Komünist Enternasyonal’in Kuruluşu
1919 yılına Sovyet Rusya, emperyalist kuşatma ve bütün Rusya’yı kapsayan iç savaş koşullarında girdi. Emperyalist paylaşım savaşı 1918 Eylülünde imzalanan ateşkesle sonuçlanmıştı, ancak, yarattığı sarsıntı sürüyordu. Galip devletlerin orduları da dahil, emperyalist devletlerin ordularında kargaşa giderek büyüyordu. 1919 yılı başında Karadeniz limanlarında bulunan Fransız donanmasında, Şubatta İngiltere Fransa ve Amerikan birliklerinde cepheye gitme emirlerine karşı isyanlar başladı. Avrupa işçi hareketinde ise durum; 1918 de Finlandiya devrimi, Ocak 1919 Alman devrimi yenilgiye uğramıştı ama Avrupa’nın birçok ülkesinde Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’da işçi grevleri ve eylemleri sürüyordu. İngiltere işçi hareketinde ciddi bir canlanma vardı. 1919 Ocağında İngiltere işçi sınıfının girişimi ile “Sovyet Rusya’dan Elinizi Çekin” kampanyası, Ocak sonunda Glaskow maden bölgesinde işçiler, tarihe “Kızıl Cuma” olarak geçen dayanışma günleri örgütlediler. Bu dayanışma eylemleri bütün Avrupa devletlerine yayıldı. İspanya ve İngiltere’de işçiler, hükümetlerin Rusya’daki karşı devrimcilere gönderdiği silah ve cephanenin gemilere yüklenmesini reddettiler.
Avrupa’nın birçok ülkesinde devrimci ayaklanmalar yenilmiş, grevler bastırılmış olsa da işçi hareketindeki devinim, devrimci durumun sürdüğünün göstergesiydi. Bu koşullarda dünya devriminin gelişimine yön verecek komünist bir enternasyonalin kuruluşu zorunlu ve cüretkar bir çıkıştı. Zorunluydu; çünkü Ekim devriminin ateşlediği Avrupa devrimi, Avrupa’da sosyal-demokrat partilerin ihanetine uğramıştı. Bu partilerin yönetim kadroları burjuvazi ile uzlaşma halindeydi. Sınıf hareketinin karşı karşıya bulunduğu sorun, kitlelerin devrimci enerjisi ve cesareti ile bu enerjiyi ve cesaretin önünde barikat kuran sosyal demokrat partiler arasındaydı. Kitleler her yerde partilerden öndeydi. Karşı devrimin işçi hareketi üzerindeki bir denetim aracı haline gelen bu sosyal demokrat bariyer aşılmadan devrimin ileri doğru gelişimi sağlanamazdı. Sınıf hareketini ileri taşıyacak, iktidar hedefine kenetlenmiş devrimci partilerin kurulması dünya devriminin zaferinin temel koşuluydu. Lenin devrimci parti eksikliğini “Avrupa’nın en büyük talihsizliği” olarak niteleyerek şunları yazdı; “Kuşkusuz güçlü bir devrimci halk hareketi bu sakıncayı ortadan kaldırabilir ama bu, gene de, ciddi bir talihsizlik ve elim bir tehlikedir.”
Cüretkâr bir girişimdi; çünkü ihanetlerine rağmen işçi sınıfının büyük kitleleri hala bu sosyal demokrat partileri izliyorlardı. Sosyal demokrasinin ihanetiyle birlikte bu partiler içinde ortaya çıkan sol kanatlar, ne ideolojik, politik ve örgütsel bir bütünlüğe ne de işçi kitleleri üzerinde ciddi bir etkiye sahipti. İçinden çıktıkları partilerin stratejik ve taktik izlerini taşıyorlardı. İhanete duyulan haklı öfke çoğu durumda bu gruplarda “sol” hatalara yol açmaktaydı.
Yeni bir enternasyonalin kurucu nüveleri bu süreçte oluşmaya başladı. Mayıs 1917’de İsveç Sosyal Demokrat Partisi’nden ayrılan sol grup, İsveç Sol Sosyal Demokrat Partisi’ni kurdu (bu parti daha sonra İsveç Komünist Partisi adını aldı). Ocak 1918’de, 1920’de Arjantin Komünist Partisi olarak ismini değiştiren, Arjantin Partido İnternacional Socialista kuruldu. Mart 1918’de RSDİP ismini komünist partisi olarak değiştirme kararından sonra kurulan partilerin büyük bir kısmı doğrudan komünist parti olarak kurulmaya başlandı. Lenin bu isim değişikliğinin gerekçesini Nisan 1917’de düzenlenen parti konferansına sunduğu “…Partimizin Adı Ne Olmalıdır” yazısında, sosyal demokrat olarak isimlendirmenin yanlışlığını, birincisi, bilimsel olarak doğru olmadığı, ikincisi sınıf mücadelesinin sonal amacı olan komünizmin kurulması amacıyla uyuşmadığı olarak açıkladı.
Ağustos 1918’de Finlandiya, Kasım 1918’de Hollanda, Avusturya-Macaristan komünist partileri ve Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi ( 1923’te ismini Yunanistan Komünist Partisi olarak değiştirdi) kuruldu. Aralık 1918’de Polonya-Litvanya Krallığı Sosyal Demokrat Partisi ile Polonya Sosyalist Partisinin birleşmesiyle Polonya Komünist İşçi Partisi ( 1925’de ismini Polonya Komünist Partisi olarak değiştirdi) ve Almanya Komünist Partisi kuruldu.
Yeni kurulan bu partilerin gelmekte olan dünya devrimine önderlik edebilmeleri her şeyden önce ideolojik, politik ve örgütsel bakımdan yetkinleşmelerine bağlıydı. Bu zorunluluk komünist enternasyonalin kurulmasını ertelenemez acil bir görev haline getirdi.
Acıliyetin başka bir nedeni de Avrupa sosyal demokrasisinin, iflas eden II. Enternasyonali yeniden diriltme çabalarıydı. II. Enternasyonalin ihanetçi liderleri çöken enternasyonali yeniden diriltmek için sosyal demokrat partilere Şubat 1919’da Bern’de yapılacak bir konferansa katılma çağrısı yaptı. Konferansa, Almanya, İngiltere, Polonya ve Fransa’dan sosyal şoven delegeler ile Almanya, İspanya, Hollanda, Norveç ve Fransız “merkez” gruplarını temsil eden delegeler katıldı. Anti Bolşevik bir temelde düzenlenen bu konferansın amacı, enternasyonal eğilimi temsil eden gruplar içinde yalpalamayı büyüterek, Bolşevizm’in etkisini kırmak, komünist bir enternasyonalin kurulmasını engellemek, bu mümkün değilse geciktirmekti. Konferansta sömürgelerin emperyalist devletlerce sömürülmesini haklı gösteren ve çalışma yasalarıyla ilgili olarak Antant ülkeleri hükümetlerinin düzenleyeceği konferansa katılma kararı alınması sosyal demokrasinin Şoven ve Merkez akımlarıyla burjuvazi arasındaki bağın resmi ifadesiydi.
Komünist enternasyonalin kuruluşu için ilk çağrı Moskova Radyosunun Aralık 1918 yayınıyla yapıldı. Bu çağrının ardından 24 Ocak 1919’da Moskova’da uluslararası bir toplantı düzenlendi. Toplantı sonunda II. Enternasyonalin Şoven ve Merkezci akımlarından kopan, şu ya da bu biçimde Bolşevik strateji ve taktiği benimseyen ve proletarya diktatörlüğünü savunan dünya çapında 39 komünist, sosyalist parti ve gruba komünist enternasyonalin kuruluş toplantısına katılmak üzere bir çağrı metni yayınlandı. II. Enternasyonalin iflas ettiği, yeni bir enternasyonalin toplanmasının acil bir gereklilik olduğunun altının çizildiği Çağrı metninin “Amaç ve Taktikler” bölümünde; şimdiki dönemin “tüm dünya kapitalist sisteminin çözülme ve çöküş dönemi” olduğu belirtildikten sonra, proletaryanın bugünkü durumdaki temel görevinin, “devlet iktidarını ele geçirmekten ibaret” olduğu, devlet iktidarının ele geçirilmesinin, “burjuvazinin devlet aygıtının imha edilip, proletarya iktidarının yeni aygıtının örgütlenmesi anlamına” geldiği, bu yeni iktidar aygıtının “işçi sınıfının, bazı yerlerde de işçi sınıfıyla birlikte küçük köylülerle tarım işçilerinin de diktatörlüğünü temsil” etmesi gerektiği, burjuva demokrasisi, burjuva parlamentarizmi ve kapitalist bürokrasiden farklı yeni bir devlet tipini temsil eden bu devletin “işçi konseylerinin ve işçi örgütlenmelerinin” üzerinde yükselmesi gerektiği vurgulandı. Dünyanın şimdi durumunun “ devrimci proletaryanın farklı partileri arasında en sıkı teması ve sosyalist devrimin zafere ulaştığı ülkeler arasında tam bir işbirliğini” gerektirdiği belirtilerek, mücadelenin temel yöntemi, sermayenin devlet iktidarına karşı elde silah açık mücadeleyi de içeren kitlesel eylemler” olarak belirlendi.
Düzenlenecek kongrenin “ Komünist Enternasyonalin Birinci Kongresi” adını alması ve katılacak partilerin enternasyonalin seksiyonları olması gerektiğini belirleyen çağrı metni, Polonya, Macaristan, Alman Avusturya’sı, Komünist İşçi Partileri Yurtdışı Büroları, Letonya, Finlandiya Komünist Partisi MK, Balkan devrimci Sosyal Demokrat Federasyonu Yürütme Komitesi, Amerikan Sosyalist İşçi Partisi temsilcisi ve Rusya Komünist Partisi MK adına Lenin ve Troçki imzasıyla yayınlandı.
Başlangıçta Komünist Enternasyonal’in I. Kongresinin Almanya ya da Hollanda’da toplanması öngörülmüştü. Ancak Alman devriminin yenilgisi ve bu ülkelerdeki olağan üstü koşullar nedeniyle, kongrenin Moskova’da toplanmasına karar verildi. Lenin’in ısrarı kongrenin şubat başında toplanmasıydı. Ama kongre ancak 2 Mart’ta toplanabildi. 1 Marta Lenin, Moskova’ya ulaşan delegelerin katılımıyla bir ön toplantı yaptı. Toplantıda Komünist Enternasyonalin kuruluşunun ilanı sorunu ele alındı. Alman Komünist partisini temsil eden Eberlein’in buna karşı olduğunu açıklaması ilk görüş ayrılıklarını da su yüzüne çıkardı. 2 Mart’ta resmi görüşmelere geçildi.
Kongreye katılacak delegelerin bir kısmı (İtalyan, Fransa, Amerika ve İngiltere sol gruplarını temsil eden delegeler) hükümetlerin engelleme çabalarını aşamadıkları için kongreye katılamadı. Kongreye katılan partiler içinde ikinci büyük parti olan Alman Komünist Partisi’nin (KPD) ancak bir delegesi bu bariyerleri aşabildi. Kongre 19 ülkeden ( bazı kaynaklarda 21 ülke) 51 delegenin (bazı kaynaklarda 52, bazılarında 54 delege) katılımıyla çalışmaya başladı. Kongrede oy kullanma yetkisine sahip 35 delege, 17 (bazı kaynaklarda 19) parti ve örgütü temsil ediyordu. 16 parti ve örgütleri temsil eden 19 delege ise kongreye istişari oy hakkıyla katıldı. Kongreye katılan parti ve grupların sahip oldukları oy hakları büyüklüklerine göre düzenlenmişti. Kongrede RKP(B)’i Lenin’in başkanlığında 5, ( Lenin, Troçki, Zinoyev, Buharın ve Çiçerin), Eberlein’in temsil ettiği Alman Komünist Partisi 5, Gruber’in temsil ettiği Avusturya partisi 3, Grimlund’un temsil ettiği İsveç Sol Sosyal Demokrat Partisi 3 delege ile temsil edildi. Kongrede oy hakkına sahip diğer delegeler Bulgaristan, Çekoslovakya, Finlandiya, Fransa, İngiltere, Macaristan, Hollanda, Norveç, Polonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Slovenya Krallığı, İsviçre parti ve gruplarını temsil ediyordu. Rusya’nın doğulu halkları birleşik grubu bir asıl delegeyle temsil ediliyordu. Ayrıca, İngiltere, Ukrayna, Litvanya, Letonya, Belarusya, Estonya, Ermenistan, Volga bölgesi Almanları, Türkistan, Gürcistan, Azerbaycan komünist örgütleriyle, İran, Çin, Kore ve Türkiye temsilcileri kongrede istişari oyla temsil edildi. Mustafa Suphi, kongreye Türkiye Komünist Teşkilatı adına katıldı ve bir konuşma yaptı (Ek-1)
Kongrede parti ve örgütler adına katılan oy hakkına sahip delegelerin büyük çoğunluğunu Moskova’da ikamet eden komünistler oluşturuyordu. Tony Clif’e göre Kongreye katılmak için Avrupa’dan Moskova’ya gelen delegelerin sayısı (Almanya, Avusturya, Norveç ve İsveç delegeleri ) sadece dörttü.
Kongre başkanlık divanı daimi üyeliklerine Lenin, Eberlein (Almanya) ve Platten (İsviçre) seçildi. Kongre, baştan sona bütün oturumlara katılan Lenin’in konuşmasıyla açıldı. Lenin kongrenin dünya tarihinde çok büyük bir önem taşıdığını belirterek başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü; “… artık iç savaş sadece Rusya’da değil en gelişmiş kapitalist ülkelerde bile, örneğin Almanya’da somut bir biçim almıştır.
Burjuvazi büyüyen devrimci proleter hareketinin karşısında paniğe kapılmış durumda. Bu anlaşılır bir olgudur, çünkü emperyalist savaşın sonundan beri, olayların gelişimi, devrimci proletarya hareketini güçlendirmektedir ve bütün ülkelerde dünya ihtilafı başlamakta ve büyümektedir.
Halk bu mücadelenin büyüklüğünü ve önemini kavramaktadır. Proletaryanın, egemenliğini kurabilmesi için, somut bir çözüm yolu bulmak gerekli idi. Bu yol, proletarya diktatörlüğü ile Sovyetler rejimidir. … Burjuvazi şiddetini artırabilir; binlerce işçiyi daha öldürebilir, ama zafer bizimdir, dünya komünist ihtilalinin zaferi artık kaçınılmazdır.” (Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal, Maya kitapları, sf. 49)
Kongre 3 Martta Uluslararası komünist hareketin platform taslağının görüşülmesiyle sürdü. Paylaşım savaşı ve dünya devrimi arasındaki ilişkiyi ortaya koyan Program Taslağı, Lenin’in emperyalizm üzerine yaptığı tahlilleri temel alıyordu. Taslakta emperyalizmle birlikte yeni bir çağın, “kapitalizmin çözülüş ve içten içe çöküş çağı, proletaryanın komünist devrim çağı”nın başladığı, proletarya diktatörlüğünün kurulmasının acil görev haline geldiği, bunun proletarya ve emekçilerin doğrudan mücadelesi aracılığıyla burjuva devlet mekanizmasının parçalanarak kurulabileceği, ve proletarya diktatörlüğünün ilk planda alması gereken önlemler sıralandıktan sonra, bu mücadelenin başarısı için vazgeçilmez koşullarından biri olarak; “Yalnız sermayenin dolaysız uşaklarıyla ve komünist devrimin cellatlarıyla – bugün bu rolü sağ sosyal demokratlar üstlenmektedir – değil, en kritik anda proletaryayı terk edip onun açık düşmanlarıyla bağ kuran “merkez”den (Kautsky grubu) de kopmak” ve öte yandan daha önce sosyalist partiye bağlı olmadıkları halde, şimdi tamamen proletarya diktatörlüğü ve onun sovyetik biçiminin zemininde yer alan işçi hareketinin devrimci unsurlarıyla, yani sendikalizmin bu tanıma uygun unsurlarıyla bir blok gerçekleşmek gerek”tiği vurgulandı. (Age -87)
Kongrede tartışılan Program Taslağı Norveç İşçi Partisinin çekimser oyuyla kabul edildi.
Kongre 4 Mart’ta Lenin’in sunduğu “Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Üzerine Tezler”i tartıştı. Tezler Lenin’in “Devlet ve Devrim” ve “Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky” yapıtlarının bir özetiydi. Lenin tezler üzerine yaptığı konuşmada altını çizdiği noktalar kongreye karar metni olarak sunuldu ve kabul edildi. Karar metninde “… henüz Sovyet iktidarının mevcut olmadığı ülkelerdeki komünist partilerinin başlıca görevleri” “1- Burjuva demokrasisinin ve parlamentarizmin yerine geçirilmesi gereken yeni demokrasinin, proleter demokrasisinin siyasal ve tarihsel bakımdan zorunlu oluşunu saptamanın taşıdığı büyük önemi, işçi sınıfının geniş yığınlarına açıklamak
2-Sanayinin tüm dallarındaki işçiler arasında, asker ve denizciler arasında olduğu gibi, ücretli tarım işçileri ve yoksul köylüler arasında da Sovyetleri yakınlaştırıp, örgütlemek.
3- Sovyetler içinde sağlam bir komünist çoğunluk yaratmak.” olarak yer aldı. (age-68)
Kongrede Komünist Enternasyonalin kurulması sorunu Avusturya, Macaristan ve İsveç delegelerinin önergesiyle yeniden ele alındı. Önergeye diğer delegeler destek verirken, karşı tavır Alman Komünist Partisi’nden geldi. Parti temsilcisi Eberlein, Komünist Enternasyonal’in hemen kurulmasına “Gerçek komünist partileri sadece birkaç ülkede var; çoğunda, daha birkaç hafta önce kuruldu; bugün komünistlerin olduğu birçok ülkede henüz bir örgüt yok. … Batı Avrupa’nın tamamı yok. Belçika, İtalya temsil edilmiyor; İsviçre temsilcisi partisi adına konuşamaz; Fransa, İngiltere, İspanya, Portekiz yok; Amerika da bizi hangi partilerin destekleyeceğini söyleyebilecek durumda değil.” gerekçelerini öne sürerek karşı çıktı. ( H. Carr, Bolşevik Devrimi III-121)
Birçok delege Eberlein’in gerekçelerine karşı çıkarak enternasyonalin kuruluşunun ilan edilmesi gerektiğini savundu. Eberlein boş oy kullanmaya ikna edildikten sonra yapılan oylamada Komünist enternasyonalin kuruluşu onaylandı.
Komünist Enternasyonalin kurulması kararının alınmasından sonra toplantı, Komünist Enternasyonalin I. Kongresi adı altında devam etti. Kongrede bir dizi karar alındı. Zimmerwald’in tarihsel işlevini tamamladığı belirtilerek tasfiye edildi. “Bern Konferansına ve Sosyalist Partilere Karşı Tutum” başlığı altında yapılan görüşmeler sonunda Bern Konferansı’nın diriltmeye çabaladığı “Enternasyonal, burjuvazinin bir aleti durumunda olan ve öyle kalacak olan bir grev kırıcıların sarı enternasyonali olarak nitelendirildi. Kongre, bütün ülkelerin işçilerini sarı enternasyonale karşı yılmaz bir mücadele başlatmaya ve halkın en geniş yığınlarını bu yalan ve ihanet enternasyonalinden uzak durmaya çağırdı.
“Sosyalizm İçin Mücadelede Kadınların İşbirliğinin Zorunluluğu”na dair rapor görüşüldü;
“…..kadın işçilerin kazanılması, onların yeni toplumun yaratılması doğrultusunda; aile ve toplumsal yaşam hakkındaki komünist etik konusunda her türlü imkanı kullanarak eğitilmesi, Komünist Enternasyonal ile bağlanan her partinin başta gelen bir ödevi olarak kabul edilmelidir. … Proletarya diktatörlüğünün, ancak kadın işçilerin aktif ve enerjik katılımıyla gerçekleştirilebilir ve korunabilir.” olduğu vurgulandı. (Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal, Maya kitapları, sf.117)
Uluslararası Durum ve Antant Ülkelerinin Politikası ve Beyaz Terör Üzerine raporlar tartışıldı. Kongre, ayrıca Komünist Enternasyonal’in Manifestosunu ve bütün ülkelerin işçi ve askerlerine çağrısını onayladı. Troçki’nin sunduğu Manifesto, dünya işçi hareketinin tarihsel gelişimini ele alarak, bütün ülkelerin işçileri “İktidarı almak için, proletarya diktatörlüğü için mücadelede, işçi Sovyetleri bayrağı altında, üçüncü Enternasyonalin bayrağı altında” birleşmeye çağrıldı.
Kongre’de Sovyet Rusya, Almanya, Avusturya, Macaristan, İsviçre, İskandinavya komünist partileri ve Balkan sosyal Demokrat Federasyonu temsilcilerinden oluşan bir yürütme komitesi (KEYK) seçildi. Komitenin başkanlığına Zinovyev, sekreterliklere Balabanova ve Berzin getirildi. Tüzüğün oluşturulması ise bir sonraki kongreye bırakıldı.
Lenin Komünist Enternasyonalin kuruluşundan kısa bir süre sonra kaleme aldığı “III. Enternasyonal ve Tarihteki Yeri” yazısında, I. II. ve III. Enternasyonal’le ilgili şunları yazdı; “Birinci Enternasyonal (1864-1872), sermayeye karşı devrimci saldırısını hazırlamak için işçilerin uluslararası örgütünün temelini attı. İkinci Enternasyonal (1889- 1914), enlemesine gelişen proleter hareketin uluslararası örgütüydü, bu gelişme, devrimci seviyenin geçici olarak düşmesiyle, sonuçta bu enternasyonalin rezilce çöküşüne yol açan oportünizmin geçici olarak güçlenmesiyle gerçekleşti.
Üçüncü Enternasyonal… II. Enternasyonal’in çalışmalarının meyvelerini devraldı, sosyal şoven, burjuva ve küçük burjuva pisliklerini silkeleyip attı ve proletarya diktatörlüğünü hayata geçirmeye başladı. …III. Enternasyonal’in dünya tarihindeki önemi, Marks’ın yüce şiarını, sosyalizmle işçi hareketinin yüzyıllık gelişiminden sonuç çıkaran şiarı, proletarya diktatörlüğü kavramında ifadesini bulan şiarı hayata geçirmeye başlamış olmasında yatar.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt-X- İnter yay.-47)
Engels, I. Enternasyonalin feshi ile ilgili olarak Sorge’ye yazdığı 12 -17 Eylül 1874 tarihli mektubunda yeni bir enternasyonalin kurulacağına inancını şu sözlerle betimledi; “İnanıyorum ki gelecek Enternasyonal –Marks’ın yazıları bir süre etkisini gösterdikten sonra- doğrudan komünist olacak ve bizim ilkelerimizi özdenlikle ilan edecektir.” Engels’in bu inancı 45 yıl sonra, 4 Mart 1919’da Lenin ve Bolşevik Parti’nin teorik, ideolojik, politik ve örgütsel çabalarıyla gerçekleşti.
Komünist Enternasyonal, kuruluştaki bütün zaaf ve eksikliklerine rağmen burjuvazi için bir korku, işçi ve emekçiler için umut olan, göndere çekilmiş bir bayraktı.
Birinci Kongre Sonrası Avrupa İşçi Hareketi
1919 yılı hem dünya burjuvazisi hem de proleter hareket açısından en kritik yıldı. Büyüyen öfke ve devrimci dalga karşısında Avrupa burjuvazisi ne yapacağını bilemez haldeydi. Parlamentolar, basın ve diğer kurumlar zayıflamış, gözden düşmüştü, devletler hareket edemez durumdaydı. İngiltere başbakanı Lloyd George, Fransız Başbakanı Clemenceau’ya gönderdiği mektupta durumun vahameti hakkında şunları yazmıştı; “Devrimci ruh bütün Avrupa’yı sarmış durumda. İşçiler yalnızca savaş sonrası koşullara yönelik bir hoşnutsuzluk içinde değiller, aynı zamanda bir öfke ve isyan duygusu içindeler. Mevcut düzen Avrupa’nın bir ucundan diğerine, halk kitleleri tarafından siyasal, toplumsal ve ekonomik yanlarıyla bir bütün olarak sorgulanıyor.” (Bolşevikler ve Dünya Devrimi – Tony Cliff , cilt 4, sayfa 23 )
1919 yılı, Sovyet Rusya’nın, Ekim Devrimi’nin zaferinden bu yana en çok zorlandığı yıl oldu.
Dışarıda, emperyalist kuşatma sıkılaştırılmış, içeride ise, iç savaş bütün cephelerde şiddetlenmişti. Avrupa’dan adeta izole edilmiş durumda olan Sovyet Rusya, iç savaştan zaferle çıkmak için, her şeyini savaşa hasretmek zorunda kalmıştı. Bu durum Sovyet Rusya’nın Avrupa devrimine maddi ve manevi yardımlarının azalmasına yol açtı. Bu dönemde Lenin’in yakındığı sorunlardan biri de Avrupa’da olup bitenler hakkında sağlıklı bilgi edinilememesiydi.
Avrupa işçi hareketinin durumu ise şöyleydi: Alman devrimi yenilmişti, ancak işçi hareketi tam anlamıyla geri çekilmiş değildi. Fransa, İngiltere, Avusturya, Macaristan, İtalya, Belçika ve Almanya’nın birçok kentinde işçi grevleri, ayaklanmalar devam ediyordu. Mart ortasında Berlin, bir kez daha kanlı çatışmalara sahne oldu; çatışmalarda yaklaşık 1.200 kişi yaşamını yitirdi. 1 Mayıs günü Paris’te on binlerce gösterici Sosyalist Parti’nin çağrısına uyarak sokağa çıktı; göstericiler ile askerler arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. İngiltere’de ayaklanmanın merkezi olan Glasgow’da işçiler belediye binasına kızıl bayrak çektiler; ayaklanma, ordunun müdahalesiyle kontrol altına alınabildi. Japonya’da on milyondan fazla işçi ve emekçinin katıldığı, 8 saatlik işgünü, sendikal haklar ve örgütlenme özgürlüğü talepleriyle “Pirinç” ayaklanmaları patlak verdi. Ayaklanmalar birçok yerde başarıyla sonuçlandı.
1919’da işçi hareketinin en büyük kazanımlarından biri Komünist Enternasyonal’in I. Kongresinin dağılmasından 15 gün sonra, 21 Mart’ta Macar Sovyet Cumhuriyetinin kurulmasıydı. Bunu 7 Nisan’da Bavyera Sovyet Cumhuriyetinin ilanı izledi. Bu iki devrim Komünist Enternasyonal’de dünya devrimine yönelik umutları büyüttü. Bavyera Sovyet’i ilanından 23 gün sonra 1 Mayıs 1919’da, SDP, USDP’nin ihaneti ve SDP’nin kurduğu özel birliklerin (Freikop) müdahalesiyle ezildi.(bu konuda ayrıntılı bilgi için Söz ve Eylem’in 12. sayısına bakılabilir.) 133 gün dayandıktan sonra 1 Ağustosta düşen Macar devrimi, kuruluşu ve çöküşüyle Komünist Enternasyonal için önemli derslerle dolu bir deneyim oldu.
31 Ekim 1918’de Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla Macaristan bağımsızlığını ilan etti. Macaristan’da burjuva-sosyal demokrat hükümeti kuruldu. İşçi ve emekçilerin durumunda hiçbir değişme olmaması ve durumun daha da kötüleşmesine işçiler grev ve gösterilerle karşılık verdi. İngiliz ve Fransızların desteklediği Romen ve Çekoslovak birliklerinin Macar topraklarının önemli bir bölümünü işgal etmesi ve 21 Kasım 1919’da Macar Komünist Partisi’nin kurulmasıyla birlikte işçi eylemleri daha da büyüdü. Komünist partinin işçi sınıfı ve askerler içinde desteğinin artması karşısında burjuva- sosyal demokrat hükümet harekete geçerek, komünist parti yayın organını yasakladı, yöneticilerini tutukladı. Ama bu önlemler işçi ve köylülerin eylemlerini yatıştırmadı; tersine, işçiler ve köylüler, fabrika ve toprakları işgale başladı. Gerek Macar toprakların üçte ikisinin işgal edilmiş olması, gerekse büyüyen işçi ve köylü eylemleri karşısında çaresiz kalan burjuva hükümet istifa etmek zorunda kaldı.
Hükümetin istifasının ardından sosyal demokratlar Komünist Parti’ye ortak bir hükümet kurma çağrısı yaptılar. Hükümet kurma görüşmeleri Komünist Partisi’nin liderlerinin tutuklu bulunduğu Budapeşte hapishanesinde yapıldı. Varılan anlaşmaya göre; üretim ve değişim araçları üzerindeki özel mülkiyet kaldıracak, işletmelerde işçi konseyleri ve devrimin savunulması için kızıl ordu kurularak Macaristan Sovyet Cumhuriyeti ilan edilecekti. Anlaşma gereği iki parti Macaristan Sosyalist Partisi adı altında birleşti. 21 Mart 1919’da Macar Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti ilan edildi. Macar Komünist Partisi sekreteri Bela Kun Halk Komiserleri Konseyi’nde dışişleri bakanı oldu. Devrimden sonra bütün büyük, hatta küçük sanayi devletleştirildi; 57 hektardan büyük topraklara el konularak kooperatif çiftlikler kurulmaya başlandı; işyerlerinde konseyler ve devrimi savunmak için devrimci kızıl ordu kuruldu.
Bunlar ve benzeri önlemler karşı-devrimci grupları harekete geçirdi. 24 Haziran’da Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de başını subay okulu öğrencilerinin çektiği karşı-devrimci bir ayaklanma patlak verdi. Ayaklanma kanlı çatışmalardan sonra ezildi. Sovyet iktidarına karşı ikinci saldırı, Fransa ve İngiltere güdümündeki Romen ve Çekoslovak birliklerinin harekete geçmesiyle başladı. Kızıl Ordu bu saldırı karşısında geri çekilmek zorunda kaldı. Devrimin bu zor anında işçiler devreye girdi. İşçilerin katılımından sonra harekete geçen Kızıl Ordu Çekoslovakya ordusunu gerileterek, Slovakya topraklarının önemli bir bölümünü ele geçirdi. İşgal ettiği bölgede Sovyet Cumhuriyeti’ni kurdu. Çekoslovak ordusunun yenilgisi Fransa’yı harekete geçirdi. Fransız cumhurbaşkanı Clemenceau, Romen birliklerinin Macaristan’dan çekilmesi karşılığında Macaristan Sovyet Cumhuriyeti’nden savaş hareketini durdurması ve Slovenya’nın boşaltılmasını istedi. Macar Sovyet hükümeti bu söze güvenerek Kızıl Ordu’yu Slovak topraklarından geri çekti. Ancak Romen birlikleri geri çekilmeyince Kızıl Ordu 20 Temmuz’da Romen birliklerine karşı yeniden saldırıya geçti. Bu saldırı Kızıl Ordu’nun ağır yenilgisiyle sonuçlandı. Baştan beri Antant devletleriyle ilişki içinde olan sosyal demokratlar, Fransa ile Macaristan’ın geleceğini belirlemek üzere masaya oturdu. Kızıl Ordu’nun yenilgisi, sosyal demokrat ihanet ve küçük burjuvazinin artan tepkileri birleşince Sovyet hükümeti 1 Ağustos’ta istifa etmek zorunda kaldı, yerine sosyal demokrat sendikacılardan oluşan bir hükümet kuruldu; bu hükümet aracılığıyla işçi sınıfının bütün kazanımları yok edilerek, iktidar burjuvaziye teslim edildi.
Macar devriminin yenilgisi sadece sosyal demokratların ihaneti, Antant devletlerinin devrimi boğma çabaları, Romen ve Çekoslovak ordularının saldırısı, Macar Kızıl Ordu’sunun yeterli donanıma sahip olmaması vb. nedenlerle açıklanamaz. Yenilgide Macar Komünist Partisi’nin peş peşe işlediği vahim hataların da önemli bir rolü vardır. En başta, Macar Komünist Partisi, apar topar (bir günde) Macar Sosyalist Partisi ile birleşme kararı alarak Marksizm-Leninizm’in temel ilkelerinden biri olan partinin ideolojik, politik ve örgütsel bağımsızlığı ilkesini ihlal etti. İkincisi; emperyalist savaşın başlamasıyla birlikte, özellikle de Alman devriminde sosyal demokrasinin ihanetçi çizgisi tescil edildiği ve bu partilerin proletarya diktatörlüğünden yana oldukları beyanlarına güvenilmeyeceğine dair Lenin’in açık uyarılarına rağmen, Macar Komünist Partisi sosyal demokratların sözlerine güvenerek ihanete zemin yarattı. Üçüncüsü, parti Fransız burjuvazisinin taahhüdüne güvenip, Kızıl Ordu’yu Slovakya’dan geri çekerek karşı-devrimin saldırısını kolaylaştırdı. Dördüncüsü, devrimin yenilgisinde etkili olan bu sağa savrulmayı sol bir hata izledi. Feodal ilişkilerin ağır bastığı ülkede köylünün toprak taleplerinin dikkate almayan toprak mülkiyetinin tümüyle devletleştirilmesi kararı, proletarya iktidarıyla yoksul ve küçük köylülük arasındaki bağı zayıflatarak, karşı-devrimin etki alanını büyüttü.
Yenilginin ardından Komünist Partisi yöneticileri Viyana’da Komünist Enternasyonal faaliyetlerine katıldıktan bir süre sonra Moskova’ya geçtiler. Komünist Partisi’nin sağa dayanan ve sola savrulan politikalarının kurucusu olan Bela Kun Moskova’da Komünist Enternasyonal’de önemli görevler üstlendi ve bu politikasını Komünist Enternasyonal’de de devam ettirdi. Bela Kun partinin izlediği sosyalistlerle birleşme sağ politikasını yenilgiden sonra da, güçsüzlükle açıklayarak savunmaya devam etti. “Devrimin başında devrimci olmayan sosyal demokratlarla neden birleştik? O günlerde partimizin küçük bir parti olduğunu, görece az üyeye sahip bulunduğu ve işin üstesinden asla tek başına gelemeyeceği akıldan çıkartılmamalı.” (Tony Cliff cilt 4 sayfa 30)
Lenin, Macar devriminin zaferini 12 – 23 Mart 1919 tarihleri arasında toplanan 8. Parti Kongresi sırasında öğrendi. Kongrede yaptığı kapanış konuşmasında “Macar devriminin zorluklarının büyük olduğunu” ve konsey iktidarının bu zaferinin aynı zamanda büyük bir moral kaynağı olduğunu belirtti.
Lenin, Macar işçilerine yazdığı mektupta, Macar işçilerini kutladıktan sonra, devrimi bekleyen tehlikelere dikkat çekerek şunları yazdı; “Sizi bekleyen çok güç, ama çok verimli görev, İtilaf Devletleri karşısındaki acımasız savaşta dayanmaktır. Metin olun. Sizler, yani proletarya diktatörlüğüne katılan sosyalistler arasında ya da küçük burjuvazi arasında kararsızlıklar baş gösterirse bu kararsızlıkları acımasızca bastırın. Savaşta bir korkağın kurşuna dizilmesi, yalnızca dürüstlük demektir. … Tüm dünya işçi sınıfının bütün dürüst öğeleri sizden yana. Her ay, proleter dünya devrimini biraz daha yakınlaştırıyor. Metin olun! Zafer sizindir! “ ( Lenin, Ekim Devrimi Dosyası – Sol Yay.- 325)
Lenin daha sonra Sol Komünizm kitabında ve Komünist Enternasyonalin II. Kongresindeki konuşmalarında Macar devriminde olup biteni kaçınılması gereken vahim hatalar olarak nitelendirdi. “Hiçbir komünist, Macar Sovyet Cumhuriyeti’nin derslerini unutmamalıdır. Macar komünistlerinin reformistlerle birleşmesi Macar proletaryasına pahalıya mal olmuştur.” ( Seçme Eserler Cilt- X -222) “Saflarda reformistler, Menşevikler varsa proleter devrimde zafer kazanılamaz, devrim savunulamaz. Bu ilke olarak açıktır.” (age. -283)
Bavyera Sovyet’i, Macar devrimi ve Haziranda Avusturya işçi ayaklanmasının yenilgisi Avrupa’da devrimci dalganın yayılma hızını düşürürken, Enternasyonalin faaliyetleri sürekli olarak genişledi. Mayıs 1919’da Komünist Enternasyonal dergisi yayınlanmaya başladı. Başlangıçta Rusça, Almanca, İngilizce, Fransızca, olarak beş dilde yayınlandı; sonradan bunlara İspanyolca ve Çince eklendi. Dergi enternasyonalin ideolojik ve örgütsel aracı işlevini üstlendi. Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu (KEYK) Macar ve Sovyet devrimini savunmak üzere dünya proletaryasına grev çağrısı yaptı. Çağrı, Avusturya, İtalya, Norveç ve Almanya’da yankı buldu. İşçiler Temmuz 1919’da greve çıktı. Fransa ve İngiltere’de işçilerin grev girişimi sosyal demokratlarca engellendi. KEYK’nın çağrısıyla Mayıs 1919’da, Berlin’de illegal olarak Komünist Gençlik Enternasyonali I. Kongresi toplandı. Kongreye 13 ülkeden 20 delege katıldı. Moskova’da, 16 ülkeden 21 delegenin katıldığı Uluslararası Kadın İşçiler Konferansı düzenlendi. Yine KEYK’nın inisiyatifiyle Sovyet Rusya, Bulgaristan, Yugoslavya İtalya, Fransa ve İspanya devrimci sendikalarının katıldığı Uluslararası İşçi Sendikaları Konseyi oluşturuldu.
Komünist Enternasyonal’in Rusya dışındaki ilk bürosu, Ekim 1919’da Hollanda-Amsterdam’da, ikinci Büro, Batı Avrupa Sekretaryası adıyla Berlin’de açıldı. Başında Rutgers’in bulunduğu Amsterdam bürosu üç dilde yayınlanan bir bülten çıkararak faaliyetlerine başladı. İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, İskandinavya, ABD ve Alman delegelerinin katıldığı uluslararası bir konferans düzenledi, konferans ikinci gününde polis tarafından basılarak dağıtıldı. Nisan 1920’de Amsterdam bürosu “sol” sekter olduğu gerekçesiyle KDP’nin başvurusu üzerine KEYK tarafından kapatıldı. Görevleri Berlin’deki Batı Avrupa Sekretaryasına aktarıldı.
Enternasyonal’in I. Kongresiyle, II. Kongresi arasındaki dönemde birçok ülkede (Yugoslavya, ABD, Danimarka, Endonezya, Meksika, İspanya, İran, İngiltere, Avusturya, Uruguay, Türkiye) komünist partiler kuruldu. Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi (Darlar) 12. kongresinde ismini Komünist Partisi olarak değiştirdi.
II. Enternasyonal’in Merkez kanadındaki partiler; Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi, Fransız Sosyalist Partisi, Amerikan Sosyalist Partisi, İngiliz Bağımsız İşçi Partisi, vb, II. Enternasyonal’le ilişkilerini kestiklerini açıklamaları 1919 Şubatında Bern’de toplanan II. Enternasyonal’i diriltme çabalarını da dumura uğrattı. Bu partiler içinde en etkin olanı Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi USDP’ydi. I917’de savaş karşıtlığı tutumuyla SDP’den ayrılan Merkezcilerin kurduğu USDP, sağlam, tutarlı bir çizgi izlemediği, devrim sırasında SDP ile hareket ederek devrimin boğulmasına destek verdiği halde 1919 yılı boyunca üye sayısını bir milyona çıkartarak işçi sınıfı içinde en etkin parti haline gelmişti. 1919 Aralığına kadar sürekli olarak II. ile III: Enternasyonal arasında yalpalayıp durdu. Aralık 1919’da Leipzig Kongresinde oybirliğiyle II. Enternasyonal’den çıkma ve oy çoğunluğuyla III. Enternasyonal’e katılmama kararı aldı. KEYK, bu karara istinaden Şubat 1920’de “bütün Alman işçilerine, KPD Merkez Komitesi ve USPD Merkez Komitesi’ne hitaben” “geçmişte yapılan hatalara” dikkat çeken ve II. Enternasyonal’le ilişkiyi kesme koşuluyla görüşme yapmak için Moskova’ya davet eden bir çağrı yayınladı. Benzer bir davet, Aralık 1919’da KPD’den ayrılan Komünist İşçi Partisi (KAPD) Merkez Komitesine de yapıldı.
Fransız Sosyalist partisinde de benzer bir gelişme yaşandı. Şubat 1920’de yapılan Strasburg kongresinde II. Enternasyonal’den ayrılma oy çoğunluğuyla kabul edildi. Sol grubun III. Enternasyonal’e katılma önerisi ise Sağ ve Merkezci grupların oylarıyla reddedildi ve görüşmelerde bulunmak üzere bir delegasyonun Moskova’ya gönderilmesine karar verildi.
İngiltere İşçi Partisi (ILP) de Fransa ve Alman bağımsızlarının yolunu izledi. II. Enternasyonalden çıkma kararı alınırken, III. Enternasyonale katılma, reddedildi. İLP ve İsviçre Sosyalist Partisi bütün partilerin katılacağı bir enternasyonalin kurulması savundular. İngiltere’de faaliyetteki yedi parti içinden ancak biri, İngiltere Sosyalist Partisi Komintern’e bağlılığını ilan etti. Amerika’da 1919 öncesi faaliyette bulunan üç partiden (Dünya Sanayi İşçileri (IWW), Sosyalist Parti, Sosyalist İşçi Partisi) IWW, Komintern’in I. Kongresinde temsil edilmişti. Eylül 1919’da Chicago’da düzenlenen kongreden iki ayrı parti (Amerikan Komünist Partisi ve Amerikan Komünist İşçi Partisi) çıktı. Komünist İşçi Partisi Komintern’e bağlılığını ilan etti.
İtalya Sosyalist Partisi Burjuvazinin bariyerlerini aşamadığı için Komintern’in 1. Kongresinde temsil edilemedi. Ekim 1919 Bologna Kongresinde partideki bölünme, Turati liderliğinde “Şoven”, Lazzari liderliğinde “Merkez”, Bordiga Liderliğinde “Sol” olarak belirginleşti. Gramsci, Taska ve Togliatti (Torino grubu) fabrika konseylerini savunuyordu. Bu gruplaşmaya rağmen parti kongreden, proletarya diktatörlüğünü programına geçirerek ve Komintern’e bağlılığını teyit ederek çıktı.
Yenilgi Sonrası Almanya
Paylaşım savaşı bittiğinde kapitalist ekonominin durumu kısaca şöyleydi: 1920’de dünya imalat sanayi, 1913’deki düzeyinin % 7 gerisindeydi. Savaşın sanayide sekiz yıllık bir gecikmeye yol açtığı hesaplanıyordu. Tarım alanında durum, sanayi alanından daha da kötüydü. Tarımsal üretim, savaş öncesi üretimin ancak 1/3’i düzeyindeydi. Ama savaş aynı zamanda, özellikle cephe hattının dışında kalan ülkeler, (ABD, Kanada, Avustralya vb.) için büyük kârlar ve teknolojik ilerlemeler ifade ediyordu. Özellikle savaşla ilgili sanayi dalları (motorlu araç üretimi, rafine petrol ürünleri, kimyasal ürünler, elektronik, boya, ilaç ve çelik alaşımları, havacılık ve denizcilik sektörü) hızlı bir gelişme içindeydi. Sanayi malları ve tarımsal ürünler üretimi ve dış satımı olağan üstü bir hız kazanmıştı. ABD savaştan ekonomik ve askeri olarak büyüyerek çıkarken Avrupa küçülmüş, emperyalist güçler arasındaki denge ABD lehine değişmişti.
Savaş sonrası Avrupa eski Avrupa değildi. Çarlık Rusya’sı ve Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun yıkılmasıyla birlikte yeni ulusal devletler; Polonya, Çekoslovakya, Avusturya, Macaristan, Yugoslavya, Finlandiya, Estonya, Litvanya, Letonya, Avrupa sahnesinde yerlerini alıyordu. Bu ise emperyalist devletler için yeni yeni sömürge alanları demekti ve gelecekte emperyalist çatışmanın daha da keskinleşeceğinin bir göstergesiydi.
Savaşın mağlup ülkesi Almanya, süreçten çok az bir toprak kaybıyla, –Alsace Lorraine’nin Fransa’ya geri verilmesi, Belçika ve Danimarka’yla yapılan sınır düzenlemeleri- ama bütün sömürgelerini kaybederek çıktı. Sömürgelerinin büyük bir kısmını İngiltere’ye, geri kalanını da Fransa’ya kaptırdı. Versailles anlaşmasıyla Almanya’nın, Fransa ve İngiltere tarafından vesayet altına alınması, toprak ve sömürge kayıplarından çok daha önemliydi. Bu anlaşmayla Almanya’nın kömür yataklarının dörtte birine, Fransa, Belçika ve İtalya savaş tazminatı olarak el koydu. Alman genelkurmayı dağıtıldı, ordusunun sayısı kademeli olarak düşürülerek yüz binle sınırlandırıldı. Her canlanma belirtisinde devreye girebilecek yaptırımlar Almanya’nın başının üstünde tutulan keskin bir kılıçtı. Fransa ve İngiltere açısından Almanya’nın defteri dürülmüş gibiydi.
1919’daki görüntüsüyle Almanya, Versailles Anlaşmasıyla eli kolu bağlanmış, onuru kırılmış durumda Avrupa’nın en zayıf ülkesiydi. Ancak, bütün bunlara rağmen Almanya, potansiyel olarak (insan gücü ve ekonomik kaynakları bakımından), Avrupa’da gizil bir güç merkeziydi.
Alman burjuvazisi, Aralık 1919- Nisan 1920 arasındaki ölümcül devrimci dalgayı, sosyal demokrasinin yardımıyla atlatmıştı. İşçi konseyleri tasfiye edilmiş, Almanya’nın tümüne yayılan işçi ve asker ayaklanmaları, birçok bölgede kurulan konsey iktidarları, SDP’nin kurduğu Freikops birlikleri tarafından ezilmişti. 1920’nın ikinci yarısında Almanya’da siyasi istikrar kısmen sağlanmış gibiydi, ancak yıkıma uğrayan ekonomiyle birlikte ekonomik istikrarsızlık büyüyordu. Sanayi üretimi savaş öncesi dönemin yarısına kadardı. Tarımsal üretimde durum daha da kötüydü. İşçi ve emekçilerin yasam koşulları ağırlaşmış, ücretler asgari geçim koşullarının altına düşmüştü. Baş gösteren açlık tehlikesine karşın, kendisi de açlık tehlikesi yaşayan Sovyet Rusya’nın iki tren dolusu tahıl gönderme önerisini sosyal demokrat hükümet, bunun Bolşevizm’e yönelik sempatiyi artıracağını düşünerek reddetti. İşçiler, yaşam koşullarının ağırlaşmasına tepkilerini, ücret ve hak taleplerini içeren ekonomik grevlerle ortaya koydular.
1919 Ağustos – Kasım arasında 150 bin Berlin metal işçisi grevdeydi. Siyasallaşma eğilimi taşıyan grevlere, Ocak 1919 devrimi sırasında katliamlarıyla işçilerin nefretini kazanan Freikops birliklerini kullanmaktan çekinen sosyal demokrat hükümet bu kez grevlere müdahale için “Teknik Yardım Kuvveti” adıyla yeni bir askeri güç kurdu. 1920 Ocağında Berlin’de Parlamento önünde yapılan kitlesel gösteriye askerlerin müdahalesiyle 45 gösterici öldürüldü, yüzün üstünde gösterici yaralandı. İşçilerin grev yapması yasaklandı.
Devrim sürecinde karşı-devrimin merkez karargâhı rolünü üstlenen SDP’nin, şoven, milliyetçi küçük burjuva kitleler üzerindeki etkisi artarken, işçi sınıfı içindeki etkisi ise, önemli ölçüde azaldı. Ocak 1919 seçimlerindeki 11,5 milyona ulaşan oyu, 1920 Haziran seçiminde 5,5 milyona düştü. Buna karşın devrim sırasında SDP’nin sadık destekçisi olan, ancak gerçek yüzünü işçilerden saklayabilen USDP’nin oyu 2,3 milyondan, 4,5 milyona yükseldi. 1919 Ocak seçimlerini boykot eden KPD’nin Haziranda aldığı oy ise 441 bindi.
KDP, Aralık 1918’de kurulduğunda işçi sınıfı içerisinde ciddi bir etkiye sahip değildi. En güçlü olduğu kent Chemnitz’di, Berlin, Hannover, Hamburg, Dresden gibi önemli kentlerde üye sayısı çok azdı. Aralık 1918’de toplanan “Tüm Almanya İşçi ve Asker Temsilcileri Kongresi’ne katılan 488 delegenin sadece onu KPD taraftarıydı. Rosa ve Liebknecht delege bile seçilememişti. Kuruluş kongresinde ideolojik, politik ve örgütsel bir bütünlüğe sahip değildi. Parti içinde bir grup parlamenter mücadeleyi reddediyor, geleneksel sendikalardan çekilmeyi savunuyordu. Devrim sırasında ulusal çapta tanınan liderleri (Rosa, Liebknecht ve Jogiches), burjuvazi ve sosyal demokratların işbirliğiyle öldürüldüler. Parti militanlarının kahramanca mücadelesine rağmen parti devrimde ciddi bir varlık gösteremedi. Devrimin yenilgisinden sonra faaliyetini illegal koşullarda yürütmek zorunda kaldı. Parti yayın organı Rote Fahne illegal olarak çıkartılarak dağıtıldı. Bu durum partinin geniş kitlelere ulaşmasını sınırlandıran başka bir etken oldu. İçinde bulunduğu bu zor koşullarda parti içi ayrılıklar daha da büyüdü. Ağustos 1919’da yapılan Parti Konferansı’nda “sol” grubun temsilcileri Laufenberg ve Wolffheim bütün sendikalardan çıkılması ve yeni bir komünist sendika kurulmasını savundular. 1919 Ekiminde Heideberg’de illegal olarak yapılan kongre, partiyi bir yol ayrımına taşıdı. Parti lideri Levi’nin hapishaneden kongreye gönderdiği tezler partide bölünmenin kaçınılmaz olduğunu gösteriyordu. Levi, tezlerinde “sol”un partiden ihracını istiyordu. Bolşevik Partiyi temsilen kongreye katılan Radek’in, bunu önlemek için gösterdiği çaba sonuç vermedi. Kongre 18’e karşı 31 oyla “sol”ların ihracına karar verdi. Bu konuda Leni, Radek’le aynı görüşteydi. Konuyla ilgili KDP MK’sına yazdığı mektupta “Temel mesele üzerinde (burjuva parlamentarizmine karşı Sovyet iktidarı lehinde) anlaşma varsa” ‘bölünmeden her ne olursa olsun kaçınılmasını istedi’; “Enternasyonal bakış açısından Alman Komünist Partisi’nin birliğinin yeniden oluşturulması hem mümkün hem de şarttır.” (H. Carr, Bolşevik Devrimi- III-135)
KPD’den ihraç edilenler, partinin 110 bine ulaşan üye sayısının yarısını arkalarına alarak, kısa sürede sonra Alman Komünist İşçi Partisi (KAPD) kurdu. Bu durum, Moskova’nın diğer partiler üzerinde iddia edildiği tarzda bir etkisinin olmadığını da gösteriyordu.
Partinin Şubat 1920’de Karlsruhe’de toplanan III. kongresinde Chemnitz parti sorumlusu Brandler’in; “Genelde henüz bir partiye sahip değiliz. Bunu hiçbir komünist hareketin olmadığı Ruhr ziyaretinden sonra söylüyorum. Yakın gelecekte de oluşturmamız mümkün değil. … Olanlar partimizin itibarını düşürdü… Madencilerin ve demiryolu işçilerinin grevi patlak verdiğinde işçiler üzerinde hiçbir etkimiz olmadı.” sözleri, KPD’nin gerçek durumunu ortaya koyuyordu. (CHris Harman, Kaybedilmiş Devrim- Pencere Yay. 238)
Mart 1920 KAPP Darbesi
1920 başında SDP burjuvazinin ondan beklediği rolü ( Ayaklanmaların ezilmesi, konseylerin dağıtılması, grevlerin yasaklanması) yerine getirmişti. Artık düzenin gerçek sahiplerinin ortaya çıkma zamanıydı. Beklenen 13 Mart sabahı gerçekleşti, askeri birlikler, hiç bir engelle karşılaşmadan Berlin’e girdi, bakanlıkları ele geçirdiler. General Kapp başkanlığında yeni hükümetin kurulduğu ilan edildi. Generallerin bir kısmı darbeye katılırken, bir kısmı “tarafsız” göründü. Savunma Bakanı SDP yöneticisi Noske polisten ve ordudan yardım istedi. Ordu komutanı Von Selekt “Reichswehr (Alman ordusu-y) “Reichswehr’e karşı ateş edemez” diyerek bu isteği reddetti. Başbakan Ebert ve Noske Berlin’i terk ederek Stuttgart’a kaçtı.
Askeri darbeye karşı tepki işçilerden geldi. Berlin’de SDP, USDP liderleri ile sendikacılar arasında yapılan toplantıdan genel grev çağrısı çıktı. Aynı gün Berlin’de hayatı felç eden genel grev başladı. Elektrik, gaz şebekeleri çalışmadı, ulaşım durdu, demiryolu, posta ve adliye görevlilerinin katıldığı grev, tüm sanayi bölgelerini kapsayarak kırsal alanlara kadar yayıldı. Her kentte bileşimleri farklı olsa da grev komiteleri genellikle SDP, USDP, KP temsilcileri ve partisiz işçilerden oluşuyordu. SDP temsilcileri grevin radikal biçimler almasına karşıydı. Ve çoğu durumda burjuva partilerle birlikte kendi grev komitelerini kurdu. Birçok kentte KP ile birlikte hareket etse de, USDP’nin genel tavrı, cumhuriyetin korunması ve işçi haklarıyla sınırlıydı. Başlangıçta greve karşı çıkan KP ise sonradan yaptığı bütün çağrılarda işçileri proletarya diktatörlüğünü kurmaya çağırıyordu.
General Kapp’in grevci işçilere karşı silah kullanılacağına dair bir genelge yayınlaması grevi silahlı ayaklanmaya dönüştürdü. İşçiler her yerde polis karakollarını basıp silahlara el koydu. SDP işçilerin silahlanmasına karşı çıktı. USPD silahlanmaya açıktan karşı çıkmasa da her zaman yaptıkları gibi, işi ağırdan aldılar.
Askeri darbeye karşı en ciddi mücadele sanayi bölgesi olan Ruhr’da ( Essen, Dortmunt, Hagen, vb.) verildi. İşçiler 15 Şubat’ta hayatı durdurdular ve askerlerle silahlı çatışmaya girerek birçok kent merkezini ele geçirdiler. Savaş iki sınıfın ordularının karşı karşıya geldiği bir savaş görünümündeydi. Kızıl Ordu ( merkezi bir komutanlığa bağlı olmasa da, işçiler silahlı birliklerine Kızıl Ordu adını vermişlerdi) ile Reichswehr’in karşı karşıya geldiği bu savaşın ilk çatışmalarının galibi Kızıl Orduydu. Kızıl birlikler birçok kent merkezini işgal ettiler. 19 Mart’ta Essen’in işçilerin eline geçmesi ile savaşın kaderi belli oldu. Askeri birlikler kent merkezlerini boşaltarak geri çekildi. İşçiler işgal ettikleri kentlerde Kızıl Ordu Hareket Komiteleri kurdu. Komiteler genellikle parti temsilcilerinden ve bazı yerlerde de seçilmiş fabrika temsilcilerinden oluşuyordu.
Almanya’nın diğer kentlerinde de (Turingia, Gotha, Weimer, Erfurt, Halle, Chemnitz, Leipzig, Dresden, Wismar, Nürnberg, Hamburg, Stuttgart vb: ) benzer bir durum yaşanıyordu. Birçok kentte konsey hükümetleri kuruldu.
Darbenin başarısız olduğunun anlaşılmasıyla ( darbenin liderleri Kapp ve Luttwitz kaçtılar) bazı ordu birlikleri hükümetten yana olduklarını açıkladılar. Burjuvazinin amacı bu kritik anda sosyal demokrat hükümeti yeniden dirilerek, ayaklanmayı kontrol altına almak ve ezmekti. Yeniden göreve dönen sosyal demokrat hükümetin ilk işi, darbeye karşı kılını kıpırdatmayan Von Seekt komutasında orduyu yeniden düzenlemek oldu. Von Seekt’in ilk işi ise uçaklardan “ Bolşevizm’e karşı greve birlikte son verelim” bildirileri atmak oldu. Benzer bir çağrıyı SDP yayınlandı.
Darbenin çöküşü ve grevlere son verme çağrılarına rağmen özellikle Ruhr bölgesinde grev ve ayaklanmalar sürdü. SDP hükümeti işçilerin kafalarını karıştırıp grev ve ayaklanmaları sonlandırmak için yeni bir taktiğe başvurdu. Sosyal demokrat sendika şefi Legien hem ayaklanma ve grevleri sonlandırarak durumu kontrol altına almak, hem de USP ve KPD’nin muhalefetini etkisizleştirmek için bütün sol partilerin katılacağı bir sol hükümet kurulması formülünü ileri sürdü. KPD böyle bir hükümete katılmayacağını ama iki sosyal demokrat parti (SDP ve USDP) ve sendikalar böyle bir hükümet kurarsa onu destekleyeceğini açıkladı.
Bu hükümet karşısındaki konumunu ise hükümete karşı darbe hazırlamamak anlamında “sadık bir muhalefet partisi” olarak açıkladı. (Chris Harman, Kaybedilmiş Devrim-225)
USDP’de bu öneriye, biri işçi hükümetinden yana, diğeri karşı olmak üzere iki görüş öne çıktı, sonuçta katılma kabul edildi. Bu oyalama, zaman kazanma ve tuzak, beklenen sonuçları vermeye başladı. Tartışmalar devam ettikçe grevci işçiler içinde kararsızlık büyüdü, işçilerin bir kısmı işbaşı yapmaya başladı. Tartışmalar sonunda içinde burjuva partilerin de olduğu bir hükümet kuruldu. 19 Mart’ta ordu komutanı Von Seekt’e olağanüstü savaş mahkemeleri kurma ve savaş hali ilanı için tam yetki veren bir kararname çıkartıldı.
Ayaklanmanın hala sürdüğü Ruhr bölgesinde Kızıl Ordu silah bırakmayı reddetti. Ruhr işçi konseyleri ile hükümet arasında yapılan görüşmelerde Kızıl Ordunun bir kısmının silahlarını teslim ederek, bir kısmının ise, silahlarıyla birlikte polis gücüne katılmasını sağlayan bir anlaşma imzalandı. Görüşmelerde temsil edilmeyen işçi konseyleri, varılan anlaşmayı ihanet olarak nitelendirdi, silah bırakmayı reddetti, ama çatışmasızlığı kabul ettiler. Kızıl Ordu ile hükümet ve burjuvazi arasındaki bu taktik savaş, devrimci bir liderliğe, merkezi bir karargâha sahip olmayan, güçleri bölünmüş Kızıl Ordunun yenilgisiyle sonuçlandı. Burjuvazi silah bırakmayı reddeden işçilerin anlaşmayı bozduğunu ileri sürerek saldırıya geçti. Ordu ve Freikops birlikleri yeniden Almanya’yı baştanbaşa kana boyadı. İşçiler tutuklandı, kurşuna dizildi, öldürülenler toplu mezarlara gömüldü. Darbeyi yapanlar ise bu işten hiçbir zarar görmeden kurtuldu. Darbeci 540 subay göstermelik yargılamalardan sonra serbest bırakıldı. Darbenin liderleri Kapp ve Luttwitz emekli edildi.
Darbe Karşısında KPD
Kapp darbesine karşı KPD Merkez Komitesi yayınladığı bildiride, darbeyi gericiler ile SDP arasında bir hesaplaşma olarak değerlendirerek genel greve karşı çıktı. “Eber- Bauer- Noske mezarlarında ölü ve çaresiz yatıyorlar…. Tam da bu iflas edenlerin toplumu batarken işçi sınıfına ‘Cumhuriyeti korumak’ için genel grev çağrısı yapıyorlar… Devrimci proletarya Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i katleden bu hükümet için parmağını bile oynatmayacaktır. Yalnızca burjuva diktatörlüğünün maskesi olan demokratik cumhuriyet için tek bir parmak bile kalmayacaktır.” Parti yayın organı Rote Fahne’de çıkan bir yazıda; işçi sınıfının, “silahsız ve güçsüz olduğu” “mücadeleye henüz hazır olmadığı” belirtilerek, “işçi sınıfı hareketi askeri diktatörlüğe karşı zamanı gelince ve kendisine doğru görünen araçlarla mücadeleye girecektir.” denildi. ( Chris Harman, Kaybedilmiş Devrim-239)
KPD, genel grevin başarılı olduğunun görüldüğü andan itibaren yüz seksen derece ters dönüş yaparak, genel grevi desteklediğini açıkladı. Fabrikalarda işçi konseyleri için seçim çağrısı yaptı, işçileri proletarya diktatörlüğü için mücadeleye çağırdı. Bu çağrıda, işçilerden sokaklara dökülmemeleri ve provokasyonlara gelmemelerini eklemeyi de ihmal etmedi. Parti MK Sekreteri Levi hapishaneden MK’ya gönderdiği mektupta Parti’nin bu tavrını sert bir biçimde eleştirdi. “Şu anda bildirileri okumuş bulunuyorum. Vardığım sonuç şudur; KPD ahlaki ve siyasi iflasın tehdidi altındadır; insanın, ‘işçi sınıfı şu anda harekete geçmeye hazır değil’ gibi cümleler yazabilmesi akıl almaz bir şey. Birinci gün ‘işçiler harekete hazır değil’ dedikten sonra, ertesi gün bildirilerinizde ‘artık Alman işçi sınıfı proletarya diktatörlüğü ve konsey Cumhuriyeti için mücadeleye girişmelidir’ diye yazıyorsunuz. … Daima şu konuda net ve anlaşmış olduğumuzu düşünürdüm; bir hareket başladığında -saçma amaçlara da sahip olsa- harekete katılırız, böylece sloganlarımız onu saçma hedeflerin ötesine taşıyabilir. … Kitlelere ilk elden ne yapılması gerektiğini anlatmak için somut sloganlarımız olmalıdır….Konsey Cumhuriyeti en son gelir, en başta değil. Bana öyle geliyor ki hiç kimse şu anda fabrika konseyleri seçimini düşünmüyor. Şu anki tek slogan proletaryanın silahlanması olmalıdır.” (age-240)
Darbenin başarısız olmasından sonra sosyal demokratların gündeme getirdiği işçi hükümeti sorununda da KPD benzer bir tavır ortaya koydu. SDP, USDP ve burjuvalardan oluşacak bir “işçi hükümetine katılmayacağını, ama “sadık bir muhalefet partisi” görevini üstleneceğini açıkladı. Daha da ileri giderek bu tutumunu şöyle gerekçelendirdi; “Bulunduğumuz aşamada proletarya diktatörlüğü için sağlam bir temel yoktur. Proletarya yeterli askeri gücü toplamış değildir. Çoğunluk sosyal demokratlar, kamu işçileri, beyaz yakalı işçiler ve diğer bazı iş kollarındaki işçiler üzerinde hala büyük bir etkiye sahiptir. Bağımsızlar (USDP kastediliyor-y) şehirlerdeki işçilerin çoğunluğunu hala etkilemektedir. Büyük işçi kitlelerinin komünist öğretiyi benimsemeleri için, tam bir siyasi ve özgürlük ortamı yaratmak ve burjuvazinin kendi kapitalist diktatörlüğünü işletmesini önlemek zorunludur.
KDP, içinde en az sayıda burjuva unsurun bulunduğu bir sosyalist hükümet kurulmasının proleter yığınların enerjik hareketi için olağanüstü elverişli koşullar yaratacağını, kendi siyasal ve sosyal diktatörlüklerini kurmalarında ihtiyaçları olan olgunluğa erişmelerine olanak sağlayacağını öngörmektedir.” (age-225)
Partiden ihraç edilenlerin darbe karşısındaki tavrı da KPD’nin tavrından farklı değildi. Laufenberg ve Wolffheim yaptıkları açıklamada “genel grevi, genel saçmalık” olarak nitelendirdi. Partiden ayrılan ve partide kalanlar içinde tek devrimci tutum takınan Ruhr bölgesi ve Chemnitz’deki militanlardı. Chemnitz’de KPD önderliğinde, USDP ve SDP’li işçilerin birleşik eylemiyle Konsey hükümeti kuruldu. Konsey hükümeti darbeciler ayrılıp, eski SDP hükümeti Berlin’e yerleşene kadar sürdü. Hükümetin tekrar işbaşına geçmesiyle sosyal demokratlar konseyden ayrıldı ve Konsey hükümeti çöktü. Komünistler ve sosyal demokratlar arasındaki bu işbirliği sonradan, Komintern’de benimsenen “Birleşik Cephe Taktiği’nin esinlendiricisi oldu.
Darbenin yenilgisinden sonra Levi hapishaneden çıktı; parti yeniden legal çalışma olanaklarına sahip oldu. Nisan 1920’de yapılan IV. Kongrede Parti MK’sinin darbe sırasındaki tavrı eleştirildi. Olaylar çok hızlı gelişmişti. Komintern durum hakkında net bilgi edinemediği gibi, herhangi bir müdahalede de bulunamadı. Olaylar olup bittikten sonra Komintern, KPD’nin darbe sırasındaki tutumunu eleştirdi.
Lenin, Kapp darbesini Alman Kornilovu olarak nitelendirdi. Gerçekten de Ağustos 1917’deki Kornilov darbesi ile Kapp darbesi arasında önemli benzerlikler var. Her iki darbe sırasında, Rusya’da burjuva, Menşevik ve Sosyal-devrimciler’den, Almanya’da da sosyal demokratlardan (SDP) oluşan, hükümetler işbaşındaydı. Ancak darbeler mevcut hükümetleri devirmeye yönelik olsa da gerçekte, işçi sınıfını ve devrimci kazanımları hedef almaktaydı.
Bolşevik Partinin Kornilov darbesi ve sonrasında izlediği taktiği şöyle özetlenebilir: Rusya’da Bolşevik Parti Kornilov darbesine karşı mücadelenin önderliğini ele alarak işçi, köylü ve askerleri silaha sarılmaya çağırdı. Bu çağrıya Sovyetler içindeki Menşevik işçi ve köylüler de katıldı ve darbe engellendi. Lenin darbeye karşı mücadelenin mevcut hükümetin desteklendiği anlamına gelmediğini ısrarla vurguladı; “Kerenski Hükümeti’ni şimdi bile desteklememeliyiz. Bu ilkesizlik olur. Şu sorulacak: Kornilov’a karşı mücadele etmemeli mi? Elbette etmeli! Fakat bu bir ve aynı şey değil, burada bir sınır var. Bu sınır, “uzlaşmacılığa” düşen, kendini olayların akışına kaptıran bazı Bolşevikler tarafından aşılmaktadır.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt VI -İnter yay. 214)
Darbenin engellenmesinden sonra işçilerin Rusya’da Bolşevik, Menşevik ve Sosyal Devrimciler ’in katılacağı bir hükümet kurulması çağrısına, Bolşevikler, böyle bir hükümete katılmayacakları, kurulacak böyle bir hükümeti ancak, “Sovyetlere karşı sorumlu olma ve Bolşevikler için tam görüş özgürlüğü” şartıyla destekleyebileceklerini açıkladılar.
KPD’nin Kapp darbesine karşı izlediği taktiğe gelince; KDP darbeyi ‘iki karşı devrimci güç arasında bir hesaplaşma’ olarak nitelendirerek, işçilere ‘parmağını bile oynatmama’ çağrısı yaptı. Bu tavrını ancak genel grev ayaklanmaya dönüştüğünde değiştirdi. Darbe sonrasında sosyal demokrat sendikacıların, sosyal demokratlar ve komünistlerden oluşacak bir hükümet kurulması önerisine KPD böyle bir hükümete katılmayacakları, ancak ‘sadık bir muhalefet’ rolü üstlenerek hükümeti desteleyeceklerini açıkladı, hükümete karşı herhangi bir ayaklanmada bulunmayacakları sözünü verdi. Daha da ileri giderek burjuva partiler ve sosyal demokratların oluşturacağı böyle bir hükümetin, işçi sınıfının kendi diktatörlüğünü kurması için ‘elverişli koşullar yaratacağını’ ileri sürdü.
Birbirine taban tabana ters bu iki taktik özünde iki ayrı sınıfın, biri devrimci proletaryanın, diğeri II. Enternasyonal’e egemen olan küçük burjuva sosyalizminin taktiğidir.
Darbe sırası ve sonrasında izlediği yol, KPD’nin dünya işçi hareketi, Bolşevik Parti ve kendi tarihinden dersler çıkartamadığını gösteriyor. KPD’nin içinde bulunduğu bu durum birçok gerekçeyle ( partinin henüz yeni kurulduğu, sağlam bir strateji ve taktik izlemekte zorlandığı, işçi sınıfı içinde köklerinin zayıf olduğu, illegal koşullarda savaşmak zorunda kaldığı, ulusal çaptaki liderlerini kaybettiği, geleneksel sendikalardan çıkma gibi sol hatalar işlediği vb.) açıklanabilir. Ancak bu durumun gerçek nedeni. Lenin’in de belirttiği gibi “ Avrupa’nın en büyük talihsizliği ve tehlikesi hiçbir devrimci partinin olmamasıdır… Kuşkusuz güçlü bir devrimci halk hareketi bu sakıncayı ortadan kaldırabilir ama bu, gene de ciddi bir talihsizlik ve elim bir tehlikedir.” (Üçünçü Enternasyonal’in Kısa Tarihi – Alexsander Sobolev, Bilim Yay. – 57)
II. Kongresi Öncesi Sovyet Rusya ve Komünist Enternasyonal
1919 sonu, 1920 başında Sovyet Rusya’da iç savaşın en kritik dönemi geride kalmıştı. 1919 Aralığından başlayarak işgalci devletler, Sovyet Rusya’dan birliklerini geri çekmek zorunda kaldı. 1919 sonunda İngiliz ve Amerikan birlikleri, Arhangelsky’i boşalttı. Nisan 1920’de Fransa, Sivastopol’deki donanmasını ve kara birliklerini geri çekti. Bir tek Uzakdoğu’da, Vladivostok, hala Japon işgali altındaydı. 1920 başında Kolçak, Yudeniç ve Denikin kuvvetlerinin yenilgisiyle iç savaş esas olarak sona erdirilmişti. Kızıl Ordunun beyaz orduları yenilgiye uğrattığı her yerde Sovyet iktidarları kuruldu. Emperyalist kuşatmanın çökmesi ve iç savaşın zaferle sonuçlandırılması, karşısında emperyalist devletler, Sovyet Rusya’yı, çevresinde oluşturulan bağımlı küçük devletlerle tarafından kuşatma altına alma politikasını devreye soktu. Nisan 1920’de İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle Polonya ordusu Ukrayna’ya girdi. Ukrayna’nın Mayıs 1920’de Kızıl Ordu tarafından kurtarılması ile bu emperyalist plan da çöktü. Birbiri ardı sıra Estonya, Letonya, Finlandiya, Litvanya Sovyet Rusya ile barış anlaşmaları imzaladı. Bu zafer Sovyet iktidarına öncekilerden daha uzun süreceği açık olan yeni bir nefes molası sağladı. Lenin, kazanılan bu zaferin temel dayanaklarını şöyle özetledi; “Zayıf, yorgun ve geri bir ülkenin dünyanın en güçlü ülkelerini yenmesi gibi tarihsel mucizenin en köklü nedenlerinin son tahlilde ne olduğunu düşününce, bunun nedenlerini merkezileşme, disiplin ve eşi görülmedik özveride görüyoruz” (Lenin, Seçme Eserler Cilt VIII-94)
Ayrıca Lenin “Antant Bolşeviklerle ne barış ne de savaş halindedir, bizi ne tanıdılar, ne de tanımadılar” olarak nitelendirdiği bu durumum uzun süremeyeceğini vurguladı ve Kızıl Ordu’nun güçlendirilmesi gereğine işaret etti. “Sadece bir devlette değil, bir devletler sisteminde yaşıyoruz ve uzun vadede emperyalist devletlerin yanı sıra Sovyet Cumhuriyeti’nin varlığı düşünülmeyecek bir şeydir. Sonuçta ya biri ya diğeri zafer kazanacaktır. Ve işler bu sonuca varıncaya dek, Sovyet Cumhuriyet’i ile burjuva devletler arasında bir dizi en korkunç çatışmalar kaçınılmazdır. Bu demektir ki, egemen sınıf, proletarya, egemen olmak istiyorsa ve egemen olacaksa, bunu askeri örgütüyle de kanıtlamak zorundadır.” (Age-49)
Kazanılan bu nefes molası, Sovyet iktidarı için, bütün güçlerini, açık bir tehdit haline gelen açlık sorununu, köylülükle bozulan ilişkileri ve sosyalizmin inşasına hasredebilme olanağı demekti. Lenin bunu “kanlı cephe” den (iç savaş kastediliyor-y) sonra kansız cephede savaşın kazanılması olarak formüle etti ve bu savaşın üç temel şiarının “Beslenmenin merkezileşmesi, proletaryanın birleşmesi, köy yoksullarının örgütlenmesi” olduğunu vurguladı.(Age.-135)
Sovyet Rusya’nın emperyalist abluka ve iç savaştan zaferle çıktığı bu dönemde Avrupa işçi hareketinin durumu pek parlak sayılmazdı; Macar ve Bavyera devrimleri yenilmiş, Avrupa’nın hemen her ülkesine yayılan grevler ezilmişti. Mart 1920’de Almanya’daki Kapp darbesi, işçilerin grev ve ayaklanmalarıyla savuşturulmuş olsa da, işçi sınıfının yenilgisiyle sonuçlandı. Bu deneyim bir kez daha gösterdi ki, sorun kitlelerin mücadele azminde, coşkusunda ve kararlılığında değildi. Sorun, her seferinde ileri atılan kitlelerin mücadelesine önderlik edecek devrimci liderliğin olmamasındaydı. Kitle hareketindeki her ilerleme, her başarı, kitlelerde bilinç, örgütlülük ve kararlılığı büyütürken, yenilgi ise tersine; umutsuzluğu büyüterek sınıf içinde geriliğe, bireysel kurtuluş refleksinin gelişmesine yol açar. Avrupa işçi hareketinin 1920 yılı ortalarındaki durumu buydu, işçi hareketi birbirini izleyen yenilgilerden sonra bir geri çekilme dönemine girmişti.
Buna karşın III. Enternasyonal dünya çapında ideolojik ve örgütsel güçlenmesini sürdürüyordu. Dünya işçi sınıfının daha geniş kitlelerini etkisi altına almıştı. Bu etkinin baskısıyla Avrupa’nın büyük partileri, Fransa Sosyalist Partisi, İngiltere İşçi Partisi ve Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi, II. Enternasyonal’den koptular ve III. Enternasyonal’le ilişkiye girdiler. Dünyanın pek çok ülkesinde Enternasyonal’in örgütsel nüveleri oluştu. Bu hızlı gelişme, ideolojik ve politik tehlikeleri de kendi içinde barındırıyordu. Enternasyonal biri sağdan, diğeri soldan gelen iki tehdit altındaydı.
Lenin, “III. Enternasyonal’in II. Kongresi’nin Ana Görevleri Üzerine Tezler’de Komünist Enternasyonal’in karşı karşıya bulunduğu bu iki tehlikeyle ilgili olarak şunları yazdı; “Öte yandan alışılmadık bir hızla büyüyen Uluslararası Komünist hareketin iki hatası ya da zaafı su yüzüne çıkmıştır. Kısmen yarı bilinçsiz bir biçimde kitlelerin isteklerine ve baskısına boyun eğen, kısmen de işçi hareketi içinde burjuvazinin ajanları ve hizmetkarları olarak eski rollerini koruyabilmek için onları bilinçli bir biçimde aldatan II. Enternasyonal’in eski liderlerinin ve eski partilerinin bir kısmının, belirli koşullarla ya da hatta kayıtsız şartsız Komünist Enternasyonal’e katılmaktan yana olduklarını açıklamaları, gerçekte ise tüm parti çalışması ve siyasi faaliyet pratiğinde II. Enternasyonal seviyesinde kalmaları proletaryanın kurtuluş hareketinin başarısı için korkunç ve doğrudan bir tehlike oluşturan çok ciddi bir hatadır. Böyle bir duruma asla izin verilemez, çünkü kitlelerin içine doğrudan fesat sokar, III. Enternasyonal’e saygıyı sarsar ve alelacele komünist adını alan Macar sosyal-demokratlarınki gibi hainliklerin yeniden tekrarlanması tehlikesini beraberinde getirir. Daha çok hareketin bir büyüme hastalığı olan çok daha az önemli bir başka hata ise, partinin sınıfa ve kitlelere karşı rolünün ve görevlerinin yanlış değerlendirilmesine, ayrıca devrimci komünistlerin burjuva parlamentolarında ve gerici sendikalarda çalışma görevini yanlış değerlendirmeye neden olan “radikalizm” çabasıdır.
Hareketlerinin zaaflarını geçiştirmemek, tersine bunlardan hızlı ve esaslı bir biçimde kurtulmak için onları açıkça eleştirmek komünistlerin görevi ve boyun borcudur. Bunun için; birincisi, “proletarya diktatörlüğü” ve “Sovyet iktidarı” kavramlarının içeriğini, özellikle de halihazırda edinilmiş pratik deneyimler temelinde daha somut olarak belirlemek; ikincisi, bütün ülkelerde bu şiarları gerçekleştirmek için acil ve sistematik hazırlık çalışmasının neden ibadet olabileceği ve olması gerektiğine dikkat çekmek; üçüncüsü, hareketimizin zaaflarını gidermenin yol ve yöntemlerini göstermek gereklidir” (Lenin, Seçme Eserler Cilt -X-180)
“Sol Radikalizm”: Komünizmin Çocukluk Hastalığı
II. Kongre öncesinde birinci tehlike ( sağ tehlike) büyük ölçüde Komünist Enternasyonal’i dışarıdan tehdit eden bir tehlikeydi. İkinci tehlike (“Sol Radikalizm”) ise, bizzat Komünist Enternasyonal’i kuran partilerde ortaya çıkmıştı ve büyüme eğilimindeydi. Lenin, bu durumu dikkate alarak kongre öncesinde “Sol Radikalizm: Komünizmin Çocukluk Hastalığı” kitabını yazdı. Devrimci strateji ve taktiğin temel eserlerinden biri olan bu kitapta Lenin, dünya işçi hareketi ve Bolşevik Parti deneyiminden hareketle komünist hareketin genel stratejik ve taktik ilkelerini ortaya koydu. Özel dolarak ise, son dönemde komünist partilerde ortaya çıkan sol eğilimleri eleştirdi. Lenin’in bu çabasının ne olduğunu tam olarak anlayabilmek için önce kitabın nasıl bir ortamda yazıldığına bakmak gerekiyor. Lenin’den iki uzun alıntıyla başlayalım;
26 Kasım 1920’de Bolşevik Parti’nin Moskova Hücre Sekreterlerinin Toplantısında yaptığı konuşmada Lenin, Avrupa devriminin hızının düştüğünü ve kendi planlarını bu düşük hıza göre ayarlayamayacaklarını belirterek, şöyle dedi: “ Bugün bütün ülkelerde bağımsız çalışan ve bağımsız çalışacak bir çekirdek mevcuttur. Bu eser yaratılmıştır. Fakat devrimin hızı, gelişme temposu kapitalist ülkelerde bizdekinden daha düşüktür. Halklar barışa kavuşunca devrimci harekette bir yavaşlamanın gündeme geleceği açıktı. Yani geleceğe ilişkin herhangi bir kehanette bulunmadan şunu söylememiz gerekir ki, bugün rotamızı bu temponun hızlı bir tempoya dönüşeceğine göre ayarlayamayız. Şimdi ne yapmamız gerektiğine karar vermek bizim görevimiz. İnsanlar bir devlette yaşar, ama her devlet de, aralarında politik bir dengenin bulunduğu bir devletler sistemi içinde bulunur.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt VIII – 297
İkinci alıntı bizzat II. Kongreye sunduğu Komünist Hareketin Ana Görevleri Üzerine Tezler’den; “Uluslararası komünist hareketin gelişiminde içinde bulunduğumuz an, kapitalist ülkelerin çok büyük çoğunluğunda, proletaryayı diktatörlüğünü gerçekleştirmeye hazırlamanın sona ermemiş, hatta çoğu durumda henüz sistemli biçimde ele alınmamış olmasıyla karakterizedir. Buradan yakın gelecekte proleter devrimin olanaksız olduğu sonucu çıkmaz; o kesinlikle olanaklıdır, çünkü ekonomik ve politik durum, patlayıcı madde ve bunların ateş almasını sağlayacak nedenler bakımından olağanüstü zengindir; proletaryanın hazır olması dışında devrim için bir başka ön koşul, yani bütün egemen ve bütün burjuva partiler içinde bir genel kriz hali de mevcuttur. Fakat söylenenlerden çıkan sonuç, şimdi komünist partilerin güncel görevinin devrimi hızlandırmak değil, proletaryayı daha güçlü bir biçimde hazırlamaktır. Öte yandan pek çok sosyalist partinin tarihinden sözünü ettiğimiz durumlar, bizi proletarya diktatörlüğünün “kabul’ünün sadece sözde kalmaması gerektiğine dikkat çekmeye sevkediyor.
Bu nedenle, uluslararası proleter hareketin bakış açısından şu an komünist partilerin esas görevi, dağınık komünist güçleri bir araya toplayıp, her ülkede birleşik bir komünist partisi kurarak (ya da var olanı güçlendirip yenileyerek), proletaryayı devlet iktidarını ele geçirmeye, hem de iktidarı proletarya diktatörlüğü biçiminde ele geçirmeye hazırlama çalışmasını on kat artırmaktır.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt -X-185)
Her iki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Lenin, işçi sınıfının iktidarı alması için doğrudan bir saldırıdan değil, bir hazırlıktan söz etmektedir. Bu temel nokta atlanırsa ne sol radikalizmin taşıdığı tehlikenin gerçek boyutu, ne de Lenin’in eleştirilerinin gerçek içeriği anlaşılabilir. “Sol Radikalizm: Komünizmin Çocukluk Hastalığı” kitabı ancak bu bakış açısıyla ele alındığında doğru bir biçimde anlaşılabilir. Aksı durumda Lenin’in solları eleştirisi, sağ politika içinde yoğrulup, sola öykünen kimi küçük burjuva devrimcilerinin yaptığı gibi, sağ politikalara açık kapı bırakma, “sağa keskin bir viraj”, gibi yorumlanabilir. Tam tersine, “Sol Radikalizm”, Komünist harekete musallat olan sağ politikaları mahkum etme, II. Enternasyonal partilerinin işçi sınıfı üzerindeki etkisini kırma; proletarya diktatörlüğünün koşullarını hazırlama, komünist partilerin Bolşevikleşmesini sağlama ve parti ile işçi sınıfının ana kitlesi arasında devrimci bağı kurup geliştirmenin taktik ilkelerini, yani hazırlıktan saldırıya geçmenin taktiklerini ortaya koydu. Sonradan bu ilkelerin Komünist Enternasyonal’de sağa kayışı örtmek için “incir yaprağı” olarak kullanılması, sadece Komünist partilerin Bolşevikleşemediğini gösterir. Bunun sorumluluğu da Lenin’e yüklenemez.
Marksizm, ortaya çıkışından bu yana sınıf savaşımı pratiğinde burjuva küçük-burjuva ideolojilerine karşı mücadele ederek gelişti. Marksizm 1848-1895 yılları arasında, ortak özellikleri, sınıf mücadelesinden yüz çevirme, devrimi ve devrimci örgütü reddetmek olan, Prodonculuk, Lasalcilik, Bernsteincilik ve devrimi bir komploya indirgeyen Bakuninciliğe vb karşı savaşarak işçi hareketi içinde egemen eğilim haline geldi. Engels’in ölümünden sonra bu mücadeleyi, Marksizm’in teorik birikimi, ve sınıf mücadelesinin pratik deneyimini arkasına alarak Lenin ve Bolşevikler üstlendi.
Lenin “Sol Radikalizm” kitabında Rus devriminin bazı temel çizgilerinin uluslararası bir karaktere sahip olduğunu belirterek, Komünist hareketin temel stratejik ilkelerini ortaya koydu; “Rusya’da proletaryanın iktidarı ele geçirmesini (7 Kasım [25 Ekim] 1917) izleyen ilk aylarda, geri Rusya ile Batı Avrupa’nın ileri ülkeleri arasındaki muazzam fark nedeniyle, bu ülkelerde proleter devrim bizimkine pek benzemeyecek gibi görünebiliyordu. Bugün artık önemli bir uluslararası deneyime sahibiz; bu deneyim bize açıkça, devrimimizin bazı temel çizgilerinin yerel değil, özgül ulusal değil, sadece Rusya’ya özgü değil, uluslararası bir önemi bulunduğunu göstermektedir.” dedikten sonra, komünistleri, bu durumun abartılmasına karşı uyardı; “Bu gerçeği abartmak ve devrimimizin bazı temel çizgilerinin ötesine genişletmek kuşkusuz büyük yanılgı olur.”(Lenin, Seçme Eserler Cilt X-72-73)
Bu temel çizgilerden birincisi, Proletarya diktatörlüğü ile ilgilidir; “Proletarya diktatörlüğü, yeni sınıfın, daha güçlü düşmana karşı, (tek bir ülkede de olsa yıkılışıyla,) direnişi on kat artan ve gücü sadece uluslararası sermayenin gücünden, burjuvazinin uluslararası ilişkilerinin güç ve sağlamlığından değil, aynı zamanda alışkanlığın gücünden, küçük işletmenin gücünden de kaynaklanan burjuvaziye karşı en amansız, en acımasız savaşıdır.” …Bütün bu nedenlerden ötürü proletarya diktatörlüğü zorunludur ve burjuvazi üzerinde zafer, uzun süreli, inatçı, amansız bir ölüm kalım savaşı olmadan, dayanıklılık, disiplin, sağlamlık, boyun eğmezlik ve irade birliği gerektiren bir savaş olmadan imkânsızdır.”
İkincisi, bu stratejik hedefe ulaşmanın olmazsa olmaz koşullarından biri olan devrimci partiyle, partinin teorik temelleri ve devrimci örgütlenmesiyle ilgilidir; “Bir yandan Bolşevizm I903’te Marksist teorinin granit temeli üzerinde yükseldi. Bu devrimci teorinin -sadece onun- doğruluğunu, sadece tüm 19. yüzyılın uluslararası deneyimi değil, Rusya’da devrimci düşüncenin yanılgıları ve yalpalamaları, yanlışları ve düş kırıklıkları da kanıtlamıştır. … Biricik doğru devrimci teori olarak Marksizme Rusya gerçekten acı çekerek ulaşmıştır; yarım yüzyıl boyunca eşi görülmedik acılar ve özverilerle, eşsiz devrimci kahramanlıklarla, inanılmaz enerji ve özverili arama, öğrenme, pratikte sınama, düş kırıklığı, Avrupa deneyimiyle doğrulama ve karşılaştırma yoluyla ulaşmıştır.”
Ücüncüsü devrimin öncüsüyle, devrimci partiyle, devrimin temel gücü, işçi sınıfı arasındaki ilişkiyle ilgilidir; Lenin, bu ilişkinin ancak devrimci bir teoriye, merkezi ve sıkı disipline sahip bir parti tarafından kurulabileceğini ve bunu için zorunlu olan koşulları şöyle sıraladı; “Birincisi, proleter öncünün sınıf bilinci ve devrime bağlılığı, dayanıklılığı, özverisi, kahramanlığıyla. İkincisi, en geniş emekçi kitlelerle, öncelikle proleter kitlelerle, ama proleter olmayan kitlelerle de bağ kurma, onlara ulaşma ve -dilerseniz-onlarla belli ölçüde kaynaşma becerisiyle. Üçüncüsü, bu öncü tarafından hayata geçirilen politik önderliğin doğruluğuyla; geniş kitlelerin doğruluğundan kendi deneyimiyle emin olması koşuluyla politik strateji ve taktiğinin doğruluğuyla….”
… Öte yandan bu koşullar birden ortaya çıkamaz. Ancak uzun çalışmalar ve çetin deneyimler sonucunda yaratılırlar; bu koşulların yaratılması, bir dogma olmayan, tersine gerçekten kitleleri içine alan ve gerçekten devrimci bir hareketin pratiğiyle sıkı bir bağ içinde son şeklini alan doğru devrimci teori tarafından kolaylaştırılır.” ( Age. 75-77)
Öte yandan işçi sınıfının stratejik hedefine ulaşması, ancak bu stratejiye uygun taktiklerin bulunup uygulanmasına bağlıdır. Komünistlerin hangi durumda hangi taktikleri uygulayacağı konusunda mutlak bir reçeteleri yoktur. Komünistler, “faaliyetini, peşinen saptanmış herhangi bir plânla ya da peşinen saptanmış herhangi bir politik mücadele yöntemiyle sınırlamaz, Partinin mevcut güçlerine uygun düştüğü …ölçüde, bütün mücadele araçlarını tanır.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt II.-26)
Komünistler, mücadelenin o anki durumuna en uygun taktiği, devrimci duygular, devrimci cesaret vb. hareketle değil, sınıfların karşılıklı ilişkileri, sınıf mücadelesinin somut durumu vb.ni dikkate alınarak saptarlar. Lenin’in belirttiği gibi, devrimci partinin “…taktiğini sübjektif istekler üzerine kurmaktan daha tehlikeli bir hata” olamaz. ( Seçme Eserler, Cilt-VI-95)
1903’de RSDİP 2. Kongresiyle Partinin Bolşevik ve Menşevik olarak bölünmesiyle yeni bir döneme giren bu mücadelede Bolşevikler, illegal, legal, barışçı, barışçı olmayan, parlamenter, parlamento-dışı, boykot, grev ,gösteri, devrimci terör, silahlı ayaklanma vb. taktikleri uyguladılar, kitlelerin olduğu her yerde; kooperatiflerde, sigorta birliklerinde, işçi derneklerinde devrimci faaliyet yürüttüler. 1905 devriminin her aşamasında bu aşamanın gerektirdiği mücadele biçimlerini büyük bir ustalık ve esneklikle devreye soktular. Devrim ile birlikte gelen özgürlük ortamında parti illegal çekirdeğini koruyarak, legal mücadele olanaklarını (gazete, bildiri, miting, gösteri vb.) sonuna kadar kullandı. Devrimin en tepe noktasında, 1905 Aralığında Moskova’da silahlı ayaklanmayı başlattı.
Gericilik yılları da tıpkı 1905 devrimi gibi Bolşevik Parti için, yeni bir deneyim oldu. Yenilginin ardından en az zayiatla geri çekilmeyi, yeniden illegaliteye geçmeyi, yeni mücadele biçimlerini deneyerek, en küçük işlerden başlayarak, karınca adımlarıyla yol almaya giriştiler. Son derece sınırlı legal olanaklardan yararlanmaktan da geri durmadılar. 1905‘te, devrimi boğmak için Çar’ın gündeme getirdiği Duma seçimini boykot ettiler. Lenin 1906 Duma seçimi boykotunu küçük bir hata olarak nitelendirdi. 1907 ve 1908 Duma seçimlerine katıldılar. Gericiliğin en koyu dönemi olan 1908- 1910 yılları arasında Bolşevik partide, Duma seçimlerine katılmayı ve legal örgütlerde çalışmayı reddeden Otzovizm ve Ultimatomculuk* akımları otaya çıktı. Parti içinde bir fraksiyon haline gelen bu akımlar, 1909’da partiden atıldı.
1912’den sonra Rusya işçi hareketi yeniden yükselişe geçti. 1914 emperyalist savaşıyla birlikte işçi hareketinde yeni bir durgunluk dönemi yaşandı. Bu dönemde II. Enternasyonal’in hemen bütün partileri kendi burjuvazisini destekler ve burjuva partilerle koalisyonlara girerken, Bolşevikler, kendi ülkesinin yenilmesi şiarıyla emperyalist savaşa karşı iç savaş taktiğini savundu. 1917 Şubat devriminde sonra ortaya çıkan iktidar ikiliği döneminde Menşevik ve Sosyal Devrimciler burjuva hükümeti destekleyip koalisyonlara girerken, Bolşevikler “Bütün İktidar Sovyetlere” şiarıyla Sovyetler içinde çoğunluğu kazanarak, işçi sınıfını iktidara hazırlayacak taktikleri izlediler. 1917 Eylülünde ön parlamento seçimini boykot ettiler. Ekim’de silahlı ayaklanmayı başarıyla örgütlediler. Devrimden sonra Mart 1918’de çok ağır koşullarda Almanya ile bir barış anlaşması imzalamak zorunda kaldılar. Ekim 1918 de ise bu anlamayı fesih ettiklerini açıkladılar. Bu listeyi açlığı önlemek, ekonomiyi canlandırmak, işçi sınıfıyla köylülük bozulan ilişkilerini yeniden kurarak proletarya diktatörlüğünü güçlendirmek için verilen tavizlere (NEP) kadar uzatmak mümkündür.
Lenin Bolşevik Parti’nin 15 yıllık deneyim derslerini sıraladıktan sonra, Avrupa partilerinde ortaya çıkan sol hataları tek tek ele alarak eleştirdi. Sağ sapma gibi, “sol çocukluğun” da kapitalizmin tekelci aşamasının ürünü olduğunu, işçi hareketinin başına çöreklenen sağ sapmanın, tekel karından beslendiğini, sol sapmanın ise tekelci egemenlik altında yaşam koşullarının sürekli kötüleşmesinden öfkeye kapılan küçük mülk sahibinin tepkilerini yansıttığını vurguladı.
Bu dönemde Avrupa Komünist ve işçi partilerinde ortaya çıkan “sol radikalizmin” ortak noktalarını, sendikalardan çıkılması, parlamenter mücadelenin ve niteliğine bakılmaksızın her türlü uzlaşmanın reddedilmesi oluşturuyordu. Geleneksel sendikalardan çıkılması, onların yerine proletarya diktatörlüğünü benimseyen işçileri kapsayan “İşçi Birlikleri’nin kurulması talebi, her ne kadar sendikaları burjuvazinin işçi sınıfı üzerine bir denetim aracına dönüştüren sosyal demokrasiye duyulan bir tepkiyi yansıtsa da gerçekte, işçi sınıfının büyük çoğunluğundan kopulması, bu çoğunluğun sosyal demokrasinin eline bırakılmasından başka bir şey değildi. Başka bir deyişle bu, sağ elle cezalandırdığını sol elle desteklemekti. Proletarya diktatörlüğü altında “komünizmin okulu” olan, kapitalizm koşullarında ise, işçi sınıfının en geniş birliğini temsil eden sendikalar (sınıf mücadelesi içinde gerici özellikler, mesleki dar görüşlülük, belli bir apolitikleşme eğilimi gösterseler de) olmadan .ve ‘onların işçi sınıfı partisiyle ortak faaliyeti olmadan’ proleter hareket gelişemezdi.
Lenin solların sendikalardan çıkma politikasını “Sendika üst yöneticilerinin gerici ve karşı devrimci niteliğinden … sendikalardan çıkmak!! sendikalarda çalışmayı reddetmek!! ve işçiler için yeni keşfedilmiş örgüt biçimleri yaratmak gerektiği!! sonucunu çıkaran “radikal” Alman komünistleri’nin bu tutumunu, komünistlerin burjuvaziye en büyük hizmeti yaptıkları affedilmez bir aptallık” olarak değerlendirdi.
Sol’ların parlamenter mücadeleye de bakışları farklı değildi. Sollar, ‘Tarihsel ve siyasal bakımdan ömrünü doldurmuş parlamenter mücadele biçimlerine her türlü geri dönüşü kesinlikle’ reddediyorlardı. Lenin, proleter devrim çağında, burjuva parlamentarizminin tarihsel olarak ömrünü doldurduğunun doğru olduğunu, ama bundan her koşul altında parlamenter mücadelenin reddedilmesi sonucunun çıkartılamayacağını, birincisi, parlamentarizmin tarihsel ömrünü doldurmasının, onun siyasal olarak da ömrünü doldurduğu anlamına gelmediğini, ikinci, komünistler için parlamentarizmin ömrünü doldurmuş olmasının işçi sınıfı ve yığınlar içinde zamanını doldurduğu anlamına gelmediğini vurguladı. Bu gerçek bizzat Alman deneyimi tarafından da doğrulandı. Devrimin yenilgisinden sonra yapılan Haziran 1919 seçiminde SDP ve USDP yaklaşık 12,5 milyon oy alırken KPD ancak 450 milyon civarında bir oy alabildi. Komünistler parlamenter mücadeleyi burjuva parlamentarizminin kutsanması için değil, işçi ve emekçilerde burjuva parlamentarizmine karşı oluşan boş inançları kırmanın bir mücadele alanı olarak görürler. Öte yanda Lenin, “genel olarak burjuva parlamentolara katılmayı reddetmenin, koşullar ne olursa olsun, hata” olacağını, hangi durumda nasıl davranılacağına ancak sınıf mücadelesinin somut koşulları dikkate alınarak cevap verilmesi gerektiğini, Bolşevik parti tarihinden örneklerle açıkladı. “Sol”ların her türlü uzlaşmayı peşinen reddeden tutumlarını, komünistlerin elinde hangi uzlaşmanın kabul edilebilir olup, hangisinin reddedilmesi gerektiğini belirleyen “hazır bir reçete olmadığını”, “ her özel durumda doğru yolu bulabilmek için insanın kendi aklını kullanması gerektiğini” belirterek şöyle yanıtladı; “Devletler arasında olan savaşların en çetininden yüz kat daha zor, uzun, karmaşık bir savaş olan uluslararası burjuvaziyi yıkmak için savaş yürüteceksin, fakat daha baştan manevraları, düşmanlar arasındaki (geçici de olsa) çıkar çatışmalarından yararlanmayı, (geçici, istikrarsız, yalpalayan, koşullu da olsa) olası müttefiklerle anlaşma ve uzlaşmayı reddedeceksin- bu son derece gülünç olmaz mı? Bu henüz araştırılmamış ve bugüne kadar çıkılmamış bir dağa güçlükle tırmanırken, bazen zikzaklar çizerek yürümeyi, bazen geri dönerek, ilk seçilen yolu bırakıp başka yollar denemeyi baştan reddetmekle aynı şey değil mi?” (Lenin, Seçme Eserler Cilt X- 127
Avrupa Sol”u içinde en uç olanlar, parti ile sınıfı, parti ile proletarya diktatörlüğünü karşı karşıya getiren Alman solcularıydı. Yayınladıkları broşürde (aslında kendileri de parti lideri oldukları halde) kendileri dışındaki partileri, diktatörlüğü elinde tutan “lider partileri”, kendi partilerini de “mücadelenin yükselişini aşağıdan bekleyen, tüm oportünist yöntemleri reddeden kitle partileri.” olarak nitelendirdiler ve “liderlerin diktatörlüğüne “ karşı “kitlelerin diktatörlüğü” şiarını ileri sürdüler. Lenin, Bolşevik Parti içinde bir fraksiyon olarak kendini örgütleyen “İşçi Muhalefeti’ni kastederek, geri işçileri kışkırtan bu demagojik söylemi, “Ne eski, ne bildik zırvalar, Radikal çocukluğun ta kendisi!” olarak nitelendirdi. Alman solcular sosyal demokrat liderlerini ihanetinden, liderliğin önemine dair gerekli sonuçları çıkaracak yerde, tersine devrimci partinin, devrimci liderliğin ve parti disiplininin reddedilmesi sonucuna vardılar. Sosyal demokrat liderlere duydukları öfkeyle en bilindik şeyleri; “sınıfların genellikle ve çoğu durumda, en azından modern uygar ülkelerde, siyasi partiler tarafından yöneltildiğini; siyasal partilerin, kural olarak, en otorite sahibi, en etkili, en tecrübeli, en sorumlu görevlere seçilmiş ve kendilerine lider denen az çok devamlı insan gruplarınca yöneltildiğini”unuttular. (age. 96)
Proletarya diktatörlüğü sisteminde partinin rolü ve yerini yadsıyarak “kitlelerin diktatörlüğü” gibi amorf bir kavram uydurdular. Lenin’in bu amorf formüle cevabı, “Siyasi parti ancak sınıfın azınlığını kapsayabilir, tıpkı her kapitalist toplumda gerçekten sınıf bilincine sahip işçilerin bütün işçilerin azınlığını oluşturmaları gibi. O nedenle, sadece bu sınıf bilinçli azınlığın, geniş işçi kitlelerini yönetip yönlendirebileceğini kabul etmeliyiz.” oldu. (age.235)
Lenin “Sol Radikalizm” kitabının sonuç bölümünde, Komünistlerin önündeki iki temel görevi şöyle betimledi: “Nasıl birinci tarihsel görevi (proletaryanın sınıf bilinçli öncüsünü Sovyet iktidarı ve işçi sınıfı diktatörlüğüne kazanmak), oportünizme ve sosyal-şovenizme karşı tam bir ideolojik ve politik zafer kazanmadan yerine getirmek mümkün değildiyse, şimdi güncel hale gelen ve kitleleri öncünün devrimde zaferini sağlayacak yeni pozisyona çekmekten ibaret olan ikinci görev de radikal doktrincilik ortadan kaldırılmadan, hataları tamamen aşılmadan, bu hatalardan kurtulmadan yerine getirilemez. (Age.153)… Elbette komünizm içinde sol doktrincilik hatası bugün sağ doktrincilik hatasından (yani sosyal-şovenizm ve Kautskycilikten) bin kez daha az tehlikeli ve daha az önemlidir, fakat sadece, sol radikalizm çok genç, daha yeni ortaya çıkmakta olan bir akım olduğu için. Sadece bu yüzden bu hastalık belli koşullar altında kolayca iyileştirilebilir ve bu sağaltmaya azami enerjiyle başlanmalıdır.” (Age.163)
::::::::::::::::