin tüm inşasını ve tüm çalışmalarını esaslı surette, içsel, derinlemesine dönüştürmek için yararlanmazlarsa, bu onlar açısından en büyük suç olacaktır.” (Seçme Eserler, X-341)