RSDİP İçindeki Kavga ve Komintern-II
Bolşevikler 1912 müdahalesiyle partiyi yeniden örgütleyerek, ideolojik, politik ve örgütsel bütünlüğe kavuşturdu. Ardından, parti ile sınıf arasında, gericilik ve dağılma yıllarında kopan bağlar yeniden kuruldu. Böylece Bolşevikler, onları geri çeken bütün ayak bağlarından arınarak, önlerindeki göreve, devrimci hazırlık görevine yoğunlaşma olanağını elde ettiler.
Bolşeviklerin RSDİP içindeki fraksiyonlardan bu kopuşu, aynı zamanda Dünya Sosyal Demokrat Hareketinde egemen olan oportünizmden de bir kopuştu. Emperyalist paylaşım savaşının öncesinde gerçekleşen bu kopuş, dünya tarihi ve komünist hareket tarihinde köklü değişimlerle belirginleşti. 1914’te emperyalist savaşın başlamasıyla Ekim devriminin zaferi ve Rusya’da sosyalizmin kuruluşu arasındaki süreçte dünya tarihinde bir dizi köklü değişim gerçekleşti. Ekim devriminin zaferiyle kapitalizmden komünizme geçiş çağı fiili bir nitelik kazandı. Komünist Enternasyonal’in kuruluşu dünya komünist hareketinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Ekim devriminin hazırlanışı, zaferi, iç savaş, iç savaşın kazanılması, Komünist Enternasyonal’in kuruluşu, devrimin Asya ve Avrupa’daki yansımaları, yenilgiler, dünya devriminin geri çekilişi, kapitalizmin yenişen toparlanması, Sovyet Rusya’da sosyalizmin inşası vb. bu sürecin belli başlı dönüm noktalarıdır. Bu süreç hem Bolşevik parti hem de Komünist Enternasyonal’de, yeni tartışma ve bölünmelerle birlikte yol aldı. Hem Bolşevik Parti’de hem de Komünist Enternasyonal’de yaşanan tartışmalar ve bölünmelerin gerçek niteliğini anlamak, ancak bu süreci bir bütün olarak, Ekim devriminin zaferi ve sosyalizmin kuruluşu ile birlikte ele almakla mümkündür.
Emperyalist Savaş ve Dünya Devrimi
Temmuz 1914’de Avusturya-Macaristan’ın bir bahaneyi kullanarak -Bosna Hersek’te Avusturya Arşidükünün öldürülmesi– Sırbistan’ı işgaliyle başlayan savaş, bütün kıtalara yayılarak ve devletleri içine çekerek, bir dünya savaşına dönüştü. Savaş, Lenin’in de belirttiği gibi, 1900’lerin başında dünya ekonomisinde ve politikasındaki değişmeler tarafından hazırlandı. 1880 – 1900 yılları arasında kapitalizmin nispi “barışçı” gelişme döneminde yakaladığı hızlı büyüme, belli başlı kapitalist devletlerarasındaki güç dengelerini kökünden sarstı. Hızlı kapitalist gelişmenin ihtiyaç duyduğu pazar ve hammadde ihtiyacı emperyalist devletlerarasındaki rekabeti çatışmaya dönüştürerek dünyanın emperyalist bölüşümünün koşullarını yarattı. 1880 – 1900 yılları arasında Almanya, Fransa ve İngiltere’den nerdeyse dört kat hızlı bir büyümeyi gerçekleştirdi; bu hızlı gelişmenin bozduğu güç dengeleri ancak yeni bir savaşla yeniden kurulabilirdi. Çünkü,“kapitalizmde bozulan dengenin geçici olarak yeniden kurulması için sanayide krizden, politikada savaştan başka yol yoktur.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt-V- İnter yay. sh.-151)
Lenin, kapitalizmin bu hızlı gelişmesi ile savaş ve devrim arasındaki ilişkiyi şöyle ortaya koydu: “Bugünkü savaş emperyalist niteliktedir. Bu savaş, kapitalizmin en yüksek gelişme seviyesine ulaştığı bir dönemin; sadece meta ihracının değil, sermaye ihracının da büyük önem kazandığı; sanayiin kartelleşmesi ve ekonomik hayatın uluslararasılaşmasının önemli boyutlara ulaştığı; sömürge politikasının neredeyse bütün dünyanın paylaşılmasına yol açtığı; dünya kapitalizminin üretici güçlerinin ulusal devlet sınırlan dışına taştığı, sosyalizmin gerçekleşmesi için nesnel koşulların tamamen olgunlaştığı bir dönemin koşullarından çıkmıştır.” ( a.g.e, sh. 142 )
Savaşa yol açan nedenler gibi, savaşın cepheleri de 1900’lerin başında biçimlenmeye başladı. O dönemde dünyanın – daha önceki – paylaşımından en büyük payı alan en büyük sömürgeci güçler, İngiltere, Fransa ve Rusya, İtilaf Cephesi’ni oluştururken, en zayıf sömürgeci güçler olmalarına rağmen hızla gelişen Almanya, Avusturya – Macaristan ve İtalya – İtalya, savaş başlamadan kısa bir süre önce taraf değiştirerek İtilaf devletleri safına geçti – savaşın İttifak Cephesi’ni oluşturdular.
Kapitalizmin hızlı geliştiği, mevcut güç dengelerinin değişime uğradığı ve savaş hazırlıklarının sürdüğü bu dönem, aynı zamanda, bizzat kapitalist sistemdeki bu değişimlere bağlı olarak sosyal demokrat hareket içinde de bölünmelerin ortaya çıktığı ve karşıt kutuplar olarak biçimlendiği bir dönem oldu.
1900’lerin başında, Alman Sosyal Demokrat Partisi liderlerinden Bernstein ve yandaşları sosyal demokrat harekette revizyonist akımın liderliğini üstlendi. İleri sürülen şuydu: ‘ kapitalizm değişmiştir; o halde Marksizm de değişmek zorundadır.’ Bu belgi altında Devrim, Sınıf, Parti ve Proletarya diktatörlüğü konusunda Marksizm’in devrimci özünü reddederek, sınıf uzlaşmacılığına doğru ilk adımları attılar.
Bernstein ve yandaşlarının attığı bu adımı, savaşın başlamasıyla birlikte yeni adımlar izledi; daha doğrusu, Bernstein’ın başlattığı revizyon, savaşla birlikte sosyal demokrat harekette derin bölünmeyle ve burjuvaziyle bütünleşmeyle sonuçlandı.
Savaş hazırlıkları ve muhtemel bir emperyalist savaşta sosyal demokrasinin nasıl bir tavır takınması gerektiği sorunu, II. Enternasyonal’in 1904 Amsterdam Kongresi’nden bu yana başlıca tartışma konularından biri olagelmişti.
1907 Stuttgart Kongresi, 1904 Kongresi’nin militarizme karşı mücadele konusunda alınan kararlarını daha da netleştirdi. Kongre sırasında Lenin ve Rosa’nın hazırladığı karar tasarısı, uzun tartışmaların ardından, bazı değişikliklerle – emperyalist savaşa karşı iç savaş istemi metinde yer almadı – Kongre çoğunluğunca kabul edildi. Bu karar metninde, emperyalist savaş hazırlığına, “kitlelerin sosyalist devrime hazırlanmasıyla” cevap verilmesi öngörülüyordu.
Savaşa karşı sosyal demokrasinin tavrı konusunda asıl önemli karar metni, emperyalist savaş hazırlığının olanca hızıyla sürdüğü 1912 Basel Kongresi’nde yine çoğunluk kararıyla onaylandı. Kararda; “Bir savaşın patlak verme tehlikesine karşı, ilgili ülkelerin işçi sınıflarının ve onların parlamentodaki temsilcilerinin Uluslararası Sosyalist Büronun koordineli etkinliğiyle desteklenen görevi, doğal olarak sınıf mücadelesinin ve genel politik durumun keskinliğine göre çeşitlendirecekleri en etkin araçlarla her halükarda savaşın patlak vermesini önlemek için ellerinden gelen tüm çabayı sarf etmektir. Savaşın patlak vermesi durumunda ise görevleri, onu hızla sona erdirmek üzere müdahale etmek, savaşın yarattığı ekonomik ve politik krizden halkı ayaklandırmak için var güçleriyle yararlanmak ve böylece kapitalist sınıf egemenliğinin yıkılışını çabuklaştırmaktır.” deniliyordu.
Bu metin açıkça emperyalist savaşa iç savaşla yanıt vermekten söz etmese de, savaştan devrim için yararlanmayı öngörmesi nedeniyle, dolaylı da olsa bunu içeriyordu.
Ancak savaş 1914 Temmuz’unda başladığında, Stuttgart ve Basel’de alınan kararların hiçbir öneminin olmadığı ortaya çıktı. Başta ana gövdesini oluşturan Alman Sosyal Demokrat Partisi olmak üzere, II. Enternasyonal’in bütün kalburüstü partileri ve liderleri, savaş kredilerini onaylayarak açıkça kendi burjuvalarının yanlarında yerlerini aldılar. “Anayurt savunması” belgisi altında, sınıf mücadelesinden sınıf işbirliğine geçtiler. Bu aynı zamanda aldığı kararlara uyma becerisini gösteremeyen II. Enternasyonal’in çöküşünün de resmileşmesi oldu.
Savaş ilerledikçe Sosyal Demokrat harekette “Anavatan savunması” ile devrimci iç savaş temelinde ortaya çıkan keskin bölünme ve saf değiştirme, yeni bölünmeleri de beraberinde getirdi. Sosyal demokrat harekette üç ana eğilim ortaya çıktı. Birincisi “Anavatan savunusu” sloganında ifadesini bulan, kendi burjuvazisini destekleyen şoven eğilim. Bu eğilimin başlıca temsilcileri, Almanya’da Suderman, Hasse, Belçika’da Vandervelde, Rusya’da Plekhanov, Dan, vb. İkincisi, kitleleri devrimci eyleme çağırmayan, savaşa karşı soyut bir barış savunusuyla ortaya çıkan (özünde Şoven eğilimin bir versiyonu olan) Merkez eğilim, bu eğilimin başlıca temsilcileri Almanya’da Kautsky, Rusya’da Martov, Troçki vb. ve üçüncüsü Bolşeviklerin temsil ettiği, savaşa karşı iç savaşı, kendi ülkesinin yenilgisini savunan enternasyonalist eğilim. Bu eğilimin temsilcileri Rusya’da Lenin ve Bolşevikler, Almanya’da Rosa ve Leibkneckt vb.
Lenin, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürecek adımları şöyle sıraladı: “1) Savaş kredilerini kayıtsız şartsız reddetmek ve burjuva hükümetlerden çekilmek; 2) “Ulusal barış” (“bloc national”, “iç barış”) politikasından tamamen kopmak; 3) Hükümet ve burjuvazinin savaş hali ilan ederek anayasal özgürlükleri kaldırdığı her yerde illegal bir örgüt oluşturmak; 4) Savaşan ulusların askerlerinin siperlerde ve genel olarak savaş alanlarında kardeşleşmesini desteklemek; 5) Proletaryanın genel olarak bütün devrimci kitle eylemlerini desteklemek.” (age.-sh.144)
“Ne Zafer ne Yenilgi” sloganıyla ortaya çıkan Troçki, Kautsky ile birlikte Merkezci eğilimin en katı savunucularından biriydi. Savaşa karşı sosyal demokrasinin programını, “Savaş tazminatına hayır! Her ulusa kendi kaderini tayin hakkı! Monarşisiz, düzenli ordusuz, egemen feodal kastsız, gizli diplomasisiz Avrupa Birleşik Devletleri! Olarak açıkladı. Troçki, Bolşeviklerin devrimci yenilgicilik (kendi ülkesinin yenilgisi) şiarına karşı argümanlarını “Savaş Felaketi ve Siyasal Perspektifler” başlıklı yazısında şöyle sıraladı. “Diğer şeylerin eşitliği halinde, bir devletin yapısını sarsan bir yenilgi rakibininkinin aynı şekilde güçlenmesi anlamı taşır. Avrupa’da bir tek toplum ve devlet organizması yoktur ki güçlenmesi, Avrupa proletaryasının çıkarlarına hizmet etsin,…Rus Sosyal Demokrasisi siyasal planlarını, askeri felaketin seferber edici etkilerine bağlayamaz…… yenilgiden doğan bir devrim, savaşla altüst olmuş bir ekonomik yaşamı, enkaz halinde bir devlet mâliyesini ve son derece gergin uluslararası ilişkileri miras alır….askeri felaket, nüfusun ekonomik ve manevi güç ve kaynak-larını tükettiği kadar, aktif bir öfke, protesto ve devrimci eylemi harekete geçirmek için ancak sınırlı bir kapasite bırakır. Belli bir noktadan sonra, tükeniş enerjiyi kaldırıp iradeyi felç edecek kadar büyük olabilir…… Mevcut savaşın devasa boyutları – sonsuz uzunluğuyla birlikte – uzun bir dönem tüm toplumsal gelişmenin, sonuçta en başta proletaryanın devrimci hareketinin kanatlarını budayabilir.” Tony Cliff –Troçki I,sh. 207)
“Yenilgilerin birikmesinde devrimin çıkarı” olmadığını ileri süren Troçki’nin devrimci yenilgiciliği bu reddedişi, Kautsky’nin proletarya barış zamanında devrimi, savaş zamanında barışı savunmalı sözünün başka bir versiyonuydu. (I.D.sh.282)
Lenin, “merkez” ya da “bataklık” olarak nitelediği bu ikinci akımın da, özünde “Anavatan savunması”nı öne süren ana akımdan bir farkı olmadığını ortaya koydu. “Aynı zamanda kitleleri devrimci eyleme çağırmayan”, “savaşa karşı soyut bir barış propagandasının” “işçi sınıfını yanıltmanın bir biçimi olduğunu”, bunun, “burjuvazinin insanlığına güvenmesini sağlayarak, proletaryayı savaşan ülkelerin gizli diplomasisinin bir aleti” haline getireceğini vurguladı. (Lenin S. E. -V – sh.145, 146)
Lenin, Troçki’nin “Ne Zafer, Ne Yenilgi” şiarını “iç barışın” savunulması olarak niteledi: “Daha yakından bakıldığında bu şiar “iç barış” demektir, bütün savaşan ülkelerde ezilen sınıfların sınıf mücadelesinden vazgeçmek demektir; çünkü “kendi” burjuvazisine ve kendi hükümetine darbe vurmadan sınıf mücadelesi imkansızdır…Kim “Ne Zafer, Ne Yenilgi” şiarını savunuyorsa, o bilerek ya da bilmeyerek bir şovenisttir, en iyi ihtimalle uzlaşmacı bir küçük-burjuva, ama her halükârda proleter politikanın bir düşmanı, bugünkü hükümetlerin, bugünkü egemen sınıfların bir yandaşıdır.” (Seçme Eserler Cilt-V- İnter yay 157 – 158)
Savaşın yol açtığı korku ve umutsuzluğun kitleleri teslim aldığı, şovenizm ve burjuva terörün tavan yaptığı o günkü koşullar içinde, vatana ihanet suçlaması, tutuklamalar, parlamenter ayrıcalıkların kaybedilmesini de göze alarak, savaşa karşı tek doğru tutumu, ( diğer sosyal demokrat partilerdeki küçük ama cesaretli çıkışlar bir yana – örneğin Alman parlamentosunda savaş kredilerine karşı tek karşı oyu kullanan Liebknecht oldu) savaşa karşı iç savaş şiarını yükselterek, Bolşevik Partisi aldı. Ancak emperyalist savaşa karşı tavır konusu Bolşevik parti içinde de çalkantılara yol açtı. Lenin’in savaşa dair ileri sürdüğü tezlerin görüşüldüğü Eylül 914 Petersburg toplantısında Bolşevik partinin, özellikle Duma grubu devrimci yenilgicilik görüşünü yumuşatmaya çalıştı. Kasım 1914’te Duma Bolşevik grubu tutuklandı. Muranov hariç beş Duma üyesi devrimci yenilgiciliği reddetti. Kamenev parti MK’sının Lenin’in devrimci yenilgicilik görüşünü benimsemediğini ileri sürdü. Lenin Kamenev’i sosyal yurtseverlikle suçlayarak kınadı.
Lenin’e göre savaşın başlangıcında ortaya çıkan genel gericileşme, korkunun ve umutsuzluğun yaygınlaşması, yoksulluk ve acıların yol açtığı dine sarılma, savaşılan ülkeye duyulan kinin yükselttiği milliyetçilik ve şovenizm, bütün bunlar geçici olgulardı. Savaşın gelişmesiyle bu durumun değişmesi, kitleleri esir alan yurtseverce yanılsamaların dağılması, kitlelerdeki öfkenin “kendi” burjuvalarına yönelmesi, savaşın yol açtığı sefalet ve acıların devrimci duyguları harekete geçirmesi ve devrimci bir ortamın oluşması kaçınılmazdı. İşte “iç savaş şiarı bunların genelleştirilmesi ve yönlendirilmesi için”di. Savaşın yol açtığı sefalet ve acılar yenilgiyle birleşince, zincir tıpkı 1905’teki gibi inceldiği yerden koptu.
1917 Şubat devrimi; Zincir İnceldiği Yerden Koptu
1917 Şubat devrimi patlak verdiğinde tarihçiler, bu devrimin hiçbir parti tarafından önceden bilinmediğinde hemfikirdiler. Lenin’in 1917’de Zürih’te işçi gençlik örgütünün düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmada söylediklerini buna kanıt olarak gösterdiler. Lenin bu konuşmasını “Biz yaşlılar belki gelecekteki devrimin bu tayin edici savaşlarını göremeyeceğiz. Fakat ben. İsviçre’de ve bütün dünyada sosyalist hareket içinde böylesine mükemmel biçimde çalışan gençliğin, gelecek proleter devrimde sadece savaşmak değil, aynı zamanda zafer kazanmak mutluluğunu da yaşayacağına olan umudumu büyük bir güvenle ifade edebileceğime inanıyorum” sözleriyle bitirmişti. (Seçme Eserler, Cilt. III –sh.29)
Şubat devrimi bu konuşmanın yapıldığı tarihten bir buçuk ay sonra patlak verdi. Tarihçilerin, Şubat devriminin önceden bilinemediğine dair tespitleri, kendiliğinden patlamaların nasıl, nerede ve ne zaman ortaya çıkacağının bilinemezliği anlamında doğru olsa da, Lenin ve Bolşevikler 1907’de kapitalizmin krizi ve kapitalist dünyada sürmekte olan hummalı savaş hazırlığını dikkate alarak, dünya devriminin yeni bir dalgasının yaklaşmakta olduğuna sürekli olarak dikkat çektiler. II. Enternasyonal’in 1907 Stuttgart Kongresi’nde Lenin ve Rosa Luxemburg’un zorlamasıyla alınan “savaşın yaratacağı olanaklardan devrimci amaçla yararlanma” kararı, tam da buna işaret etmekteydi. Lenin daha 1908’de “ Dünya Politikasında Patlayıcı Madde” makalesinde, Avrupa ve Asya’nın çeşitli ülkelerindeki devrimci gelişmelere dikkat çekerek “proletaryanın uluslararası mücadelesinde önceki örnekleri çok daha aşan yeni bir safhanın çizgilerinin gayet açık bir şekilde” belirginleştiğini vurguladı. (Seçme Eserler, Cilt. IV – sh.307)
1914’de başlayan emperyalist paylaşım savaşı, dünya sosyal demokrat hareketi ve işçi hareketini iki yönde etkiledi: Dünya sosyal demokrat hareketinde 1900’lerin başında ortaya çıkan bölünme, evrim sürecini tamamlayarak, savaşın başlamasıyla birlikte burjuvazinin devrimci işçi hareketine yönelik en etkili silahı haline geldi. Sosyal demokrat hareketin ana gövdesi işçi sınıfından koparak burjuvazi ile bütünleşti. Savaşla birlikte en tepe noktaya ulaşan milliyetçilik ve şovenizm, işçi hareketinde eski yurtseverce yanılsamaları yeniden dirilterek, işçi hareketinin “anavatan savunması” şiarı altında saf değiştiren sosyal demokrat hareketin arkasına eklemlenmesine yol açtı. Lenin savaşın yol açtığı bu değişim için şunları yazdı; “Savaşın neden olduğu büyük kriz bütün örtüleri yırtmış, geleneksel olan her şeyi süpürüp atmış, çoktan olgunlaşmış olan çıbanı patlatmış ve oportünizmin gerçek rolünü de, burjuvazinin müttefiki olarak göstermiştir. Bu unsurların işçi partilerinden tamamen, örgütsel olarak ayrılması zorunlu olmuştur. Emperyalist dönemde, bir ve aynı parti içinde, devrimci proletaryanın öncüsünün yanında, “kendi” ulusunun “büyük güç” konumundan kaynaklanan ayrıcalıklardan kırıntılar elde eden yarı- küçük-burjuva bir işçi sınıfı aristokrasisinin varlığı imkansızdır,”( Seçme Eserler, Cilt V – 234)
Öte yandan savaş, kapitalist sistemin mevcut krizini derinleştirerek, dünya devriminin nesnel koşullarını – devrimci durum – daha da olgunlaştırdı. Savaş ilerledikçe bizzat savaşın yol açtığı acılar ve sefaletle birlikte işçi hareketinde egemen olan yurtseverce yanılgılar da dağılmaya başladı.
Lenin bu durumu “ II. Enternasyonalin Çöküşü ” adlı makalesinde şöyle ifade etti: “Savaşın yol açtığı ve şimdi daha da genişleyen ve derinleşen nesnel devrimci durum, kaçınılmaz olarak devrimci bir hava yaratacak, en iyi ve en bilinçli proleterleri çelikleştirecek ve aydınlatacaktır. Kitlelerin ruh halinde ani bir değişiklik sadece mümkün değil, aynı zamanda gittikçe daha muhtemel hale gelmektedir” ( age– sh.235)
Devrim, savaşın etkilerinin en fazla hissedildiği Rusya’da patlak verdi. Halka inceldiği yerden koptu. Rusya’nın özellikle batı cephesinde aldığı yenilgi egemen sınıf içindeki çelişkileri keskinleştirerek bir siyasal kaosa yol açtı. Hemen her askeri ve siyasal gelişme, hükümette bir bakanın istifasıyla sonuçlanıyordu. Bürokrasi iş göremez durumdaydı. Orduda itaatsizlik, isyan boyutlarına varmıştı. Savaşın yol açtığı acılar ve sefalet, kitlelerdeki öfkeyi daha da büyütüyordu. Devrim, egemen sınıf içinde kaosun büyüdüğü, kitle hareketlerinin yükseldiği böylesi bir devrimci ortamda kendiliğinden bir patlamayla ortaya çıktı. Tıpkı 1905 devrimi gibi grevlerden gösterilere, genel grevden silahlı ayaklanmaya doğru bir yol izledi. Lenin iki devrim arasındaki bu benzerliği tarihin tekerrürü olarak nitelendirdi. Aralarındaki farkı ise şöyle vurguladı; “Fakat aslında buradaki büyük fark, savaşın bu kez tüm Avrupa’yı, güçlü sosyalist kitle hareketlerinin mevcut olduğu bütün ileri ülkeleri kapsamış olmasıdır. Emperyalist savaş Rusya’daki devrimci krizi, burjuva demokratik devrim temelindeki krizi, Batı’da gelişen proleter sosyalist devrimle birleştirmiştir. Bu bağ öylesine dolaysızdır ki, şu ya da bu ülkede devrimci görevlerin hiçbir tekil çözümü mümkün değildir. Rusya’da burjuva demokratik devrim bugün artık batıdaki sosyalist devrimin sadece önsözü değil, aynı zamanda ayrılmaz bir bileşenidir.” (Seçme Eserler, Cilt –IV, sh. 160 – 161 )
Devrimin ilk kıvılcımı 21 Şubat’ta Putilov işçilerinin, işverenin lokavt ilan etmesi üzerine başlattıkları grevle çakıldı. Bu grevi kadınların 23 Şubat Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nde ekmek kıtlığını protesto etmek için sokaklara çıkması izledi. Bu gösteride 1907’de derlenen kızıl bayraklar yeniden ortaya çıktı.
Aynı gün Bolşeviklerin öteden beri örgütlü olduğu Vyborg bölgesi işçilerinin grevi başladı. Grev kısa sürede Petersburg’un diğer işçi semtlerine yayıldı. 24 Şubat’ta Sovyetler yeniden ortaya çıktı. Petersburglu işçiler fabrikalarda Sovyet seçimleri yapmaya başladılar. 25 Şubat’ta Bolşevikler, genel grev çağrısı yaptı. 27 Şubat’ta ayaklanma askeri birliklere sıçradı. Birçok askeri birlikte askerler kışlaları terk ederek işçilere katıldılar. 28 Şubat’ta işçilerin ve askerlerin katıldığı ayaklanma en tepe noktasına ulaştı. Silahlı işçi ve askerler, Peter ve Paul kalesini işgal ettiler. Yakalayabildikleri hükümet üyelerini tutuklamaya başladılar.
1905 devrimindeki gibi, ilk kez Petersburg’da ortaya çıkan işçi vekilleri Sovyetleri, kısa sürede askerleri ve köylüleri de içine alarak ülkenin tümüne yayıldı ve Rusya’nın tek gücü haline geldi. Artık iktidar fiili olarak işçi ve asker Sovyetlerinin elindeydi.
Ancak fiili iktidarın Sovyetlerde oluşu, iktidar sorununun çözümü için yeterli değildi. Sovyetlerin, Rusya’nın tek siyasi iktidarı olmasının önündeki başlıca engel bizzat Sovyetlerin toplumsal bileşimi ve bu bileşime egemen olan siyasetin, siyasi iktidarın niteliğine ilişkin görüşleriydi. Siyasi olarak Sovyetlerde Menşevik ve Sosyal Devrimciler (SD) ezici bir üstünlüğe sahiplerdi. Petersburg Sovyetlerindeki 1600 delegeden sadece 40’ı Bolşevik’ti.(Tony Cliff, Lenin- Cilt-II, sh. 123)
Devrim Rusya’nın siyasal yapısını değiştirmişti. Ancak, Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerin iktidara yönelik eski görüşlerini değiştirememişti. Onlara göre Rusya’daki devrim, bir burjuva demokratik devrimdi; dolayısıyla iktidar olma sırası da burjuvazide olmalıydı. Sovyetlerin iktidarı alması yanlıştı; onun görevi demokratik bir güç olarak iktidarı dışarıdan etkilemekti.
Menşeviklerin Sovyetlerdeki en etkili liderlerinden biri olan Tsereteli, iktidarla ve Sovyetlerin rolüyle ilgili görüşlerini şöyle özetliyordu : “Burjuvaziyle bir uzlaşmaya varılması zorunludur. Devrimin izleyebileceği başka bir yol yoktur. Tüm iktidarın elimizde olduğu ve bir parmak hareketiyle hükümeti alaşağı edebileceğimiz doğru; ancak bu, devrimi bozguna uğratmak anlamına gelir.” (a.g.e, sh. 112)
Sovyetlerin 2 Mart 1917 tarihli toplantısında, “devrimi bozguna uğratmamak” adına Menşevik ve Sosyalist Devrimci (SD) çoğunluk oylarıyla iktidar burjuva Geçici Hükümet’e devredildi.
Şubattan Ekime; Sosyalist Devrim
Şubat devrimi gerçekleştiğinde Bolşevik liderlerin önemli bir kısmı ya Sibirya’da sürgünde, (Stalin, Kamenev, Muralov) ya da yurtdışındaydı ( Lenin Zinovyev, Buharin, vb.) Merkez Komitenin Rusya Bürosu üç kişilik bir komiteden oluşuyordu (Şliapnikov, Molotov, Zalutski). Petersburg komite üyeleri 26 Mart gösterileri sırasında tutuklanmıştı. Buna rağmen Bolşevikler Şubat Devrimi’nde özellikle Vyborg işçi bölgesinde önemli bir rol oynadılar. Çoğu grevi ve gösteriyi düzenleyen Bolşeviklerdi.
Gerek Bolşevik Parti Merkez komitesi Rusya bürosu, gerekse Vyborg bölge komitesi Geçici Hükümet’e karşı tutarlı bir tavır izlediler. Sovyetlerin iktidarı alması gerektiğini savunarak Geçici Hükümet’e destek verilmesini reddettiler. Ancak bu durum devrimin izlemesi gereken yol konusunda Bolşevikler arasında kafa karışıklığı olmadığı anlamına gelmiyordu. Sovyetlerin iktidarı kendi elleriyle geçici hükümeti devretme kararı aldığı 2 Mart toplantısında, 40 Bolşevik temsilciden ancak 15’i karar aleyhine oy kullanmıştı.
Geçici Hükümet’e karşı tavır konusu (destekleyip desteklememek) Bolşevik Partide görüş ayrılığı ve yeni bir tartışmayı başlattı. Bu tartışma sürgündeki merkez komite üyelerinin Petersburg’a dönmesinden sonra daha da büyüdü. MK üyeleri Stalin ve Kamenev ile Duma’daki Bolşevik milletvekili Muralov 12 Mart’ta Petersburg’a geldiler. Onların gelişiyle 5 Mart’ta yeniden legal olarak çıkmaya başlayan Pravda’nın yazı kurulu da değişti.Stalin, Kamenev ve Muralov yazı kurulunun üyeleri oldu. Pravda yönetimindeki değişikliği Petersburg Parti komitesindeki değişiklik izledi, Stalin Petersburg Parti komitesinin başına geçti, aynı tarihte Stalin Parti Merkez Komitesi Prezidyumuna seçildi, Lenin’in Petersburg’a gelmesine kadar geçen sürede Parti yönetimini fiilen üstlendi.
Yazı Kurulu’ndaki bu değişikliklerden sonra Pravda’nın eski çizgisi -geçici hükümeti desteklemeyen onu alaşağı etmeyi öngören çizgisi- değişmeye başladı. Pravda’nın 15 Mart sayısında Kamenev’in yazısı bu değişimi en açık biçimde ortaya koydu. Kamenev yazısında büyük Rus devriminin savaşı durduramadığını belirttikten sonra şöyle devam etti; “iki ordunun birbiri ile karşı karşıya geldiği bir ortamda en saçma şey bunlardan birinin silahlarını yere indirip geri dönmesini önermektir. Bu bir barış siyaseti değil, ancak özgür halkın öfkeyle reddedeceği bir kölelik siyaseti olabilir. Hayır özgür halk olduğu yerde kalacak ve kurşuna, kurşun, bombaya bombayla karşılık verecektir. Bu durum kaçınılmazdır.” (Tony Cliff , Cilt II- sh. 132)
Kamenev bu yaklaşımıyla 2 yıl önce mahkemede yaptığı savunmayı tekrarlayarak yeniden Bolşevik tezlerden “ana vatan savunması”na bir dönüş yaptı. Kamenev’in bu yazısından sonra Bolşevik Parti içindeki tartışma daha da keskin bir hal aldı. Parti içindeki bu çalkantılı durum 27 Mart’ta Petersburg’da yapılan Rusya geneli Bolşevik toplantısında tartışmaya açıldı. Toplantının gündemini Geçici Hükümet’e karşı takınılacak tavır ve savaş konusundaki Kamenev’in görüşlerinin tartışılması oluşturdu. Stalin toplantıda Geçici Hükümet’e karşı tavrı “Geçici Hükümet devrimi pekiştirdiği sürece ona destek verelim, karşı devrimci olduğu noktada ise ona destek verilmesini kabul edemeyiz” olarak açıkladı. (İktidara Giden Yol –sh.274)
Toplantıda karşı yönde görüşler ileri sürülse de çoğunluk Stalin’in önerisini destekledi. Kamenev’in savaşa karşı dile getirdiği Menşevik görüşler toplantıda hararetli tartışmalara yol açtı. Stalin ve Muralov, Kamenev’in görüşlerine katılmadıklarını açıkladılar. Konferans bu konuda bir karar alamadı. Gerek Stalin’in Geçici Hükümet’le ilgili, Geçici Hükümeti devrimi pekiştirdiği sürece desteklemek, karşı devrimci olduğu noktada ise ona destek vermemek biçimindeki ünlü sağ formülü, gerekse Kamenev’in ana vatan savunmasından yana açıklamaları, Bolşevikler ile Menşevikler arasındaki görüş farklılıklarını önemli ölçüde silikleştirdi. Menşevikler Bolşeviklerdeki bu değişimi birlik için bir fırsat olarak değerlendirerek, Bolşevik Partiye yeni bir birlik önerisinde bulundu. Menşevik Tsereteli tarafından yapılan bu öneri konferansın bir diğer tartışma konusunu oluşturdu. Stalin bu önerinin ancak “Zimmerwald- Kienthal’da kararlaştırılan politika doğrultusunda” mümkün olabileceğini dile getirdi. Stalin’in bu yaklaşımı da Konferans çoğunluğu tarafından kabul gördü. ( E.H. Carr Bolşevik Devrimi- Cilt-I- sh. 80)
Lenin Bolşevik Parti’de bu tartışmaların olduğu dönemde Zürih’teydi, tartışmaya Zürih’ten, uzaktan mektuplar dizisiyle katılmaya çalıştı. Ancak Lenin’in mektupları uzakta olması, ülkedeki durumu tam olarak görememesi ve Menşevikler ile oluşan olumlu havayı dinamitleyeceği gerekçesiyle Pravda yazı kurulu tarafından sansür edildi. Lenin’in 7 Mart’ta yazdığı ilk mektup Pravda’da ancak 21 Mart’ta yayınlandı.
Bolşevik Partideki bu kafa karışıklığı ve savrulmalara yol açan şey, Rusya’da devrimci sürecin özgünlüğü nedeniyle -iktidar ikiliği- devrimin hâlâ burjuva demokratik aşamada olduğu yanılsamasıydı. Bolşevik Parti’deki bu kafa karışıklığı ancak Lenin’in Petersburg’a gelmesiyle dağılmaya başladı.
Lenin 22 Martta 32 kişiden oluşan bir Bolşevik grupla Almanya’dan mühürlü bir trenle Rusya’ya döndü. Bu tren 1917, 3-4 Temmuz olayları sırasında Lenin’in Menşevikler tarafından Alman ajanı olmakla suçlanmasına ve hakkında tutuklama kararı çıkarılmasına yol açacaktı. Ancak bu yolu izleyerek Rusya’ya dönen sadece Lenin değildi. 5 Mart’ta Menşevik liderlerden Martov da aynı yolu izleyerek Rusya’ya döndü. Bu yolculukta 58 Menşevik, 48 Bund’cu, 34 SD, 18-25 Anarko komünist, 22 partisiz olmak üzere 257 kişi Martov’la birlikteydi.
Lenin 3 Nisan 1917 akşamı Petersburg Finlandiya Garına ulaştı. Garda Bolşevikler tarafından karşılandı, bekleyen kalabalığa kısa bir konuşma yaptı. Rus devrimini selamlayarak başladığı konuşmasını “Bugün değilse yarın tüm Avrupa emperyalizminin çökmesi her an beklenebilir. Sizler tarafından gerçekleştirilen Rus devrimi, bu süreci başlattı ve yeni bir devrin başlangıcı oldu. Yaşasın dünya sosyalist devrimi.” sözleriyle bitirdi. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- sh. 82)
5 Temmuz’da Lenin, Sovyet oturumlarının yapıldığı Tauride sarayında Bolşevik, Menşevik ve bağımsızların oluşturduğu bir sosyal demokrat topluluğa seslendi. Bu toplantıda ilk kez Nisan tezlerini okudu. Tezler sadece Menşeviklerde değil, Bolşeviklerde de şok etkisi yarattı. Eski Bolşevik Bogdanov; “ sayıklama, bir delinin sayıklamaları” diye bağırarak Lenin’in konuşmasını kesti; başka bir eski Bolşevik Goldanberg; Lenin’in, “30 yıldan beri boş olan Avrupa tahtına, Bakunin’in tahtına adaylığını koydu” ğunu söyledi. Lenin sataşmalara aldırmadan salondan çıktı. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- sh. -83)
5 Nisan akşamı tezler Bolşevik yöneticilerin toplantısında yeniden okundu; Molotov, Kolantai, ve Şliapnikov dışında hiç kimse Lenin’i desteklemedi. Bu Lenin’in Parti içindeki ikinci büyük yalnızlığıydı. Birincisini, 1903 RSDİP 2. Kongresindeki Menşevik- Bolşevik bölünmesinde yaşamıştı. Ancak bu yalnızlık birincisinden daha az etkili oldu ve daha kısa sürdü. İki hafta sonra Parti’nin büyük çoğunluğu Lenin’le birlikteydi.
Lenin Birinci Uzaktan Mektubunda, Şubat devriminin bir mucize olmadığını, bu devrimin gerçekleşmesinin arkasında 1905 devrimci deneyiminin ve emperyalist savaşın büyüttüğü devrimci durumun olduğunu, savaşın devrimde “rejisörlük rolü üstlendiğini” belirttikten sonra, Rusya’da, biri burjuvazi ve burjuvalaşmış toprak sahipleri, diğeri işçi ve asker Sovyetleri olmak üzere ikili bir iktidarın oluştuğunu, ikinci iktidarın içinde bulunduğu bilinç ve örgütsel gerilik nedeniyle iktidarı kendi elleriyle burjuvaziye teslim ettiğini, iktidarın burjuvaziye geçişi –sınıfsal el değiştirmesi- anlamında devrimin birinci aşamasının “tamamlandığını”, sosyalist devrimin gündemde olduğunu, devrimin bu ikinci aşamasında sınıfların durumu ve sınıflar arası ilişkilerin bir değişime uğradığını, devrimin bu yeni aşamasında, proletaryanın, biri “Rusya’da nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan düzinelerce milyon yarı-proleter ve kısmen küçük-burjuva unsurlar kitlesi”, diğeri, “bütün savaşan ülkelerin ve bir bütün olarak tüm ülkelerin proletaryası” olmak üzere iki müttefike sahip olduğunu vurguladıktan sonra işçilere şu çağrıyı yaptı; “İşçiler, Çarlığa karşı iç savaşta proleter kahramanlık mucizeleri yarattınız, devrimin ikinci aşamasında zaferinizi hazırlamak için proletaryanın ve tüm halkın örgütlenmesinde mucizeler yaratmalısınız.” (Seçme Eserler, Cilt-VI-sh.25)
Lenin mektuplarında değindiği bu noktaları Nisan Tezleri olarak bilinen tezlerde daha da ayrıntılandırdı. Lenin, tezlerinde savaşın bir emperyalist savaş olduğunu, Şubat devriminden sonra da bu durumun değişmediğini, bu nedenle Bolşevik Parti içinde dillendirilen “devrimci anavatan savunması” görüşünün yanlış olduğunu, buna taviz vermenin sosyal şovenizme evet demek anlamına geleceğini, “devrimci anavatan savunmasının” ancak Sovyetlerin iktidarında söz konusu olabileceğini, “Rusya’daki özgün durumun özelliğinin devrimin birinci aşamasından ikinci aşamasına geçişten ibaret olduğunu”, bu koşullarda Geçici Hükümet’e en ufak bir desteğin söz konusu olamayacağını, Bolşeviklerin şiarının “Bütün iktidar Sovyetlere” olması gerektiğini, bunun Sovyetlerde bilinç ve örgüt bakımından devrimci bir değişim gerçekleşmesine bağlı olduğunu, partinin bu aşamadaki görevinin bu değişimi sağlamak üzere harekete geçmek olduğunu sıraladıktan sonra, çürümüş II. Enternasyonalin yerine yeni bir enternasyonalin kurulması çağrısını yaptı.
Bolşevik Parti’de İlk kriz –Kesintisiz Devrim
1912 sonrasında Bolşevik Parti’de yaşanan ilk kriz 1917 Şubat Devrimi sonrasında ortaya çıkan özgün durumla ilgiliydi. Lenin Şubat devrimi sonrasında Bolşeviklerin o güne kadar izlediği taktiğin değişmesi zorunluluğunu dile getirdi. 1917 Devrimi öncesi ve sonrası somut durumu ele alarak izlenecek yeni taktiği şöyle açıkladı: “O tarihlerde (1917 Şubat devrimine kadar olan süre kastediliyor) burjuva devriminin öngününde ya da tamamlanmamış bir burjuva devriminin akışı içinde bulunuyorduk ve görev her şeyden önce bu devrimi krallığın yıkılmasına kadar götürmekti. Şimdi krallık yıkılmış bulunuyor. Rusya’nın, başında Kadetler, Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler bulunan bir demokratik cumhuriyet haline gelişi ölçüsünde burjuva devrimi tamamlanmıştır…. Yalnız proletarya ve köylüler krallığı devirebilirler, o çağda bizim sınıf siyasetimizin belirleyici ilkesi bu olmuştur. Ve bu ilke doğru idi. 1917 Şubat ve Mart ayları bu ilkeyi bir kez daha doğrulamaktan başka bir şey yapmadı. Yalnız proletarya en yoksul köylüleri (…) yöneterek savaşı demokratik bir barışla sona erdirebilir (…) ve sosyalizme doğru mutlak olarak zorunlu olan, acil bir hale gelen adımları atabilir. Şimdi sınıf siyasetimizin belirleyici ilkesi budur.” (Lenin- Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Sol yay. sh. -127-128))
Bolşevik Parti’de Lenin’in bu tezine karşı çıkanların dayandıkları ana nokta; Bolşeviklerin eski tezinin (“Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü”) gerçekleşmediği, dolayısıyla henüz “burjuva demokratik devrimin tamamlanmadığı” tezidir.
Bu noktada sözü Lenin’e bırakalım:
“Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Bu sorun aydınlatılmadıkça devrimde kendi rolünü bilinçli bir biçimde oynamak ve hele devrimi yönetmek söz konusu edilemez.” (Lenin- Ekim Devrimi Dosyası Sol yay. sh.-42)
“Bugünkü Rusya’ya özgü olan şey, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğinden ötürü, iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı proletarya ve köylülüğün yoksul katlarına devredecek olan ikinci aşamasına geçiştir.” (Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi –sh.10)
“Şubat – Mart 1917 devriminden önce devlet iktidarı, Rusya’da eski bir sınıfa, başında Nikola Romanov’un bulunduğu feodal toprak soylularına aitti.
Bu devrimden sonra, iktidar başka bir sınıfa, yeni bir sınıfa, burjuvaziye ait bulunuyor.
İktidarın bir sınıftan ötekine geçişi, sözcüğün salt bilimsel anlamında olduğu kadar, politik ve pratik anlamıyla da bir devrimin birinci, başlıca ve esas belirtisidir.
Burjuva devrimi, ya da burjuva demokratik devrim, Rusya’da, bu bakımdan tamamlanmıştır.” (a.g.e. Sh. 19-20)
Pavda’da yayınlanmasından sonra Lenin’in tezleri partide tartışılmaya başladı. Tezlere ilişkin tartışma daha çok Lenin’le Kamenev arasında bir polemik olarak sürdü. Lenin karşıtları, demokratik devrimin tamamlanmadığı tezinin çürütmesinin ardından yeni tezler ürettiler.
Bu tezlerden biri, Lenin’in “bütün iktidar Sovyetlere” çağrısının bir silahlı ayaklanma çağrısı olduğu, ikincisi de bu çağrının doğrudan sosyalizme geçişi öngördüğüydü. Lenin bu çağrının doğrudan ve hemen bir ayaklanma çağrısı anlamına gelmediğini, “Rusya da iktidar ikiliğine yol açan koşulların –“proletaryanın sayısal zayıflığı, sınıf bilinci ve örgütlenmedeki yetersizliği”- ortadan kaldırılmadan yani, Sovyetleri geçici burjuva hükümete mahkum eden, SD ve Menşeviklerin Sovyetlerdeki üstünlüğüne son verilmeden Sovyetlerin iktidarı alamayacağını vurguladı. Lenin’e göre iktidar ikiliği uzun süre devam edemezdi; Çünkü; “Bir devlet içinde iki devlet erki varolamaz. Onlardan biri çekilmek zorundadır, ve tüm Rus burjuvazisi daha şimdiden var gücüyle, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri’ni olası bütün araçlarla her yerde bir kenara itmeye, zayıflatmaya, bir hiçe indirgemeye ve burjuvazinin mutlak egemenliğini kurmaya çalışıyor.” (Seçme Eserler, Cilt-VI- sh.61)
Burjuvazinin Sovyetleri ortadan kaldırma girişimi, ancak Sovyetlerde devrimci bir değişimin gerçekleşmesiyle önlenebilirdi. Bunu sağlayacak olan Sovyetlerde çoğunluğu kazanmaya yönelik sabırlı ve kararlı bir propaganda ve ajitasyon faaliyetiydi. “Görünüşte bu “sadece” Propagandist çalışmadır. Gerçeklikte ise en yüksek dereceden pratik devrimci çalışmadır, çünkü dış engeller nedeniyle değil, burjuvazi ona karşı şiddet uyguladığı için değil (…), bilakis kitleler körü körüne bir güvenin esiri oldukları için duraklamış olan, boş laflar içinde boğulan ve yerinden kıpırdamayan devrim başka türlü ilerletilemez.” (a.g.e – sh. 63)
Rusya’nın mevcut ekonomik gelişme düzeyinin sosyalist bir devrime elvermediği gerekçesiyle Bütün İktidar Sovyetlere çağrısının doğrudan sosyalizme geçişi öngördüğü ve bunun kabul edilemez olduğu yolundaki eleştiriyi ise Lenin şöyle yanıtladı. “…Rus devrimi Sovyetleri yarattı. Dünyanın hiçbir burjuva ülkesinde bu tür devlet kurumları yoktur ve olamaz da, ve hiçbir sosyalist devrim bunun dışında başka bir iktidarla hareket edemeyecektir. İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri, iktidarı devralmak zorundadır, ama alışılmış bir burjuva cumhuriyet yaratmak ya da doğrudan sosyalizme geçmek için değil. Bu imkânsızdır. O halde ne için? Bu geçiş için atılabilecek ve atılması gereken ilk somut adımları atmak için iktidarı almak zorundadırlar. Bu bakımdan korku en kötü düşmandır. Kitlelere, bu adımların derhal atılması gerektiği vaaz edilmelidir, aksi halde İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerinin iktidarı anlamsız olacak ve halka hiçbir şey vermeyecektir.” (a.g.e –sh. 99)
Lenin’in tezlerine ilişkin parti içinde ilk oylama 7 Nisan’da Petersburg Parti komitesinde oldu. Bu oylamada tezler ikiye karşı onüç oyla reddedildi. 14 Nisan’da Petersburg bölgesi Bolşevikler toplantısında tezler yeniden tartışıldı. Toplantıya katılanların büyük çoğunluğu Lenin’e karşı olmasına rağmen, Geçici Hükümet’in desteklenmemesine dair Lenin’in önergesi 6 aleyhte 33 oyla kabul edildi. Bu Lenin’in ilk zaferiydi.
Sürmekte olan bu tartışma Partinin 24-29 Nisan tarihleri arasında toplanacak olan Bolşeviklerin Tüm Rusya Konferansı’nda sonuçlanacaktı. Lenin bu toplantıya tezlerini daha da ayrıntılandırarak ve itirazları tek tek çürüterek hazırlandı. Konferans 79,204 parti üyesini temsilen 151 delegenin katılımıyla toplandı.
Kamenev Bolşeviklerin Tüm Rusya Konferansı’nda da geleneksel karşıtlığını sürdürdü. Lenin, Kamenev’in, “Lenin yoldaşın genel şemasına gelince, bu şema, şu burjuva demokratik devrimin tamamlanmış olduğu tezinden hareket etmesi bakımından ve bu devrimin derhal sosyalist devrime dönüşmesine dayanması yüzünden bize kabul edilmez bir şema olarak görünüyor” biçimindeki, bugün de karşımıza çıkan o çok meşhur “demokratik devrim tamamlanmamıştır” itirazını söyle yanıtladı:
“Burada iki büyük yanlış var. Birincisi, burjuva demokratik devrimin tamamlanmış ya da tamamlanmamış olduğunu anlama sorunu yanlış konulmuştur. Sorun şeylerin yalnız bir yanını dikkate alan, nesnel gerçeğe uygun düşmeyen soyut ve yalın bir biçimde konmuştur. Kim ki sorunu böyle koyar, kim ki bugün “burjuva demokratik devrim tamamlanmış mıdır?” diye sorar, en azından, son derece karışık ve hiç olmazsa iki yön içeren bir gerçeği anlamak olanağından kendini yoksun kılar; teoride bu böyle. Pratikte ise acınacak bir şekilde küçük burjuva devrimciliğine teslim olur.” (a.g.e. sh. 25-26)
Toplantı sırasında Stalin ve Zinovyev, Kamenev’e karşı Lenin’i destekleyen birer konuşma yaptı. Kamenev’in toplantı üzerindeki etkinliğinin azalmasıyla, tartışma bu kez devrimin tamamlanıp tamamlanmadığı sorunundan Rusya’da sosyalist devrimin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği sorununa kaydı. Rikov Lenin eleştirisi ile başladığı konuşmasını, “Sosyalist devrim güneşi ne zaman, nerede doğacaktır? İçinde bulunduğumuz şartlarda ve bizim hayat standartlarımızla sosyalist devrime kalkışmanın bize düşmediğini sanıyorum. Ne bunu gerçekleştirecek gücümüz var, ne de bunun objektif şartları var” diyerek sürdürdü. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- sh. -87)
Daha sonra Parti içinde önemli tartışmaların başlangıcı olan Rikov’un bu açıklaması toplantının yoğun gündemi içinde, Lenin’in kısa bir değinmesi dışında bir anlamda es geçildi. Lenin Rikov’un sözlerine şu cevabı verdi.“Rikov yoldaş, sosyalizmin gelişmiş sanayiye sahip başka ülkelerden gelmesi gerektiğini söylüyor. Bu doğru değil. Kimin başlayacağını söylemek olanaksızdır. Bu Marksizm değil, Marksizm’in bir parodisidir” (Seçme Eserler, Cilt-VI-sh. 559)
Uzun tartışmalardan sonra konferans, Lenin’in Nisan tezlerini; geçici hükümetin desteklenmemesi, bütün iktidarın Sovyetlere geçmesi, savaşa karşı iç savaşın savunulması, devrimci savunmacılık tezinin kınanması, iktidar Sovyetlere geçmeden demokratik bir barışın olamayacağı, bunun tek koşulunun iktidarın Sovyetlere geçmesi gerektiğine dair tezleri 7 çekimser oya karşılık oybirliğiyle onayladı. Toplantıda devrimci bir enternasyonalin kurulması konusu Zinovyev’in önerisiyle başka bir biçim aldı. Zinovyev’in Zimmerwald’cıların 18 Mayısta Stockholm’de yapacakları toplantıya katılma önerisi Lenin’in karşı oyuyla kabul edildi.
Konferans mevcut ulusal ve uluslararası durumda partinin yeni politikası ve taktiklerini belirledi. Bolşevik Parti, Konferanstan ideolojik, politik ve örgütsel birliğini güçlendirerek çıktı. Parti iki ay süren bir bocalamadan sonra yeniden Lenin’in etrafında kenetlendi. Artık parti ana görevine, konferansta alınan kararların hayata geçirilmesi görevine dönebilirdi. Şüphesiz konferansta alınan kararların belirleyici olanı bütün iktidarın Sovyetlere geçmesini öngören karardı. Bunun için yapılması gereken, Lenin’in deyimiyle, “Sovyetlerin sayısını çoğaltmak, güçlerini artırmak ve partimiz içinde birleştirmekti.” ( Seçme Eserler, Cilt-VI –sh.89)
Konferans, Partinin yeni merkez komitesini de seçti. Lenin-104 oy, Zinovyev -101, Stalin-97, Kamenev-95, Miliutin-88, Nogin-76, Sverdlov-71, Smilga-53, Federov-48 oyla yeni MK’yi oluşturdu. (Tony Cliff , Cilt II-sh.166)
Bütün İktidar Sovyetlere
Konferansta Lenin’in tezlerinin onaylanmasından sonra, Bolşeviklerin mücadelesine Bütün İktidar Sovyetlere sloganı yön verdi. Bolşevikler, başlangıçta Sovyetler içinde azınlıktaydı. Ancak gerek Rusya’da, gerekse uluslararası alandaki gelişmeler Bolşeviklerden yanaydı. Rusya’da devrimci kriz derinleşerek sürüyordu. Menşevik ve SD’lerin desteğini arkasına alan burjuva Geçici Hükümet işçi, asker ve köylülerin istemlerinin hiçbirine çözüm üretememiş, tersine Sovyetleri etkisizleştirmeye çalışmıştı.
Boş vaatlerle yetinmeyen işçi, asker ve köylüler Bolşeviklerin önerdiği önlemleri kendi alanlarında fiilen uygulamaya geçtiler. Devrimden sonra hızla büyüyen fabrika komiteleri işyerlerinde ücretler, çalışma koşulları, işe alma ve çıkarma vb. konularda denetimi ellerine aldılar. Geçici Hükümetin savaş bakanı Kerenski’nin orduda disiplini sağlamaya yönelik eski tarzı – her türlü görevlendirme ve görevden alma yetkisinin komutanlara verilmesi, emirlere mutlak itaat, uymayanların cezalandırılması vb. – uygulama direktiflerine karşın askerler, Bolşeviklerin önerilerini – subayların seçimle belirlenmesi ve geri çağrılabilir olması – fiilen uygulamaya başlamışlardı. Köylüler için de durum farklı değildi. Geçici Hükümetin tarım reformu bir vaatten ileri geçmiyordu. Köylüler tarım reformunun sürekli ileri bir tarihe ( Kurucu Meclis’in toplanmasına) ertelenmesine tepki olarak işi kendi ellerine aldılar, toprakları işgal etmeye, büyük toprak sahiplerinin, ürünlerine, mülklerine ve araçlarına el koymaya, toprak kirasını düşürmeye başladılar. Geçici Hükümetin icraatı ise, işgalci köylülerin üzerine asker göndermek oldu. Tarım reformunun bir türlü gerçekleşmemesi ve Geçici Hükümetin köylü isyanlarını askerle bastırmaya yönelmesi, köylülük üzerinde büyük etkisi olan SD’lerde sağ ve sol biçiminde bir bölünmeye yol açtı. Sol SD’ler Bolşeviklerle yakınlaştı.
Uluslararası durum da Bolşeviklerin lehineydi. Ordularda dağılma ve devrimcileşme sürüyordu. Cephede Rus ve Alman askerler arasında kardeşleşmeler, burjuvaziyi rahatsız edecek boyutlardaydı.
Kısaca Lenin’in, devrimin “rejisörü” dediği savaş, uluslararası durumu devrimcileştirmeye devam ediyordu. Öte yandan Geçici Hükümet müttefiklerin ( İngiltere ve Fransa) baskısıyla yeniden savaş hazırlıklarına başlamıştı. 20 – 21 Nisan’da Sovyetleri iktidarı almanın eşiğine kadar taşıyan kitlesel gösteriler bu koşullarda ortaya çıktı.
21 Şubatta SD ve Menşeviklerin üstünlüğü elde tuttuğu Petersburg Sovyet’i, her türlü gösteriyi yasaklayarak bir kez daha Geçici Hükümetin imdadına yetişti. 20 – 21 Nisan gösterileri Sovyetleri iktidar yapmaya yetmediyse de, Geçici Hükümeti derinden sarstı. Hükümet istifa etmek zorunda kaldı.
Bu tür kriz anlarında, bütün burjuvaların başvurduğu bir aldatma taktiği devreye sokuldu. Burjuvazi krizini fırsata dönüştürmek için SD ve Menşeviklerin içinde yer aldığı, bu yolla Sovyetler üzerindeki denetimini sağlayacağı bir koalisyon hükümeti kurmak için harekete geçti. 1 Mayıs’ta toplanan Petersburg Sovyeti, SD, Menşevik ve Kadetlerden oluşacak bir koalisyon hükümetinin desteklenmesi önergesini oyladı. Bolşeviklerin karşı oy kullandığı önerge, SD ve Menşeviklerin oylarıyla kabul edildi. 6 Mayısta içinde üç SD ve üç Menşevik bakanın yer aldığı yeni bir geçici hükümet kuruldu.
3 Haziran’da toplanan Sovyetlerin Tüm-Rusya Kongresi, Sovyetlerde SD ve Menşevik üstünlüğü teyit etse de, genel eğilimin Bolşeviklerin güçlenmesinden yana olduğunu gösterdi. Kongreye katılan 822 delegenin 285’i SD, 248’i Menşevik’ti. Bolşeviklerin delege sayısı ise 105’ti. Bu Kongre’nin tarihsel önemini belirleyen şey ise, Sovyet başkanı Menşevik Tsereteli’nin “şu anda hiçbir parti iktidarı bize verin diyecek durumda değildir. – Rusya’da böyle bir parti yoktur”, sözlerine Lenin’in verdiği “evet, vardır” cevabıydı. Kongre Bolşeviklerin iktidarın Sovyetlere geçmesini öngören önergesini reddederek bir kez daha Geçici Hükümet’e olan desteğini tazeledi. 250 üyeli Tüm Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri Yürütme Komitesi ( VTsIK) seçildi. Bu organda Bolşevikler 35 üye ile temsil edildi. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- sh. -92, 93)
Yeni Geçici Hükümetle birlikte Rusya’nın emperyalist savaşa dahil olması yönünde çabalar da güçlendi. Bolşevikler, Geçici Hükümetin savaş yanlısı tutumunu protesto etmek için 10 Haziran’da barışçı bir gösteri düzenleme kararı aldılar. Sovyet Yürütme Komitesi, hemen harekete geçerek alelacele bir kararla gösteri yapılmasını yasakladı. Bu gelişme üzerine Bolşevikler, yoğun tartışmalardan sonra gösteriyi iptal ettiklerini açıkladılar.
Bolşeviklerin geri adım atmasını fırsat olarak değerlendiren Sovyet Yönetimi 18 Haziran’da Bolşeviklere karşı bir gövde gösterisi düzenleme kararı aldı. İç tartışmaların ardından Bolşevikler, gösteriye katılacaklarını açıkladılar. 18 Haziran’da yaklaşık yarım milyon insan Petersburg sokaklarındaydı. Gösteri Menşevik ve SD’lerin umduğu gibi, Bolşeviklere karşı bir gövde gösterisi değil, tersine Bolşeviklerin bir gövde gösterisi oldu. Göstericiler, Bolşeviklerin “iktidar Sovyetlere,” kahrolsun 10 kapitalist bakan”, “gecekondulara barış, saraylara savaş” sloganlarını haykırdılar.
Geçici Hükümet tıpkı 1905 ve 1917 Şubat devriminde olduğu gibi, devrimi, savaşla boğmak yoluna gitti. Kerenski19 Haziran’da orduya Almanlara karşı saldırı emri verdi. Burjuvazinin hesabı, savaşın yaratacağı milliyetçi, şoven dalgadan yararlanarak Sovyetleri tümden ortadan kaldırmaktı. Ancak hesap tutmadı, 1905 ve 1917 Şubatındaki gibi geri tepti.
Ordunun Almanlar karşısında hezimete uğraması, kitlelerde Geçici Hükümet’e karşı öfkeyi daha da büyüttü. Öfke 3 Temmuzda büyük bir patlamaya dönüştü. Aynı gün Kadetler, Sovyet yönetimiyle Bolşevikleri karşı karşıya bırakmak amacıyla hükümetten çekildiklerini açıkladılar. Kerenski Geçici Hükümetin başkanı oldu. Kerenski’nin niyeti, Bolşeviklerin 3 Temmuz gösterisini provoke edip, silahlı bir ayaklanma gibi göstererek, Bolşeviklere karşı bir saldırının başlatılmasını sağlamaktı. Bunda kısmen de başarılı oldu. Gösteri sırasında hemen her öfkeli kitle eyleminde yaşanan “taşkınlıklar” yaşandı. 4 Temmuzda Bolşevikler, provokasyonu boşa çıkarmak için eylemlerin sonlandırıldığını açıkladılar. Bu, karşı devrim için yeni bir saldırının başlangıcı oldu. Çarın karşı devrimci birlikleri Petersburg’a sevkedildi. Aynı anda Bolşeviklere karşı pogromlar başlatıldı. Pravda bürosu ve basıldığı matbaa, tahrip edildi. Lenin’in Alman ajanı olduğu söylentisi yayıldı. 28 Bolşevik önder hakkında tutuklama kararı çıkartıldı. Kamenev ve Kollontai tutuklandı. Lenin ve Zinovyev yeniden illegaliteye geçtiler. Troçki de bir süre sonra tutuklananlar arasına dahil edildi.
Daha önceki bütün devrimlerden sonra ( 1848 – 1871 devrimleri) burjuvazinin ilk işi , işçi ve devrimci birliklerin silahsızlandırılması olmuştu. Bu kural, 3 – 4 Temmuzu izleyen günlerde Rus burjuvazisi tarafından da uygulandı. Geçici Hükümet, ayaklanma bahanesiyle devrimci işçi ve askerlerin silahsızlandırılması emrini verdi. Ancak bu kez silahlı işçi ve askerler, öncekiler gibi burjuvazinin tuzağına düşecek kadar deneyimsiz ve “toy” değillerdi. Karşı devrimin ise, işçi ve askerleri zorla silahsızlandıracak bir gücü yoktu.
Askerin silahsızlandırılması girişiminde, asıl hedef, Şubat devriminin önemli merkezlerinden biri olan ve 17 Mayısta “Kronstadt’ta tek iktidar, Kronstadt İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerinindir” kararını alan Kronştadt’tı. Kronştadt’ı bu karardan vazgeçirme uğursuz görevi yine Menşeviklere düştü. Menşevik bakan Tsereteli ile Kronstadt Sovyeti arasında varılan anlaşmayla Kronstadt kendi Sovyet’i için bir isim belirleyecek ve bu isim hükümet tarafından onaylanacaktı. (Seçme Eserler, Cilt-VI–sh. 563)
Karşı devrimin işçi ve askerleri silahsızlandırma girişimi, küçük bazı başarılar dışında bir sonuç vermedi. Silahlı işçi ve askerlerin büyük bir bölümü silahsızlanmayı reddetti.
Bütün bu süreç zarfında Tüm-Rusya Sovyet Yönetimi aldığı kararlarla -savaşın yeniden başlatılması, cephede ölüm cezasının geri getirilmesi, işçi ve askerlerin silahsızlandırılması ve gösterilerin yasaklanması- açıkça karşı devrimin safında yer aldı. Lenin bu durumu, SD ve Menşeviklerin “eğik düzlemde dibe vurması,” karşı devrimle birleşmesi olarak nitelendirdi.
Kerenski Bolşeviklere karşı 3-4 Temmuzda yürütülen kampanyanın meyvelerini toplamak için yeni bir aldatmacaya başvurdu. 12 – 15 Ağustos tarihleri arasında Moskova’da bir devlet konferansı topladı. Aralarında sanayici¬ler, toprak sahipleri, eski Duma temsilcileri, üniversiteler, Sovyet temsilcileri, yüksek rütbeli subayların ve çeşitli burjuva, küçük burjuva parti ve kurumlardan 2414 kişinin çağrılı olduğu toplantıda İşçi ve Asker Sovyetleri, 129 delege ile temsil edildi. Bolşevikler devlet konferansına genel grev çağrısıyla karşılık verdi. Genel greve 400 bin işçi katıldı. Grev Moskova dışında da yankı buldu. Burjuvazinin bu hamlesini boşa çıkartan bu genel grev aynı zamanda Bolşevikler için 3-4 Temmuz günlerinin artık geride kaldığını gösterdi.
3-4 Temmuzda Bolşeviklere karşı düzenlenen pogromlara rağmen Bolşeviklerin Sovyetler içindeki yükselişleri, Rus burjuvazisi için ölüm çanlarının çaldığının habercileriydi. Genel Kurmay başkanı General Kornilov son bir hamle olarak Kerenski’ye bir karşı devrim planı sundu. Bu plana göre hükümet, Petersburg’da sıkıyönetim ilan edecekti. Kornilov da birlikleriyle Petersburg’a girecekti. Kerenski baştan desteklediği bu plandan, Kornilov karşısında güçsüz olduğunu ve planın tümüyle Kornilov lehine sonuçlanacağını hesaba katarak son anda vazgeçince, Kornilov İtilaf ( İngiltere, Fransa) devletlerinin desteğini de arkasına alarak 26 Ağustosta yayınladığı bir genelge ile iktidara el koyduğunu duyurdu. General Krasnov yönetimindeki Kornilov birlikleri Petersburg’a doğru yürüyüşe geçti.
27 Ağustos’ta Petersburg Sovyetinin Bolşevik fraksiyonu “bütün iktidar Sovyetlere” şiarı altında işçi ve askerleri Kornilov’a karşı silahlandırma kararı aldı. Kızıl Muhafızların sayısı kısa sürede 50 bine ulaştı. Bu gelişme karşısında sessiz kalamayan Petersburg Sovyeti, kendi bünyesinde bir devrimci askeri komite oluşturarak harekete geçti. Bolşevikler azınlık olmalarına rağmen, komitenin faaliyetini fiilen üstlendiler. Kronstadt Sovyeti de harekete geçerek Peter ve Paul Kalesini işgal etti. Cephelerde de durum farklı değildi. Birçok cephede birlikler Kornilov’un karşısındaydı. Bu gelişmeler karşısında kısa süreli bir ilerlemenin ardından Kornilov birlikleri dağılmaya başladılar; darbe, başladığından dört gün sonra çöktü.
Kornilov darbesini Lenin, “beklenmedik ( bu anda ve bu biçimde beklenmedik), neredeyse inanılmaz derecede sert bir dönemeç” olarak nitelendirdi. Kornilov darbesi Bolşevik Parti içinde anavatan savunması ve Geçici Hükümetin desteklenmesi eski tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Lenin bu darbe ile ilgili olarak Merkez Komiteye yazdığı mektupta şunları dile getirdi;
“Bütün sert dönemeçler gibi bu da taktiğin gözden geçirilmesini ve değiştirilmesini gerektiriyor. Ve her gözden geçirmede olduğu gibi, ilkesizliğe düşmemek için olağanüstü dikkatli olmak zorunludur.
Biz ancak iktidar proletarya tarafından ele geçirildikten sonra, barış teklifinden sonra, gizli anlaşmaları yırttıktan ve bankalarla bağları kopardıktan sonra, ancak bundan sonra anavatan savunucusu olacağız. Ne Riga’nın işgal edilmesi ne de Petersburg’ın işgal edilmesi bizi anavatan savunucusu yapmayacak. (Bunun okuması için Volodarski’ye verilmesini çok rica ediyorum.) O zamana kadar biz proleter devrimden yanayız, savaşa karşıyız, anavatan savunucusu değiliz.
Kerenski Hükümeti’ni şimdi bile desteklememeliyiz. Bu ilkesizlik olur. Şu sorulacak: Kornilov’a karşı mücadele etmemeli mi? Elbette etmeli! Fakat bu bir ve aynı şey değil, burada bir sınır var. Bu sınır, “uzlaşmacılığa” düşen, kendini olayların akışına kaptıran bazı Bolşevikler taralından aşılmaktadır.”
… “Yaşanılan anı hesaba katmak gerekir. Kerenski’yi derhal devirmek istemiyoruz. Ona karşı mücadele görevine başka biçimde yaklaşmak istiyoruz; halkı, (Kornilov’a karşı savaşan halkı), Kerenski’nin zaafları, yalpalamaları konusunda aydınlatacağız, Bunu önceden de yapıyorduk. Fakat şimdi bu esas mesele haline geldi: değişiklik bundan ibarettir.” (age.-sh.213-214)
Troçki’nin Bolşeviklere Katılması
Troçki önderliğini yaptığı Bolşevik karşıtı birliğin (Ağustos Bloku) çöküşünün ardından, başarısız olduğunu kabul etmiş olacak ki, “Kiev Düşünçesi” gazetesinin muhabiri olarak, Balkan savaşını izlemek üzere Eylül 1912’de Balkanlara geçti. Savaşla ilgili röportajlar yaptı, düşüncelerini yazdı. I. Balkan savaşı bittiğinde yeniden Viyana’ya döndü. Viyana’da kaldığı süre boyunca Menşeviklerle birlikte hareket etti. Kısa bir süre sonra II. Balkan savaşını izlemek üzere yeniden Balkanlara geçti. Troçki’deki Bolşevik karşıtlığı Balkanlarda kaldığı yıllarda da etkisinden bir şey kaybetmedi. 1914 Temmuzunda Martov’la birlikte Bolşevikleri USB’ye şikayet etmek için Brüksel’e gitti. Bölücü olarak nitelendirdiği Bolşeviklere karşı USB’nin desteğini aldıysa da bu destek savaşın başlaması nedeniyle bir işe yaramadı.
Ağustos 1914’te Emperyalist paylaşım savaşı başladığında Troçki Viyana’daydı. Ülkeleri savaşın karşı cephesinde olduğu için Rus mültecilerin Avusturya ve Almanya’da yaşamaları olanaksızdı. Birçok Rus sosyal demokrat lider gibi (Lenin, Buharin, Radek vb.) Troçki de savaşta tarafsız ülke olan İsviçre’nin Zürih kentine geçti. Zürih’te kısa bir süre kaldıktan sonra yeniden Viyana’ya döndü, Kiev Düşüncesi gazetesinin muhabiri olarak Paris’e geçti. Bir süre savaş muhabirliği yaptı. Paris’te Martov’la birlikte önce Golos’u (Ses), ardından Ocak 1915’te Golos yayın hayatına son verince Naşe Slova’yı (Sözümüz) çıkardı. Her iki gazetede de savaşla ilgili yazılar yazdı. ( Troçki’nin emperyalist savaş karşısındaki tutumuna yukarda değinildi)
1912’de Bolşeviklerin ayrı bir parti olarak örgütlenmesinden sonra Lenin’le Troçki emperyalist savaşta alınması gereken tutum konusunun tartışıldığı Zimmerwald Konferansında yeniden karşı saflardaydı. Zimmerwald konferansı 5 Eylül 1915’te 12 ülke sosyal demokrat partisini temsilen bazıları istişari oy haklı 38 delegeyle toplandı. Sosyal demokrat hareketteki bölünmenin (sosyal şovenler, Merkezde yer alanlar ve Enternasyonalistler) temsil edildiği konferansta Lenin Bolşevikleri Axelrod Menşevikleri temsil etti. Troçki Merkez’in sözcülüğünü üstlendi. Konferansta Bolşeviklerin önerdiği bütün önergeler, sosyal şovenizmden kopuş, savaş kredileri lehine oy kullanılmaması, emperyalist savaşa karşı iç savaşın savunulması, devrimci yenilgicilik ve yeni bir enternasyonalin kurulması, Merkez ve Şoven grupların oylarıyla reddedildi. Troçki’nin hazırladığı ve Bolşeviklerin önerilerini dikkate almayan sadece, tazminatsız ve ilhaksız bir barışı öngören metin, Bolşeviklerin protestosuyla kabul edildi. Zimmerwald Konferansının ikincisi yine İsviçre’nin Kienthal köyünde yapıldı. Troçki’nin izin alamadığı için katılmadığı bu konferansta enternasyonalistler daha güçlü olmalarına rağmen birinci konferanstan farklı bir sonuç elde edemediler.
Eylül 1916’da Fransa hükümeti Troçki’yi sınır dışı etme kararı aldı. Troçki 30 Ekimde İspanyaya, oradan da Ocak 1917’te ABD’ye New York’a geçti. Şubat devriminden sonra, Mart 1917’de bir Rus mülteci grubuyla birlikte Norveç bandıralı bir gemiyle New York’tan ayrıldı. İskoçya’nın Halifax limanında ailesiyle birlikte gemiden indirilerek tutuklandı. Nisan sonunda serbest kaldıktan sonra Finlandiya üzerinden 4 Mayıs 1917’de Petersburg’a ulaştı.
Troçki ilk iş olarak toplantı halindeki Petersburg Sovyet’ine gitti. O sırada Petersburg Sovyet’inde yeni kurulan Kadet, Menşevik, Sosyal Devrimci koalisyon hükümetinin güven oyu görüşmeleri devam ediyordu. Yeni hükümette 10 kapitalist, 6 “sosyalist” bakan yer almıştı. Troçki Petersburg Sovyet’inde eski Menşevik yoldaşları (Chkheidze vb. ) tarafından karşılandı ve iştişari oy hakkıyla Sovyet yürütme kuruluna alındı. Toplantıda yaptığı konuşmada orada olup biten birçok şeye katılmadığını belirtti. Hükümete katılmayı tehlikeli bulduğunu söyledikten sonra şöyle devam etti. “Devrim bir koalisyon hükümeti yüzünden yok olacak değildir. Ama şu üç temel ilkeyi unutmamalıyız: Burjuvaziye güvenmemek: Kendi liderlerimizi başıboş bırakmamak ve kendi devrimci gücümüze güvenmek”. Konuşmadaki bu pasajı aktaran Isaac Deutscher Troçki’nin biz diye söz ederek kendisini eski yoldaşlarından ayırmadığına dikkat çekmekte haklıydı, çünkü Troçki bu sözleriyle kurulmakta olan yeni hükümete ilgili Menşeviklerin tutumunu eleştirmekle yetinmiş olmanın ötesine geçmiyordu. (I.D. Troçki-I-303)
Troçki’nin önünde, ya tıpkı eskiden olduğu gibi eleştirdiği halde Menşeviklerle birlikte hareket etmek, ya da geçmişteki keskin karşıtlıklara rağmen, Bolşevik partiye katılmak gibi iki fiili seçenek vardı. Troçki katıldığı Sovyet toplantısında üçüncü bir seçenekle karşılaştı. Petersburg’da 1913’den beri faaliyet gösteren, Bolşevikler ve Menşevikler karşısında kendini fraksiyonlar üstü bir grup olarak ilan eden Mejrayonzi (Bölgeler arası birleşik sosyal demokrat örgütü –orta yolcular) diye bilinen küçük bir gruba katıldı. Mejrayonzi grubu eski Menşevikler ve eski Bolşeviklerden oluşuyordu. Troçki bunların bir kısmıyla Viyana Pravda’sını çıkardığı dönemden tanışıyordu, 1908’den sonra Bolşeviklerden ayrılıp Vperyod’u çıkaran Lunaçarrski grubu ile de Ağustos Bloku’nda birlikte yer almıştı. Troçki, Petersburg’da küçük bir alanda yerel bir etkiye sahip olan bu gruba katıldığında grup içinde Bolşeviklere katılma tartışılmaktaydı.
Bolşevik Parti Nisan konferansında aldığı “gerçekten enternasyonalizm zemininde duran grup ve akımlarla yakınlaşma ve birleşme, bunların sosyalizme küçük-burjuva ihanet politikasından kopmaları koşuluyla gereklidir.” karar uyarınca Mejrayonzi ve Martov’un Menşevik “enternasyonalistler” grubuyla ilişkiye geçti. 10 Haziranda Mejrayonzi grubuyla yapılan görüşmeye Bolşevik partiden Lenin, Kamenev ve Zinovyev katıldı. Bolşevikler bu toplantıda Mejrayonzi’ye Pravda ve merkez yayın organı yazı kuruluna birer temsilci verme ve Parti Kongresinin toplanması için kurulacak özel Organizasyon Komisyonuna iki üyeyle katılma önerisi getirildi. Bu öneriye karşı Mejrayonzi grubunun tavrı; “proletarya için öylesine acil gerekli olan güçlerin birliğine yalnızca Zimmerwald ve Kienthal bayrağı altında, yalnızca Parti programı ve 1908, 1910, 1912 ve 1913 Parti kararlan temelinde ulaşılabileceği” oldu. Lenin, Bolşevikleri Menşevizm zeminine çekme anlamına gelen bu öneriyi reddedince görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı. Troçki bu görüşmeler sırasında “bizden Bolşevizm’in kabul edilmesi beklenmemelidir”, “Bolşevikler kendilerini Bolşevik olmaktan çıkardılar, ben de kendime Bolşevik diyemem.” diyerek üst perdeden konuşma tavrını sürdürdü. Mejrayonzi VI. Kongre öncesinde Bolşevik partiye katıldı. (Bak, Seçme Eserler, Cilt-VI-sh.132)
“Kriz Olgunlaşmıştır”
3-4 Temmuz saldırılarının ardından 26 Temmuzda (26 Temmuz- 3 Ağustos) Bolşevik Partisi VI. Kongresi toplandı. VI. kongre birçok bakımdan ilkleri temsil ediyordu. Kongre Bolşeviklerin Rusya topraklarında düzenlediği ve illegalitede olması nedeniyle Lenin’in katılmadığı ilk kongreydi. Hazırlığını Stalin ve Sverdlov’un yürüttüğü ve 157’si oy kullanma hakkına sahip 267 delegenin katıldığı Kongre, Petersburg’un Vyborg semtinde toplandı. Kongre başkanlığını Sverdlov üstlendi. Siyasal durumla ilgili raporu ise Stalin sundu. Kongrede Rikov’un, daha önce Nisan Konferansı’nda ileri sürdüğü görüşleri bu kez Nogin dile getirdi. Nogin’in “gerçekten iki ayda sosyalizme hazır hale gelecek ne kadar sıçrama yapılıp yapılmadığı “ sorusuna Stalin, “Rusya’dan Avrupa “ başlayıncaya” dek beklemesini ve ancak ondan sonra sosyalist dönüşüme girişmesini istemek, münasebetsiz bir ukalalıktır” cevabını verdi. ( Bolşevik Devrimi- Cilt-I- sh. -94)
Kongrenin son gününde karar tasarıları görüşüldü. Preobrazhensky’nin Avrupa devrimine öncelik tanıyan önerisi sırasında Stalin “Sosyalizme giden yolu aydınlatacak ülkenin Rusya olması ihtimali gözardı edilemez,” diyerek araya girdi ve “Şimdiye dek hiçbir ülke Rusya’da var olan türde özgürlüklere sahip olmadı; hiçbiri üretim üzerinde işçi denetimi sağlamayı denemedi. Ayrıca, işçi sınıfının tam anlamıyla tek başına burjuvazi ile yüz yüze olduğu Batı Avrupa’ya kıyasla bizim devimimizin tabanı daha geniş. Burada işçiler, köylülüğün en yoksul katmanlarının desteğine sahipler. Son olarak, Almanya’da devlet iktidar aygıtı, bizim burjuvazimizin aksak aygıtından karşılaştırılamaz derecede daha iyi çalışıyor… Avrupa bize yol gösterecek şeklindeki eskimiş düşünceyi bir kenara bırakmak gerekiyor. Dogmatik ve yaratıcı Marksizmler var. Ben ikincisinden yanayım.” diyerek cevapladı. Preobrazhensky’nin önerisi kongre tarafından reddedildi.( Stalin, Stephen Kotkin, İletişim yay.- sh.267)
Kongre toplandığında Troçki hapisteydi. Kongrede, Mejrayonzi grubundan Troçki ve Uritski, MK üyeliğine, Joffe de aday üyeliğe seçildi. Stalin kongreden sonra yapılan MK toplantısında Pravda’nın baş redaktörlüğüne getirildi
Kornilov darbesinin önlenmesinin ardından Bolşeviklerin Sovyetlerdeki gücü hızla büyüdü. Bolşeviklerin artan gücü karşısında Menşevik Petersburg Sovyeti 31 Ağustosta “Sovyetlere sorumlu” bir hükümet kurulabileceği kararını oy çokluğuyla kabul etti. Aynı doğrultuda bir karar, VTsIK’nın köylü temsilcileri Sovyetleriyle yaptığı ortak oturum ve Moskova Menşevik Komite toplantısında da alındı. Lenin ve Bolşevikler, burjuvazinin içinde yer almadığı, (SD ve Menşeviklerin oluşturacağı) böyle bir uzlaşmayı, Sovyetlere karşı sorumlu olma ve Bolşevikler için tam görüş özgürlüğü şartıyla destekleyebileceklerini, bunun aynı zamanda devrimin barışçıl gelişmesi için de son bir şans olduğunu belirttiler. (age. –sh. 216)
Ne var ki, Menşevik ve SD’lerin burjuvaziden kopuşu çok kısa sürdü. Bolşeviklerin önerisi burjuvaziyle yeniden uzlaşan Menşevik ve SD’ler tarafından reddedildi.
Eylül başında Petersburg Sovyetinde üstünlük Bolşeviklere geçti. 3 Eylül’de serbest bırakılan Troçki, 25 Eylülde Petersburg Sovyet’i başkanı oldu. Bu Sovyet bünyesindeki “askeri devrimci komite” yeniden organize edildi. Troçki bu komitenin de başkanlığını üstlendi. Petersburg Sovyetini Moskova ve diğer sanayi bölgelerindeki ( Kiev, Kazan, Bakû, Nikolayev vb.) Sovyetler izledi. Bolşevikler ülke çapında 216 Sovyet’te üstün durumdaydı. Partinin Temmuzda 240 bin olan üye sayısı, Ekimde 350 bine yükseldi. Kerenski’nin umudunu bağladığı Baltık donanmasında bile üstünlük sol SD’ler ve Bolşeviklerdeydi. Bolşeviklerin en güçsüz olduğu köylerde bile, Ekimde 203 köylü grupları vardı.( İktidara Giden Yol –sh.293)
Bolşeviklerin güçlenmesi karşısında Sovyetleri kaybettiklerini anlayan SD ve Menşevikler, Sovyetleri yeni bir kurum oluşturarak dengeleme yoluna gittiler. Bu amaçla 14 Eylülde “Demokratik Konferans”ı topladılar. Konferansa katılma sorunu Bolşevik Parti Merkez Komitesinde tartışıldı. Troçki ve Stalin, konferansın boykot edilmesini savundular. Kamenev’in katılma önerisi toplantıda kabul edildi. Lenin’in bu kararı protestosundan sonra Bolşevikler 5 Ekimde “ön parlamentodan” çekildiklerini açıkladı.
Bu konferansta Kurucu Meclis seçimlerine kadar görev yapacak bir ön parlamento kurulması kararıyla, Kadetlerin içinde yer almadığı bir koalisyon hükümeti kurulması kararı alındı. Ancak birkaç gün sonra Kerenski, içinde sanayici ve burjuva politikacıların yer aldığı bir hükümet kurdu.
Lenin, hızla Bolşevikler lehine değişen toplumsal ve siyasal gelişmeleri dikkate alarak Eylül 1917’de MK’ya krizin olgunlaştığı ve hemen silahlı bir ayaklanmanın hazırlıklarına başlanması için harekete geçilmesi gerektiğini belirten üç mektup yazdı. “Bolşevikler İktidarı Ele Geçirmelidir” mektubunda İşçi ve Asker Sovyetlerinde çoğunluğun Bolşevikleri desteklediğini vurgulayarak, silahlı ayaklanma hazırlıklarına başlanmasını önerdi. “Bolşevikler şimdi, iki başkentte İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerinde çoğunluğu elde ettikten sonra, devlet iktidarını kendi ellerine alabilirler ve almalıdırlar. Alabilirler, çünkü iki başkent halkının devrimci unsurlarının aktif çoğunluğu, kitleleri beraberinde götürmeye, düşmanın direnişini aşmaya, onu bizzat yenmeye, iktidarı ele geçirmeye ve korumaya yeter…Kurucu Meclis de “beklenemez”, çünkü Petersburg’ın teslim edilmesiyle Kerenski ve ortakları Kurucu Meclis’i herhangi bir zamanda gümletebilirler. Sadece bizim Partimiz, iktidarı ele geçirdikten sonra Kurucu Meclis in toplanmasını garantileyebilir.”….
“Bolşeviklerin “biçimsel” çoğunluğunu beklemek saflık olur. Hiçbir devrim bunu beklemez. Kerenski ve ortakları da beklemiyor, Petersburg’in teslimini hazırlıyorlar. Tam da Demokratik Konferans’ın acınası yalpalamaları, Petersburg ve Moskova işçilerinin sabrını taşırmak zorundadır ve taşıracaktır! İktidarı şimdi ele geçirmezsek tarih bizi affetmeyecektir.
Aygıtımız mı yok? İşte aygıtımız: Sovyetler ve demokratik örgütler. Uluslararası durum tam da şimdi, İngiltere ile Almanya arasında ayrı barışın öngününde bizden yanadır. Tam da şimdi halklara barış sunmak muzaffer olmak demektir.
Moskova’da ve Petersburg’da iktidar aynı zamanda ele geçirilmelidir ( kimin başlayacağı önemli değil; hatta belki de başlangıcı Moskova yapabilir). Mutlaka ve hiç kuşkusuz muzaffer olacağız.” (Seçme Eserler, Cilt-VI- sh.223-225)
“Marksizm ve Ayaklanma” mektubunda Marksist bir partinin ayaklanma sorununa nasıl yaklaşması, başarılı bir ayaklanma için nelerin yapılması gerektiğini belirttikten sonra, Rusya için ayrıntılı bir ayaklanma planı ortaya koydu.
“Kriz Olgunlaşmıştır” başlıklı üçüncü mektubunda Lenin, abartılı da olsa, özellikle İtalya ve Almanya’daki mücadele ve ayaklanmalara dikkati çekerek, devrimin dünya çapında olgunlaştığını vurguladı. İşçi ve asker ayaklanmalarına Eylül’de eklenen köylü isyanlarıyla Rusya’da silahlı bir ayaklanma için koşulların olgunlaştığını belirterek partiye şu çağrıda bulundu; “Hiç kuşku yok ki Eylül’ün son günleri, Rus tarihinde ve büyük ihtimalle dünya devriminde de muazzam bir ani değişikliği getirmiştir…..Kuşkusuz önümüzde bir proleter dünya devrimi var ve bütün ülkelerin proleter enternasyonalistleri arasında nispeten en büyük özgürlükten yararlanan, bir legal partiye ve iki düzine kadar gazeteye sahip olan, başkentlerdeki İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri ve halk kitlelerinin çoğunluğu bugünkü devrimci anda yanımızda olan biz Rus Bolşeviklerine karşı şu sözler sarfedilebilir ve sarf edilmelidir: “Çok verilenden çok istenir!”
Kriz olgunlaşmıştır. Rus devriminin tüm geleceği tehlikededir. Bolşevik Partinin şerefi tehlikededir. Sosyalizm için uluslararası işçi devriminin tüm geleceği tehlikededir.
O halde ne yapmalı? Olanı söylemek, Merkez Komitemiz ve Parti önderliği içinde Sovyetler Kongresini beklemekten yana, iktidarın derhal ele geçirilmesine karşı, derhal ayaklanmaya karşı olan bir eğilim ya da düşüncenin varlığı gerçeğini kabul etmek gerekir. Bu eğilim ya da düşünce yenilgiye uğratılmalıdır.
Aksi halde Bolşevikler ebediyen rezil olacaklar ve Parti olarak işleri bitik olacaktır.
Çünkü böyle bir anı kaçırmak ve Sovyetler Kongresi’ni “beklemek” ahmaklığın dik âlâsı ya da ihanetin dik âlâsı olacaktır. Alman işçilerine ihanetin dik âlâsı. Onların devriminin başlamasını bekleyemeyiz!!…
Köylülere ihanetin dik âlâsı. Her iki başkent Sovyet’i elimizde olmasına rağmen köylü ayaklanmasının bastırılmasına göz yummak, köylülerin her türlü güvenini yitirmek ve haklı olarak yitirmek demektir,… Sovyetler Kongresini “beklemek” ahmaklıktır, çünkü bu kongre hiçbir sonuç vermeyecektir, hiçbir sonuç veremez!”
Lenin Parti yönetiminin mektuplarına cevap vermemesini, silahlı ayaklanma konusunda kendisiyle aynı fikirde olunmadığının kanıtı olarak değerlendirerek üçüncü mektubunun altına şu notu iliştirdi; “MK’nın, Demokratik Konferans başladığından bu yana benim bu yöndeki tüm düşüncelerime bir yanıt bile vermediğini, merkez organın makalelerimden Bolşeviklerin, örneğin Ön Parlamento’ya katılma yönündeki utanç verici karar, Sovyet başkanlık divanının bir sandalyesinin Menşeviklere bırakılması vb. gibi son derece açık hatalarına işaret ettiğim yerleri çıkardığını görünce, bunda MK’nın bu sorunu tartışmak bile istemediğine, dilimi tutup uzaklaşmam gerektiğine ilişkin “yumuşak” bir ikaz görmek zorundayım.
Merkez Komitesi’nden istifamı talep etmek zorundayım, ki şimdi yaptığım budur, alt Parti örgütlerinde ve Parti Kongresinde ajitasyon özgürlüğümü saklı tutarım.
Çünkü Sovyetler Kongresi’ni “bekleyip” anı kaçırırsak devrimi mahvedeceğimize ta derinden inanıyorum.” (age.-sh.232-241)
İkinci Kriz –Grev Kırıcılar
Lenin endişelerinde haklıydı. Mektupları MK toplantısında ele alınıp tartışılmış, tam bir kararsızlık içinde geçen tartışmalardan ayaklanma konusunda bir karara varılamamıştı. Merkez komitesindeki bu tartışmalarda “Kamenev ve Zinovyev Lenin’in teklifine (ayaklanma teklifine-y) karşı çıktılar, Troçki ise alternatif bir plan sundu, buna göre harekete geçmek için Sovyetlerin desteği şarttı. Bu tür önemli kararların geniş bir şekilde ve her yönüyle görüşülmesi gerektiğini düşünen Stalin ise, Lenin’in mektuplarını partinin geniş tabanlı ve büyük örgütlerinin görüşüne sunmayı teklif etti. (İktidara Giden Yol- sh.293)
Farklı nedenlere dayansa da Merkez Komite de ayaklanma konusundaki her üç yaklaşımın ortak yanını, bekleme – Kurucu Meclis’in, Sovyet Kongresi’nin ya da, parti tabanı ile görüşmelerin beklenmesi- oluşturuyordu. Hâlbuki Lenin mektuplarında beklemenin ölüm demek olduğunu vurguluyordu.
Lenin silahlı ayaklanma önerisine karşı çıkanların ileri sürdükleri argümanlar, “ . . . Halk içinde çoğunluğa sahip değiliz, bu önkoşul olmadan, ayaklanmanın hiç şansı yoktur…” “İktidarı ele geçirebilecek kadar güçlü değiliz, ve burjuvazi de Kurucu Meclis’i akamete uğratacak kadar güçlü değil…” “… Her geçen gün güçleniyoruz, güçlü bir muhalefet olarak Kurucu Meclis’e girebiliriz, neden her şeyi tehlikeye sokalım…”’ ” … Aslında uluslararası durumda vakit geçirmeksizin eyleme geçmemizi gerektirecek hiçbir şey yok, tam tersine eğer kendimizi kurşunlatırsak, Batı Avrupa’da sosyalist devrim davasına zarar vermiş olacağız…” “…kitlelerde onları sokağa iten ruh hali yok…” vb. idi. (Seçme Eserler, Cilt- VI –sh.314- 327)
Lenin parti içinde ayaklanma karşıtı görüşlerin liderliğini yapan Kamenev ve Zinovyev’in bu argümanlarını güvensizlik, kararsızlık, inançsızlık olarak nitelendirerek eleştirdi.
Lenin’in Merkez Komite’ye yazdığı üç mektup parti – sınıf ilişkisine dayanan devrim teorisinin parlak bir açıklamasıydı. Lenin daha Ne Yapmalı’da bu teoriyi “bilimsel komünizm ile işçi hareketinin birliği olarak ortaya koydu. 1905 Devriminin ortaya çıkardığı yeni örgüt biçimini – Sovyetler – dikkate alarak teorisini daha da somutladı. 1905 Devrimi’nde ilk Sovyetler ortaya çıktığında Bolşevikler ile Menşevikler arasında parti ve Sovyetlerin rolüne ilişkin tartışmayı – bu tartışmada Bolşevikler partiden, Menşevikler ise Sovyetlerden yana tavır almışlardı – hem parti, hem Sovyetler, her ikisi de olarak noktaladı. 1917 Şubat devriminden sonra bütün iktidar Sovyetlere sloganının hemen ve doğrudan bir silahlı ayaklanma çağrısı olmadığını, Sovyetlerde Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerin üstünlüğüyle gerekçelendirdi. Ekimde Sovyetlerdeki güç değişimine bağlı olarak, tereddüt etmeden silahlı ayaklanma çağrısı yaptı. Çünkü; Sovyetlerde çoğunluk – örgütlü kitlenin çoğunluğu – Bolşeviklerden yanaydı ve bu devrimin zaferi için gerekli iki koşulun, parti ve aktif çoğunluğun oluştuğuna işaret etmekteydi.
Bolşevik Parti içinde ayaklanmaya ilişkin bu tartışmanın arka planını devrim teorisine ilişkin Bolşevik ve Menşevik tezler oluşturuyordu. Lenin devrimci durumun olduğu koşullarda zaferi, parti ve onu izleyen kitlenin Sovyetlerdeki çoğunluğuna dayandırırken, Menşevik tez, devrimin zaferini halkın sayısal çoğunluğunun kazanılmasına bağlıyordu. Bolşevik parti içinde silahlı ayaklanmaya itiraz edenlerin ileri sürdüğü görüşler – Kurucu Meclis ya da Sovyet Kongresi’nin beklenmesi – bu Menşevik tezin başka bir versiyonuydu.
Lenin, temel sınıflarını burjuvazi, proletarya ve küçük burjuvazinin oluşturduğu kapitalist bir toplumda, sayısal çoğunluğa dayalı devrim anlayışının iki önemli faktörü; küçük burjuvazinin bu toplumdaki yeri ve konumu ile burjuva ideolojisinin hegemonyanın, özellikle geri kitleler üzerindeki gücünü göz ardı ettiklerini vurguladı. Kapitalist toplumda “Küçük-burjuva öyle bir ekonomik konumda bulunur, yaşam koşullan öyledir ki, kendini kandırmadan edemez, elinde olmadan ve kaçınılmaz olarak kâh burjuvaziye, kâh proletaryaya doğru çekilir. Ekonomik olarak bağımsız bir “çizgi”ye sahip olamaz. Geçmişi onu burjuvaziye, geleceği proletaryaya çeker. Yargısı onu buna, önyargısı (Marx’ın ünlü ifadesiyle) diğerine çeker.” (age.-sh.191) Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir devrimci süreç bu yalpalamayı ortadan kaldıramaz. Öte yandan burjuvazinin ideolojik hegemonyası devrimci bir durumda bile tümüyle etkisizleştirilemez, bu etki alışkanlıkların gücü ile kendini devrimden sonra bile uzun bir süre korur. Bu iki ana faktöre bağlı olarak hiç bir devrim toplum içinde sayısal bir çoğunluk elde edemez.
Lenin “halkın içinde çoğunluğa sahip değiliz, bu önkoşul olmadan ayaklanmanın hiçbir şansı yoktur” söylemini şöyle yanıtladı:
“Böyle birşey söyleyebilen insanlar, ya gerçeği çarpıtıyorlar, ya da koşullar ne olursa olsun, devrimin gerçek koşullarını hiç mi hiç dikkate almadan, daha baştan, Bolşevik Partinin bütün ülkede tamı tamına oyların yarısından bir fazlasını alacağı güvencesini isteyen ukalalardır. Bu tür güvenceleri tarih hiçbir zaman, tek bir devrimde bile sunmamıştır ve zaten kesinlikle sunamaz da. Böyle bir talep ileri sürmek, dinleyenlerle alay etmek demektir ve sadece, kendinin gerçeklikten kaçışını gizler.” (age.-sh.314)
Silahlı ayaklanma konusunda Merkez Komiteye yazdığı mektuplardan bir cevap alamayan Lenin 9 Ekim’de gizlice Petersburg’a geldi. 10 Ekim’de Merkez Komitesi toplantısına katıldı. Lenin’in toplantıda bulunması MK’nin ayaklanma kararını onaylaması için yeterli oldu. Kamenev ve Zinovyev’in karşı oy kullandığı oylamada ayaklanma kararı 10 oyla onaylandı. Aynı toplantıda Lenin, Zinovyev, Kamenev, Troçki, Stalin Sokolnikov ve Bubnov’dan oluşan bir “siyasi büro” (merkez ) kuruldu. Böylece Bolşevik Partide politbüro geleneği de başlamış oldu.
11 Ekimde ayaklanma kararına karşı çıkan Kamenev ve Zinovyev’in kararı eleştiren bir mektubu parti örgütlerine göndermesiyle tartışma partiye taşındı.
Tartışma ve oylama 16 Ekim’de toplanan Merkez komitesi genişletilmiş toplantısında (plenum) devam etti. Ayaklanma karar önerisi iki karşı, iki çekimser, ondokuz oyla yeniden onaylandı. Plenum’da ayaklanma hazırlıklarını tamamlamak üzere Bubnov, Stalin, Cerjinski (Dzerjinski), Sverdlov ve Uritski’den oluşan “askeri devrimci komite” kuruldu. (Bolşevik Devrimi- Cilt-I- sh. 98) Bu komite, ayaklanma hazırlığını Ekim’de Petersburg Sovyet’inde kurulan ve başında Troçki’nin bulunduğu “devrimci askeri komite” ile eşgüdümlü olarak yürüttü.
Kamenev ve Zinovyev ayaklanma kararını protesto ederek MK’den de istifa ettiklerini açıkladı. Protestolarını 18 Ekim’de ayaklanma kararını parti dışı basında ifşa ederek sürdürdüler. Lenin grev kırıcı olarak nitelendirdiği Kamenev ve Zinovyev’in partiden atılmasını istedi; “Her ikisini de artık yoldaş olarak görmediğimi ve gerek MK’da, gerekse de parti kongresinde partiden ihraç edilmeleri için tüm gücümle mücadele edeceğimi açıkça söylüyorum……grev kırıcıları ihraç edilerek Bolşevik cephenin birliği yeniden sağlanmalıdır.” (Seçme Eserler, Cilt-VI-sh.335)
Lenin’in önerisi kendisinin katılmadığı 20 Ekim MK toplantısında ele alındı, MK ihraç istemini onaylamadı ancak, Kamenev ve Zinovyev’in MK ve parti kararlarına karşı demeç vermesini yasaklayan bir karar alındı.
Lenin 24 Ekim’de MK’ya, harekete geçmeye çağıran bir mektup daha gönderdi; “Yoldaşlar! Bu satırları 24 Ekim akşamı yazıyorum. Durum son derece kritik. Şimdi ayaklanmayı herhangi bir şekilde geciktirmenin gerçekten ölüm anlamına geleceği gün gibi ortada…. Tarih bugün muzaffer olabilecekken (ve kesinlikle muzaffer olacakken) yarın birçok şeyi yitirme, evet hatta her şeyi yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak devrimcilerin geç kalmasını affetmeyecektir…. 25 Ekim’de yapılacak şüpheli oylamayı beklemek de fesatlık ya da şekilciliktir, halk bu tür sorunları oylamayla değil, şiddetle çözme hak ve yükümlülüğüne sahiptir, halk devriminin kritik anlarında bizzat kendi temsilcilerine, hatta en iyi temsilcilerine yönü gösterme, onları beklememe hak ve yükümlülüğüne sahiptir…. Hükümet yalpalıyor. Son darbe indirilmelidir ne pahasına olursa olsun! Eylemin gecikmesi ölümdür.” (age.-sh.343-44)
Lenin’in mektubu Merkez Komitesi toplantısında görüşüldü, 25 Ekim sabahı harekete geçmek üzere “askeri devrimci komite” üyeleri arasında görev bölümü yapıldı, Cerjinski demiryollarının, Bubnov posta-telgraf idaresinin kontrolü, Sverdlov Kışlık Saray’ın ele geçirilmesi ve geçici hükümetin tutuklanması, Milyutin, levazım işlerini üstlendi. (N.K. Krupskaya- Lenin’den Anılar – Odak Yay. Cilt III, Sh. -16-17)
Lenin’in talimatı uyarınca Rusya Sovyetleri (VTsIK) İkinci Kongresi beklenmeden 25 Ekim sabahı harekete geçildi. Lenin, 24 Ekim’i 25’e bağlayan gece ayaklanmanın başlayıp başlamadığını kontrol etmek için kamuflaj kıyafetiyle (başında peruk, yüzünde sargılar) gizlice Sovyet temsilcilerinin toplandığı Smolny’e gitti. Ayaklanmanın başlamadığını düşünerek sağa sola emirler yağdırdı, ayaklanmanın başladığını öğrenince rahatladı. Kısa sürede Kışlık Saray ele geçirildi, geçici hükümet üyelerinin bir kısmı tutuklandı, tutuklanan askeri öğrenciler Sovyetlere karşı bir daha silah kullanmayacakları taahhüdü ile serbest bırakıldı. Moskova’da ayaklanma Petersburg’a kıyasla daha çetin geçti, sekiz gün süren bir çatışmadan sonra şehrin yönetimi ele geçirildi.
II. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi ayaklanmanın başarısının ardından 25 -26 Ekimde Smolny’de toplandı. Kongrenin bileşimi Haziranda toplanan I. Tüm Rusya Sovyet Kongresinden durum oldukça farklıydı. I. Kongreye katılan 777 delegenin sadece 105’i Bolşevikleri destekliyordu, Sosyalist Devrimciler 285 ve Menşevik¬ler 248 temsilci sahipti Eylülde ise Bolşevikler önce Petersburg, ardında Moskova Sovyetlerinde, daha sonrada tüm işçi asker Sovyetlerinde çoğunluğu ele geçirdi. Ekim 1917’de Rusya’da 1.429 sovyet vardı ve 455’inin temsilcileri köylüy¬dü. II. Sovyet Kongresi toplandığında toplantıya katılan 650 de-legenin 390’i Bolşevikleri destekliyordu. Sosyal Devrimcilerin 160- 190 (bu sayının 100’e yakını sol S.D’ler oluşturuyordu), Menşeviklerin ise 60- 70 delegesi vardı. Kongrede seçilen yeni Sovyet yürütme kurulunda Bolşevikler öndört, S.D’ler 7, Menşevikler 3 ve Birleşik Enternasyonalistler (Maksim Gorki’nin grubu) bir üyeyle temsil edildi. Bolşeviklerin Kongredeki bu üstünlüğü karşısında Sağ S.D’ler ve Menşevikler “ayaklanmacı partiyle” işbirliği yapmayacaklarını ilan edip Kongreyi terk ettiler. (Cliff Troçki II-sh-7)
Kongre Bolşevikler, sol SD’ler ve diğer küçük grupların birleşimiyle sürdürüldü. 26 Ekim akşamı Tüm Rusya Sovyetleri (VTsIK) toplantısında yaptığı konuşmada Lenin, delegelere geçici hükümetin devrildiğini ve Sovyetlerin iktidarı aldığını açıkladı. Lenin Kongrede “savaşan ülke halkları ve hükümetlerine yönelik açıl barış çağrısı” metnini okudu. Kongreye köylülerin toprak işgallerini onaylayan bir karar tasarısı sundu. Tasarı onaylandı.
Bolşevik Parti kongreyi terk etmeyen sol Sosyal-Devrimciler (sol SD) ile görüşerek kurulacak yeni hükümette görev almalarını teklif etti. Sol SD’ler Bolşeviklerin bu önerisini “daha geniş bir hükümet kurulmasına olanak sağlamak” gerekçesiyle reddedince Bolşevik Parti kendi hükümetini oluşturdu. “ Halk Komiserleri Konseyi” adı verilen Bolşevik hükümette konsey başkanlığına Lenin, İçişleri Halk Komiserliğine Rikov, Dışişleri Halk Komiserliğine Troçki, Milliyetler Halk komiserliğine Stalin, Sağlık Halk Komiserliğine Kolanyi getirildi, Ordu ve donanma işlerini Antonov, Krilenko ve Dibenko’dan oluşan bir komite üstlendi. Ulaştırma Halk komiserliği demiryolu işçileri Merkez komitesi ile bir anlaşmaya ulaşılabileceği beklentisiyle boş bırakıldı. Bolşeviklerden oluşan Halk Komiserler Konseyini onaylayan Kongre’de VTsIK’nın yeni Yürütme Kurulu belirlendi. Yeni VTsIK yürütmesinde Bolşevikler 67, Sol SD’ler 29 üye ile temsil edildi, geri kalan 20 üyelik küçük gruplara paylaşıldı. (Kurupskaya –sh.27)
Üçüncü Kriz–Koalisyon
29 Ekimde Menşevik ve SD’lerle başlayan koalisyon görüşmeleri Bolşevik Partide Ekim devrimi sonrasında ikinci, 1912’den sonraki sürecindeki üçüncü krizin başlangıcı oldu.
Menşevik ve SD’lerin kalesi konumundaki Demiryolu İşçileri Sendikası( Vikzhel) – ki; bu sendika 1905 Aralık ayaklanması sırasında Moskova’ya yardım gönderilmesini engellemişti – Bolşevik Parti’ye bir ültimatom vererek Menşevik ve SD’lerin içinde yer alacağı bir koalisyon hükümetinin kurulmasını, aksi halde genel greve gideceklerini açıkladı. Bu açıklama Bolşevik parti içinde sadece Bolşeviklere dayalı hükümetti devrimin yenilgisine yol açacağını düşünen başta VTsİK başkanı Kamenev olmak üzere uzlaşmacıları (Zinovyev, Nogin, Rikov, vb. ) harekete geçirdi. (Hatırlanacağı gibi bu grup Ekim ayaklanmasına da karşı çıkmıştı.) Bolşevik Parti MK’si Menşeviklerle Koalisyon önerisini görüşmek üzere 29 Ekim’de toplandı. Lenin, Troçki ve Stalin’in olmadığı toplantıda “hükümet tabanını genişletmeyi” öngören bir karar tasarısı kabul edildi.
Lenin, başlangıçta Sovyet iktidarını ve Halk Komiserleri Konseyinin aldığı kararları tanıma koşuluyla bu öneriye karşı çıkmadı. Ancak görüşmelerde Menşevik ve SD’lerin mevcut Sovyet iktidarını tanımaması, kurulacak hükümette çoğunluğun kendilerine verilmesi ve özellikle Lenin’in yeni hükümette yer almamasını koşul olarak ileri sürmeleri görüşmelerin seyrini değiştirdi, çünkü Menşevikler ve sağ SD’lerin bu koşullarının kabul edilmesi Sovyetlerin ölüm fermanının imzalanması anlamına geliyordu. Lenin bu koşulları bir ültimatom olarak nitelendirerek bu ültimatomu şöyle yanıtladı. “Bütün emekçiler sükunet ve kararlılıklarını korumalılar! Partimiz Sovyetlerin azınlığının bir ültimatomuna, burjuvazinin gözünü yıldırdığı ve kendi “iyi niyetlerine” rağmen fiiliyatta Kornilovcuların elinde bir kukla olan bir azınlığın ültimatomuna asla boyun eğmeyecektir”.
Sovyetler iktidarı, yani son Sovyetler Kongresindeki çoğunluğun iktidarı ilkesinde ısrarlıyız; dün olduğu gibi bugün de Sovyetler’de azınlığın sadakat ve dürüstlükle çoğunluğa tabi olmayı taahhüt etmesi, İkinci Tüm-Rusya Sovyetler Kongresi’nin tümü tarafından onaylanan ve sosyalizmin gerçekleştirilmesi için tedrici fakat sağlam ve kararlı önlemlerden oluşan programın hayata geçirilmesi koşuluyla iktidarı azınlıkla paylaşmaya hazırız. Fakat arkalarına kitleleri almamış, arkalarında gerçekte sadece Kornilovcular, Savinkovcular, Junkerler vs. olan aydın gruplarının herhangi bir ültimatomuna boyun eğmeyeceğiz.” (Lenin, Seçme Eserler cilt VI-sh.429)
Bu ültimatomun ardından konunun görüşüldüğü MK toplantısında görüşmeden çekilme kararı alındı. Kamenev ve ekibi bu karara rağmen görüşmeleri sürdürünce, Lenin, Parti’nin Petersburg parti konferansında Kamenev’i ihanetle suçladı. Partinin birliğine yönelik bu tehdide, “Eger bir bölünme yaşanacaksa yaşansın,” … “Eğer çoğunluğunuz varsa iktidarı alın… biz de denizcilere gideriz.” cevabını verdi.
Menşevik ve SD’lerin bu meydan okumasına karşı Kamenev’in görüşmeleri sürdürmesi Bolşevik Partide yeni bir kriz yarattı.
MK, 2 (15) Kasım toplantısında Lenin’in koalisyonu reddeden bir karar tasarısını oy çoğunluğuyla kabul etti. Kamenev, Zinovyev, Nogin, Milyutin, ve Rikov’a parti disiplinine uymadıkları için bir ültimatom verildi. “MK, ültimatomunu tekrarlayıp size ya derhal MK kararlarına uyacağınıza ve tüm konuşmalarınızda onun politikasını yürüteceğinize dair yazılı beyanda bulunmanızı ya da tüm açık parti faaliyetlerinden uzak durup parti kongresine kadar işçi hareketindeki sorumluluk gerektiren tüm görevlerden istifa etmenizi önermek mecburiyetinde kalmıştır. Bu iki şıktan birini seçmeyi reddetmeniz halindeyse MK, sizin partiden derhal ihraç edilmeniz konusunu gündemine alacaktır.” (Tony Cliff, Troçki II-sh.11)
Lenin uzlaşmacıların üzerine gitmeye devam etti. “4 (17) Kasım’da “Halk Komiserleri Konseyi üzerinde yasal yetkileri olmadığını bildirmek için Sovyet merkez yürütme komitesine gitti. Konuyu karara bağlamak üzere yapılacak oylama Lenin’in aleyhine sonuçlanacak gibiydi, ancak birdenbire, kendisinin, Troçki’nin, Stalin’in ve hazır bulunan diğer halk komiserlerinin de oy kullanması konusunda ısrar etmeye başladı. Aslında kendi hükümetlerine güvenoyu anlamına gelen oylamada dört halk komiseri evet oyu kullanırken üç ılımlı Bolşevik çekimser kaldı ve Lenin’in önerisi 23’e 29 geçti.”(Stalin, Stephen Kotkin, İletişim yay.-sh.205)
Konu Bolşevik MK’nin 14 Kasım toplantısında yeniden ele alındı; uzun süren tartışmalardan sonra koalisyonu reddeden karar yediye karşı sekiz oyla kabul edildi. Koalisyon kurulmasında ısrar eden Kamenev ve Zinovyev,MK’dan istifa ettiler. Aynı tarihte Kamenev Tüm Rusya Sovyetleri yürütme kurulundan, Nogin, Rikov, Milyutin ve Teoderoviç, Halk Komiserleri Konseyi görevlerinden ayrıldılar. Tüm Rusya Sovyetleri yürütme kurulu başkanlığına parti sekreterliği görevini de sürdüren Sverdlov getirildi.
Lenin bu istifaları “Parti Üyelerine ve Rusya’nın Tüm Emekçi Sınıflarına” çağrısında söyle değerlendirdi; “Yoldaşlar! Parti MK’mızın ve Halk Komiserleri Konseyi’nin bazı üyeleri, Kamenev, Zinovyev, Nogin, Rikov, Milyutin ve başkaları, dün akşam, 17 Kasım’da Partimiz MK’sından ayrıldılar, son üçü Halk Komiserleri Konseyi’nden de ayrıldı. Partimiz gibi büyük bir Parti içinde, politikamızın proleter-devrimci rotasına rağmen, halk düşmanlarıyla mücadelede tek tek yoldaşların yeterince metanetli ve sağlam çıkmamaları kaçınılmazdı. Partimizin bugün karşı karşıya olduğu görevler gerçekten sonsuz, zorluklar korkunçtur ve daha önce sorumlu görevlerde bulunan Partimizin bazı üyeleri, burjuvazinin saldırısından korkuya kapılarak saflarımızdan kaçmıştır. Tüm burjuvazi ve onun tüm yardakçıları buna sevinç naraları atıyorlar, kına yakıyorlar, dağılma üzerine yaygara koparıyorlar, Bolşevik hükümetin çökeceği kehanetinde bulunuyorlar…..Partimizin en üst örgütlerinden birkaç üyenin kaçmasının, Partimizi izleyen kitlelerin birliğini ve dolayısıyla Partimizi de bir an için, bir nebze bile sarsmayacağını açıklarız.” (Lenin, Seçme Eserler cilt VI-sh.426-27) Lenin’in bu kararlı tutumu karşısında önce Zinovyev, ardından da diğerleri istifalarını geri aldı.
Kapitalizme Cepheden Saldırı
Halk Komiserleri Konseyi 26 -31 Ekim tarihleri arasında dört önemli kararname çıkardı. Barış üzerine kararnamede savaşa katılan tüm halklara ve hükümetlerine adil bir demokratik barış için görüşmelerin başlatılması çağrısı yapıldı, ilhakların ve savaş tazminatlarının olmadığı barış çağrısında; “Rusya Hükümeti savaşa katılan bütün halklara, derhal böyle bir barış yapmayı önerir ve en küçük bir gecikmeye meydan vermeden, böyle bir barışın bütün koşullarının, bütün ülkelerin ve bütün ulusların halk temsilcilerinin yetkili meclisleri tarafından kesin onaylanmasına kadar tüm tayin edici adımları atmaya hazır olduğunu” açıkladı.(Seçme Eserler, Cilt-VI – sh.441)
İkinci önemli kararname olan toprak kararnamesi ile toprakta özel mülkiyetle birlikte toprağın alınıp satılması, ipotek edilmesi ve devredilmesi ortadan kaldırıldı. Kararnamede şu noktalar öne çıkarıldı; “Bahçeler, plantasyonlar, fidelikler, fidanlıklar, seralar vs. gibi üzerinde gelişmiş tarım yapılan araziler dağıtıma tabi olmayıp, örnek çiftliklere dönüştürülürler ve büyüklükleri ya da önemlerine göre devletin ya da komünlerin inhisarı kullanımına devredilirler…. Ailesinin yardımıyla kendi başına ya da başkalarıyla birlikte toprağı işlemek isteyen ve toprağı işleyecek durumda olduğu sürece her Rus vatandaşı (cinsiyet farkı gözetmeksizin), topraktan yararlanma hakkına sahiptir. Ücretli emeğe izin verilmez….Yaşlılık ya da sakatlık nedeniyle artık toprağı bizzat işleyecek durumda olmayan köylüler ondan yararlanma hakkını yitirirler, fakat buna karşılık devletten emekli maaşı alırlar.” (age.-sh.417-18)
İşçi denetimiyle ilgili kararname ile işçi denetiminin ilkeleri ortaya konuldu; “İşçi denetimini, işletmenin tüm işçileri ve hizmetlileri, ya doğrudan işletme, – bu mümkün olacak kadar küçük olduğunda – ya da derhal genel toplantılarda seçilecek temsilcileri aracılığıyla uygularlar. Seçim toplantılarında tutanak tutulmalıdır ve seçilenlerin adlan Hükümete ve İşçi, Asker ve Köylü Temsilcileri yerel Sovyetlerine bildirilecektir. … İşçilerin ve hizmetlilerin seçilmiş temsilcilerinin kararlan işletme sahipleri için bağlayıcıdır ve ancak sendikalar ya da sendika kongreleri tarafından kaldırılabilir.” (age.-sh.421)
(21 Kasım) 4 Aralık’ta çıkartılan başka bir kararnameyle seçmenlere, seçilmiş temsilcileri geri çağırma hakkı tanındı. Devrimin ilk aylarında başka birçok kararname (UKKTH, İşçi Köylü Kontrolü, eski hâkimlerin görevden alınması, yerlerine Sovyet ya da halkın seçtiği yeni hâkimlerin atanması vb. ) çıkartıldı. Bu kararnamelerle kapitalizme karşı cepheden bir saldırı örgütlendi. Büyük sanayiden başlamak üzere fabrika ve işletmeler devletleştirildi, Burjuvaların sabotaj ve spekülasyona yönelmesiyle devletleştirmeler küçük işyerlerini kapsayacak ölçüde genişletildi. Bankalar, el konularak tek bir banka olarak birleştirildi. Tarımda, demokratik görevlerle sosyalist görevlerin içiçe geçtiği bir tarım programı uygulandı. Topraksız ve az topraklı köylülere toprak tahsisi ile birlikte Rus köylü komünü (Mir sistemi) korundu. Kamulaştırılan büyük tarım platolarında örnek çiftlikler (sovhoz) , tarımsal ürünlerin üretimi ve pazarlamasını içeren kolektif köylü çiftlikleri kurulmaya başlandı. Bütün bunlar Sovyet aygıtının yönetimi ve denetimi altında hayata geçirilmeye çalışıldı.
Artık Sovyetler, 1905 ve 1907 Şubat başındaki gibi proleter iktidarın nüveleri değil, bizzat kendisi, parçalanmış bir devlet aygıtının yerine alışılagelmiş tipte olmayan yeni bir devlet erkinin adım adım kurulmasıydı.
Sovyet iktidarına karşı mücadele zaferin ilk günlerinden başlayarak şekillenmeye başlamıştı. Devrim, başlangıçtan itibaren birbirlerinden irtibatlı olmasa da karşı devrim tarafından bir çembere alınmıştı. 26 Ekim / 8 Kasım’da 2.Tüm Rusya Sovyet Kongresini terk eden gruplar, Menşevikler SD’ler ve diğerleri Sovyet iktidarına karşı savaşmak üzere “Anayurt komitesi”ni kurdular. Bu komite karşı devrimin ilk örgütlenmelerinden biriydi.
Sovyetler, Çarlık Rusya’sı topraklarının önemli, ama küçük bir bölümünde, iki başkent, Avrupa Rusya’sının orta ve kuzey bölümüne sıkışmıştı. Batıda Riga’ya kadar olan Rus toprakları, Alman ve Avusturya işgali altındaydı, Finlandiya’da burjuvazi ile Sovyetler arasındaki iç savaş sürüyordu; güneyde, Kafkaslarda itilaf devletlerinin desteğiyle milliyetçi hükümetler kurulmuştu, bu alanda Bolşeviklerle milliyetçi ve Menşevik güçler arasındaki savaş devam ediyordu, Don havzasında Denikin birlikleri hareket halindeydi, Orenburg’da Kaledin egemendi, Sovyetlerin duruma hakim olduğu Petersburg’da eski devlet bürokrasisi ayaklanmış, ulaşım, iletişim ve iaşe sistemi karşı devrimci sabotajlarla çökertilmişti. Devrimin zaferinin hemen ardından Kornilov darbesi generallerinden Krasnov, tutuklanıp serbest bırakılan Kerenski’nin emriyle, birçok yerleşim bölgesini işgal ederek Petersburg’a doğru ilerliyordu.Kışlık Saray’ın alınması sırasında tutuklanıp serbest bırakılan askeri öğrenciler Kerenski’yi desteklemek amacıyla ayaklandı. Krasnov birlikleri 14 Kasım’da bozguna uğratıldı, General Krasnov tutuklandı, diğer tutuklular gibi Krasnov da devlete karşı silah kullanmama taahhütlüyle serbest bırakıldı. Bu ilk saldırı hem iç savaşın başladığının bir ilanı, hem de bu savaşta Bolşeviklerin aldığı ilk galibiyetti.
İç savaşın bir başka cephesini de gittikçe artan sabotaj eylemleri oluşturuyordu. Bolşevikler iktidarı aldıktan sonra karşı devrimci sabotajcılara karşı oldukça müsamahakar davrandılar. Ölüm cezasının kaldırılması ve tutuklananların yazılı taahhütle serbest bırakılmaları karşı devrimci eylemlerin daha da yaygınlaşmasına yol açtı.
Karşı devrimci terörün devrimci terörle karşılık bulması tarihteki bütün devrimlerin genel bir yasallığıdır. Sovyet devrimi de bu genel yasanın dışında kalamadı. 7 / 20 Aralık’ta yayılma eğilimi gösteren karşı devrimci terörü önlemek için ”Karşı Devrim ve Sabotajla Mücadele için Olağanüstü Komisyon ”ÇEKA” kuruldu. Çeka’nın başına Çerjinski atandı. Sol SD’ler de Çeka’da görev aldılar. Böylece beyaz teröre karşı Kızıl terör dönemi de başladı.
Menşevik ve sağ SD’lerin adım adım karşı devrim cephesine kaymaları, işçi sınıfı ile köylülük arasındaki ilişki sorununu yeniden gündemin ön sıralarına taşıdı. 14/27 Kasım tarihinde toplanan Köylü Temsilcileri Olağanüstü Kongresi bu anlamda kritik bir öneme sahipti. Kongre, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti ile Köylü Sovyeti arasındaki ilişkinin yeniden kurulması için Bolşeviklere yeni bir fırsat sunuyordu; kongrenin siyasal önemi ise SD’lerin sol kanadıyla Bolşevikler arasında Ekim devriminin hemen başında kurulamayan siyasi ittifakın kurulabilme olasılığıydı. Nitekim bu kongre hem işçi asker Sovyeti ile köylü Sovyeti’nin birleşmesi, hem de sol SD’ler ile Bolşevikler arasında bir anlaşmanın koşullarını sağladı. Sağ SD ve Menşeviklerin kongreyi terk etmesinden sonra 15/28 Kasımda Köylü Sovyetleriyle İşçi ve Asker Sovyetleri arasında yapılan ortak toplantıyla iki Sovyet’in Tüm İşçi Asker ve Köylü Temsilcileri Sovyetleri adı altında birleşmesi kararı alındı. 350 üyeli VTsIK yeni Merkez Yürütme Komitesi seçildi. Bu kongrede 26 Ekim/8 Kasım’da yayınlanan Toprak Kararnamesi onaylandı. SD’lerin Halk Komiserleri Konseyi’nde yer almalarını sağlayan anlaşma maddeleri kabul edilerek, Sol SD’ler Halk Komiserleri Konseyi’nde üç bakanlıkla temsil edildiler. (Tarım, Adalet, Posta-Telgraf).
Lenin İkinci Köylü Kongresi’nin önemi üzerine şunları yazdı; “Toprak Yasası’nın kesin başarısı ve tam olarak uygulanmasına olanak sağlayacak sosyalist devrimin zaferi için zorunlu önkoşul, tüm ileri ülkelerde emekçi ve sömürülen köylülüğün işçi sınıfıyla, proletaryayla sıkı ittifakıdır. Rusya Cumhuriyetinde şu andan itibaren devletin bütün yapılanması ve yönetimi aşağıdan yukarıya kadar bu ittifaka dayanmalıdır. Yaşamın mahkûm ettiği burjuvaziyle ve burjuva politikasının temsilcileriyle anlaşma politikasına geri dönme yolunda doğrudan, açık ve gizli tüm girişimleri reddedersek, böyle bir ittifak, bütün dünyada sosyalizmin zaferini güvence altına alabilecektir.” (age.-sh.437)
Bolşeviklerin devrimin zaferini garanti altına almak için çözmek zorunda olduğu sorunlardan bir de Kurucu Meclis sorunuydu. Kurucu Meclis 1917 Şubat devriminden sonra kurulan burjuva geçici hükümetten kurtuluşun ve devrimi ilerletmenin bir aracı olarak gündeme gelmişti ve Bolşevikler de dahil bütün partiler tarafından savunuluyordu. Kurucu Meclis seçimleri Geçici Hükümetin kendine güvensizliği yüzünden sürekli ertelendi ve ancak Ekim devriminden sonra 12 Kasım 1917’de yapılabildi. “Yirmi yaşından büyük tüm kadın ve erkekler birbirinden çok uzak yerlerde, savaş döneminde, yetmiş beş bölgede ve aynı zamanda cephede ve donanma filolarında (yaklaşık 5 milyon asker ve denizci oy kullandı) 44,4 milyon civarı insan gizli oylama ile oyunu kullandı. Finlandiya’da …, Alman işgali altındaki yerlerde (çarlık Polonya’sı, Baltık kıyılarının bir kısmı) ya da yeterince idari denetimin olmadığı Rus Türkistan’ında oylama yapılmadı ve bazı bölgelerden gelen sonuçlar kayboldu. Meclisin esas toplantı günü olan 28 Kasım 1917’ye gelindiğinde oylama henüz tamamlanmamıştı, dolayısıyla da daha önce ilan edilen toplantı ertelendi. Bu durum Kurucu Meclis savunucularını kışkırttı ve o gün Tauride Sarayı’na yürüdüler. Lenin buna Anayasal Demokrat politikacıların “halk düşmanı” (…) olarak, daha koltuklarına oturamadan tutuklanmalarını öngören bir kararname ile karşılık verdi.” (Stalin, Stephen Kotkin-sh.316)
Yapılan seçimde oyların %58’ini SD’ler, %25’ini Bolşevikler, % 4’ünü Menşevikler ve %13’ünü çeşitli burjuva partiler aldı. 707 delegenin 410’ünü SD’ler, 175’ini Bolşevikler, 84’ünü Ukrayna ve diğer ulusal gruplar, 17’sini Kadetler ve 16’sini Menşevikler kazandı. Ülke genelinde SD’ler bariz üstünlüğü kazanırken, sanayi bölgelerinde üstünlük Bolşeviklerdeydi. Bu sonuçlar proletaryayı Bolşeviklerin, köylülüğü de SD’lerin temsil ettiği gerçeğini teyit diyordu. Ancak bu tablo eski bir hedefi -geçici hükümetin yerini Kurucu Meclis’in alması – ve eski bir toplumsal ilişkiyi yansıtıyordu. Yeni siyasal durum ve toplumsal ilişki eskisinden taban tabana farklıydı, Sovyetler içinde üstünlük Bolşeviklere geçmiş ve Sovyetler sosyalist devrimle iktidarı ele geçirmişti. Kurucu Meclis seçimlerine tek parti olarak katılan SD’ler sağ ve sol olmak üzere ikiye bölünmüştü. Burjuvazi Sovyetlere karşı iç savaşı başlatmış, sağ SD ve Menşevikler hızla karşı devrimci cepheyle bütünleşmekteydi. Bu toplumsal durum karşısında Kurucu Meclis geleceği değil, geçmişi temsil ediyordu. Şubat’ta birbirini tamamlayan bu iki kurum -Sovyetler ve Kurucu Meclis- Ekimden sonra birbiriyle çatışma halindeydi, biri geçmişi diğeri bugünü ve geleceği temsil ediyordu. Bu iki kurum arasındaki mücadele kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadelenin büründüğü somut biçimdi. Bolşevikler açısından bu yeni sınıflar güç dengesi altında Kurucu Meclisin toplanması halkın isteğinin yerine getirilmesinden başka bir anlam taşımıyordu.
Bu koşullarda Kurucu Meclis, karşı devrimin Sovyetlere karşı bir ileri sürdüğü önemli bir silahtı. Kurucu Meclisin toplanma sürecinin aynı zamanda karşı devrimin örgütlenme süreciyle örtüşmesi de bunu teyit ediyordu. Petersburg’a karşı harekete geçen Kerenski birliklerinin yenilgisinden sonra Don bölgesinde Kazak komutanı Kalecin’in önderliğindeki ayaklanma karşı devrimin merkezi haline gelmişti. Aynı dönemde Petersburg ve Moskova’da karşı devrimci gösteriler ve sabotajlar hız kazanmıştı, bütün bu karşı devrimci faaliyetin siyasal ve örgütsel gücü Kadet partisiydi. Lenin’in deyimi ile “Kadet Partisi burjuva sınıfının siyasal genelkurmayıydı”
11/28 Kasım’da Halk Komiserleri Konseyi karşı devrimin bu genelkurmayına karşı harekete geçme kararı aldı, bu karar sol SD’ler de dahil Bolşevik karşıtı tüm partiler tarafından protesto edildi. Lenin Bolşeviklerin karşı devrime karşı zor kullanmasını eleştiren bu burjuva koroyu şöyle cevapladı; “Devrimci sınıf direnen mülk sahibi sınıflara karşı mücadele yürüttüğünde, bu direnişi bastırmak zorundadır; ve biz mülk sahiplerinin direnişini, onların eskiden proletaryayı bastırmakta kullandıkları tüm yöntemlerle bastıracağız -başka yöntemler henüz keşfedilmemiştir.” (Seçme Eserler, Cilt-VI,sh. 452)
Bolşevik Parti, halkın istemini dikkate alarak, karşı devrimci faaliyetin bir parçası olarak gündeme getirilen Kurucu Meclis’in 5/18 Ocak’ta toplanmasına karar verdi. Böylece burjuvazi ile proletarya arasındaki iç savaş yeni bir boyut kazandı. Bolşevikler kaçınılmaz olan bu çatışmaya Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Bildirgesi yayınlayarak hazırlandı. Bildirge o güne kadar Halk Komiserleri Konseyi tarafından yayınlanan ve VTsIK tarafından onaylanan bütün kararnamelerin bir özetiydi. 5/18 Ocak’ta Kurucu Meclis’in onayına sunulan bu bildirge ya onaylanacak, bu durumda Kurucu Meclis Sovyet iktidarını kabul etmiş olacaktı, ya da reddedilecek ve dağıtılacaktı. Kurucu Meclis, bildirgeyi 136’ya karşı 237 oyla reddedip iktidarın kendisine verilmesini isteyince kaçınılmaz olan oldu, Kurucu Meclis dağıtıldı.
Kurucu Meclis konusunda Bolşevik Parti MK’sinde yaşananlar, Ekim Devriminin hemen öncesinde silahlı ayaklanma konusunda ve devrimden sonra Menşevik ve SD’lerle koalisyon kurulması tartışmaları sırasında yaşanan görüş ayrılıklarının bir devamıydı. Kurucu Meclis seçimleri Leninist devrim teorisiyle, sayısal çoğunluğa dayalı küçük-burjuva devrim teorisi arasındaki uçurumu ortaya koyarak, bir kez daha Lenin’i haklı çıkardı.1. Paylaşım Savaşı sırasında Alman devrimi, 30’lu ve 40’lı yıllarda Fransız ve İtalyan devrimleri ve en nihayet 70’li yıllarda Nikaragua devrimi sayısal çoğunluğa dayalı küçük-burjuva devrim anlayışlarının kurbanı oldular. Fransa ve İtalya’da faşizme karşı birleşik cephe adına, Nikaragua da genel oyla devrimler burjuvaziye teslim edildi.
Kurucu Meclis’in dağıtılmasından sonra Lenin Bolşeviklere yönelik eleştirileri şöyle yanıtladı; “Kurucu Meclis’i bir zamanlar savunduğumuz, şimdi ise “dağıttığımıza” işaret eden herkes, düşünme yeteneğinden tamamen yoksundur ve bunlar sadece güzel, tumturaklı sözler edebilirler. Çünkü o zaman, Çarlığa ve Kerenski cumhuriyetine kıyasla Kurucu Meclis, bizim için onların kötü ünlü iktidar organlarından daha iyiydi; fakat Sovyetler ortaya çıktığı ölçüde, elbette bütün halkın devrimci örgütleri olarak, tüm dünyanın bütün parlamentolarından kıyaslanmayacak kadar daha üstün bir şey haline geldiler…..Halk Kurucu Meclis’in toplanmasını istiyordu ve biz Kurucu Meclis’i topladık.. Fakat halk, bu ünlü Kurucu Meclis’in ne ifade ettiğini derhal anladı. Ve biz halkın iradesini hayata geçirdik, bu irade şunu söylüyor: Tüm İktidar Sovyetler’e. Sabotörlerin direnişini ise kıracağız.”.
Halk çoğunluğuyla ilgili eleştirilere ise Lenin’in yanıtı şu oldu; “Tutarlı” demokrasi yandaşları bu tarihsel gerçeklerin anlamı üzerinde derinleşmediler. Kapitalizm altında proletaryanın, emekçilerin çoğunluğunu oylamayla “ikna edebileceği” ve sağlam biçimde kendi tarafına çekebileceği yolundaki çocuk masalını keşfettiler ve bunu hâlâ sürdürüyorlar. Fakat gerçeklik, ancak uzun, sert bir mücadele deneyiminin, yalpalayan küçük-burjuvaziyi, proletarya diktatörlüğü ile kapitalistlerin diktatörlüğü arasında bir karşılaştırma yaptıktan sonra birinciyi ikinciye tercih etmek gerektiği sonucuna götürdüğünü gösteriyor…..Genel oy hakkı, çeşitli sınıfların kendi görevlerini ne ölçüde kavradıklarının bir ölçütüdür. Çeşitli sınıfların görevlerini nasıl yerine getirmeye eğilimli olduklarını gösterir. Görevlerin bizzat çözümü ise oylamayla değil, sınıf mücadelesinin iç savaşa varıncaya kadar bütün biçimleriyle olur……Herhangi bir kapitalist ülkede proletaryanın gücü, proleterlerin toplam nüfus içindeki payıyla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Bunun nedeni, proletaryanın, kapitalizmin tüm ekonomik sisteminin merkezi ve can damarları üzerinde ekonomik egemenliğe sahip olmasıdır ve ayrıca proletaryanın ekonomik ve politik olarak, kapitalizm koşullarında emekçilerin büyük çoğunluğunun gerçek çıkarlarını ifade etmesidir.
Bu nedenle proletarya, nüfusun azınlığını oluştursa bile (ya da proletaryanın ileri ve gerçekten devrimci öncüsü nüfusun azınlığını oluştursa da) hem burjuvaziyi yıkabilecek, hem de sonra, peşinen asla ve kesinlikle proletaryanın egemenliğinden yana olmayan, bu egemenliğin koşullarını ve görevlerini anlamayan ve ancak daha sonra proletarya diktatörlüğünün elzemliği, doğruluğu ve haklılığına kendi deneyimiyle kanaat getirecek olan yarı-proleterler ve küçük-burjuvalar kitlesi içinden çok sayıda müttefik kazanabilecek durumdadır.”(age.-sh. 473)
Nefes Alma Molası
Kurucu Meclis sorunuyla aynı dönemde Bolşevik Partisi’nin gündemindeki en önemli sorunlardan bir diğeri de savaş ve barış sorunuydu. Halk Komiserleri Konseyi’nin ilk kararnamesi olan Barış Kararnamesi, savaşan ülke halkları ve hükümetlerine derhal ilhaksız, tazminatsız adil ve demokratik bir barışın sağlanması çağrısında bulunuyordu. Bolşevikler bu çağrıyı, emperyalist hükümetlerin olumlu bir cevap vermeyeceklerini bildikleri halde sürekli gündemde tuttular. Bolşeviklerin beklentisi hükümetlerden değil, savaşan ülke işçi ve emekçilerindendi; onun için cephelerde ve cephe gerisinde yoğun bir ajitasyon ve propaganda faaliyeti yürüttüler, Çarlığın emperyalist devletler ile yaptığı ilhak anlaşmalarını deşifre ettiler. Ancak bu faaliyetler Bolşeviklerin beklentilerine cevap olmadı, halkların kendi hükümetlerine karşı harekete geçmesi sağlanamadı. Bolşevikler İtilaf ve İttifak Devletlerine çok taraflı “ilhaksız tazminatsız” bir barış anlaşması teklifimi götürdü, bu teklif İtilaf Devletleri İngiltere ve Fransa tarafından reddedildi. İtilaf Devletleri, Fransa ve İngiltere bir yandan Bolşeviklerin barış çağrılarını duymazlıktan gelirken öte yandan da devrimin yayılan etkisinden duydukları korku nedeniyle Almanları Rusya topraklarındaki işgal faaliyetlerini genişletmesi için kışkırttılar. Hatta bu korku iki emperyalist kamp arasında savaşın beklenenden erken bitmesine de yol açtı.
Sovyetlerin geleceği açısından barışın sağlanması acil bir durumdu. Rus topraklarının önemli bir bölümü Alman işgali altındaydı, Almanlar, Polonya, Litvanya, Ukrayna’yı işgal etmişti ve kendilerine bağlı iktidarlar oluşturmuştu. Finlandiya’da ise Alman desteğindeki karşı devrim ile Finlandiya Sovyetleri arasındaki savaş sürüyordu. Devrim gerçekleşmiş ama işçi sınıfı ve köylülüğün durumunda henüz bir düzelme sağlanamamış, tersine açlık ve sefalet derinleşerek sürüyordu. Bunlara ek olarak ordu Lenin’in deyimiyle “hurdaya çıkmıştı,” moral ve maddi bakımdan savaşamaz durumdaydı, eski devlet mekanizması parçalanmıştı, yerine geçen yeni devlet mekanizması –Sovyetler- henüz duruma hakim değildi, karşı devrimin sabotajları sürmekteydi; devrimin elindeki yegane silahlı güç devrim öncesinde kurulan yaklaşık 50 bin kişilik Kızıl Muhafızlar gücüydü. İç savaş koşullarına göre biçimlenmiş bu güçle Alman emperyalizmine karşı başarılı bir savaşı yürütmek imkansızdı. Lenin’in deyimi ile söylersek, Sovyet iktidarının kendini toparlamak için bir molaya, bir nefes aralığına ihtiyacı vardı. İtilaf devletleri Sovyet hükümetinin barış talebini reddetmişti. Bu somut durumdan hareketle Halk Komiserleri Konseyi (SNK) Alman genel kurmayına tek taraflı ateşkes görüşmesi talebini iletti. Almanya tarafı bu teklifi kabul etti. Çünkü Almaya ve Avusturya- Macaristan Batı cephesinde savaşa ABD’nin de katılmasıyla zor durumdaydı. Diğer bir zorunluluk da baş gösteren yiyecek kıtlığıydı. Doğu cephesinde ise Rus ve Alman ordu birlikleri arasında fiili ateşkes manzaraları yaşanıyordu. Bolşeviklerin ateşkes teklifi Alman Genelkurmayınca Fransız cephesini tahkim etmek için bir fırsat olarak görülerek kabul edildi. 14 Kasımda Almanya ve Avusturya ile tek taraflı barış görüşmeleri başladı. Rus ordusunun cephedeki başkumandanı Çarlık Generali Duhonin SNK’nın bu emrine uymayı reddedince görevden alındı, yerine Savaş Halk Komiseri Krilenko atandı. Krilenko ve Lenin imzalı genelgeyle asker ve denizcilere ordudaki karşı devrimci generalleri tutuklama ve kendi komutanlarını kendilerinin seçmesi talimatı verildi. (Bolşevik Devrimi- Cilt-III- sh. -34)
Joffe’nin temsil ettiği Sovyet heyeti ile Alman heyeti arasında ateşkes görüşmeleri 19 Kasım/2 Aralık’ta Brest Litovski’de başladı. 28 Kasım/5 Aralıkta bir hafta süreli bir ateş antlaşması imzalanarak, görüşmelere devam etme kararı alındı
Sovyet heyetine . Troçki’nin başkanlık ettiği görüşmeler 9/22 Aralık’ta Avusturya-Macaristan, Türkiye ve Bulgar heyetlerinin katılımıyla yeniden başladığında Almanlar ilhakçı niyetlerini açıkça ortaya koydu. 5/18 Ocak’taki görüşmelerde Alman heyeti şartlarını açıkladı, buna göre Alman işgalindeki Polonya, Litvanya, Belarus Alman denetiminde kalacaktı, Ukrayna sorunu ise Ukrayna Rada’sı – burjuva hükümeti – ile Sovyetler arasındaki görüşmelerde ele alınacaktı, bu ağır koşullar karşısında Sovyet heyetine başkanlık eden Troçki görüşmelerin ertelenmesini talep ederek Petersburg’a döndü. (age.-Cilt III,sh.-39)
Barış sorununun Merkez Komitesi’nde görüşülmesi Bolşevik Parti içinde büyük bir krize yol açtı. Lenin “sol muhalefetin” tutumunun neden olduğu bu krizi “Rus devriminin en büyük krizlerinden biri” olarak nitelendirdi. (Seçme Eserler, Cilt-VII-sh.307)
Almanya ile barış sorununun görüşülmesi sırasında MK’da üç ayrı görüş ortaya çıktı; Lenin’in savunduğu, Stalin ve Sverdlov’un desteklediği birinci görüş “ne pahasına olursa olsun” Almanya ile bir barış antlaşması imzalanmasını öngörüyordu. Lenin bu görüşü MK’nin 11/24 Ocak toplantısında şöyle savundu; “Ordu savaşta yorgun düşmüştür; at mevcudumuz öylesine tükenmiştir ki, saldırı başladığında topçu donatımımızı taşıyamayız; Almanların Baltık Denizi adalarındaki durumu öylesine güçlü ki, hücuma kalktıkları takdirde, Ravel ile Petersburg’ı silahsız da ele geçirebilirler. Böyle şartlarda savaşa devam edersek, kendimiz Alman emperyalizmini olağanüstü derecede güçlendirmiş oluruz, barış antlaşmasını ister istemez imza etme durumunda kalırız, ama o zaman da barış antlaşmasının şartları çok daha ağır olacaktır, çünkü bunu dikte eden taraf biz olmayacağız. Hiç kuşkusuz hemen şimdi imzalamak zorunda olduğumuz barış, rezilce bir barış olacaktır, ama savaş başlarsa hükümetimiz silinip süpürülecek ve barış antlaşmasını başka bir hükümet imzalayacaktır. Bu günlerde biz yalnız proletaryadan destek görmüyoruz, bizi destekleyen bir de en yoksul köylülük var, bu köylülük, savaşa devam edildiği takdirde, bize sırt çevirecektir. Savaşın uzatılması, Fransız , İngiliz ve Amerikan emperyalizminin çıkarınadır.” (Lenin’in Troçki ile İlgili Polemikleri.. Yar Yay. Sh.-212)
Liderliğini Buharin’in üstlendiği Kamenev ve Zinovyev’in desteklediği ikinci görüş, (Buharin, Petersburg Parti komitesi ve Moskova bölge komitesi tarafından da destekleniyordu. Hatta Buharin bu görüşlerini savunmak için yandaşlarıyla birlikte Komünist adında yeni bir dergi bile çıkardı) barış görüşmelerinin kesilmesini, Almanya’ya karşı “devrimci savaş” yürütülmesini öngörüyordu. Buharin’e göre “devrimci savaş” Almanya’da proleter devrimin başlamasını sağlayacaktı, Lenin’in tutumu ise uluslararası proletaryaya ağır bir darbeydi..Buharin tartışmalar sırasında daha da ileri giderek Lenin’i eski bir Ukraynalı sosyal demokrat, sonradan devrime ihanet ederek Alman burjuvazisinden aldığı güçle Ukrayna’da bir burjuva hükümet –Ukrayna Radası- kurulmasına önayak olan Petlyura’ya benzetti ve ihanetle suçladı.
Joffe ve Cerjinski’ın desteklediği Troçki’nin görüşü ise, “Ne Savaş, Ne Barış” formülasyonunda ifadesini bulan savaşın bittiğinin ilanı, Ordu’nun terhis edilmesi ve anlaşmanın imzalanmamasını içeriyordu. Troçki’nin bu görüşünün temel dayanağını, bu durumda Almanya’nın saldırıyı göze alamayacağı oluşturuyordu. Troçki ile Buharin’in görüşlerinin ortak yanını Barış Antlaşmasının imzalanmamasının Alman devrimini harekete geçireceği beklentisiydi, farklılığı ise Buharin’in bunun“devrimci savaş”la, Troçki’nin ise, “Ne Savaş Ne Barış” tavrıyla gerçekleşeceğine inanmalarıydı. “Ne Savaş, Ne Barış” orijinal tavrı Troçki için bir ilk değildi, Troçki 1914’te emperyalist savaş başladığında da buna benzer bir tavırla ortaya çıkmıştı. Savaş karşısındaki tutumunu; “ Ne Zafer, Ne Yenilgi” olarak açıklamıştı. Lenin o zamanda “Ne Zafer, Ne Yenilgi” şiarını savunmanın devrimcilikten sınıf işbirliğine geçiş olduğunu söyleyerek Troçki’yi eleştirmişti.
8 (21) Ocak MK’nin parti liderlerinin de katıldığı toplantısında gruplar kendi tutumlarını açıkladı. Yapılan oylamada Troçki’nin Ne Savaş Ne Barış tutumu 16 Lenin’in Almanların dayattığı koşulların kabul edilmesini savunan tutumu 15 ve Devrimci Savaşı savunan Buharın’ın tutumu 32 oy aldı.
Lenin “sol muhalefet”in ileri sürdüğü argümanları “devrimci gevezelik” olarak niteleyerek şöyle cevapladı; “Devrimci Savaş görüş açısını paylaşanlar, bizim bu şekilde Alman emperyalizmine karşı bir iç savaş halinde olacağımız ve böylece Almanya’da devrim hareketi uyandıracağımız kanısındadırlar, ama Almanya devrimin sadece ilk gebelik aylarındadır, oysa ki bizim nur topu gibi bir çocuğumuz olmuştur, Sosyalist cumhuriyetimiz ve biz, tekrar savaşı açtığımız takdirde bu yavrumuzu katletmiş olacağız….. Elbette ki imzalayacağımız barış antlaşması rezilce bir antlaşma olacaktır, ama toplumsal reformların hayata geçirilmesi için vakit kazanmamız şarttır…..burjuvazi kalıntılarını da boğmamız gerek, iki elle boğazlarına sarılmamız için, bu iki elimizin serbest olması şarttır. Bunu yaptıktan sonra ellerimiz boş kalacaktır, o zaman uluslararası emperyalizmle devrimci savaşı sürdürebiliriz… Troçki’nin teklif ettiği şey, savaşın bitirilmesi, barış antlaşmasının imzalanmaması ve ordunun terhisi, uluslararası politik bir gösteriden başka bir şey değildir…..Barış antlaşmasını imza etmekle kendi kaderini tayin etmiş olan Polonya’ya ihanet etmiş olacağız, ama buna karşılık Esland Sosyalist Cumhuriyetimizi ( Estonya-y) muhafaza edip bugüne kadar elde ettiklerimizi sağlamlaştırma olanağını sağlayacağız….. Barış görüşmeleri kesildiği takdirde Alman hareketinin (Alman devrimi kastediliyor-y) birden gelişebileceğine inanıyorsak, o zaman kendi kendimizi feda etmeliyiz, çünkü Alman devrimi güç bakımından bizim devrimimizi kat kat geçecektir, ama mesele şu ki, orada hareket henüz başlamamıştır, bizimse yeni doğmuş avaz avaz bağıran bir bebeğimiz var ve biz de şu anda apaçık, barışı kabul ettiğimizi söylemezsek mahvoluruz. Genel sosyalist devrimin başlangıcına kadar yerimizi tutmalıyız, bizim için en önemli olan budur, bu ise yalnız ve yalnız barış antlaşmasının imzalanması ile mümkün olabilir.” (Lenin’in Troçki ile İlgili Polemikleri – Yar Yay. Sh.-212)
Buharin’in “Sovyet iktidar bir biçimdir”, “devrimci ilke adına içeriğin feda edilebileceği” söylemine Lenin’ in yanıtı şu oldu; “Sovyet iktidarını idame ettirerek bütün ülkelerin proletaryasına kendi burjuvalarına karşı verdikleri eşi görülmemiş güçlükteki ağır mücadelelerinde en iyi ve en güçlü desteği veriyoruz. Sosyalizm davasına, Rusya’daki Sovyet iktidarının çökmesinden daha büyük bir darbe indirilemez.” (Bolşevik Devrimi- Cilt-III –sh.62)
Ocak ve Şubat aylarında 3 farklı görüş MK toplantılarında ele alınıp görüşüldü; yapılan oylamalarda Lenin’in görüşü her seferinde reddedildi. MK’da son görüşme ve oylama 11/24 Ocak’ta yapıldı, bu toplantıda barış görüşmelerinin mümkün olduğu kadar uzatılması önerisi 12 oyla kabul edildi. (B.D.-III-43).
Lenin, İkinci kez Brest’e gitmeden önce Troçki ile özel bir görüşme yaptı, bu görüşmede Troçki Almanlar savaşa karar verirlerse kendi politikasından vazgeçeceğini barışı imzalayacağını kabul etti.
17/30 Ocak’ta ikinci tür görüşmeler başladı. Uzun tartışmalar ve görüşmelerin çıkmaza girmesinin ardından Troçki Lenin’e çektiği telgrafta barış imzalanmadan görüşmelere son vereceğini ve Almanların savaşa dönmeyeceklerini bildirdi. 28 Ocak’ta (10 Şubat) “Bütün ülkelerdeki emekçi sınıfların iktidara geçeceği saatin yaklaştığı umuduyla… ordumuzu ve halkımızı savaştan çekiyoruz” diyerek barış görüşmelerini sonlandırdı. (I. D. Sh. 447)
Troçki Brest’e gitmeden önce yapılan özel görüşmede Lenin’e verdiği sözde durmadı. Troçki bu tutumunu, Lenin’e verdiği sözün Alman saldırısının başlaması ile ilgili olduğunu ileri sürdü. Bu açıkça gerçekliği olmayan boş bir savunmaydı. Çünkü Alman saldırısı ancak barış yapılmadığında söz konusu olabilirdi. Nitekim Alman saldırısı başladıktan sonra da MK’da yapılan oylamalarda Troçki, Lenin’in yeni barış önerilerine karşı da birden fazla kez karşı oy kullandı.
Delegeler henüz dağılmadan Alman temsilci Kühlmann Rus delegasyonuna ordunun terhisinin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, barışın reddedilmesi ile çatışmaların yeniden başlayacağını iletti. Troçki bunu boş bir korkutma saydı: “Alman ve Avusturya halklarının herhangi bir savunma nedeninden açıkça yoksun olan böyle bir savaşa hükümetlerinin devam etmesine razı olacaklarına inanmadığı” cevabını verdi. (age. Sh.448)
Görüşmelerin kesilmesi üzerine Almanya 17 Şubat’ta askeri harekete başlayacağını duyurdu. Lenin 17 Şubat’ta MK’yı toplantıya çağırdı, Almanlarla yeniden müzakerelere başlama teklifi görüşüldü. Stalin, Sverdlov, Sokolnikov, Smilga tarafından desteklenen Lenin’in önerisi Troçki, Buharin, Lomov, Joffe, Uritski, Krestinski’nin karşı oylarıyla reddedildi. Lenin’in eğer Almanlar ilerler ve Almanya’yla Avusturya’da devrim olmazsa ne yapılacağı sorusunu gündeme getirmesinden sonra oylamalara devam edildi. Almanların Ukrayna’nın içlerine girdiği haberi gelince barış görüşmelerinin yeniden başlatılması önerisi 5e karşı 7 oyla kabul edildi. Aynı gün karar Halk Komiserleri Konseyi’nde SNK’da onaylandı ve Alman tarafına iletildi.
Brest Litovsk Antlaşması’nın imzalanmaması durumunda Lenin’in daha önce dikkati çektiği hususların hemen hepsi gerçekleşti; Almanlar taarruza geçerek Ukrayna içlerine kadar ilerledi, antlaşma imzalanmaması durumunda gerçekleşeceği varsayılan Alman devrimi gerçekleşmedi, Alman ilerlemesinin yarattığı tehlike nedeniyle başkent Petersburg’dan Moskova’ya taşındı ve sonunda Sovyetler daha ağır bir antlaşma imzalamak zorunda kaldı.
Yeniden görüşmelere başlanmasını kabul eden Alman tarafı, antlaşma şartlarını daha da ağırlaştırdı. İleri sürülen şartlara göre Sovyet birlikleri Ukrayna’dan çıkacak, Litvanya ve Estonya’daki Alman işgali, bu iki ülkede hükümetler kurulana kadar devam edecek, Batum, Kars ve Ardahan Türkiye’ye bırakılacak, Ukrayna Rada’sı Sovyetler tarafından tanınacaktı. Bu ağır koşullar MK toplantısında görüşüldü, yine “ihanetle” itham edilen Lenin, MK’de yaptığı konuşmada,“Eğer bunları (Almanların koşulları-y) imzalamazsanız Sovyet iktidarının üç hafta içerisinde ölüm hükmünü imzalamış olursunuz…“Alman devriminin henüz olgunlaşmış” olmadığını, bunun aylar alabileceğini söyledikten sonra, antlaşma imzalanmaz ve “devrimci laf kalabalığı” sürecek olursa SNK ve VTsIK’daki görevlerinden istifa edeceğini açıkladı. Tartışmaların sonunda yapılan oylamada Alman koşulları 4 çekimser, 4 hayır, 7 oyla kabul edildi. MK’nin kararı VTsIK’da 84’e karşı 116 oyla onaylandı ve Almanlara iletildi. MK’de alınan bu karardan sonra, Troçki, Dışişleri Halk Komiserliği görevinden, Lomov, Uritski, Smirnov, Piyatokov Bogolepov ve Spunde SNK’daki görevlerinden istifa ettiklerini açıkladı. İstifaların işleme konulması, Brest antlaşmasının imzalanmasının sonrasına bırakıldı.
MK 23 Şubatta Almanya’nın şartlarını kabul etti. Brest’e Sokolnikov başkanlığında gönderilen heyet 3 Martta bu ağır anlaşmayı imzaladı. İmzalanan anlaşma ile Litvanya ve Estonya Alman işgalinde kaldı, Sovyet Rusya işgal altındaki Riga ve Belarus’un bir bölümü üzerindeki haklarından vazgeçti; Ukrayna Rada’sı ile ayrı bir antlaşma yapmayı kabul etti; Kars, Ardahan ve Batum Türkiye’ye bırakıldı; tazminat taleplerinden karşılıklı olarak feragat edildi; Sovyet Rusya ile ittifak devletleri arasında ekonomik ve diplomatik ilişkiler başlatıldı. Antlaşmanın ikinci maddesi, “iki taraf diğer tarafın hükümeti, devleti ve askeri kurumları aleyhinde her türlü ajitasyon ve propagandadan kaçınmayı taahhüt” ediyordu. (B. D. III age. –sh.75)
Lenin uzun ve yorucu günlerin ardından Ekim devrimini muhtemel bir yenilgiden Bolşevik partiyi ise Bölünmekten kurtardı. Brest Litovsk anlaşması Kasım 1918’de Almanya’nın yenilgisiyle fiilen yürürlükten kalktı. Bu partinin Ekim devrimi sonrası karşılaştığı en büyük krizlerden biriydi.
Bu anlaşma Sovyet Rusya’nın kapitalist devletlerle yaptığı ilk antlaşmaydı. Gelecekte bu türden, ticari, iyi komşuluk ve diplomatik anlaşmalar diğer kapitalist devletlerle de yapılacaktı. Özellikle antlaşmanın “birbiri aleyhine propagandayı” yasaklayan ikinci maddesi, imzalandığı dönemde Buharin ve yandaşları tarafından Lenin’in dünya devriminden vazgeçtiğinin kanıtı olarak ileri sürüldü. Sonraki dönemde diğer kapitalist devletlerle yapılan antlaşmalarda da yer alan bu madde Komintern’deki “sollar” tarafından, Sovyetlerin dünya devriminden vazgeçmesinin kanıtı olarak gösterilmeye devam etti.
Brest Litovsk barışı ile ilgili tartışma Bolşevik Parti’nin 6-9 Mart 1918 tarihinde toplanan yedinci (olağanüstü) kongresinde de sürdü. Kongreye 46 delege katıl¬dı. Lenin yedinci kongredeki konuşmasına 25 Ekim’den sonraki gelişmelerin bir özetini yaparak başladı, partinin bir dizi başarısının ardından en zor sınavı Brest Litovsk görüşmeleri sırasında verdiğini, önceki başarılarının kimi yoldaşlarda sorunların “devrimci lafazanlıkla aşılabileceğine” dair “boş bir gurur” ve “kabadayılığın” oluşmasına yol açtığını belirtti. “Devrimci bir parti için örgütün zorunlu olduğu yerden, taktiğini sübjektif istekler üzerine kurmaktan daha tehlikeli bir hata olamayacağını” vurguladı.( Seçme Eserler, Cilt-VII-sh.307)
Troçki’nin Brest Litovsk tutumu ile ilgili olarak şunları söyledi; “Onun faaliyetinde iki yanı ayırt etmek gerekir: Brest-Litovsk’ta görüşmelere başlayıp, bunlardan ajitasyon amacıyla mükemmel biçimde yararlandığında, hepimiz Troçki yoldaşla hemfikirdik. Benimle görüşmesinden bir bölüm aktardı, fakat eklemek zorundayım ki, Almanların ültimatomuna kadar dayanmayı, sonra kabul etmeyi kararlaştırmıştık….İşi uzatmaya yönelik olduğu ölçüde Troçki’nin taktiği doğruydu: savaş halinin sona erdiği açıklanıp barış imzalanmadığında doğru değildi.” (Seçme Eserler, Cilt-VII-sh.322)
Anlaşmanın imzalanmasının ihanet olarak nitelendirilmesini Radek’in sözleriyle yanıtladı; “Radek dedi ki: “İhanetin, alçaklığın izi yok, çünkü üstün bir askeri güç karşısında geri çekildiğimiz açıktır.” Bu, Troçki’nin tüm anlayışını paramparça eden bir değerlendirmedir. Radek “Dişimizi sıkıp güçlerimizi hazırlamak zorundayız” dediğinde, bu doğrudur. Bununla tamamen hemfikirim: gevezelik etmeyin, aksine dişinizi sıkıp hazırlanın.” (age.-sh.325)
Kongrede Lenin’in vurguladığı başka bir nokta ise kriz ve partinin birliği ile ilgiliydi; “Bu dersten sonra, bu hastalık ne kadar ağır olursa olsun bizdeki bölünme ve krizin üstesinden geleceğiz, çünkü sonsuz derecede güvenilir bir müttefik yardımımıza koşacaktır: dünya devrimi…Ben pek çok fraksiyon mücadelesi ve bölünmeler gördüm geçirdim, bu konuda büyük deneyimim var, ama şunu söylemek zorundayım: çok açık görüyorum ki bu hastalık eski yöntemle —fraksiyonel parti bölünmeleriyle— sağalmayacaktır, çünkü yaşam onu daha önce iyileştirecektir…. Şimdi barış imzalıyoruz, bir nefes molası alıyoruz, bu moladan anavatanı daha iyi savunmak için yararlanıyoruz” (age.-sh.312)
Brest Litovsk Antlaşması’nın ikinci maddesine yönelik eleştiriler konusunda ise şunları söyledi; “Elbette, anlaşmayı ihlal ediyoruz, şimdiye kadar otuz kez, kırk kez ihlal ettik…. Ne Finlandiya’ya ne de Ukrayna’ya ihanet etmedik. Hiçbir sınıf bilinçli işçi bize böyle bir suçlamada bulunmayacaktır. Elimizden gelen her yardımı yapıyoruz. Birliklerimizden tek bir iyi askeri uzaklaştırmadık ve uzaklaştırmayacağız da….Finli yoldaşlarımıza yardım ettik. Onlara hangi boyutta yardım ettiğimizi burada söylemek istemiyorum, bunu kendileri biliyorlar.” (age.-sh.314-324)
VII. Kongrede Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin ismini komünist olarak değiştirilmesi kararı alındı.Ayrıca Kongre Lenin’in çizgisini, Brest Litovsk antlaşmasını 12 karşı, 30 oyla onayladı.Aralarında Troçki’nin de olduğu 4 delege çekimser oy kullandı. 16 Mart’ta ise antlaşma 4. Tüm Rusya Sovyet Kongresi’nde 285 karşı, 115 çekimser, 704 gibi açık bir oy farkıyla onaylandı .( Krupskaya, Cilt III -85)
Brest Litovsk barışı iç savaşın ve emperyalist kuşatmanın gündemde olduğu bir dönemde Sovyet Rusya’ya güçlerini yeniden toparlamak, eksiklerini gidermek için önemli bir “nefes molası” sağladı.
Dördüncü Büyük Kriz– Brest Litovsk
Brest Litovsk Barış görüşmelerinde “devrimci savaş savunucuları”nın (Buharin ve arkadaşları) takındığı tutum küçük-burjuva devrimci romantizmin bir tezahürü olarak görülebilir. Ancak Troçki’nin tuttumu için aynı şeyi söylenemez. Troçki’nin Brest –Litovsk barış görüşmelerinde izlediği tutum onun 1906’da yazdığı Sonuçlar ve Olasılıklar broşüründe ileri sürdüğü görüşlere dayanıyor. Troçki 1906’daki Sonuçlar ve Olasılıklar broşüründe Rus devriminin dünya devrimine yükselmesiyle ilgili şunları yazmıştı; “Eğer Rus proletaryası, geçici olarak iktidarı ele geçirdikten sonra, kendi girişimi ile devrimi Avrupa topraklarına taşımazsa, Avrupa’nın feodal-burjuva gericiliğinin güçleri bunu yapmaya zorlayacaklardır onu.” (95) (bu konu önceki bölümde ayrıntılı olarak ele alınmıştı)
Ve bununla ilgili bir senaryo oluşturmuştu. Bu senaryoya göre “Rus devriminin zaferi, Polonya’daki devrimin kaçınılmaz zaferi demek olacaktı” Bu Almanya, Avusturya egemenlerinin askeri müdahalesine yol açacaktı ve buna Rus devrimci hükümeti bir savunma eylemi ile karşı karşılık verecekti. Bu durumda “Feodal-burjuva Almanya ile devrimci Rusya arasındaki bir savaş, Almanya’da kaçınılmaz olarak bir proleter devrimine yol açacaktı.” Troçki bu senaryoyu daha da geliştirerek, Avrupa’da bir devrimin tek kalkış noktasının Polonya olmadığını, “Rusya’nın iflasının Fransa’ya, ancak iktidarın proletarya eline geçmesi ile sonuçlanabilecek bir politik bunalım şeklinde yansıyacağını” belirtti ve “İster Polonya’da bir devrim Avrupa’da bir savaş aracılığı ile olsun, isterse Rus Devletinin iflası sonucunda olsun, devrim şu veya bu şekilde yaşlı kapitalist Avrupa’ya yayılacaktır.” diye yazmıştı.
Ekim 1917’de Rusya’da sosyalist devrim gerçekleşti. Rus devrimi her ne kadar Polonya’da devrimin “kaçınılmaz” gerçekleşmesine yol açmasa da, Bolşeviklerin barış önerisi devrimci Rusya ile Almanya’yı Avusturya’yı karşı karşıya getirmişti. Troçki barış görüşmelerini kendi orijinal teorisini – Almanya ile bir savaş Alman işçi sınıfını ayağa kaldırarak Alman devrimini zafere taşıyacaktı- hayata geçirmenin zemini olarak gördü. Barış görüşmelerini sabote ederek Almanya ile bir savaş olasılığının önünü açtı. Ordunun terhis ederek ve barış anlaşmasının imzalanmasını reddederek “Ne Savaş Ne Barış” teorisini uygulamaya soktu.
Troçki bir yandan Alman tarafıyla görüşmeleri yürütürken diğer yandan da İngiltere ve Fransa ile temasları sürdürdü. 19 Kasım’da Sovyet ve Almanya heyetlerinin ilk barış görüşmeleri başladığında Troçki yeniden İtilaf devletlerine başvurdu, başvurusuna bir yanıt alamadı. Buna rağmen Troçki, Almanya karşısında İngiltere ve Fransa’nın desteğini sağlayacağını düşünmüş olacak ki, Sovyet heyetine “Almanya ve müttefik¬leri, Rus cephesinden Batı cephesine asker nakletmeyeceklerini taahhüt etmedikleri, Alman ve Avusturya askerleri arasın¬da devrimci propaganda yapılmasına açıkça izin vermedikleri -işitilmemiş bir şart- takdirde hiç bir ateşkes anlaşması imzalanmaması talimatı verdi. Troçki, … “Ama yalnız başımıza ateşkes anlaşması imzalamak zorunda kalırsak Almanya’ya Rus cephesinden çekeceği askerlerini öteki cephelere göndermelerine razı olmayacağımızı söyleyeceğiz. Çünkü biz namuslu bir barış istiyoruz, çünkü İngiltere ve Fransa ortadan silinmemelidir… ve bütün bu açık, dolambaçsız ve namuslu sözlere rağmen Kayzer ( Alman kralı-y) barışı imzalamayı reddedecek olursa… o zaman halk kimin haklı kimin haksız olduğunu görecek… kendimizi yenilmiş değil yenmiş sayacağız, çünkü dünyada askerî zaferlerden başka zaferler de bulunduğunu göstereceğiz… Eğer Fransa İle Almanya… barış görüşmelerinde bize katılmazlarsa onları bize katılmaya kendi halkları zorlayacak, sopayı ellerine alıp onları önlerine katacak ve zorla barışı yaptıracak.” (I. Deutscher , Troçki –I-sh.416)
Almanya’yla barış anlaşması imzalamanın Alman proletaryasının moralini bozacağını söyleyen, Troçki’nin İtilaf devletlerini bu korumasının Fransız ve İngiltere proletaryasının moralini bozmayacağını düşünmemiş olması mümkün değildir. Troçki kendini teorisine o derece mahkum etmişti ki, Sovyet devrimini rahatlatacak bir önlemden, -Almanya’nın Doğu cephesinden asker çekerek Batı cephesine asker göndermesi- Fransa ve İngiltere adına imtina edebiliyordu. Çünkü o dünyayı kana boğan namussuzlarla “namuslu bir barış” istiyordu.
Brest Litovsk barış görüşmelerinin başlamasından bir gün önce 8 Aralıkta Sovyet Yürütme Kurulunun önünde yaptığı konuşmada söyledikleri Troçki’nin barış görüşmelerine karşı çıkışındaki düşüncesini tam olarak yansıtıyor. Troçki bu toplantıda Avrupa Proletaryasının Sovyet Rusya proletaryasının sesini duyacağını belirterek şunları söyledi; “Er geç sesimizi işitecekler, bize gelecekler ve yardım ellerini uzatacaklardır. Ama… halk düşmanları bizi yenseler ve mahvetseler bile… anımız kuşaktan kuşağa geçecek ve gelecek kuşakları yeni kavgalara hazırlayacaktır. … Bizim yanıldığımız anlaşılır da, bu ölü sessizlik Avrupa’da daha uzun sürerse, bu sessizlik bize saldırmak isteyen ve ülkemizin devrimci şerefini incitecek şartları dikte etmek için fırsat kollayan Kayzer’e aradığı fırsatı verirse, o zaman, bilmiyorum… savaşın ve içerdeki bozuklukların yarattığı bu başıboş ekonomi ve genel anarşi içinde… çarpışmaya devam edebilir miyiz?” …(age. 421)
Issak Deutscher kitabında Troçki’nin kendini soktuğu bu zor durumdan kurtarmak için yaptığı manevrayı şöyle anlatıyor; “Dinleyicilerin bu kötümser havanın etkisinde kalarak şaşırdıklarını anlayan Troçki birdenbire döndü ve bağırdı: “Evet, ederiz … Yaşamamız için, devrimci şerefimiz için, kanımızın son damlasına kadar savaşacağız.” Troçki devam etti: “Yorulanlar ve ihtiyarlar bir kenara çekilsin… biz devrimci heyecanla güçlenmiş yaman bir ordu ve bir Kızıl Muhafız örgütü kuracağız… Alman Kayzeri’nin önünde diz çökmek için devirmedik biz Çarı ve burjuvaziyi… Almanlar âdil ve demokratik bir barışa yanaşmayacak olurlarsa “o zaman biz onların şartlarını Kurucu Meclise getirip şunları söyleriz: Kararı siz veriniz. Kurucu Meclis bu şartları kabul edecek olursa Bolşevikler bir kenara çekilirler ve derler ki: Lütfen bu şartları kabul edecek başka bir parti arayınız. Biz Bolşevikler, ve öyle sanıyorum ki Sol Sosyal Devrimciler de, bütün halkları, ülkelerinin militaristlerine karşı kutsal bir savaş açmak üzere bir araya toplayabiliriz….“İktisadî anarşi yüzünden dövüşemezsek… kavga bitmiş olmayacaktır: 1905 de Çarlık bizi ezdiği halde savaşımızı nasıl başka bir zamana ertelediysek bu sefer de başka bir zamana bırakabiliriz… Bundan ötürüdür ki barış görüşmelerine, karamsarlığa ve kara düşüncelere kapılmadan başlamış bulunuyoruz…” (age. 421-22)
Troçki’nin bu söyleminin dinleyenleri coşturduğuna kuşku yok, ancak maalesef savaşın yanlış benzetmelerle (1905’te iktidar proletaryada değildi) coşkun sözlerle kazanılamayacağı Troçki’nin ‘ne savaş ne barış’ sloganıyla barışı reddettiği ve orduyu terhis ettiğinde ortaya çıktı. Alman ordusu hiçbir ciddi engelle karşılaşmadan Petersburg önlerine kadar ilerledi. Almanlar âdil ve demokratik bir barışa yanaşmayacak olurlarsa “o zaman biz onların şartlarını Kurucu Meclise getirip şunları söyleriz: Kararı siz veriniz. Kurucu Meclis bu şartları kabul edecek olursa Bolşevikler bir kenara çekilirler ve derler ki: Lütfen bu şartları kabul edecek başka bir parti arayınız.” Troçki’nin bu söylemi iki şeyi kanıtlıyor, birincisi Kurucu Meclisi hala devrimci bir organ olarak gördüğünü, ikincisi Troçki’nin esiri olduğu teorisini doğrulamak uğruna Rus devrimini feda etmeye hazır olduğunu.
Alman saldırısı 17 Şubatta başladı. Alman birlikleri hiçbir dirençle karşılaşmadan yürüyüşünü sürdürdü. Troçki’nin Alman ve Avusturya halklarının savaşa izin vermeyecekleri varsayımı bu kez de boş çıktı. Aynı gün Bolşevik parti MK’si toplandı. Lenin, Alman tarafına yeni bir barış önerisi getirilmesini önerdi. Lenin’in önerisi Troçki’nin (lehte ve aleyhte oylar eşitti) oyuyla reddedildi. Troçki MK’ya verdiği karşı önergede “Alman taarruzunun askeri ve siyasi sonuçları belli oluncaya kadar yeni görüşmelere başlanmamasını” istedi. Önerge barış karşıtlarının oylarıyla kabul edildi. (age. sh.450 )
Bir sonraki (18 Şubat) MK toplantısında Lenin, Alman ilerleyişi karşısında “kaybedecek zamanın” olmadığını, bir an önce “barış görüşmelerinin yeniden başlatılması gerektiğini” savundu. Lenin’in önergesi yine Troçki’nin oyuyla reddedildi. Aynı MK toplantısında Troçki “barış şartlarını bildirmeleri için ittifak devletlerine başvurulması, ancak barış görüşmelerinin başlatılmasının istenilmemesine” dair bir önerge sundu. Lenin buna şiddetle karşı çıktı. “Halk bunu anlamaz,” diye cevap verdi, “Mademki savaş devam edecekti neden orduyu terhis ettik”. “Savaşla alay etmek” demekti bu. Devrimi yıkardı bu durum, “Biz yazı yazıyoruz, onlar (Almanlar) bu arada demir yollarımızı ele geçiriyorlar… Yarın tarih bizim için devrimi (Almanlara) teslim ettiler diyecek. Devrim için tehlikeli olmayan bir barış imzalamalıydık.” Sverdlov ve Stalin de aynı tezi savundular. Stalin, “Beş dakika yaylım ateş açsalar cephede bir tek erimiz kalmaz,” dedi. “Troçki’ye katılmıyorum. Bu sorun yalnız edebiyatta böyle konulursa doğrudur.” (age.sh.451)
Tartışmalar sonrasında Lenin barış önerisi onaylanmazsa tüm görevlerinden istifa edip işçi sınıfına döneceğini açıkladı. Bu tehdit üzerine MK’da yapılan son oylamada Troçki oyunu Lenin’den yana kullanınca barış önerisi bir oy farkla onaylandı. Öneri Halk komiserler toplantısında sol SD’lerin karşı oyuyla onaylandı ve Alman tarafına bildirildi.
Almanlar Bolşeviklerin yeni barış önerisine 4 gün sonra cevap verdi. Ukrayna’yı işgal eden Alman birlikleri Petersburg önlerine dayanmıştı. Bu dört gün içinde başkentte endişeli bir bekleyiş hüküm sürdü. Troçki İngiliz ve Fransız elçilikleriyle görüştü. Ve Sovyet Rusya’ya yardım edip etmeyeceklerini öğrenmeye çalıştı. Bu görüşmeler sonrasında toplanan MK’ya (bu toplantıda Lenin yoktu) İngiliz ve Fransızların işbirliği teklif ettiklerini iletti. MK bu teklifi hemen reddetti. (Age,sh.452) (Amerikalı Albay Robins, Ocak ayında Troçki’nin, Amerikan askerlerinin cepheye gitmelerini ve Ruslara ait maddelerin Almanlar tarafına sızmasının ve hammadde stoklarının Almanya’nın iç kısımlarına gönderilmesinin önlenmesine Amerikan subaylarının yardım etmelerini teklif ettiğini anlatır, Troçki o sırada ayrı bir barış imzalasalar bile Sovyetlerin Almanya’yı güçlendirmekte çıkarları olmadığını söylemiştir) (age.sh.452 dip not)
Önerisine gelen tepkiyle zor duruma düşen Troçki Dışişleri Halk Komiserliğinden çekildiğini açıkladı.
23 Şubat’ta MK Alman koşullarını görüşmek için toplandı. Lenin, ağır koşullara rağmen, Sovyetlere bir soluk alma ve yeni bir ordunun kurulması zamanı kazandıracağını söyleyerek barış antlaşmasının imzalanmasını savundu. Troçki MK’da yaptığı konuşmada “Lenin’in iddiaları doyurucu olmaktan çok uzaktır,” … “Eğer aramızda birlik olursa savunmayı örgütlemenin üstesinden gelebiliriz, bu işi başarabiliriz. Petrograd’ı ve Moskova’yı bırakmak zorunda kalsak bile kötü bir iş yapmış sayılmayız. Bütün dünyayı gergin bir hava içinde tutmuş oluruz. Bugün bir Alman ültimatomunu imzalarsak yarın başka bir ültimatomla karşılaşabiliriz… Barışı kazanabiliriz ama proletaryanın ileri elemanlarının desteğini kaybederiz. Kısacası proletaryayı dağılmaya götürmüş oluruz.” … dedi (age. sh.453), kendisini rahatlatıp egosunu tatmin edip, “orijinal teorisinin” son savunusunu yaptıktan sonra yine de oyunu barış yapılmasından yana kullandı. Daha sonra “Lenin’in tutumunda birçok sübjektif noktalar var. Kendisinin haklı olduğuna pek emin değilim, ama partinin birliğini bozacak herhangi bir şeye müdahale etmek istemiyorum. Tersine, elimden geldiğince yardım edeceğim. Ama bulunduğum yerde kalamam ve Dışişlerini yönetme sorumluluğunu şahsen üzerime alamam.” diyerek sorumluluğu üzerinden atmaya çalıştı. (age. Sh.458)
Troçkiyi destekleyen ve devrimci savaştan yana olanlar Troçki geri adım attıktan sonra da Lenin’e saldırmaya devam etti. Çeka’nm başında bulunan Dzerjinski, partinin bir bölünmeyi ve Lenin’in çekilmesini karşılayacak kadar güçlü olduğunu iddia etti. Moskova Bolşeviklerinin lideri Lomov- Oppokov, Troçki’ye başvurarak Lenin’in ültimatomlarından korkmamasını söyledi; Lenin olmasa da iktidarı yürütebilirler¬di. … Savaş hizbinden çekimser kalan üç lider (Joffe, Dzerjinski ve Krestinski) ağır bir açıklama yaparak “Alman emperyalizmine, Rus burjuvazisine ve Lenin’in başında bulunduğu bir kısım Rus proletaryasına karşı aynı zamanda savaşmayı” göze alamayacaklarını; bir ayrılığın büyük felâket olacağını, böyle bir duruma en kötü barışı bile tercih ettiklerini bildirdiler. Ama Buharin, Uritski, Lomov, Dubnov gibi savaşın en uzlaşmaz taraftarları (Piyatakov ve Smirnov oturumda yoktular) barıştan yana alınan kararı bir azınlık olarak kabul etmediklerini bildirdiler; kararı protesto etmek üzere partide ve hükümette aldıkları bütün görevlerden çekildiler. (age. Sh.459)
8 Mart 1918’de Partinin VII. Kongresinde sorumluluğu başkalarına yüklemekte mahir olan Troçki, yaptığı konuşmada “kendini tutmaktan” ve “ego’sundan fedakârlık etmekten” söz ederek kendi tutumunu savunmaya devam etti. “…Arkamızda güçsüz bir ülke, pasif bir köylü, bezgin bir proletarya ve bir de kendi içimizdeki ayrılık bizi tehdit etmekteydi… Benim vereceğim oya çok şey bağlıydı… Partide bir ayrılığa sebep olmanın sorumluluğunu üstüme alamazdım. Hayali bir soluk alma zamanı (Lenin Brest-Litovsky’i soluk alma zamanı olarak nitelemişti-y) kazanabilmek için barışı imzalamaktansa (Alman orduları önünde) gerilemeyi tercih edelim derdim. Ama parti liderliği sorumluluğunu üzerime alamazdım…” (age. sh.464)
Troçki’nin bu açıklaması ve Troçki’yi destekleyenlerin (Buharin, Djerzinski, Radek, Joffe, Uritski, Kollantay, Lomov-Oppokov, Bubnov, Piyatakov, Smirnov, Riyazanov ve Krestinski,) Lenin karşıtı keskin tavırları bütün bu mücadele sırasında Troçki’nin Lenin’in yerine geçmeye zorlandığını, ancak Troçki’nin bunu göze alamadığını gösteriyor. Ama yine de bu Toçki’nin parti liderliği konusunda ilk kavgası ve ilk yenilgisiydi.
Ayrıca Troçki kongredeki konuşmasında “Avrupa ihtilâli geciktikçe partideki bölünme tehlikesi ne ortadan kalkar ne de azalır.” diyerek daha devrimin ilk aylarında partide gelecekte yaşanacak çatışmaların da ilk sinyalini da vermiş oldu. (age. sh.464)
İç Savaş
Brest barışı ile elde edilen “nefes molasında” Lenin’in kaleme aldığı “Sovyet İktidarının En Yakın Görevleri” inde ivedi görev “Rusya’nın idaresinin örgütlenmesi olarak” belirlendi; “Biz, Bolşevik Partisi, Rusya’yı ikna ettik. Varlıklıların, sömürücülerin elinden Rusya’yı yoksullar, emekçiler için fethettik. Şimdi Rusya’yı yönetmek zorundayız. Ve mevcut anın tüm özgüllüğü, tüm zorluk, halkı ikna etme ve sömürücüleri silah zoruyla bastırma ana görevinden, yönetme ana görevine geçişin özelliklerini anlamak zorunda olmaktan ibarettir.
Dünya tarihinde ilk kez bir sosyalist parti, iktidarı ele geçirmeyi ve sömürücüleri bastırmayı ana hatlarıyla bitirip, yönetme görevine doğrudan yaklaşmayı başardı. Sosyalist devrimin bu en zor (ve en tatmin edici) görevinin onurlu uygulayıcıları olacağımızı göstermeliyiz. Başarılı yönetim için, ikna yeteneğinin dışında, iç savaşta yenme yeteneğinin dışında, bir de pratik örgütleme yeteneğinin gerekli olduğunu kavramalıyız. Bu en zor görevdir, çünkü söz konusu olan milyonlarca ve on milyonlarca insanın yaşamının en derin, ekonomik temellerinin yeniden örgütlenmesidir. Ve bu en tatmin edici görevdir, çünkü ancak onu (ana hatlarıyla) çözdükten sonra, Rusya’nın sadece bir Sovyet Cumhuriyeti olduğunu değil, aynı zamanda sosyalist bir cumhuriyet haline geldiğini de söylemek mümkün olacaktır.” (Seçme Eserler, Cilt-VII –sh.330)
Lenin Rusya koşullarında “kapitalizmden sosyalizme geçiş” olarak nitelendirdiği bu dönemin sorunlarını şöyle sıraladı; “çalışabilecek herkese çalışma zorunluluğunun getirilmesi, çalışma disiplininin sağlanması”, “emeğin üretkenliğinin artırılması”, “büyük sanayinin maddi temellerinin garantilenmesi”, “bilim ve tekniğin çeşitli dallarında uzmanların kılavuzluğuna başvurulması”, “halkın eğitim ve kültür düzeyinin yükseltilmesi”, “örnek çalışma ve olumlu rekabetin özendirilmesi”, “üretim ve ürünlerin dağıtımında en sıkı ve tüm halkı kapsayan muhasebe ve denetimin örgütlenmesi”, “Sovyetlerin çoğaltılması ve güçlendirilmesi”, Ve bunların ancak “sıkı bir örgütün yaratılması ve disiplinin artırılmasıyla” yerine getirilebileceğini vurguladı.
Lenin’in kapitalizmden sosyalizme geçişte zorunlu gördüğü ve partinin 1921’de uygulamaya koyduğu “Yeni Ekonomik Politika ”ya (NEP) temel olan bu önlemler uygulanamadı. “Nefes molası” Nisan ortasında iç savaşın yeniden alevlenmesi ve emperyalist kuşatma ile sona erdi; Sovyet iktidarının korunması sorunu yeniden birinci sıraya yerleşti.
İç savaşın aldığı yeni biçim; karşı devrimin ordulaşması ve Rusya topraklarında yayılan emperyalist işgal, Kızıl Ordu’nun kurulmasını acil bir görev haline getirdi. Devrimden hemen sonra, Antonov, Krilenko ve Dibenko’dan oluşan üç kişilik bir “askeri komite” kurulmuştu; bu komitenin görevi ordu ve donanmadaki sorunları çözmek ve Çarlık ordusunu tasfiye etmekti. Brest barışının imzalanmasından hemen önce başlayan Alman saldırısıyla ordu iyice dağılmıştı, ama savaş ve iç savaş sürüyordu. Bolşeviklerin elindeki tek sağlam askeri güç devrimden önce Kornilov ayaklanması sırasında kurulan sayıları 50 bine ulaşan Kızıl Muhafızlardı. Bu güce devrimden sonra Sabotaj ve karşı devrim ile mücadele için oluşturulan ÇEKA eklendi. Ancak görevi sabotajları engellemek, karşı devrimci örgütlenmeleri ortaya çıkarıp dağıtmak ve Sovyet kurumlarını korumak olan bu güçle genişleyen ve ordulaşan iç savaş ve emperyalist kuşatmaya karşı Sovyet iktidarını korumak olanaksızdı. Kızıl Muhafızlar böyle bir eğitime ve donanıma sahip değildi. Kızıl Ordunun kurulması bu koşullarda iktidarın korunması için acil bir zorunluluktu.
Kızıl Ordunun kurulması zorunluluğu ilk kez “Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Bildirgesi” metninde, “Emekçi kitlelere tüm iktidarı güvencelemek, sömürücülerin iktidarını restore etmenin her türlü olasılığını ortadan kaldırmak üzere emekçilerin silahlanması, sosyalist bir İşçi-Köylü Kızıl Ordusu’nun kurulması ve mülk sahibi sınıfların tamamen silahsızlandırılması kararlaştırılır.” olarak yer aldı.( Seçme Eserler, Cilt-VI –sh.469)
1918 yılı başında Kızıl Orduyu kurma çalışmaları hız kazandı. Bolşevik Parti 19 Aralık/1 Ocak 1918 tarihli MK toplantısında İşçi Köylü Kızıl Ordusu’nun kurulması kararını aldı, SNK 15/28 Ocakta “emekçi kitlelerin sınıf bilinci daha yüksek ve örgütlü unsurlarından” oluşacak “işçi -köylü Kızıl ordusu kurulmasına dair bir kararname yayınlandı, bu kararnameyi “Sosyalist İşçi köylü kızıl donanması” kararnamesi izledi. 22 Şubat/ 7 Martta Kızıl Ordu’ya gönüllü katılma çağrısı yapıldı ve 23 Şubat Kızıl Ordu günü olarak ilan edildi. Lenin VII. Kongrede yaptığı konuşmada Kızıl Ordunun niteliği ve önemini, şu sözlerle vurguladı: “ilk kez bir orduya resmi sıfatı olmayan, aksine sömürülenlerin kurtuluşu için mücadele düşüncesini kendisine kılavuz edinen unsurlar girmiştir. Başlattığımız çalışma sonuçlandırıldığında Rus Sovyet Cumhuriyeti yenilmez olacaktır” (Seçme Eserler, Cilt-VII –sh.288)
Brest Antlaşması’nın imzalanmasının ardından İçişleri Halk Komiserliği’nden istifa işlemi yürürlüğe konan Troçki, SNK bünyesinde kurulmuş olan “askeri devrimci komite”ye dahil oldu. Komitenin ismi “Yüksek Savaş Konseyi” olarak değiştirildi. 13 Nisanda Troçki, Savaş Halk Komiserliği’ne getirildi ve Kızılordu yeniden organize edilmeye başlandı. Gönüllülük temelinde katılımın yetersiz olması (Şubat’tan Mart’a gönüllü katılanların sayısı 15.300’dü ) üzerine VTsIK 22 Nisan’da zorunlu askerlikle ilgili bir kararname yayınladı; bu kararnamede işçi ve köylülerin dışındakiler çalışma taburlarında görev alacaklardı. VTsIK aynı oturumunda Kızıl Orduya katılma yeminini de onayladı.
Troçki liderliğinde Kızıl ordunun yeniden organizasyonu ile birlikte önceden öngörülen prensipler değişmeye başladı. Ordu’da komutanların askerler tarafından seçilmesi ilkesinden vazgeçildi, askeri birliklerdeki komiteler ve asker Sovyetleri dağıtıldı, cephede ölüm cezası uygulaması geri getirildi, 22 Nisan 1918’de Tüm Rusya Sovyetleri Merkez Yürütme Komitesi “Zorunlu Askerlik Eğitimi Üzerine Kararname”yi yayınladı. Troçki 19 Mart 1918 Moskova Sovyeti’ndeki konuşmasında Çarlık subaylarının sorumlu mevkilere getirilmesinin acil bir ihtiyaç olduğunu açık¬ladı. Çarlık subaylarının Kızıl Ordu’da sorumlu mevkilere getirilmesi, bir dizi riski barındırıyordu, bu subaylar beyazlara katılabilir, verdikleri kararlarla yenilgiye zemin hazırlayabilir, ya da karşı tarafa bilgi aktarabilirdi. Troçki bunları önlemek için bir dizi tedbir aldı. Devrimden sonra kaldırılan ölüm cezası geri getirildi, savaş suçu işleyenlerin infazı kolaylaştırıldı. Troçki daha aşırı tedbirlere de başvurdu. “Troçki subay ailelerinin bir deftere yazılmasını emretti. Böylece ihanet etmek isteyenler düşman tarafına geçecek olurlarsa karılarıyla çocukları rehine olarak alınacaklardı. Korkunç bir tedbirdi bu. Ancak, Troçki bu tedbirin yalnızca bir korkutma olarak kalması için bütün tiyatroculuğunu kullandı. Böyle bir tedbir alınmadığı takdirde devrimin yenilgiye uğrayacağını ve devrimi destekleyen sınıfların Beyaz Muhafızların intikamıyla karşılaşacağını iddia etti. Davranışını haklı göstermeye çalıştı, iç savaşın panikleri, büyük kuşkuları ve heyecanları arasında birçok masum insanlar da bu tedbirin kurbanı oldular.”… “Troçki’nin ihanetleri ortadan kaldırmak için başvurduğu diğer bir tedbir de her subayın yanına bir komünist komiserin görevlendirilmesiydi. Komutan askeri eğitimden ve harekatın yönetilmesinden, komiser de komutanın bağlılığından ve askerlerin moralinden sorumluydu. Hiç bir askeri emir ikisinin imzası olmadıkça geçerli sayılmıyordu.”… “Salt askeri, operasyonel, muharebe emirlerinin yerinde olup olmamasından komiser değil askeri lider sorumludur. Komiserin bir operasyon emrindeki imzası, komiserin bu emrin motivasyonunun herhangi bir başka (karşı devrimci) kaygıdan değil, operasyonel kaygılardan kaynaklandığına kefil olduğu anlamına gelir… Komiser, sadece karşı devrimci güdülerden esinlendiğine dair sağlam bir kanaat taşıdığı operasyon emirlerini durdurulabilir. … Emirlere kesinlikle itaat edilmesini sağlama sorumluluğu komiserdedir ve Sovyet iktidarının tüm otorite ve kaynakları bu amaçla onun tasarrufundadır.” (I. Deutscher, Troçki-I-sh. 486)
Troçki’nin başvurduğu subay ailelerini listeleme tedbirinin korkunçluğu bir yana subayların bu baskı altında, doğru karar verme yetilerini de ortadan kaldırıyor ve “nesnel” ihanetlere yol açabiliyordu. Ayrıca komutan ve komiser uygulamasının otoriteyi ikiye bölerek karar alma süreçlerini olumsuz olarak etkilemesi kaçınılmazdı. Bu uygulama pratikte birçok sorun ve yanlış karara yol açmıştı.
Bu önlemler başlangıçta Parti’de ve Kızıl Ordu’daki Bolşevik komutanlar ve askerlerce, merkezileşme ve disiplinin sağlanması adına kabul görse de, Çarlık subaylarının çoğalan sayısı ve aşırıya varan uygulamalar nedeniyle Parti ve Ordu’da rahatsızlıkların ve eleştirilerin büyümesine yol açtı. Öyle ki eleştiriler karşısında Troçki görevinden istifa etme noktasına kadar geldi.
Lenin’in “nefes molası” olarak adlandırdığı süre Nisan ortasına kadar sürdü, Nisan ortasından itibaren Sovyet iktidarı karşı devrimci örgütler, beyaz ordular ve emperyalist güçler tarafından kuşatma altına alınmaya başlandı. Nisan’da Menşevikler, SD’ler, Kadetler vb. bütün karşı devrimci örgütler “Canlandırma Ligi” adı altında bir araya geldiler, Canlandırma Ligi, hemen her yerde beyaz ordularla işbirliği halindeydi. Bunların arkasında ise işgalci emperyalist devletler, Almanya, İngiltere, Fransa ABD ve Japonya vardı. Karşı devrim Rusya’nın pek çok bölgesinde, Kırım, Baltık donanması, Moskova, Petersburg, Kozlov, v.b, ayaklanma girişimlerinde bulundu. Sovyet iktidarı Sibirya’da Kolçak, Ural-Sibirya hattında Çekoslovak kolordusu, (bu Kolordu Çarlık döneminde, Avusturya’ya karşı savaşmak üzere Rusya’daki Çekoslovak esirlerinden kurulmuştu), Don bölgesinde Krasnov, Güneyde Denikin birlikleriyle kuşatılmış durumdaydı. Sibirya’da Kolçak hükümdarlığını ilan etmiş, Çek kolordusunun ele geçirdiği Samara’da SD’lerin ve Menşeviklerin desteklediği karşı devrimci bir hükümet kurulmuş, Tatar-Başkırt bölgesinde milliyetçiler bağımsızlıklarını ilan etmiş, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’da Almanya, İngiltere, Türkiye‘nin desteğiyle SD, Menşevik ve milliyetçilerin içinde yer aldığı hükümetler kurulmuş, Kuzey ve Güney Kafkasya Rusya’dan fiili olarak kopmuştu. Pek çok bölgede komplolar SD ve Menşeviklerin katılımıyla gerçekleşiyordu. Ünlü Bolşevik ajitatör Volodorski Haziran 1918’de SD’lerce öldürüldü. VTsIK Haziran 1918’de karşı devrimci faaliyetleri nedeniyle bu partilerin siyasal haklarını kısıtlama kararı aldı.
Sol SD’lerle Brest barışı sonrasında bozulmaya başlayan ittifak, Sol SD’lerin Tarım Bakanlığı’nın tümüyle kendilerine verilmesi ve köylere yönelik ürün zor alımından vazgeçilmesi talepleri Bolşevikler tarafından reddedilince iyice çıkmaza girdi. 19 Mart’ta sol SD’ler SNK’dan çekildiler,ve Sovyet yönetimini Almanya’yla savaşmaya zorlayacak provokasyonlara giriştiler. “Sol SR (SD-y), 28 Haziran-1 Temmuz 1918 tarihleri arasında Üçüncü Parti Kongresi’ni toplayarak Alman emperyalizmine karşı ve Sovyet yürütme ko-mitesinin hükümet edebilmesi amacıyla Halk Komiserleri Konseyi’ni bertaraf ederek Sovyet iktidarını ele geçirmek için savaşma kararı aldı.”
4 Temmuz’da Tüm Rusya Sovyetleri 5. Kongresi Moskova Bolşoy Tiyatrosunda toplandı. Kongreye 678 Komünist, 269 Sol SD ve çoğunluğu bağımsız 88 kişi ile 1.035 oy hakkına sahip delege katıldı. Alman elçisi onur konuğu olarak locadaki yerini aldığında Sol SR delegelerinden “Kahrolsun Mirbach! “, “Kahrolsun Brest!” sesleri yükseldi. Troçki, provokatif bir biçimde, Almanya ile yeniden savaşı kışkırtan “emperyalizm ajanları görüldükleri yerde vurulacaklar,” diyerek karşılık veriyordu” … 4 Temmuz akşamı sol SD’lerin lideri Spiridonova Çeka mensubu Yakov Blyumkin’i Alman büyükelçi Kont Mirbach’a suikast için görevlendirdi. … 5 Temmuz’da Spiridonova Bolşoy’de sahne alarak Bolşevikleri devrimi katletmekle itham etti ve arkasında Lenin’in işitilebileceği şekilde, çarlık döneminde olduğu gibi “yine tabanca ve el bombası kuşanacağına” yemin etti. Birden bir gürültü koptu! Bolşoy’nin üst katlarında bir bomba patlamıştı, fakat oturuma başkanlık eden Sverdlov salondakilerin panik halinde kapılara yığılmasının önüne geçti. Sovyet kongresinin öğleden sonra daha geç bir saatte toplanmasının kararlaştırıldığı ertesi gün, Dzierzynski imzalı bir belgeyle, Blyumki yanında aldığı fotoğrafçıyla elçiliğe giderek Alman elçisi Mirbach’i öldürdü. Yanına koruma almadan, Blyumkin’i tutuklamak üzere Çeka askeri kışlasına giden Dzierzynski sol SD‘ler tarafından tutuklandı. Karşı saldırıyla Çeka binası Kızıl muhafızlar tarafında yerle bir edildi, aralarında Spiridonova’nın da olduğu yüzlerce sol SD militanı tutuklandı. Spiridonova bir yıl hapis cezasına çaptırıldı. Bu olaydan sonra birçok sol SD militanı Bolşevik Parti’ye katıldı. (Stephen Kotkin -Stalin-I-sh.352-58 )
6 Temmuzda çalışmasına ara veren kongre, Ayaklanmanın bastırılmasından sonra 9 Temmuz’da yeniden toplandı ve sol SD’ler Sovyetlerden dışlandı. Kongre 10 Temmuz’da yeni Sovyet Rusya Anayasası’nı onaylayarak yürürlüğe soktu.
Sol SD ayaklanması Moskova ile sınırlı kalmadı, Ukrayna’da da ayaklanmalar örgütlediler. Çek kolordusuna karşı savaşan Kızıl Ordu birliklerinin komutanı sol SD’li Muravyov Moskova’daki ayaklanmaya destek vermek amacıyla birliklerini Moskova üzerine sürmeye kalktı, Muravyov’un bu girişimi birliklerin Sovyetlerden yana tavır alması ile önlendi. Çek kolordusu bu durumdan yararlanarak Simbirsk’i işgal ederek, Rus Çarı II. Nikolay’ı kurtarmak üzere Ekaterinaburg’a yöneldi. (Krupskaya, Cilt III –sh.119)
İlerlemesini sürdüren Çekoslovak Lejyonu 25 Temmuz 1918’de Ekaterinaburg’u ele geçirdi, ama II. Nikola beyaz kuvvetler yetişemeden kurşuna dizildi. “Lenin ertesi gün Alman devrimci Klara Zetkin’e, “itilaf Devletleri Çekoslovakları satın aldı, ayaklanma her yerde şiddetleniyor, burjuvazi bizi yok etmek için tüm gücünü kullanıyor,” diye yazdı.
30 Ağustos’ta ÇEKA’nin Petersburg sorumlusu Utriski sol SD’ler tarafından öldürüldü, aynı gün Lenin’e suikast düzenlendi. “Lenin, Moskova’nın işçi-yoğun mahallesinin merkezindeki Mikhelson Makine Fabrikası’na bir konuşma yapmaya gitti. Moskova’da Cuma günleri “parti günü” idi ve görevliler akşamları şehre dağılarak işçi ve asker toplantılarında konuşmalar yapıyorlardı. Lenin, Moskova ve yakın çevresinde, … Mart ayı ile Ağustos arasında bu tür 140 konuşma yapmıştı. O günkü ikinci konuşmasına, Mikhelson’a yanında bir koruma ekibi olmaksızın, sadece şoförüyle (o da arabanın yanında kalmıştı) gitti. Üst düzey Bolşeviklere suikast düzenleme düşüncesi birçoklarının aklından geçiyordu. 1918 yılında Britanya Gizli Servisi, Rusya doğumlu bir Britanya ajanından, Stalin ile röportaj için bir bahane bulmasını ve içeri girer girmez onu öldürmesini açıkça istemişti (Britanyalılar bu talebin reddedildiğini iddia ediyorlardı). Mikhelson’da Lenin daha önce dört kez konuşmuştu. O akşam el bombası atölyesi soyulmuştu. Ancak Lenin çok geç kalmıştı ve planlanan konuşma saatinden iki saat sonra, kalabalığa hitap etmesi için başka bir konuşmacı gönderildi. Yaklaşık kırk beş dakika sonra Lenin’in arabası yaklaştı ve hemen kürsüye çıktı. “Yoldaşlar, çok uzun konuşmayacağım, Halk Komiserleri Konseyi toplantımız var,” diye başladıktan sonra, “Burjuva Diktatörlüğüne karşı Proletarya Diktatörlüğü” teması üzerine bir saatlik uzun ve sert bir konuşma yaptı. Dinleyicilerin birçok zorlu sorusu vardı (adet olduğu üzere yazılı soru alınıyordu) ancak Lenin yanıtlayacak vaktinin olmadığını söyledi. Devrimi savunmak için silahlanmaları çağrısı yaptı ve “tek bir kararımız var,” diyerek toparladı, “Ya Zafer Ya Ölüm!” Lenin dışarı çıktı, fakat onu bekleyen arabasına binmeden, göğsünden ve kolundan vurularak yere düştü (mermi omuzunu delip geçmişti). Şoförü Stepan Gil ve fabrika komitesinin bazı görevlileri onu arabasının arka koltuğuna yerleştirdiler. … Arabayı Kremlin’e sürdüler. Sverdlov ünlü bir doktoru çağırdı. ”Lenin’e suikast yapan sağ SD üyesi Fanya Kaplan, yakalandı, suçunu itiraf etti ve infaz edildi. ( Stephen Kotkin sh.362-68
Sol SD’lerin ayaklanmaları, Utriski’nin öldürülmesi ve Lenin’e suikast karşı devrime karşı yeni bir kızıl terör dalgasının başlangıcı oldu. Sol SD’lerin de siyasi faaliyetleri kısıtlandı, Menşeviklerden ve SD’lerden Sovyet iktidarı koşulları altında muhalefet yürüteceklerini açıkça beyan edenlerin siyasi kısıtlılığı 1918 Kasımında kaldırıldı.
Kısaca 1918 yılında Sovyet iktidarı karşı devrim ve beyaz orduların ablukası altında eski Moskova dukalığı sınırları içinde sıkışıp kalmış durumdaydı, beyaz orduların arkasında ise emperyalist kuşatma vardı.
Batıda imzalanan Brest antlaşmasına rağmen, Alman işgali sürüyordu, Almanlar Nisan başında Riga, Finlandiya ve Ukrayna’yı işgal etti. Ukrayna hükümeti Rada’yı dağıtarak kendilerine bağlı bir hükümet kurdu. Böylece Ukrayna’nın tahılına ve kömürüne doğrudan el koyma olanağını elde etti. Alman birlikleri ilerlemelerini sürdürerek Karadeniz filosunu ele geçirmek için Kırım’ı işgal etti, Kızıl denizciler Filoyu önce kaçırdı, sonra koruyamayacaklarını anlayınca batırmak zorunda kaldı.
Doğuda, Nisan başında, Japon birlikleri Vladisvostok’u işgal etti, Ağustos’ta ABD ve İngiliz birlikleri de Japon birliklerine katıldı. Kuzeyde, Haziranda, İngiliz birlikleri Murmansk’a, Ağustosta Fransız, İngiliz ve ABD birlikleri Arkhangelsk’e çıktı. Güneyde Fransızlar Odesa’ya, Almanlar Gürcistan’a, İngiliz ve Türkler Azerbaycan ve Ermenistan’a girdi. 1918 yılı yazında büyüyen beyaz muhafız ve emperyalist kuşatmayı yarmak için Bolşevik Parti Merkez Komite üyeleri cephelere dağıldılar. Lenin, çok cepheli bu savaşı Kremlin’den yönetti.
Troçki Eylül’de eski bir çarlık generali olan Vacietis’i Kızıl ordu başkomutanlığına atadı. İç savaşın en kritik cephelerinden biri Kazan diğeri de Çaritsin’di ( Tsraritsin – Çaritsin – adı 1924’te Stalingrad olarak değiştirildi, Stalin’in ölümünden sonra 1956’da yeniden değiştirilerek Volgagrad oldu.) 7 Agustosta Kazan’ı işgal eden Çek kolordusu Moskova’yı tehdit ediyordu. Bu cepheyi, karargâhını Kazan yakınlarındaki Svyazhsk’da kurarak Troçki üstlendi.
Çaritsin’in önemi iki başkenti ve orduyu besleyecek eldeki tek tarım tedarik bölgesi olmasıydı. Bölge, Çek Kolordusu, Krasnov ve Denikin birliklerinin tehdidi altındaydı. Bu bölgenin Sovyet iktidarından koparılması hem ordunun erzak tedarikinin tehlikeye düşmesi, hem de Moskova ile Kafkasların irtibatının kopması anlamına geliyordu. 6 Haziran 1918’de Stalin bu bölgeye özellikle ordunun erzak ihtiyacını karşılamak için gönderildi.
Güney Cephesi komutanlığı altında görev yapan 10. ordunun başında Voroşilov bulunuyordu; süvari alayını ünlü gerilla komutanı Budyonni yönetiyordu. Ordu’nun askeri komiseri ise Orjonikidze’ydi. Bu üçlü, Güney Cephesi komutanı eski Çar subayı Sytin ile sorunlar yaşıyordu. Üçlü Sytin tarafından disiplinsiz ve itaatsiz olarak suçlanıyordu. Suçlamalar konusunda Sytin’le aynı tavrı benimseyen Troçki de bu üçlüyü N.C.O. muhalefet olarak adlandırmıştır. Bu üçlü aynı zamanda Stalin’in Bakü’de birlikte mücadele ettiği yoldaşlarıydı. Çaritsin’de görev alması Stalin’i de Troçki ile bu üçlü arasındaki mücadelenin bir parçası durumuna getirmişti. Nitekim Çaritsin’den Lenin’e gönderdiği raporlar Stalin’in de bu üçlü ile benzer eleştirileri paylaştığını doğruluyordu.
10 Temmuz tarihli raporda Troçki’yle ilgili şu eleştirilerini dile getirdi; “Eğer Troçki düşünüp taşınmadan sağa sola, bu arada Trifonov’a (Don vilayeti), Avtonomov’a (Kuban vilayeti), Koppe’ye (Stavropol) -aslında tutuklanmayı hak eden- Fransa’nın misyon temsilcilerine vb. yetki belgesi dağıtırsa, bir ay sonra Kuzey Kafkasya’da her şeyin çökeceğini ve bu bölgeyi tamamen kaybedeceğimizi emin olarak söyleyebiliriz. Onun kafasına şunu iyice sokun ki yerli otoritelerin ve bölge insanlarının bilgisi dışında ve fikri alınmadan buraya atama yapmak olmaz, aksi halde Sovyet hükümeti skandallarla karşı karşıya kalıyor.” (İktidara Giden Yol- sh.333)
Aynı konuda Deutscher, Stalin kitabında şunları yazdı; “Troçki’nin kafasına sokun bunu. Davanın selameti için bana burada tam askeri yetkinin verilmesi gereklidir. Bu konuda daha önce yazmış ama cevap alamamıştım. Olsun. Bu durumda herhangi bir formaliteye dayanmaksızın ben tek başıma, burada işi berbat eden komutanları ve komiserleri görevlerinden alacağım… Troçki’nin yazılı emir göndermemiş olması beni durduramaz.” (Isaac Deutscher, Stalin, Sosyal Yay. Cilt I sh.-304)
Yukarıdaki alıntıda Stalin’in sözünü ettiği “sağa sola” dağıtılan yetki belgeleri sorununun en önemlisi şüphesiz Albay Noseviç’e verilen belgeydi. Noseviç Troçki’den aldığı belge ile bölge karargah komutanı olarak Çaritsin’e geçti. Noseviç Çaritsin’in beyaz ordulara teslimi için bir komplo kurdu, komplo açığa çıkartıldı, Komplonun lideri Noseviç tutuklandı, tutuklandıktan sonra Troçki’nin emriyle serbest bırakılan Noseviç beyaz muhafızların safına geçerek Kızıl Orduya karşı savaştı. (İktidara Giden Yol –sh.334)
Bu Stalin’le Troçki arasında iç savaş boyunca süren çatışmanın ilkiydi. Bu çatışma ilerde de anlatılacağı gibi, Stalin’in Çaritsin’den Moskova’ya çekilmesiyle sonuçlandı. Stalin’le Birlikte hareket eden 10. Ordu komutanı Varoşulov’da görevden alındı.
Stalin’in Moskova’ya dönmesinden sonra Çaritsin’de durum kötüleşti. Krasnov birlikleri Çaritsin’in kenar mahallelerine dayandı. Genelkurmay başkanı Vatzetis bu durumdan Voroşilov’u sorumlu tuttu. 25 Ekimde Krasnov birlikleri Don nehrinin öteki yakasına sürüldü.
Moskova’ya dönen Stalin, 30 Kasım 1918’de Lenin’in başkanı olduğu İşçi Köylü Savunma Konseyi başkan yardımcılığına getirildi. “Konseye Lenin ve Stalin ile birlikte Devrimci Askeri Kurul başkanı Troçki, Demiryolları Halk Komiseri V.İ. Nevskiy, Erzak Halk Komiseri N.P. Bryuhanov, ve Kızıl Ordu Donatım İşleri Olağanüstü Heyeti Başkanı Krasin de dahil edilmişlerdi. Bu yeni yönetim organı, iç savaş sırasında askeri ve iktisadi konularda hükümetin planlama merkeziydi ve Troçki’nin başkanı olduğu Devrimci Askeri Kurul da bu konseyin denetimi altında çalışıyordu” (İktidara giden yol. sh.339)
Çaristin’deki zaferi Troçki’nin görev yaptığı Kazan bölgesindeki zafer izledi. İşçiler Kazan’da kurulan Menşevik, SD destekli beyaz hükümete karşı ayaklandı, Kızıl Ordu birlikleri 7 Eylülde Kazan’ı, 12 Eylülde Simbirski’yı, 7 Ekimde Samara’yı geri aldı, Çek kolordusu yenilerek geri püskürtüldü, böylece 1918 yazında Sovyet iktidarını tehdit eden iki önemli cephede, beyaz orduların ilerleyişi durduruldu. (Krupskaya Cilt III-sh.127)
1918 yılı sonunda Kolçak birliklerinin Perm’i ele geçirmesiyle Parti ve Kızıl Ordu’da ordu yönetimine yönelik eleştirilerin şiddeti de yükseldi. Perm’in düşüşüne yol açan nedenlerin araştırılması için 1 Ocak 1919’da Merkez Komitesi ve savunma Konseyi kararıyla, Stalin ve Djerzinski’ninde (hatırlanacağı üzere Çeka Başkanı Djerzinski Brest sorununda Troçki’nin yanında yer almıştı.) içinde olduğu bir heyet kuruldu. Stalin ve Djerzinski bölgede yaptıkları incelemeler sonucu hazırladıkları ayrıntılı bir raporu MK’ya sundu. Raporda Perm’in düşüşü Kızıl Ordu’nun maddi ve moral bakımdan içinde bulunduğu kötü duruma ve yönetim hatalarına bağlandı ve bu konuda alınması gereken önlemler sıralandı.
Kızıl Ordu’nun iç savaşta önemli zaferler kazandığı, dünya devriminin büyümeye devam ettiği ve emperyalist kuşatmanın gevşediği 1918 yılı sonunda Sovyet iktidarı yeni bir “nefes molası” elde etti. 1918 yılı Kasım’ında Almanya’da devrim gerçekleşti, Berlin’de İşçi ve Asker Konseyleri iktidarı ele geçirdi. 1919 Ocağı’nda İngiltere’de işçiler Sovyet devrimini desteklemek için greve çıktılar, (Kızıl Cuma) bunu, Şubat’ta “Rusya’dan elinizi çekin” kampanyası izledi. Mart’ta Macaristan’da, Nisanda Münih’te Sovyet iktidarları kuruldu. Pek çok Avrupa ülkesinde Sovyet devrimini destekleyen gösteriler oldu, 1919 Mart’ında Moskova’da toplanan Komünist Enternasyonal 1. Kongresi bütün dünya işçi ve emekçilerine Rusya’daki yabancı askerlerin geri çekilmesi ve Sovyet devrimini destekleme çağrısı yaptı. Bu çağrı Komünist Enternasyonal’in sahip olduğu o günkü gücün ötesinde bir etki yarattı. İngiltere başbakanı Avrupa’da yükselişe geçen devrim karşısında duyduğu korkuyu söyle dile getirdi; “Avrupa’nın tamamı devrim ruhuyla dolmuş durumda. İşçiler arasında savaş öncesi koşullara karşı sadece derin bir hoşnutsuzluk değil, derin bir öfke ve isyan hissi de görülüyor. Avrupa’nın bir ucundan öbürüne kadar her yerde siyasi, toplumsal ve ekonomik yönleri ile mevcut düzenin tamamı halk kitleleri tarafından sorgulanıyor.” (Bolşevik Devrimi- Cilt-III –sh.126)
Öte yandan Emperyalist ordu ve donanmalarda huzursuzluk, isyan boyutlarındaydı. Nisan başında Karadeniz’deki Fransız donanmasında isyan çıktı, Rusya’ya gönderilmek istenen İngiliz, Fransız ve Amerikan birlikleri cepheye gitmeyi reddetti. İngiliz başbakanı Rusya’ya yeni birliklerin gönderilmesi gündemli bir toplantıda “Eğer şimdi Rusya’ya bu amaçla bir tane İngiliz birliği göndermeye kalkacak olursa isyanlar çıkacağını ve Bolşeviklere karşı askeri bir hareket başlatılırsa, bunun İngiltere’yi Bolşevik yapacağını ve Londra’da bir Sovyet kurulacağını” söyledi. (BD.-III-sh.124)
İngiliz Savaş Bakanlığı’ndaki Askeri Harekat müdürü ‘Arkhangelsk cephesinde İngiltere’nin komutası altında bulunan çeşitli milletlerden birliklerle ilgili olarak, moralleri “düşmanın gittikçe artan bir enerji ve maharetle gerçekleştirdiği son derece etkin ve sinsi Bolşevik propagandasına kurban düşmelerine yol açacak kadar bozuk”’ diyerek İngiliz başbakanını doğruluyordu. (age. –sh.125)
Rusya’ya yeni birlikler gönderilmesi konusunda zora düşen emperyalist devletler, Sovyet iktidarına karşı yeni bir hileye başvurdular. 8 Kasım 1918’de 6. Tüm Rusya Sovyet Kongresi beş İtilaf Devleti hükümetine yaptığı, “bütün dünya önünde barış görüşmelerine başlama” çağrısını kabul eder görünerek, barış görüşmeleri adı altında Sovyetleri oyalama taktiğine yöneldiler. Amaçları beyaz ordulara zaman kazandırmak ve onların yeniden toparlanmasını sağlamaktı.
Bolşevik Partisi VIII. Kongresi bu iç ve uluslararası koşullarda toplandı. Bolşevik Parti için kongreden önceki en üzücü olay Sverdlov’un kaybıydı. Lenin bu kaybı, “Hiç kimse Sverdlov yoldaş gibi, örgütsel ve politik çalışmayı bir tek kişide birleştiremezdi…” sözleriyle dile getirdi.
Kazanılan “nefes molası”nda Kongre, Sovyet devriminin karşı karşıya olduğu pek çok sorunu, küçük köylülerle ilişkiler, orta köylülere karşı izlenecek tutum, yoksul köylü komiteleri, uzmanlar sorunu vb. birçok sorunu ele aldı. Kongrenin özel gündemini Kızıl Ordu oluşturdu.
Kongre, Partinin 1961’e kadar yürürlükte kalan yeni tüzüğünü onaylandı ve 19 asıl 8 yedek üyeden oluşan yeni MK’yi seçti. Lenin, Troçki, Stalin, Kamenev ve Krestinski Politbüro üyeliğine, Zinovyev, Buharin ve Kalinin, PB yedek üyeliğine, Stalin, Beloborodko, Serebraykov, Stasova ve Krestinski örgütlenme bürosuna (orgbüro) seçildi. Krestinsky parti sekreteri olarak Sverdlov’un yerini aldı.( İktidara Giden Yol –sh.344 / Kotkin, sh. 227)
Kongre ayrıca VII. Kongrede gündeme alınan partinin programını tartışarak onaylandı. VI kongrede alınan parti isminin değiştirilmesi kararı VIII. Kongreyle birlikte yürürlüğe girdi. Partinin ismini Rusya Fedarasyonu Komünist Partisi – Bolşevik (RKP-B) olarak değiştirdi. Lenin parti isminin değiştirilmesini şöyle gerekçelendirdi; “Marksist olduğumuzu ve sosyal-demokrasinin iki önemli noktada tahrif ve ihanet ettiği “Komünist Manifesto” zemininde durduğumuzu tekrarlamalıyız: 1) işçilerin anavatanı yoktur, emperyalist savaşta “anavatan savunması” sosyalizme ihanettir; 2) Marksist devlet öğretisi ikinci Enternasyonal tarafından tahrif edilmiştir…..“Alışılmış”, “sevdiğimiz” kirli gömleği çıkarıp atmakta tereddüt ediyoruz… Kirli gömleği çıkarıp atmanın zamanıdır, temiz çamaşırlar giymenin zamanıdır.” (Seçme Eserler, Cilt-VI –sh.127)
Stalin, 30 Mart’ta, VTsIK kararıyla, Devlet Kontrolü Halk Komiserliği görevine atandı. Kongreden sonra Stalin’in yetkilerinin artırılmasına yönelik eleştirilere Lenin cevap verdi; “Herhangi bir milli delegasyonun başvuracağı bir kimsemiz olmalıdır… Böyle bir adam nerede bulunabilir? Preobrajenski’nin Stalin’den başka birini ileri süreceğini sanmıyorum. İşçi ve Köylü Teftiş komiserliği için de aynı durum söz konusu. İş çok geniş ve büyüktür. Bu işle baş edebilmek için otorite sahibi bir kimsenin başta bulunması gereklidir.” ( I. Deutscher Stalin, Cilt I -sh.321)
Tartışmalara rağmen Kongre, Bolşevik Parti’nin iç savaş kararlılığını bir üst düzeye yükseltti. 1919 iç savaşın en kritik yılıydı. İngiliz, Fransız ve ABD desteği ile donatılan beyaz ordular batıdan, doğudan, kuzeyden ve güneyden Sovyet iktidarına karşı eş zamanlı bir saldırı başlattılar. Kızıl Ordunun savunmak zorunda olduğu cephenin uzunluğu 8.500 km. idi. Buna karşın Kızıl Ordu’daki asker sayısı ise yaklaşık 380 bin civarındaydı. (1697 top ve 6561 makineli tüfeği sahipti). Beyaz ordular ise hem sayı, hem de donanım açısından kat kat üstündü.
Mayısta Yudeniç birlikleri kuzeyden Petersburg’a, Kolçak birlikleri doğudan Moskova’ya doğru hareket halindeydi. Bu sırada Troçki doğu cephesindeydi; bu cephede, Kolçak ordusuna karşı taarruz başarıyla sonuçlandırıldı, Koçak birlikleri Uralların ötesine kadar sürüldü. Bu sırada Kızıl Ordu komuta kademesinde düzensiz bir biçimde geri çekilen Kolçak’ın takip edilip edilmemesi sorunu yaşandı. Troçki’ye yönelik eleştiriler yeniden alevlendi.
Ancak kuzeyde durum kritikti. Kuzeyde Petersburg’a doğru yürüyüşe geçen Yudeniç Kızıl Ordu’nun savunma hatlarını yardı, Gorka ve Pskov kalelerini işgal ederek Mayıs başında Petersburg önlerine kadar ilerledi. Petersburg Parti örgütü sekreteri Zinovyev şehri tahliye etme kararını aldı. Petersburg’ın tehlikeye düştüğü bu anda MK ve Savunma Konseyi Stalin’i Petersburg cephesine gönderdi. Petersburg’da genel seferberlik ilan edildi, ayaklanma hazırlığı içinde olan İtilaf Devletleri elçilik personelinin de içinde yer aldığı beyaz ordunun yeraltı örgütü “Milli Merkez” açığa çıkartılarak dağıtıldı. Stalin cepheden Lenin’e gönderdiği raporda,“cephenin sağlam olduğunu”, “ilerleme kaydedildiğini” ve “endişeye gerek” olmadığını bildirdi. Stalin, karşı saldırıyı örgütlemek için Baltık donanmasını harekete geçirdi; Krasnaya ve Gorka kaleleri denizden ve karadan saldırıyla ele geçirildi; Kızıl Ordu piyade birlikleri başarılı bir karşı taarruzla Yudeniç birliklerini Finlandiya sınırının ötesine sürdü. Bu başarılı karşı taarruzdan sonra Stalin, Lenin’e gönderdiği raporda saldırıda donanmanın kullanılmasına dair şunu ekledi; “Denizci uzmanlar Kızıl Ordu’nun kaleyi denizden saldırarak almasının güya bilime aykırı olduğunu söylediler. Ben böyle bilime ancak ağıt yakarım.” (İktidara Giden Yol –sh.349)
Güney Cephesi, iç savaş boyunca tehdidin en yüksek olduğu cepheydi. Bu cephede Kızılordu Denikin ve Wrangel güçlerine karşı savaşıyordu. Tek başına Denikin 100 bin kişilik iyi donanımlı bir orduya sahipti. Mayıs 1919’da Denikin komutasındaki beyaz ordu Moskova’ya doğru ilerlemeye başladı. Karşısındaki Kızıl Ordu birlikleri hem sayı (60 bin kadar) hem donanım olarak zayıftı. Denikin Haziran’da iç savaşın başından beri beyaz orduların ele geçiremediği Çaritsin’i ele geçirdi, Denikin’in Moskova’ya doğru ilerlediği bu dönemde Güney cephesinde görev yapan Troçki, 1 Temmuz’da Lenin’e şu telgrafı gönderdi; “Yalın ayak, çıplak, karnı aç, bitli bir orduyu, ne cezalarla, ne de propaganda ile savaşabilir bir düzeye getirebilirsiniz”. (İktidara Giden Yol –sh.352)
Troçki Lenin’e gönderdiği bu telgraftan kısa bir süre sonra Moskova’ya döndü, bütün görevlerinden istifa ettiğini açıkladı. İstifası MK tarafından kabul edilmedi. (I.D-Stalin-1-sh.321)
Eylül ve Ekim ayları iç savaşın kader aylarıydı. Eylül’de Denikin kuvvetleri birçok şehri (Kursk,Oryol vb.) işgal ederek Moskova’ya doğru ilerlerken, yeniden harekete geçen Yudeniç kuvvetleri ise Gatçina ve Puşkin’i ele geçirerek Petersburg’a doğru ilerliyordu. İç savaşın bu kader anında Troçki Petersburg’u savunma görevini üstlendi. Stalin ise yeniden güney cephesinde görevlendirildi. Her iki cephedeki savaş, beyaz orduların yenilgisi ve geri çekilmesi ile sonuçlandı. Denikin Birlikleri Oryol’un kuzeyinde bozguna uğradıktan sonra sürekli güneye doğru kaçtı ve Mart 1920’de Kırım yarımadasına dağıldılar. Komu¬tayı Korgeneral Wrangel’e bırakmak zorunda kalan Denikin Pa¬ris’e kaçtı.
Güney cephesinde Denikin’in üstün kuvvetlerine karşı Troçki’nin karşı çıktığı Budyanniy’ın süvari kolordusu (Kolordu 19 Ekim’de süvari ordusuna dönüştürüldü) belirleyici bir rol oynadı. Lenin Denikin kuvvetlerinin yenilerek geri çekilmesinde 1. süvari ordusunun oynadığı bu rol nedeniyle Budyanniy’i şu sözlerle onurlandırdı; “sizin kolordu Voronej’e ulaşmasaydı, Denikin Şkuro’nun ve Mamontov’un süvarilerini cepheye sürecek ve cumhuriyet çok büyük bir tehlike altında girecekti. Çünkü biz Oryol’u kaybetmiştik ve düşman Tula’ya yaklaşıyordu.” (age-sh.356)
Daha önce Budyanniy süvari birliklerinin güçlendirilmesi gerektiğini Troçki’ye söylediğinde Troçki buna karşı çıkarak Budyanniy’e şunları söylemişti; “Yoldaş Budyannıy! Söylediklerinizin farkında mısınız? Siz, süvari kuvvetlerinin doğasını anlamıyorsunuz. Burada söz konusu olan prenslerin, kontların ve baronların komutasındaki aristokrat bir ordudur. Biz, Mujik halimizle bu soyluları taklit edemeyiz.” (İktidara Giden Yol –sh.355 / I.D.-Stalin, Cilt I -sh.299)
Batıda, Polonya ordusu Nisan 1919’dan beri Sovyet Rusya topraklarında işgal hareketi yürütüyordu. Polonya’nın Sovyet topraklarındaki bu ilerleyişi, Stalin’in deyimiyle, “yorgun, donanımsız ve savunma yapamayacak” kadar güçsüz Kızıl Ordu birliklerinin Berezina ırmağına kadar geri çekilmesi ve orada bir savunma hattı oluşturmasıyla durduruldu.
1920 başında iç savaşın seyri, savaşın Sovyetlerin zaferi ile sonuçlanacağını gösteriyordu.1920 Nisan’ında İngiliz ve Fransız destekli (Fransa Polonya ordusuna 1.494 top, 350 uçak, 2800 mitralyöz ve 327 bin tüfek vermişti) 200.000 kişilik Polonya ordusunun saldırıya geçmesi, karşı-devrim ve emperyalist devletlerin Sovyetlere karşı son umutsuz girişimleriydi. Polonya ordusunun üstün gücüyle başlattığı saldırı sonucu 6 Mayısta Kiev düştü. Stalin 26 Mayısta güney batı cephesi olarak yeniden düzenlenen Polonya cephesine gönderildi. Yapılan hazırlıkların ardından 1. Süvari Ordusu Haziran başında Polonya birliklerine karşı taarruza geçti. 12 Haziran’da Kiev geri alındı, aynı dönemde Kırım’ı elinde tutan Wrangel’in Kızıl Ordu’ya arkadan saldırıya geçmesi ile Kızıl Ordu aynı anda iki cephede birden savaşmak zorunda kaldı. 19 Temmuz’da Kızıl Ordu Polonya birliklerini Polonya topraklarına kadar sürdü. Polonya ordusuna karşı kazanılan zafer Bolşevik Parti ve Kızıl Ordu komutanlarında Varşova’ya kadar ilerlenebileceği ve Varşova’nın alınabileceği düşüncesinin doğmasına yol açtı. Troçki ve Stalin’in aksine Lenin bu görüşü destekledi. Troçki, Polonya ile hemen barış görüşmelerinin başlatılmasını savunurken, Stalin, “Polonyalıların işi bitmiştir ve bizim sadece Varşova’ya kadar yürümemiz gerekir diyenler yanılıyor” diyerek Varşova’ya yürümenin “hayalcilik” olduğunu söyledi. (İktidara Giden Yol –sh.362)
Varşova’ya taarruz için orduda yeni düzenlemeler yapıldı; bu yeni düzenlemeleri Lenin, Stalin’e bir mektupla bildirdi. “Sizin sadece ve sadece Wrangel ile uğraşmanız için, cepheleri ayırma kararını daha şimdi politbürodan geçirdik.” Stalin politbüro’nun aldığı bu karardan memnun olmadığını sert bir üslupla dile getirdi; “….sizin cephelerin bölünmesi hakkındaki notunuzu aldım. Politbüro’nun bu tür boş işlerle uğraşması abestir. Ben cephede azami iki hafta daha çalışabilirim, dinlenmem şart, benim yerime yardımcı birini bulun.” Lenin’le Stalin arasındaki yazışmalar, bu sertlikte, devam etti. (age.-sh.363-64)
Varşova taarruzu sırasında Budyanniy’ın komuta ettiği 1. Süvari Ordusu Lvov’u ele geçirmeye çalışıyordu. Süvari ordusunun Varşova cephesi emrine verilmesi emrini Stalin 11 Eylül’de aldı. 13 Ağustos’ta ise Varşova taarruzu başlatıldı. Kızıl Ordu bu savaşta Polonya ordusuna yenilerek geri çekilmek durumunda kaldı. Daha sonra 1.Süvari Ordusunun Varşova’ya yürüyen kuvvetlere geç intikal etmesinden hareketle (1. Süvari Ordusu ancak 20 Eylül’de Varşova taarruzuna dahil oldu) yenilginin sorumluluğu Stalin’e yüklendi. Ancak yenilginin nedeni olarak gösterilen 1. Süvari Ordusunun, savaştığı cepheden ayrılıp 200 kilometrelik yolu kat edip iki günde nasıl Varşova kuvvetlerine katılacağı ve savaşın kazanılması için bu kadar önemli olan bir ordu beklenmeden neden taarruza geçildiği, soruları ise açıkta kaldı.
Stalin Eylül 1919’daki politbüro toplantısında kendini savundu; “Başkumandan’ın 1. Süvari ordusunun Batı Cephesi’ne devredilmesine ilişkin emri, Güneybatı Cephesi Devrimci Askeri Kurulu’na 11 veya 12 Ağustos’ta (gününü kesin hatırlamıyorum ) gelmiş ve 1. Süvari Ordusu aynı gün Batı Cephesi emrine verilmiştir.” Bu toplantıda Stalin’in Güneybatı Cephesi Devrimci Askeri Kurulu’ndan ayrılma isteği kabul edildi.
Yenilginin ardından Ekim’de Polonya ordusu ile Barış Anlaşması imzalandı. Batı Ukrayna ile Batı Belarus toprakları Polonya’ya bırakıldı. Kızıl Ordu iç savaşın son cephesi olan Güney Cephesindeki Wrangel birliklerine karşı taarruza geçti, Stalin Kırım’daki Wrangel birliklerini dağıttı. Kasım 1920’de Kırım ele geçirildi, Stalin bu savaşın ardından Kızıl Bayrak Nişanı ile ödüllendirildi.’ (Kotkin-sh.430) Böylece 1918 Nisan’ında başlayan iç savaş ve emperyalist kuşatma 1920’nin sonunda Sovyetlerin zaferi ile sonuçlandı.
Beşinci Kriz, Çarlık Subayları
1918 sonbaharında Sovyet Rusya’nın karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden biri Güney cephesiydi. Güney Cephesi ayrıca Moskova ve Kızıl Ordunun ihtiyacı olan erzakın karşılanabilmesi açısından da hayati bir öneme sahipti. 28 Mayıs 1918’de eski çarlık subayı Snesarev Halk Komiserleri Kurulu kararıyla Bölgeye gönderildi. “Kuzey Kafkasya Askeri Bölgesi olarak adlandırılan bu cephede en güçlü Kızılordu Birliği Voroşilov’un başında olduğu 10. Orduydu. 10. Ordu, karargâhını Çaritsin’de kuran Snesarev’in emri altındaydı. Cephenin komiseri ise Orjenikidze’ydi. 10. Ordu komutanı Voroşilov 1905’ten beri Bolşevik’ti. 1914’te Çarlık ordusuna gönüllü katılmıştı ve savaş deneyimine sahipti. Troçki’nin Çarlık subaylarına orduda giderek artan ölçüde yer vermesi, çarlık subaylarını koruması, bürokratik ve aşırı sert disiplin kuralları Kızıl orduda, özellikle Komünist komutan ve komiserlerde ciddi eleştirilere yol açıyordu. Bu komutanların başında Voroşilov geliyordu. Voroşilov Ordu’da Çarlık subaylarının kullanılmasına ve savaşın yerel koşullarını dikkate almadan, yerel komutanlara danışmadan, merkezi emirlerle yürütülmesine karşıydı. Troçki de Voroşilov ve onun gibileri küçümsüyor, onları, köylü gerilla savaşçıları olarak niteliyordu.
Stalin 4 Haziran’da yiyecek işleri direktörü olarak Çaritsin’e gönderildi. Stalin, disiplinin zorunluluğunu savunsa da orduda çarlık subaylarının yığınsal kullanımına karşıydı ve tercihini komünist subaylardan yana kullanıyordu. Orduda disiplinin sağlanması, bununla ilgili pratik uygulamalar; ceza ve infazlar konusunda Stalin ve Troçki arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktu. Troçki’nin Kızıl Ordu genelinde uyguladığı disiplin kurallarını örneğin, Troçki’nin yayınladığı şu emir, “Eğer herhangi bir birim gönüllü olarak geri çekilirse ilk vurulacak olan komiser ve sonra da komutan olacak. ..korkaklar, benciller ve hainler mermilerden kurtulamayacak.’ ile ( Kotkin, sh. 395) Stalin’in Çaritsin’de, gerçekleştirdiği tutuklamalar ve infazlar arasında hiçbir farklılık yoktu. Farklılık Çarlık subaylarına karşı tutum ve yerel koşulların hesaba katılıp katılmamasıyla ilgiliydi. Troçki çarlık subaylarını korurken, Stalin Komünist subayları koruma altına almıştı ve uzaktan verilen emirlere itiraz ediyordu. Böylece Troçki ile Stalin’in ilk kez doğrudan karşı karşıya geldiler. Brest sorununda karşı karşıya olan Lenin’le Troçki ve Buharin’di. Stalin Lenin’in yanındaydı. Bu kez karşı karşıya olan Stalin’le Troçki’ydi, Lenin ve Sverdlov bu ikisi arasındaki çatışmanın büyümeden önlenmesine çalışıyordu.
Stalin Çaritsin’e ulaştıktan sonra Lenin’e çektiği telgraflarda bölgedeki Kızıl Ordu ve Sovyet örgütlenmesinin durumunun iyi olmadığını bildirerek duruma müdahale etmek için kendisine askeri yetki verilmesini istedi. 10 Temmuzda Lenin’e çektiği telgrafta , “Güneyde çok tahıl var fakat bu tahılı alabilmek için [askeri] üst kademelerin, komutanların ve benzerlerinin çıkardığı engellere takılmayacak işleyen bir aygıta gerek var.”… “hedefe ulaşmak için askeri güçlere ihtiyacım var. Bu konuda daha önce de yazdım ancak cevap alamadım. Pekâlâ. Bu durumda, formalitelere bakmaksızın bizzat ben amacı baltalayan komutan ve komiserleri kovacağım” dedikten sonra, Troçki’den bir belge gelmemesinin kendisini durduramayacağını vurguladı. (Kotkin-390)
Troçki Lenin’in araya girmesiyle Stalin’in istediği yetki belgesini göndermek zorunda kaldı, Stalin bu belgeye dayanarak 22 Temmuz’da “Kuzey Kafkasya Askeri Bölgesi Savaş Konseyi’ni kurdu. Stalin’in başkanlığı üstlendiği konseyde Voroşilov ve Minin görev aldı. 24 Temmuz’da Çaritsin’de genel seferberlik ilan edildi; ordu ve yerel Sovyetler’de disiplin sağlandı. 20 Ağustos’ta kentin varoşlarına kadar ilerleyen Krasnov birlikleri bozguna uğratıldı. “Kuzey Kafkasya’dan Moskova’ya yapılacak olan yiyecek maddeleri ikmali Stalin’in söz verdiği şekilde gerçekleşti.” (Isaac Deutscher, Stalin, Sosyal Yay. Cilt I sh.303)
Stalin’e askeri konularla ilgili yetki verilmesi Troçki ile Stalin arasında ihtilafın daha da büyümesine yol açtı. “1 Ekim’de Stalin, Sytin’in yerine Voroşilov’un getirilmesini resmen talep etti. Aynı gün Sverdlov Stalin’e sert bir telgraf çekerek, “Cumhuriyet Devrimci Askeri Konseyi’nin tüm kararlarının” -Troçki- “cephedeki Devrimci Askerî Konseyler için bağlayıcı” olduğunu bildirdi (age. sh.398)
Buna Troçkinin karşı hamle olarak, Stalin’e Minin’le birlikte, Kozlov’da Güney Cephesi Devrimci Konseyi’ni kurma emrini bildirdi. Emir metni, “Eğer bu emir 24 saat içinde yerine getirilmezse, bu durum beni sert önlemleri almak zorunda bırakacaktır” uyarısıyla bitiyordu. Stalin ve Voroşilov Lenin’e başvurarak emre itiraz ettiler. Lenin, Troçki’den gelen Stalin’in geri çağrılması talebini kabul etti ve Stalin yeniden Moskova’ya döndü. Stalin 8 Ekimde Lenin’le görüştü. Voroşilov 10.Ordu Komutanlığı görevinde kaldı, Stalin Güney cephesindeki görevinden alındı, Cumhuriyet Askeri Konseyi üyeliğine atandı. Karşılıklı tavizlerle Stalin ile Troçki arasındaki çatışma büyümeden önlendi. (İktidara Giden Yol –sh.337)
Eylül 1918’de Yüksek Savaş Kurulu Cumhuriyet Devrimci Savaş Kurulu olarak yeniden düzenlendi. Başında Troçki’nin olduğu kurul üyeliklerine Troçki’nin yardımcısı Sklyaniki (eski Çarlık subayı) başkomutanlığı atanan Vatzetis (eski Çarlık subayı) onun yanında komiser olarak görev yapan Smirnov ve Rosengolç, Kazan’da Kızıl Filotilla’yi yöneten Raskolnikov ve Muralov getirildi. (I.D. sh.496)
Şliapnikov Stalin’in yerine baş komiserliğe getirildi. “Troçki’nin bu atamalarında tehdit unsuru da vardı: “Disiplin kurallarım çiğnemeye cüret eden komutan ve komiserler, geçmişteki meziyetlerine bakılmaksızın derhal yargılanmak üzere Güney Cephesi Devrimci Askeri Mahkemesi’ne çıkarılacaklardır.” (Cliff, Troçki –II-sh.95)
Bu yeni uygulamaya bağlı olarak Kuzey Kafkas askeri bölgesi Güney Cephesi olarak yeniden organize edildi. Eski komutan Snesarev başka bir göreve atandı. … 17 Eylül’de, Stalin’in de katıldığı Cumhuriyet Devrimci Askeri Konseyi toplantısında Troçki, eski çarlık ordusu tümgenerali Pavel Sytin’i, Voroşilov’un üstü olarak, güney cephesi komutanlığına atadı.” (Kotkin 397)
Uzlaşma gereği Voroşilov’un 10. Ordu komutanlığında kalmasına razı olan Troçki daha sonra Voroşilov’u görevden aldı. Onun yerine Okulov’u atadı. Voroşilov Harkov’a atandı. bu atama üzerine Troçki “Uzlaşmak iyidir ama rezilce olanı değil,” … “Öncelikli olarak tüm Çaritsin ekibi Kharkov’da toplandı. … Ben, Stalin’in Çaritsin eğilimini korumasını, askeri uzmanların ihanetinden de daha beter, tehlikeli bir ülser olarak görüyorum. … Voroşilov’un yanı sıra Ukrayna partizan savaşçılığı, kültürsüzlük, demagoji – bu hiçbir koşulda bize uygun değil” (age.sh.406)
Bu sırada Beyazlar Çaritsin’in kenar mahallelerine dayanmıştı. Genelkurmay başkanı Vatzetis bu durumdan Voroşilov’u sorumlu tuttu. Çaritsin’in savunmasını Troçki üstlendi. Ancak, “Çaritsin’in kurtuluşu -kıl payı- Troçki’nin değil, Dmitry Zhloba’nın sayesinde mümkün oldu. Zhloba’nın 15 bin kişilik Çelik Tümen”i Kafkas cephesinden ayrılarak ve on altı gün içinde 800 kilometre yol kat edip yetişerek Beyazların savunmasız olan gerisini sardı. 25 Ekim’de Çelik Tümen, Beyazları Don nehrinin gerisi itti. (age, sh. 401 )
1918 Kasımında, Almanya’nın yenilgisi resmileşmesiyle Alman kuvvetleri, Ukrayna ve diğer işgal alanlarından çekildi. Bu çekiliş önceliğin Ukrayna’ya mı yoksa andaki asıl tehdit kaynağı olan Doğuda Kolçak ve Güneyde Denikin ve Krasnov’un durdurulmasına mı verilmesi gerektiği sorusunu gündeme getirdi. Troçki önceliğin Ukrayna’nın işgaline verilmesini, Lenin ise tersine Doğu ve Güneydeki tehdidin bertaraf edilmesini savunuyordu. Nitekim Kolçak kuvvetlerinin harekete geçmesi Lenin’in haklılığını gösterdi. Kolçak kuvvetleri Ufa ile Perm’i ele geçirdiler.
Çaritsin’de Troçki ile Stalin arasındaki çatışma uzlaşmayla yatıştırıldı ancak Perm’in Kolçak’in eline geçmesi çatışmada yeni bir sayfa açtı. Ocak 1919’da Perm’in düşman eline geçmesinin nedenlerini araştırmak için Stalin ve Djerzynski’nin içinde yer aldığı bir komisyon görevlendirildi. Komisyon araştırmaları sonucunda konuyla ilgili bir rapor hazırlayarak Lenin’e iletti. Raporlarda Kızıl Ordu birliklerinin yıpranmış, yorgun ve kötü beslenme yüzünden yetersiz kaldığı, yeterince direnemediği, Rusya silahlı kuvvetler yönetiminin askerlerin ihtiyaçlarını göz ardı ettikleri, birliklerin hantallaştığı, siyasi propaganda çalışmalarının yeterince etkin olmadığı, siyasi komiserlerin görevlerini yerine getirmediği, Devrimci Askeri Kurulun sürekli talimatlar göndererek cephe yönetimini bozduğu görüşlerine yer verildi. Raporlarında, Beyaz orduların safına geçen eski çarlık görevlilerinin listesine yer verdiler. Raporda sadece ordu birliklerinin durumu değil, yerel Sovyetlerin durumu hakkında da bilgilere yer verildi; Sovyetlerdeki durum vurdumduymazlık, savurganlık, tam bir başıbozukluk, şaşkınlık, kötü yönetim gibi kelimelerle ifade edildi. Ayrıca “olağanüstü vergi hakkındaki devrimci kararnamenin köylüleri Sovyet hükümetine karşı örgütlemek için Kulakların elinde çok tehlikeli bir silaha dönüştüğü” vurgulandı.
Stalin ve Djerzynski “savaşın merkezindeki yönetimi değiştirmeksizin cephedeki askeri başarının garantisi olmadığı”nı dile getirdikleri raporda, durumun düzeltilmesi için şu önerilere yer verildi; “(Ordu karargahlarının) kendilerine düzenli olarak bilgi verecek kendi ajanları, temsilcileri olmalıdır ve bunlar ordu kumandanlarının emirlerine ne kadar uyulduğunu titizlikle takip etmelidir. Karargahla ordu arasında etkili muhabere ancak bu şekilde sağlanabilir, ancak bu yolla tümenlerle tugayların fiili özerkliği ortadan kaldırılabilir ve ordunun merkezileşmesi gerçekleştirilebilir.” (İktidara Giden Yol –sh.342, ayrıca bak. Stalin, Cilt I sh.-319-321))
Çarlık ordusundan gelen komutanlara atanan komiserlerin genç ve demagog komünistlerden seçilmemesi gerektiğinin vurgulandığı raporda, bütün bu eksikliklerin düzeltilmesi için “yönetimin bütün öteki kollarını kontrol altında tutacak ve bunlara nezaret edecek bir özel komiserliğin kurulması” teklif ediliyordu. (I.D. Stalin, Cilt I sh.-320)
Troçki’nin 10 Ocakta yayınladığı “Bir Dosta Mektup” yazısı bu rapora karşı bir savunmadan çok bir saldırı yazısıydı. Troçki, Çarlık subaylarının savunusu ve komünist komutan ve komiserlerin küçümsenmesi üzerine oturttuğu yazısında şunları yazdı; “Bizim kendi bürokratımız… gerçek bir tarihsel safradır; muhafazakâr, miskin, boş vermiş, öğrenmek istemeyen, hatta ona öğrenmek gerektiğini hatırlatan herkese kin güden biridir. Bu, komünist devrim davasının önündeki asıl engeldir. Onlar herhangi bir komplo suçuna karışmasalar bile karşıdevrimin asıl suç ortaklarıdır… Sadece yeni işini kıskançlıkla koruyan ve işçi devriminin çıkarına değil de bu işin getirdiği ayrıcalıklar nedeniyle işine değer veren bir Sovyet bürokratı herhangi bir uzmana, dikkat çeken bir örgütçüye, teknisyene, uzman doktora veya bilim insanına temelsiz bir güvensizlik besleyebilir. O, zaten daha baştan “ben ve arkadaşlarım bir biçimde işin üstesinden geliriz” diyerek bu güvensizliğine kılıf hazırlamıştır.”(Troçki- Cliff-cilt II -sh.104)
Troçki’nin, Kızıl Ordu gibi büyük bir kurumu tam bürokratik bir tarzda, emir komuta ile yürüttüğü halde, onun bu tarzına karşı çıkanları bürokratizmle itham etmesi tam bir paradokstu. Anlaşılan bürokratizm, onu Troçki yaptığında bürokratizm olmaktan çıkıyordu.
İç savaşın en tepe noktaya yükseldiği 1919 Mayıs’ında Yudeniç birlikleri kuzeyden Petersburg’a, Kolçak birlikleri doğudan Moskova’ya doğru harekete geçti. Koçak birlikleri yenilerek Uralların ötesine sürüldü. Kızıl Ordu komuta kademesinde düzensiz bir biçimde geri çekilen Kolçak’ın takip edilip edilmemesi sorunu yaşandı, Genelkurmay başkanı Vatzetiz ve Troçki Kolçak’ı takip etmeyip kışın beklenmesini savunurken, komutanlar ( S.S. Kamenev) takip edilip işinin bitirilmesi gerektiği görüşündeydiler. Lenin de bu görüşü destekliyordu. Troçki kendi görüşüne karşı çıkan Kamenev’i Doğu Cephesi komutanlığından aldı. Onun yerine atadığı komutan bir türlü harekete geçmeyince Kamenev’i tekrar göreve iade etmek zorunda kaldı. Sonuçta Kamenev’in görüşü benimsendi. Kolçak takip edilip işi bitirildi. Kolçak İrkutsk’ta (Doğu Sibirya) tutsak edildi ve yargılanmadan, 7 Şubat 1920 bir atış mangası tarafından infaz edildi. (Kotkin, sh. 425)
Bu olaydan sonra Genelkurmay Başkanı Vatzetiz istifa etmek zorunda kaldı, Troçki’ye yönelik eleştiriler yeniden alevlendi. 3-4 Temmuz’daki Merkez Komitesi toplantısında Stalin’in, Vatsetis’in görevden alınması ve yerine S.S. Kamenev’in getirilmesi önerisi kabul edildi.“Troçki, değişime direndiyse de sonradan şöyle yazacaktı: S.S. Kamenev’in “Doğu Cephesi ’ndeki başarısı, Lenin ’i ayartmış ve benim direnişimi kırmıştı.” (Cliff- ciltII-sh.115)
Bu gelişmenin ardından Cumhuriyet Askeri Devrimci Konseyinde görev yapan Smimov, Rozengolts ve Raskolnikov görevden alındı yerlerine Gusev, Smilga ve Başkomutanlığa Kamenev getirildi. Yeni Konsey Troçki, yardımcısı Sklyaniki, Başkomutan S.S. Kamenev, Rykov, Gusev ve Smilga’dan oluştu. Karargahı, Lenin’in müdahalesine imkan tanımak üzere Moskova yakınlarına taşındı.
Kolçağın işinin bitirilmesi, bütün dikkatin Güney cephesine verilmesini sağladı. Güneyde Denikin kuvvetleri iç savaşın başından beri ele geçirilemeyen Çaritsin’ ele geçirerek Moskova’ya doğru ilerlemeye başladı. İç savaşın en kritik anıydı. Bu kritik anda Troçki Güney cephesinden Moskova’ya döndü ve Savaş Halk Komiserliğinden istifa etti. İstifası kabul edilmedi.
Troçki 5 Ağustosta Savunma Konseyine yeni bir plan sundu, planda şu görüşlere yer verildi; “Yakında savaş ve çatışmaların arenası Asya’ya kayabilir… Uluslararası durum ve gelişmelere bakılırsa, görüldüğü kadarıyla, Paris ve Londra’ya giden yol Afganistan, Pencap ve Bengalya’nın kentlerinden geçmektedir.”Troçki planında ‘Hindistan’a sevk edilmek üzere bir kolordu ve Ural veya Türkmenistan’ın bir yerinde bir devrim Akademisi, Asya devriminin siyasi karargahı’ kurulmasını teklif ediyor ve “daha şimdiden bu yönde ciddi bir organizasyona gidilmeli, dilbilimciler, kitap çevirmenleri bulmalı, yerel devrimcilerle irtibat kurmalıyız; bunun için mümkün olan her yolun” ve çarenin denenmesi gerektiğini belirtiyordu. (İktidara Giden Yol .-sh.352)
Troçki’nin bu planı, Lenin’in 1918 Martında Troçki’nin “ne savaş ne barış” ritüeliyle barış anlaşmasını imzalamamasının ardından başlayan Alman saldırısı sırasında “gerekirse Uralların ötesine bile çekiliriz” söyleminden farklıydı ve Sovyet devriminden vazgeçilmesi anlamına geliyordu. Hem Güney cephesinden Lenin’e gönderdiği telgraf, hem de Savunma Konseyi’ne sunduğu bu plan Troçki’nin Sovyetlerin iç savaştan zaferle çıkması konusunda ciddi bir umutsuzluk içinde olduğunu gösteriyordu.
Bütün bunlar Kızıl Orduda Troçki’ye yönelik eleştirilerin büyümesine yol açtı. Bolşevik Parti’de Troçki’ye baştan beri yöneltilen eleştiriler (Çarlık subaylarının görevlendirilmesi, disiplin talimatları vb.) parti içindeki iki kesime dayanıyordu. Bunlardan biri sol komünistler (Buharin ve grubu) diğeri ise Bolşevik komutanlardı. (özellikle Voroşilov ve Minin)
Sol komünistlerin orduyla ilgili eleştirilerinin merkezi Buharin’in Petersburg’da çıkardığı Kommunist gazetesiydi. “Sol Komünistler”in 20 Nisan’da yayınladıkları Manifestosu’nda özetle şunlar dile getirildi; “… eski subay sınıfı ve Çarlık generallerinin emir-komuta yapısı yeniden kurulmuştur. … ortaya atılan siyasal çizgi… Rusya’da iç ve dış karşıdevrimci kuv-vetlerin etkisini artırabilir, işçi sınıfının devrimci kapasitesini yok edebilir ve Rus Devrimi’ni enternasyonal devrimden kopararak ikisinin de çıkarları üzerinde öldürücü etkiler yaratabilir.” ( Cliff -Troçki –cilt II–sh.92)
Kızıl Ordu içinde komünist komutanların Troçki’ye yönelik eleştirilerinde ise Çaritsin grubu başı çekiyordu. Troçki ile Çaritsin grubu arasında ki anlaşmazlıkların en tepe noktası 7 Ekim’de, Minin’in Çaritsin’de elliden fazla yerel parti, sovyet ve sendika aktivistinin katıldığı toplantıydı. Toplantıda eski çarlık üst düzey subaylarının istihdam edilmesiyle ilişkili olarak, “merkezin politikasını yeniden görüşmek ve değerlendirmek için ulusal kongre düzenlenmesini kararı” alındı. (Kotkin-sh.400 )
Bu karar Stalin Troçki uzlaşmasının ardından hiçbir işlem görmese de, Çaritsin grubunun Troçki konusunda ne ölçüde kararlı olduğunun gösteriyordu. Troçki de bu gruba karşı acımasızdı. Sovyetler Kongresi’ne sunduğu raporda Çaritsin grubuyla ilgili şunları söyledi; “Tüm Sovyet yetkilileri, merkezi bir idarenin var olduğunu, üstten gelen tüm emirlere itaat edilmesi gerektiğini; bunların hiçe sayılmasının imkânsız olduğunu ve bunu henüz kavramayan Sovyet yetkililerine merhamet etmememiz gerektiğini anlamış değiller. Onları görevden azletmeli, saflarımızdan uzaklaştırmalı, baskı altına almalıyız.” (Cliff , Troçki, c.II-sh. 96)
Kızıl Ordu sorunu 18-23 Mart 1919’da başlayan Bolşevik Parti VIII. Kongresi’nde de özel bir gündem maddesi olarak yer aldı. Kongreden hemen önce Bolşevik Parti Lenin’in deyimiyle ‘örgütsel ve politik çalışmayı bir tek kişide birleştirmiş’ önde gelen bir liderini, Sverdlov’u kaybetti. Kongre bu kaybın yol açtığı hüzün ortamı içinde çalışmalarına başladı. Kongreye 313.766 komünisti temsilen 301’i oy kullanma hakkına sahip, 102’si iştiraki oyla 403 delege katıldı.
Kongre sırasında Kolçak’ın saldırıya geçmesi üzerine MK Troçki ve komutanların cepheye dönmesi kararı aldı. Bu karar komutanların sert muhalefetiyle karşılaştı ve MK kararını geri almak zorunda kaldı. Komutanlar Kongre’de kalırken, Troçki kongreye katılmayarak cepheye döndü.
Bolşevik Parti içinde ve Kızıl Ordu’daki Bolşevik komutanlar arasında kongre öncesinde başlayan tartışmalar, kongreye “askeri muhalefet” grubunun oluşması biçiminde yansıdı. Bu grubun içinde Bolşevik komutanlar (Voroşilov, Minin, Goloşekin,Yaroslavskiy, vb.) ve “sol komünistler”(Smirnov, Sharov Pyatakov, Bubnov vb.) yer alıyordu. “Askeri muhalefet” Çarlık subaylarının orduda görevlendirilmesine karşı çıkarak, Kızıl Ordu’nun başlangıçta sahip olduğu düzene,-komutanların askerlerce seçilmesi, askeri komitelerin yeniden kurulması vb.- geri dönülmesini istiyorlardı. Kızıl Ordu’da yaşanan olumsuzluklardan, askeri komiserlerin kurşuna dizilmesinden, uzmanların ihanetinden Troçki’yi sorumlu tutuyorlardı.
Troçki’nin yokluğunda onun Orduya ilişkin tezlerini Sokolnikov, Askeri muhalefetin tezlerini ise Smirnov sundu. Ama asıl tartışma askeri seksiyon toplantısında gerçekleşti. Buraya katılan 85 delegeden 57’sinin oy hakkına sahiptı. Tartışma çok sert geçti. En çok gürültü çıkaranlar, askeri uzmanlara saldırıp Kızıl Ordu’nun aslında onların yardımı olmadan inşa edilmiş olduğunu öne süren Çaritsin grubundan Voroşilov ve Minin’di. Askeri uzmanların ihanet örnekleri, onların işlevlerinin azaltılması ve partili işçilerinkinin çoğaltılması talebini desteklemek amacıyla sıralanıyordu. Sert bir tartışmadan sonra Smirnov’un tezleri 20 aleyhte oya karşı 37 oyla kabul edildi. Troçki’nin tezlerini destekleyen azınlık, toplantıyı terk etti. (Cliff, Troçki,c. II-sh.108)
Lenin Kongre’de yaptığı konuşmada, ‘kapitalizmden sosyalizme geçişin” bir dizi sorununu (işçi denetimi, orta köylülük, Brest Litovsk anlaşmasından sonra yaşananlar, Kızıl Ordu’nun kurulması vb.) ele aldı. Lenin Konuşmasında MK andaki faaliyetinin iki büyük alanı kapsadığını vurguladı; “askeri görevlerle ilgili çalışma, Cumhuriyet’in uluslararası konumunun bunlara bağlı olduğu görevlerle ilgili çalışma; ve geçen yılın sonundan ya da bu yılın başından beri, iç savaşın en önemli cephelerinde kesin zaferi kazanmış olduğumuz tamamen açıklığa kavuştuktan beri gittikçe daha çok ön plana çıkan, içte barışçıl ekonomik inşa ile ilgili çalışma.” (Lenin- Seçme Eserler –cilt VIII –sh.3)
Lenin iç savaşta zor bir dönemi geride bıraktıklarını söyleyerek bunu “Her şey zafer için!”, “Her şey savaş için!” sloganıyla yerine getirdiklerini, ”.… Ülkenin karşı-devrimden kurtuluşu için, Rus devriminin Denikin, Yudeniç ve Kolçak üzerinde zaferi için gösterdiğimiz işitilmemiş özveri, sosyal dünya devrimi için bir garantidir. Bunu gerçekleştirmek için Parti’de disiplin, en sıkı merkezileşme ve on binlerin, yüz binlerin işitilmemiş ağırlıkta özverisinin, bütün bu görevleri yerine getirmeye yardımcı olacağı, bunun gerçekten yapılabileceği ve güvenceye alınabileceği mutlak inancı gerekliydi. … Zayıf, yorgun, geri bir ülkenin, dünyanın en güçlü ülkelerini yenmesi gibi tarihsel bir mucizenin en köklü nedeninin son tahlilde ne olduğunu düşününce, bunun nedenlerini merkezileşme, disiplin ve eşi görülmedik özveride” olduğunu vurguladı. (age.sh. 94)
Lenin konuşmasını iç savaşın kazanılmasının ardından partinin önündeki temel görevin küçük ve orta köylülükle bozulan ilişkilerin yeniden kurulması, “tüm ülkenin sanayi ve üretiminin yeniden inşası” olduğunu belirterek, partiyi ve işçi sınıfını zafer kazanılan “kanlı cepheden” sonra “kansız cephede” de zafer kazanmak için seferber olmaya çağırdı (age.sh. 107)
Kızıl Ordu’nun durumuyla ve yönetimi ile ilgili konularda Lenin, Troçki ve Stalin arasında görüş birliği yoktu. Görüş ayrılıkları ordunun merkezileştirilmesi ve tam bir disiplin sağlanması konusunda değildi. Stalin kongredeki konuşmasında Devrimci Askeri Konsey’in çalışmalarını eleştirirken, askeri muhalefetin “başlangıçtaki düzene geri dönüş” taleplerini de eleştirdi. Stalin’e göre sorun “Rusya’da tam disiplinli nizami bir ordu olacak mı, olmayacak mı”ydı. Çaritsin’de olduğu dönemde askeri birliklere müdahale etmek için Troçki’den yetki istemesi Stalin’in disipline ne kadar önem verdiğinin örnek bir kanıtıydı.
Ayrılık noktaları daha çok orduda Çarlık subaylarının görevlendirilmesi, uzmanların artan sayısı ve denetim zaafları ile ilgiliydi. Lenin “kendi subaylarını yalnız halktan gelen insanlardan seçen bir Kızıl Ordu”dan yana olsa da, uzmanların kullanılmasına karşı değildi. Lenin’e göre sadece Kızıl Ordu’da değil, bir bütün olarak sosyalizmin inşasında uzmanlardan yararlanmak pratik bir zorunluluktu. Partinin 8. Kongresinde bu zorunluluğu şöyle dile getirdi; “Özel olarak askeri alanın yönetimini ele alalım. Burada, kurmaya, organizatör olarak faaliyet gösteren önemli uzmanlara güven duymadan sorun çözülemez. Münferit durumlarda bu konuda aramızda görüş ayrılıkları oldu, fakat esas itibariyle hiçbir kuşku olamazdı.” (Seçme Eserler, Cilt-VIII sh. 52)
Troçki ise Çarlık subaylarını orduya yerleştiren ve yetkiyle donatan kişiydi. 8. Kongrenin yapıldığı sırada Çarlık subaylarının Kızıl Ordu’daki yekûnu 40 bini aşmıştı (iç savaşın sonunda ise 130 bini bulacaktı) Bu subaylar arasında hainlerin çıkması, seçim ve denetim işlemlerinin yeterince güçlü olmadığını gösteriyordu ve bu durum komünist komutanlarda güvensizliği büyüterek disiplinsizliklere yol açıyordu.
Stalin ise, ordudaki başıbozukluklarının ve disiplinsizliklerin yakından tanığıydı. Çarlık subaylarına güvenmiyordu, onların yerini Kızıl komutanların almasını savunuyordu.
Lenin Kongredeki konuşmasında “Kızıl Ordunun inşası sorununun yepyeni bir sorun”, “teorik olarak ortaya konmamış” bir sorun olduğunu, bütün diğer konularda olduğu gibi bu alanda da “tamamen el yordamıyla ilerlemek” zorunda kalındığını belirttikten sonra şöyle devam etti; “savaşın sona ermesinden sonra Ordu dağılmaya başlayınca, başlangıçta pek çok kişi bunun sadece Ruslara özgü bir olgu olduğunu sandı. Fakat Rus devriminin aslında, proleter dünya devrimi için bir genel prova, ya da provalardan biri olduğunu görüyoruz….denemeden denemeye geçtik, bir gönüllüler ordusu yaratmaya çalıştık; bunu yaparken el yordamıyla ilerledik, verili koşullarda görevin hangi yoldan çözülebileceğini hissederek bulmaya çalıştık ve denedik. Fakat görev berrak konmuştu. Sosyalist Cumhuriyeti silahla savunmadan var olamazdık….. Tarihte savaşla bağlantılı olmayan tek bir büyük devrim var mı acaba? Elbette hayır! Sadece bir devlette değil, bir devletler sisteminde yaşıyoruz ve uzun vadede emperyalist devletlerin yanı sıra Sovyet Cumhuriyeti’nin varlığı düşünülemeyecek bir şeydir. Sonuçta ya biri ya da diğeri zafer kazanacaktır. Ve işler bu sona varıncaya dek Sovyet Cumhuriyeti ile burjuva devletler arasında, bir dizi en korkunç çatışmalar kaçınılmazdır. Bu demektir ki, egemen sınıf, proletarya, egemen olmak istiyorsa ve egemen olacaksa, bunu askeri örgütüyle de kanıtlamak zorundadır.” (Seçme Eserler, Cilt-VIII-sh.48-49)
Lenin konuşmasının devamında genel olarak uzmanların kullanılması, özel olarak da uzmanların Kızıl Ordu’da kullanılması sorununa değindi; “Parti MK’sının uğraştığı uzmanlar sorununu alalım. … Kendi alanlarında bağımsız çalışan yoldaşları belirleme olanağı olmasaydı, çalışmamız tamamen imkânsız olurdu. Ve bu çalışmada zorunlu olarak, bize hizmetlerini sunan ve eski dönemde kazanmış oldukları bilgilere sahip olan kişilerin yardımından yararlanmak zorundaydık. (51) … Özel olarak askeri alanın yönetimini alalım. Burada, kurmaya, organizatör olarak faaliyet gösteren önemli uzmanlara güven duymadan sorun çözülemez. Münferit durumlarda bu konuda aramızda görüş ayrılıkları oldu, fakat esas itibariyle hiçbir kuşku olamazdı. … Yine de sorunu, burjuva uzmanların yardımıyla değil de, pirüpak komünistlerin güçleriyle komünizmi inşa etmemiz gerektiği şeklinde koymak çocukçadır. Biz mücadele içinde çelikleştik, güçlüyüz ve birlik içindeyiz, örgütsel çalışma yolunda yürümek ve bunu yaparken bu uzmanların bilgi ve deneyiminden yararlanmak zorundayız. Bu kaçınılmaz bir koşuldur ve o olmadan sosyalizmi inşa etmek imkânsızdır. … Komünizmi, kapitalizmin bize miras bıraktıkları dışında başka bir şeyle kuramayız. … Ve ben bu yıl içinde inşa etmeyi öğrendiğimize, doğru yola adım attığımıza ve bu yoldan şaşmayacağımıza inanıyorum.” (age,sh. 52)
Lenin’in Kongrede yaptığı bu konuşmadan sonra yapılan oylamada Troçki’nin tezleri 174 kabul, 95 ret ve 32 çekimser oyla kabul edildi. “Oylamadan sonra, zafer kesinleşince, Lenin’in önerisiyle beş kişilik bir uzlaşma komitesi kurdu – 3 kazanan taraftan, 2 kaybeden taraftan- ve bu komite 23 Mart’ta Troçki’nin tezlerinden bazı bölümlerin çıkarılmasını onayladı.” (Kotkin, sh. 416)
Kongre Troçki’nin yaptığı işleri tümüyle onayladı ve “tezlerini” kabul etti. Ama bu onaylama partinin Askerî Bölümünde gizli olarak kararlaştırılmış olan bir şarta bağlıydı: Troçki orduda komünistlerin görüşlerine daha çok yer verecekti ve her ay önemli komiserlerle toplantı düzenleyecekti. ’Troçki bu şartı kabul etmedi. Gönderdiği yazılı cevapta her ay kendisiyle toplantı yapmaları için cepheden komiserleri çağırmayacağını bildirdi. (Isaac Deutscher, sh.504)
Tartışmalara rağmen kongrenin sorunların üstesinden geldiğini, Lenin kapanış konuşmasında belirtti; “Askeri sorunlarda oybirliğiyle bir karara ulaştık. Başlangıçta görüş ayrılıkları çok büyük görünse de, askeri politikamızın eksiklikleri üzerine burada tüm açıklığıyla konuşan birçok yoldaşın görüşleri çok çeşitli de olsa, komisyonda tam bir oybirliğiyle karar çıkarmak olağanüstü kolaydı ve bu Kongreden tüm ülkenin sayısız özveride bulunduğu temel savunucumuzun, Kızıl Ordu’nun Kongre’ye katılanların tümünde, tüm Parti üyelerinde en sıcak, en özverili yardımcıları, liderleri, dostları ve çalışma arkadaşlarını bulacağı inancıyla ayrılıyoruz.” (age.-sh. 61)
“Kansız Cephe”
1920 yılı başında Kızıl Ordu iç savaş cephesinde önemli başarılar elde etti. Kolçak ve Denikin kuvvetleri yenildi ve tehdit olmaktan çıkarıldı. Batıda, Ukrayna’da Polonya birlikleri, Güneyde, Kırımda Wrangel kuvvetleri henüz bertaraf edilmemişti. Emperyalist devletlerin beyazlara verdiği destek Kolçak ve Denikin yenilgilerinin ardından azalmaya başlamıştı. Avrupa’da işçi hareketinde de önemli gelişmeler oldu. Kasım1918 Alman devrimi yenilmişti, ancak işçi hareketi tam anlamıyla geri çekilmiş değildi. Fransa, İngiltere, Avusturya, Macaristan, İtalya, Belçika ve Almanya’nın birçok kentinde işçi grevleri, ayaklanmalar devam ediyordu. Japonya’da on milyondan fazla işçi ve emekçinin katıldığı, 8 saatlik işgünü, sendikal haklar ve örgütlenme özgürlüğü talepleriyle “Pirinç” ayaklanmaları patlak verdi. 1919’da işçi hareketinin en büyük kazanımlarından biri olan Komünist Enternasyonal’in I. Kongresinin dağılmasından 15 gün sonra, 21 Mart’ta Macar Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. 13 Mart 1920’de Almanya’da Kapp darbesi gerçekleşti. Darbe işçi sınıfının genel greviyle önlendi. Ancak iktidar yine burjuvazinin (Alman Sosyal Demokrat Partileri’nin- SDP-USDP ) elinde kaldı. Finlandiya devrimi görülmemiş bir terörle ezildi. Lenin bütün bunları değerlendirerek şu sonuca varıyordu; “Şimdi iki kamp tüm bilinçliliğiyle karşı karşıya duruyor. Dünya ölçeğinde, hiç abartmaksızın bu söylenebilir. İkisi arasında tayin edici, nihai mücadelenin ancak bu yıl içinde başladığı vurgulanmalıdır.”(Seçme Eserler.Cilt VIII- sh.98)
Sovyet Rusya iç savaşta zaferi garanti altına almıştı, fakat bunun bedeli ağırdı. İç savaş boyunca ülkeyi tehdit eden açlık ve hastalık bütün şiddetiyle sürüyordu. Buna rağmen en tehlikeli beyaz kuvvetlerin yenilgisi ve emperyalist saldırganlıktaki geçici gerileme Sovyet Rusya’ya yeni bir nefes alma molası sağladı. Bu koşullarda toplanan Bolşevik Parti IX. Kongresi esas dikkatini ve temel güçlerini ekonomi cephesinde yoğunlaş¬tırma olanağını elde etti. Lenin Kongre’de yaptığı konuşmada VIII. ile IX Kongre arasındaki dönemde (Mart 1919 – Nisan 1920) MK çalışmalarının askeri alan ve uluslararası alan olmak üzere iki alana yoğunlaştığını, belirtti. Bu dönemde, emperyalist abluka ve keskinleşen iç savaş nedeniyle uluslararası alandaki gelişmelere müdahale edemediklerini, bütün güçlerini iç savaşa hasrettiklerini, “Her şey zafer için!”, “Her şey savaş için!” sloganıyla, askeri alanda önemli zaferler kazanıldığını, vurguladı ve zaferin kazanılmasını sağlayanın ne olduğunu şöyle açıkladı; “Zayıf, yorgun, geri bir ülkenin, dünyanın en güçlü ülkelerini yenmesi gibi tarihsel bir mucizenin en köklü nedeninin son tahlilde ne olduğunu düşününce, bunun nedenlerini merkezileşme, disiplin ve eşi görülmedik özveride görüyoruz.” ( Seçme Eserler, Cilt VIII –sh.94)
Lenin Kongre konuşmasında, iç savaşta kazanılan zaferlerin olanaklı kıldığı bu nefes alma molasında partinin ve devletin önündeki temel görevin “Kanlı cephede” kazanılan savaşın “kansız cephede” de ( ekonominin yeniden inşası) kazanılması için aynı merkeziyetçilik ve disiplinle sürdürülmesi gereği üzerinde durdu. “Şimdi çok karmaşık bir görevle karşı karşıyayız: kanlı cephede zafer kazandıktan sonra, şimdi kansız cephede de zafer kazanmalıyız. Bu savaş daha zordur. Bu cephe en zorudur. Tüm sınıf bilinçli işçilere bunu açıkça söylüyoruz. Cephede kazandığımız savaştan sonra, şimdi önümüzde kansız bir savaş duruyor.” (age.sh.107)
IX. Parti Kongresi “kansız cephede” ki bu savaşın kazanılmasının temel tezlerini ortaya koydu. Bunlar; Sanayi proletaryasının zorunlu seferberliği, yakıt temini, demiryollarının açılması vs. için genel çalış¬ma yükümlülüğü, askeri birliklerin emek ordularına dönüştürülmesi, Subotnikler biçiminde karşılıksız gönüllü çalışma için bir kitle hareketi¬nin örgütlenmesi ve nihayet zorunlu vergi gereğince yiyecek maddeleri¬nin devlet tarafından dağıtılması, yiyecek maddelerinin ticareti yerine zoralımını içeriyordu. Bütün bu önlemler Parti ve ekonomi yönetimde tek komuta ilkesini sıkı biçimde uygulamasıyla ilişkilendirildi.
Sanayide işçi seferberliği için iç savaşta olduğu gibi, ekonominin yeniden inşasında da en büyük görev işçilere ve özellikle sendikalara düşüyordu. Sendikalar Sovyet iktidarının elindeki en büyük, en yığınsal (1919’da üç milyon işçiyi birleştiriyordu) kitle örgütüydü, sendikaların özverili katılımı olmadan çalışma disiplini sağlanamayacağı gibi, teknolojisi son derece geri bir ülkede emek üretkenliği de artırılamazdı. Lenin VIII. Tüm Rusya Sovyet Kongresi’ne sunduğu raporda ekonominin yeniden inşasında sendikaların rolüyle ilgili şunları yazdı; “Askeri alanda tam bir başarı kazandık ve şimdi işçilerle köylülerin muazzam çoğunluğundan coşku ve özveri talep eden daha zor görevlerde benzer bir başarı hazırlamalıyız. … Genellikle bütün sendika üyelerinin üretimle ilgilenmesini ve Sovyet Rusya’nın ancak üretimin artırılmasıyla, emek üretkenliğinin artırılmasıyla zafer kazanabileceğini unutmamaların sağlamamız gerekiyor. Sovyet Rusya, içinde yaşadığı korkunç koşulları, şimdi katlandığı açlığı ve soğuğu ancak bu şekilde on yıl kısaltabilir. Bu görevi kavramazsak hepimiz mahvolabiliriz, çünkü kapitalistler kendilerini biraz toparlar toparlamaz bize karşı her an yeniden savaşa başlayabileceklerinden, aygıtımızın güçsüzlüğü nedeniyle biz geri çekilmek zorunda kalacak ve bu savaşı sürdürecek durumda olmayacağız. Milyonluk kitlelerimizi hücuma geçirecek durumda olmayacak ve bu son savaşta yenileceğiz. Sorun tam da şudur: Şimdiye kadar tüm devrimlerin, tüm büyük devrimlerin kaderini bir dizi savaş belirledi. Bizim devrimimiz de böyle büyük bir devrimdir. Bir savaşlar dönemini geride bıraktık, şimdi ikincisine hazırlanmak zorundayız. Fakat onun ne zaman patlak vereceğini bilmiyoruz, gündeme geldiğinde formda olmak için her şeyi yapmak gerekir.” (age, sh. 274-76)
Ekonominin yeniden inşasıyla ilgili alınan önlemlerden bir diğeri de askeri birliklerin emek ordusu biçiminde örgütlenmesiydi. Bu önlem ilk olarak doğu cephesinde görev yapan 10. ordu komutanlığından geldi. Teklifin MK’da kabul edilmesiyle savaş dışında kalan ordu birlikleri ekonomik inşa için seferber edilmeye başlandı. Emek ordularının ilk görevleri demir yollarının ve vagonların onarılması oldu. Giderek petrol, kömür üretimi, besin maddesi depoları yapımı vb. görevleri üstlendiler. ‘30 Ocak 1920’de Emek ve Savunma Konseyi, tüm demiryolu işçilerinin emek hizmeti için seferber edildiğini ilan eden bir kararname yayınladı. Bir hafta sonra yeni bir kararname, demiryolu idaresine disiplini sağlaması amacıyla geniş yetkiler verdi.’ Troçki, emek ordularının askeri kurallara tabi olduğunu açıkladı. ”Çalışmaktan kaçan biri, tıpkı asker kaçağı gibi alçak ve onursuz¬dur. İkisi de ağır bir biçimde cezalandırılmalıdır…” (Cliff- Troçki, c. II-sh.157)
Troçki 23 Mart’ta VTsIK tarafından Ulaşım ve Haberleşme Geçici Halk Komiseri olarak atandı. Dokuzuncu Parti Kongresi, ulaşımın iyileştirilmesinin en hayati görevlerden biri olduğunu ilan eden bir karar aldı. Kongrenin hemen arkasından Haberleşme Halk Komiserliği (Narkomput) ve Ulusal Ekonomi Yüksek Konseyi (VSNKA) temsilcilerinden oluşan bir ulaşım komisyonu kuruldu. Başkanlığına da Troçki atandı.’ (age. –sh.163)
Askeri kurallara göre hareket eden emek ordularının yanı sıra karşılık beklemeden gönüllü çalışmaya dayalı ilk örgütlenmeler (Komünist Subotnikler) Moskova Kazan demiryolu yapımında ortaya çıktı ve kısa süre içinde yaygınlık kazandı. Partinin fabrikalar, Sovyetler, Kızıl Ordu içindeki hücreleri, partisiz işçiler Subotniklere katıldı. Lenin Subotnikleri Sovyet Rusya’nın ekonomik düzenindeki “komünistçe şey” olarak nitelendirdi; “… ekonomik düzenimizde henüz komünistçe olan bir şey yok. “Komünistçe” olan, Subotniklerin ortaya çıktığı yerde, yani tek tek insanların, toplumun yararı ve selameti için, hiçbir makam, hiçbir devlet tarafından normlandırılmamış geniş kapsamlı parasız çalışmasının olduğu yerde başlıyor. … Eğer Rusya’nın bugünkü düzeninde komünistçe bir şeyler varsa, bunlar sadece Subotniklerdir, bunun dışında her şey, sosyalizmi sağlamlaştırmak için kapitalizme karşı mücadeledir, bu mücadelenin tam zaferinden sonra, uygulamasını kitaplarda değil, canlı gerçeklikte Subotniklerde gördüğümüz komünizm yükselecektir.” (Seçme Eserler.Cilt VIII-sh. 256)
Askeri birliklerden emek ordularının oluşturulması Kızıl Ordunun güçsüzleştirilmesi anlamına gelmiyordu. Tersine iç savaş, en tehdit edici dönemi geride kalsa da henüz bitmemişti. Dünya kapitalizmi, savaştan zaferle çıkan Antant devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, ABD) Sovyetleri ezmekten vazgeçmiş değildi. Özellikle Macaristan devriminin Antant ’in yardımlarıyla ezilmesi ortadaydı. Lenin mevcut nefes alma döneminin her an bitebileceğini dikkate alarak Kızıl Ordunun güçlendirilmesi zorunluluğunu vurguladı; “Rus Beyaz Muhafız Örgütlerinin var güçleriyle şu ya da bu birlikleri yeniden yaratmak ve onları Wrangel ’in elindeki güçlerle birlikte uygun anda Rusya’ya karşı yeni bir saldın için hazır bulundurmak üzerinde çalıştıklarını biliyoruz.
Bu yüzden her halükârda askeri hazırlık durumumuzu korumak zorundayız. Emperyalizme vurulmuş olan darbelere güvenmeksizin Kızıl Ordumuzu ne pahasına olursa olsun mücadeleye tam hazırlık durumunda tutmak ve mücadele gücünü artırmak zorundayız.” (age.sh. 264)
Lenin’in Kongrede ve Kongre sonrasında üzerinde önemle durduğu bir diğer önemli konu da ekonominin planlanmasıydı. Planlama parti içinde en çok tartışılan konulardan biriydi. IX. Kongrede ele alınan plan iki bölümden oluşuyordu: birinci bölüm “taşımacılığın teşviki, tahıl, yakıt ve hammadde ithaliyle, stok oluşturulması, tahıl üretimi için makine yapımı, kitle ihtiyaç maddelerinin imalatı için makine yapımının güçlendirilmesi, kitle ihtiyaç maddeleri üretiminin artırılmasından oluşuyordu. İkinci bölüm planın teknik yanını oluşturuyordu. Planın en önemli özelliği ise kararnamelerden, tezlerden, sorunların somut çözümüne geçilmesiydi. Lenin “daha iyi politika daha az politikadır” diyerek politikacıların daha az, mühendisler ve tarım uzmanlarının daha çok konuşması gerektiğini vurguladı.
Plan Lenin’in büyük önemi verdiği adımların atılmasını, ulusal ekonominin (sanayi, tarım ve taşımacılığın) elektrifikasyonu için elektrik santrallerinin kurulması, elektrik hatlarının çekilmesi gibi somut hedefleri içeriyordu.
Lenin VIII. Tüm Rusya Sovyet Kongresi’ndeki konuşmasında ekonomik plan ve ekonominin elektrifikasyonuyla ilgili olarak şunları söyledi; “Bir elektrifikasyon planı olmadan gerçek inşaya geçemeyiz. Tarımın, sanayinin ve taşımacılığın restorasyonundan, bunların uyumlu birliğinden söz ederken aynı zamanda geniş bir ekonomik plandan söz etmeden edemeyiz. Kesin bir planın kabul edilmesini sağlamak zorundayız. Bu elbette gerçeğe ancak yaklaşık olarak yaklaşabilen bir plan olacaktır. Partinin bu programı, sadece Parti kongrelerinde değiştirilebilen şimdiki Parti programımız gibi değişmez olmayacaktır. Hayır, bu program günbegün her fabrikada, her kazada düzeltilecek, geliştirilecek, tamamlanacak ve değiştirilecektir. Bu programa, on yıldan daha az olmayan bir süre için, Rusya’nın komünizm için gerekli gerçek bir ekonomik temele nasıl oturtulacağını gösteren büyük ekonomik plan olarak, bütün Rusya’ya sunulacak bir ilk tasarı olarak gereksinimimiz var. … Bir küçük köylü ülkesinde yaşadığımız sürece, Rusya’da kapitalizm için komünizmden daha sağlam bir temel vardır. Bunu kafamıza sokmak gerekir. Kırdaki yaşamı ciddiyetle izleyen ve kentteki yaşamla karşılaştıran herkes, kapitalizmin köklerini koparmadığımızı ve iç düşmanın esasını, temelini yok etmediğimizi bilir. Bu düşman küçük işletmeye dayanır ve onu yok etmek için tek bir çare vardır: Ülke ekonomisini, tarımı da, yeni bir teknik temele, modern büyük işletmenin teknik temeline oturtmak. Böyle bir temeli sadece elektrik sağlar.
Komünizm – bu, Sovyet iktidarı, artı bütün ülkenin elektrifikasyonudur. Aksi takdirde ülke bir küçük köylü ülkesi olarak kalacaktır, bunu açıkça görmek zorundayız. Biz kapitalizmden daha güçsüzüz, sadece dünya çapında değil, ülke içinde de. Bunu herkes biliyor. Bunu gördük ve ekonomik temelin küçük köylü işletmesinden büyük sanayi işletmesine kaymasını sağlayacağız. Ancak ülke elektriklendirildiğinde, sanayi, tarım ve taşımacılık, teknik temel olarak, modem büyük sa¬nayiye sahip olduğunda – ancak o zaman kesin olarak zafer kazanacağız.” ( Seçme Eserler, cilt VIII-sh.289-290)
Lenin aynı konuşmasında uzmanlardan yararlanılması üzerine de durdu. Ama bu kez gündeminde olan Kızıl Ordu değil, uzmanlardan sanayide ve tarımda yararlanılmasıydı. Lenin iktidara gelen her yeni sınıfın eski sınıftan bir şeyler miras aldığını, uzmanların bunların başında geldiğini vurguladı. “İktidarı ele geçirdikten sonra işçi sınıfı, her sınıf gibi, mülkiyete karşı tavrı değiştirerek ve yeni bir anayasayla iktidarı korur ve sağlamlaştırır. Bu, inkar edilemeyecek olan ilk temel tezimdir! İkinci tez, her yeni sınıfın eski sınıfın yanında okula gittiği ve eski sınıftan yönetimin temsilcilerini aldığıdır. Hakeza bu da mutlak bir doğrudur. Ve son olarak üçüncü tezim, işçi sınıfının kendi saflarından yöneticilerin sayısını artırması, tüm ülkede okullar kurması ve fonksiyoner kadroları yetiştirmesi gerektiğidir.” (age. sh.235)
IX. Kongre küçük bir krize de sahne oldu. Yaşanan bu küçük kriz bir sonraki kongrede yaşanacak, Lenin’in “parti krizi” dediği büyük krizin ilk versiyonuydu. Kriz, Kongre öncesi MK’da tartışılıp karara bağlanmış olan Kurul yönetimi mi, bireysel yönetim mi sorununun Kongre gündemine taşınmasıyla ortaya çıktı. Lenin’in sorunu ortay koyuşu şöyleydi: sorunlar kurullarda tartışılıp karar alınmalıydı, kararların uygulanması ise bireysel sorumluluğa dayanmalıydı. Başta Tomski olmak üzere Tüm Rusya Sendikalar Konseyi bazı yöneticileri, Rikov ve Milyutin ve “Demokratik Merkeziyetçilik Grubu” (Osinski, Sapronov ve Maksimovski) bireysel yönetim ilkesine (bireysel sorumluluğa) karşı çıkarak kurul yönetimini savundu. 15 Mart 1920’de yapılan Tüm-Rusya Sendikalar Merkez Konseyi komünist fraksiyonunun toplantısında sendikaların görevleri üzerine Tomski’nin hazırladığı tezler görüşüldü. Bu toplantıda Tomski’nin, tezleri (işletmelerde kurul yönetiminin uygulanması) ile Buharin’in tezleri (bireysel yönetim ilkesini savunan tezler) tartışıldı. Lenin, Tomski’nin tezlerini eleştirerek Buharin’ın tezlerine destek verdi. Toplantıda Tomski’nin tezleri bazı önemsiz değişikliklerle kabul edildi ve tartışma kongre genel kuruluna taşındı.
Parti ve ekonomi yönetiminde tek komuta yönetimi Bolşevik Parti için yeni bir şey değildi. Lenin bu önlemleri daha iç savaş başlamadan, Brest barışı sonrasında (1918) yazdığı “Sovyet İktidarının En Yakın Görevleri”, “ ‘Sıkı Örgüt’ ve Diktatörlük” bölümünde dile getirmişti. Aralık 1918’de Tüm – Rusya Ekonomi Konseyleri Kongresinde tek komuta ilkesiyle ilgili olarak şunları söylemişti. “Sorunu, her kurul üyesinin, sorumlu bir organın her üyesinin, tam sorumluluğunu taşıdığı bir görevi üstlenmesi biçiminde koymak gerekir. Belirli bir dalı üstlenen herkes, mutlaka her şeyden: gerek üretimden gerekse dağıtımdan sorumlu olmalıdır. Size şunu söylemeliyim: Sovyet Cumhuriyeti’nin durumu öyle ki, tahılın ve diğer ürünlerin doğru dağıtımı halinde, uzun, çok uzun süre dayanabiliriz. Fakat bunun için mutlaka doğru bir politika gereklidir, işi sürüncemede bırak-maktan kesin kopuş gereklidir, hızlı ve kararlı hareket etmek gerekir, belli insanlara belli sorumlu görevler verilmeli, bu kişilerin her biri görevini tam olarak bilmeli, onun için gayet açık şekilde sorumlu olmalıdır icabında ölüm cezasına kadar sorumlu. Gerek Halk Komiserleri Konseyi’nde gerekse de Savunma Konseyinde uyguladığımız politika budur, Ekonomi Konseyleri’nin ve kooperatiflerin tüm faaliyeti de bu politikaya tabi kılınmalıdır. Proletaryanın politikasının izlemesi gereken yol budur.” (a.g.e, Sh.231)
Lenin IX. Kongrede sorunu sadece pratik boyutuyla değil teorik boyutuyla da ortaya koydu. Sorunun teorik yanı sınıf egemenliğiyle ilgilidir. Lenin proletaryanın sınıf egemenliğinin, ifadesini “çiftlik beylerinin ve kapitalistlerin mülkiyetine el konulmasında” bulduğunu belirtikten sonra işin pratik boyutu olan yönetme yeteneğinin “gökten zembille inmediğini”, belli bir sınıfın, ileri bir sınıf olması olgusundan, onun hemen yönetme yeteneğine sahip olduğu” olgusunun çıkmayacağını söyledi ve ekledi “yönetimi devirdiğimiz sınıfın evlatlarının, kendi sınıflarının önyargılarını içlerine işlemiş, yeniden eğitmemiz gereken kişilerin yardımıyla yürütmek zorundayız. Aynı zamanda kendi sınıfımızın saflarından kendi yönetim memurlarımızı çıkarmalıyız, tüm devlet mekanizmasını kullanarak, öğretim kurumlarını, okullar dışında eğitim çalışmalarını, pratik hazırlığı bütün bunları komünistlerin yönetimi altında proleterlerin, işçilerin ve emekçi köylülerin hizmetine sunmalıyız” ( age. sh.105)
Tartışmalar sonucunda Kongre Lenin’in MK’nın tezlerini şu biçimde onayladı; “Tekrar tekrar ilan edilmiş olan, belirli bir kişinin belirli bir işten net olarak sorumlu olması ilkesinin (yukarıdan aşağıya) gerçekten hayata geçirilmesi, her halükârda ekonomik örgütlenmenin iyileştirilmesi ve sanayinin büyümesi için gerekli bir önkoşuldur. Tartışma ve karar almada bir rol oynayan kurul prensibi, uygulamada yerini mutlaka bireysel karara bırakmalıdır. Bir örgütün işe yararlılık derecesi, içinde görevlerin, işlevlerin ve sorumlulukların dağılımının ne kadar katı uygulandığıyla ölçülmelidir”.
Kongredeki tartışmaların başka bir boyutunda ekonomiyle ilgili komiserliklerin birleştirilip birleştirilmemesi vardı.
VIII. kongrede Parti MK örgütlenmesinde bir kısım değişiklikler yapılarak MK üye sayısı 19’a, yedek üyeler de 8‘e çıkarılmıştı. MK içinde Politbüro, Örgüt bürosu (Orgbüro) ve sekreterlik olarak üç yeni organ kurulmuştu, Özellikle iç savaş sırasında acil durumlarda MK toplantıları arasında Politbüro devredeydi. Süreç içinde MK toplantı aralığı açıldıkça Politbüro toplantı aralığı sıklaştı. Başlangıçta 5 MK üyesinden oluşan Orgbüro partinin örgütsel çalışmalarını yürütüyordu. Orgbüro üyesi olan Sekreter iki büro arasındaki ilişkiyi kuruyor, parti üyelerinin ataması ve muhasebesini tutuyordu. İlk fiili sekreter Sverdlov’du. Sverdlov’un ölümünden sonra sekreterlik görevini Orgbüro üyesi Krestinski üstlendi. IX. Kongrede sekreter, üç MK üyesinden (Krestinski, Preobrajenski, Serebriyakov) oluşan bir sekretaryaya dönüştürüldü. Eylül 1920 parti konferansında partide her türlü şikayeti dinleyecek ve MK’ne iletecek Merkez Denetleme Komisyonu kuruldu. Daha sonra bu komisyona MK’den üye alınmaması kararlaştırıldı. Parti il komiteleri de kendi denetleme komisyonlarını kurdu. Mart 1921’de toplanan X. Kongrede, MK asil üye sayısı 25’e, yedek üye sayısı 9’a, Politbüro ve Orgbüro 7 asıl, 4 yedek olmak üzere 11’e yükseltildi. Yeni sekretarya Molotov başkanlığında Yaroslavski ve Mihailov’dan oluştu. Mart 1921’de yapılan XI. Kongrede Lenin’in önerisiyle Stalin genel sekreter olarak seçildi. İlk kurulduğu Mayıs 1919’da Sekretarya’da çalışanlar 30 kişiydi. Bu sayı Mart 1920’de 150’ye, 1922’de 140 kişilik askeri birlikle birlikte 602’ye çıktı. Bu süre içinde Partinin üye sayısı da artmaya devam etti. 1917 Şubat devrimi öncesinde 23,600 olan üye sayısı, Ekim devriminin ardından 115 bine, 1919’da 313 bine, Ocak 1920’de 431 bine, Ocak 1921’de 585 bine çıktı. Mart 1922’deki XI. Kongrede alınan üye yenilenmesi kararından sonra 150 bine yakın kişi üyelikten çıkarıldı. ( BD-I-192)
Sovyet kongrelerinde de benzer bir süreç yaşandı. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi İl, ilçe Sovyet kongrelerle toplanıyordu. Kongrede Tüm Rusya Sovyetleri Yürütme kurulu (VTsIK) seçiliyordu. 1918’de Sovyet anayasasının kabulünden sonra VTsIK yürütme kurulu üye sayısı 200 olarak belirlendi. 1920’de yapılan Tüm Rusya Sovyetleri VIII. Kongresinde VTsIK yürütme kurulu üye sayısı 300’e çıkarıldı. VTsIK toplantılarının arası üç ay olarak belirlendi ve bu üç aylık sürede faaliyeti yürütecek bir prezidyum oluşturuldu. VIII. Kongrede, Tüm Rusya Sovyetleri Kongresine Halk Komiserleri Kurulu’nun (Sevnarkom) kararlarını iptal etme yetkisi verildi. İç savaş sırasında acil durumlarda ivedi tedbirlerin Halk Komiserleri Kurulu tarafından yürürlüğe konulabileceği kabul edildi. Aralık 1922’de Adalet Halk Komiseri Krilenko çıkardığı bir kararnameyle ülkedeki tüm savcıların başsavcı tarafından atanmasını içeren bir kararname yayınladı. Bu kararnameye karşı parti içinde yükselen tepkileri Lenin göğüsledi.
IX. Kongrede Lenin MK içinde yapılan bu değişiklerin MK çalışmalarını olumlu olarak etkilediğini vurguladı; “Anlatılan çalışma yöntemi (MK’daki görev bölümü kastediliyor-y) olağanüstü elverişli sonuçlara yol açtı: hiçbir örnekte iki Büro arasında ayrılık doğmadı. İki organ genelde uyumlu birlikte çalıştılar ve kararların pratikte hayata geçirilişi Sekreterin varlığıyla kolaylaştırılıyordu, Parti Sekreteri bunu yaparken sadece MK’nın iradesini hayata geçiriyordu. Kimi yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için, ta başından vurgulamalıyım ki sadece, Orgbüro’nun veya Politbüro’nun, ya da MK Plenumu’nun aldığı Merkez Komitesi kurul kararları, sadece bu tür kararlar Parti MK Sekreteri tarafından hayata geçiriliyordu. Başka türlü Merkez Komitesi’nin çalışması doğru düzgün yürüyemez.” (seçme Eserler Cilt VIII- 92)
IX. kongrenin hemen sonrasında Avrupa işçi hareketinde yükselişler ve düşüşler yaşandı. Mart 1921’de Macar devrimi gerçekleşti. Bunu 7 Nisan’da Bavyera Sovyet Cumhuriyetinin ilanı izledi. Bu iki devrim Komünist Enternasyonal’de dünya devrimine yönelik umutları büyüttü. Bavyera Sovyet’i ilanından 23 gün sonra 1 Mayıs 1919’da, SDP’nin kurduğu özel birliklerin (Freikop) müdahalesiyle ezildi. 133 gün dayandıktan sonra 1 Ağustosta düşen Macar devrimi, zaferi ve çöküşüyle Komünist Enternasyonal için önemli derslerle dolu bir deneyim oldu. Kızıl Ordu’nun devrimi Avrupa’ya taşıyacak Polonya seferi ise yenilgiyle sonuçlandı. Bütün bu belirtiler dünya devriminde bir gerilemeye işaret ediyordu.
1920 sonuna doğru Sovyet Rusya iç savaştan zaferle çıktı. 1921 yılı başında Afganistan, Türkiye ve İran’la karşılıklı dostluk anlaşmaları, İngiltere’yle ticaret anlaşması ve yıl sonuna doğru Polonya, Litvanya, Letonya ve Estonya ile yapılan barış anlaşmalarıyla uluslararası konumunu güçlendirdi.
Ancak içerdeki durumla ilgili aynı şey söylenemezdi. İç savaştan zaferle çıkan Sovyet devrimi bu zaferi toplumsal, sınıfsal, siyasal ve ekonomik ilişkilerin alt üst olması pahasına kazandı. “Her şey savaş için, her şey zafer için” olduğu bir dönemde ekonomi büsbütün çöküntüye uğradı. Sanayi üretimi, devletleştirmelere rağmen 1913’teki düzeyin % 18 altındaydı, işçi sınıfı güçten düşmüş, açlık, işçileri ya köye göç etmeye, ya da pazarcılık yaparak geçimlerini sağlayan küçük burjuvalara dönüştürmüştü. İşçi sınıfı deklase olmuş bir durumdaydı. Kentte toplumsal denge işçi sınıfı aleyhine bozulurken kırda da küçük ve yoksul köylü aleyhine bozuldu. İç savaş sırasında zorunlu bir önlem olarak başvurulan tahıl zoralımı, hem tarımsal ürünlerin düşüşüne hem de spekülasyon ve kara pazar oluşmasına yol açtı. Tahıl zoralımı kırda nüfusun çoğunluğunu oluşturan orta köylülükle proletarya arasındaki ilişkiyi dinamitlemeye devam ediyordu. İç savaşın bitimi ve ordunun terhisi bu tabloyu daha da kötüleştirdi.
1921 Rusya’sını betimleyen kelimeler, açlık, salgın hastalık, düzensizlik, kaos, grevler ve köylü isyanlarıydı. Birçok fabrikada (Putilov vb.) Sovyetlere geri dönülmesini talep eden grevler gerçekleşti. Köylü isyanları giderek yaygınlaşıyordu. Ama bu kez köylü isyanları 1917 Şubat öncesi ve sonrasındaki gibi feodal ve kapitalistleşmiş toprak sahiplerine karşı değil, doğrudan Sovyet iktidarını hedef alıyordu. Köylülerden oluşan çeteler birçok bölgede yiyecek trenlerine saldırıyordu. Bu köylü isyanlarının en önemlisi 1920 sonbaharındaki Tambov ayaklanmasıydı. Ayaklanmanın liderleri Sosyal Devrimci Aleksandr Antonov’du. ‘İsyancı köylülerin çoğu çarlık ordusu ya da Kızıl Ordu’da hizmet etmiş asker kaçaklarıydı. İsyancılar, Çalışan Köylüler Birliği adını verdikleri köylerarası bir ağ kurmuşlar, Tambov Çeka’sına sızmışlardı, zaman zaman Kızıl Ordu üniformaları giyerek Sovyet birlikleri ve tesislerine karşı ge¬rilla taktikleri uyguluyorlardı. Gizli oylamayla seçtikleri kişilerin çalıştığı bir operasyon karargâhı kurmuşlardı ve bu karargâhın müthiş bir keşif ve güçlü bir ajitasyon departmanı vardı. Tambov isyancıları düzenledikleri kongrede Bolşevik otoriteyi hükümsüz ilan ederek, köylülerin serbestçe toprak sahibi olacağı bir “gerçek sosyalist devrim için zafer” çağrısı yaptılar.’Başka ayaklanmalarla birleşerek büyüyen bir tehdit haline gelen ayaklanmayı bastırmak için bölgeye Kızıl Ordu birlikleri gönderildi. Ayaklanmalar Mayıs 1922’de tümden bastırıldı. (Kotkin-sh.493) Ayaklanmaların büyümesine yol açan önemli bir etken tarım ürünlerinin zor alımıydı. Ayaklanmanın bastırılmasının ardından bölgede zor alım uygulamasına son verilerek ayni vergi uygulamasına geçildi. Bu daha sonra ülke çapında uygulanacak NEP’in ilk adımıydı.
Sovyet iktidarı için Tambov tehdidinden daha büyük bir tehdit 1921 Mart’ında başlayan Kronştadt ayaklanmasıydı. Şubat ve Ekim devrimlerinin en önemli sembollerinden biri olan Kronştadt, Ekim devrimi sonrasında Bolşeviklerin en önemli kalelerinden biriydi. İç savaş sırasında Kronştadt denizcilerinin önemli bir kısmı iç savaşın çeşitli cephelerinde (ordu ve Sovyetlerde) görev aldılar; bu durum Bolşeviklerin Kronştadt’daki gücünün zayıflamasına yol açtı, karşı devrimci faaliyet bu ortamda büyüdü.
İç savaşın Sovyet iktidarının zaferi ile sonuçlanacağının kesinleşmesi ile birlikte karşı devrimin (Menşevik, SD’ler ve diğer burjuva partiler) Sovyet iktidarına karşı mücadele taktikleri değişti. İç savaşın başında Sovyetlere karşı Kurucu Meclisi öne çıkaran karşı devrim, iç savaş sona erdikten sonra bu taktiğini değiştirerek Bolşevik’siz Sovyetler sloganını öne çıkardı. İç savaş sırasında yaşanan sorunlar ve olumsuzluklar bu taktiği perdeleyen unsurlar olarak kullanıldı.
Kronştadt, karşı devrimin bu yeni taktiğinin tipik ve etkili bir örneği oldu. Devrimin iç savaş nedeniyle çözmeye vakit bulamadığı sorunlar ve kitlelerde öfke yaratan kimi zorunlu uygulamaların başarıyla kullanılması sonucu Kronştadt’da ayaklanma başlatıldı. Ayaklanmacılar 1 Mart’ta yayınladıkları bildiride bir dizi talep sıraladıktan sonra hedef, Bolşevik iktidarının devrilmesi ve proletarya diktatörlüğüne son verilmesi olarak belirlendi. 2 Mart’ta “Kızıl Askerler ve İşçilerin Devrim komitesi” adına iktidara el koyduklarını açıkladılar. Aynı gün Beyaz Muhafızların komutanı General Kozlovsk, Kronştadt savunmasının başkumandanlığına getirildi. Bolşevik Parti’nin sorunu görüşmeler yoluyla çözme girişimi sonuç vermeyince Kronştadt’ın savaş ilanına savaşla karşılık verildi, ayaklanma ezildi. Ayaklanmacıların kızıl birliklerin saldırısı karşısında emperyalist devletler ve beyaz ordulardan yardım talep etmeleri, ayaklanmanın niteliği konusundaki gri bulutları da dağıttı. Kronştadt ayaklanması, Sovyet iktidarına yönelik yeni tehdidi açık bir biçimde ortaya koydu. Lenin X. Kongrede Kronştadt’la ilgili olarak şunları söyledi; “Bu olay ne demektir? Siyasi iktidarın Bolşeviklerin elinden belirsiz bir yığışımın ya da görünürde Bolşeviklerden sadece birazcık sağda, hatta belki de Bolşeviklerden daha “sol’daki çeşitli unsurlardan oluşan bir ittifakın eline geçmesi demektir – Kronştadt’ta iktidarı ele geçirme girişiminde bulunan politik grupların toplamı böylesine belirsizdir işte. Hiç kuşku yok ki orada aynı zamanda beyaz generaller de – bunu hepiniz biliyorsunuz- büyük bir rol oynadılar. Bu tamamen kanıtlanmıştır…” (Seçme Eserler, Cilt- IX –sh.124)