“Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.”
Nazım Hikmet
GİRİŞ
Böylesine karanlık günlerde sanatlardan söz etmek, türküler söylemek doğru olur mu?
Hem de nasıl? Asıl karanlık günlerde türküler söylemek gerekir. Zifiri karanlığın er geç dağılacağını, şafağın sökeceğini müjdeleyen umutlu türküler… Yaşanası güzel bir dünyanın özlemini duyuran türküler… Böylesi bir bir dünya uğruna hep birlikte savaşma coşkusu ve azmi yaratan türküler.
Edebiyat Nedir ve Devrimci Edebiyat
Güzel sanatların bir dalı olan edebiyat; toplumsal bilincin (yani gerçekliği anlama, algılama ve yorumlamanın) farklı ve özgün bir biçimidir. Edebiyat (ve genel olarak sanat); gerçekliği algılayıp yansıtmakla yetinmez; hayatı yoğunlaştırarak estetik (sanatsal) düzeyde yorumlayıp sanat eseri olarak bize sunar.
Toplumsal bilincin bütün öteki biçimlerinden (bilim, felsefe, din, ahlak…) temel farkı; gerçekliği –felsefi, akli, bilimsel, dogmatik dini kategorilerle değil de- sanatsal imgelerle yorumlayarak yansıtmasıdır.
Gerçekliğin bu tür bilgisini bize yalnızca sanat ve edebiyat sunabilir. Sanat eseri; yalnızca gerçekliğin sanat eserinden öğrenilmesi amacıyla yetinmez; okuyucu-dinleyici-izleyicide yoğun bir estetik yaşantı yaratır; güzellik, hayranlık, coşku, hüzün, yücelik… gibi yoğun duygular, zengin çağrışımlar ve hayaller uyandırır. Böylece sizi anlatılanlara ortak ettiği için adeta onları yaşarsınız.
Demek oluyor ki üstün nitelikli bir sanat eserini derinliğine algılayıp yoğun biçimde yaşayan ben, artık eski ben değilimdir; estetik duyarlılığım artmış, duygu, düşünce hayal dünyam zenginleşmiş, bilincim keskinleşmiş, gerçekliğe bakışım derinleşmiş, insan ve yaşama ilişkin önceki bulanık sezgilerim açıklık kazanmıştır. Okuduğum değerli sanat eseri sayısı ne kadar çoğalırsa iç dünyam ve insana ve hayata bakışım o ölçüde derinleşecektir.
Devrimci teoriyle donanmış olup devrimci mücadele içinde gönüllü olarak yer alma; hayatı ve insanları –özellikle de işçi ve emekçileri- yakından ve içinden tanıma yetenekli bir sanatçıya ve eserlerine çok önemli değerler katar. Devrimci teori yazara, görünenle yetinmemeyi ve görünenin altında asıl görülmesi gerekenleri –hareket halindeki gerçekliği, bütün ilişki, çelişki, çatışma ve bağlantılarıyla, bütün nedenleri ve sonuçlarıyla- görebilmeyi sağlar. Ayrıca devrimci bir perspektife ve iyimser bir gelecek tasarımına sahip olmak devrimci yazarın ele aldığı konuyu tarihsel ve toplumsal bütünlüğün içine yerleştirmesini, bütünlüklü bir eser yaratmasını, hayatın içinden ayrıntı ve malzeme seçmesini kolaylaştırır. Yaratıcı yeteneği yüksek bir sanatçı aynı zamanda devrimci teoriyle donanmış ve sosyalist gerçekçi sanat teorisini özümlemişse, bu, onun sanatçı kişiliğine de eserlerine de büyük değer katacaktır.
Sosyalist Gerçekçiliğin Gerekli Ön Koşulları Nesnel Tarihsel Ve Öznel Temelleri
Toplumcu gerçekçi edebiyatın nesnel tarihsel temeli, en başta işçi sınıfının ve öteki tüm emekçi sınıf ve tabakaların, ezilen halkların sömürüye ve her türlü baskı biçimlerine karşı verdikleri kararlı mücadeledir. Bu mücadele, ancak 19. ve 20 yüzyılın kavşak noktasında tarihi dönüştürecek ölçekte büyük bir güç kazandı ve sosyalist gerçekçi edebiyat da bu nesnel zemin üzerinde şekillendi.
İkinci olarak, toplumcu gerçekçi edebiyatı belirleyen çok önemli bir etken de, – emekçi sınıfların kurtuluşları ve özgürlükleri uğrunda verdikleri mücadelenin bereketli toprağında yeşermiş olan- bilimsel sosyalist teoridir. Bu teori, işçi sınıfının özgürlük mücadelesine bilinçlilik, örgütlülük, yaygınlık ve derinlik kazandırmış; sınıfın tarihsel rolünü ve özgür bir dünya inşa etmek üzere gerçekleştireceği komünist devrim hedefini apaçık ve dupduru biçimde ortaya koymuştur. Sınıf bilinçli proletarya, bu bilinçle ezilenlerin binlerce yıldır her türlü baskı ve sömürüye karşı verdikleri mücadelenin devrimci mirasını omuzlamış ve özgür komünist toplum hedefine kilitlenmiştir. İşte sosyalist gerçekçi sanat kuramı ve edebiyatı, böylesi bir mücadele döneminde şekillenen devrimci teorik düşüncelerden beslenerek serpilip çiçeklenmiştir.
Sınıf hareketi ve devrimci sınıf ideolojisinin elverişli ortamında şekillenen sosyalist gerçekçi edebiyat ve eleştiri kuramı; hiç kuşkusuz yaşama bir ayna tutarak onu yalnızca yansıtmakla yetinemezdi; aynı zamanda yaşamın değiştirilmesine de -kuşkusuz sanatın kendine has olanakları içinde- katkıda bulunacaktı. Sürekli ve hızlı bir değişim içinde olan toplumsal gerçekliğe, yani yaşama koşullarına ve bu koşullar içinde yaşayan ve mücadele eden insan karakterlerine bu bilinçle yaklaşan -kendisi de bu mücadelenin içinde yer alan- devrimci sanatçılar, yaşamın içinde toplumu dönüştürecek potansiyel güçleri, nesnel olanakları görerek, sezerek ve göstererek bu mücadeleye katkıda bulunmuşlardır.
Sosyalist gerçekçi edebiyatın ve eleştiri kuramının ortaya çıkmasının nesnel koşulları, ancak 20. yüzyılın başında ortaya çıktı. Proletarya, kendi partisinin öncülüğünde dünyayı dönüştürme bilinciyle -ve öteki tüm ilerici güçleri de çevresinde toplayarak- kıyasıya bir mücadeleye girdi. Ancak böylesi bir nesnel ortam, bu değişim sürecine sanatsal yaratışın bütün olanaklarını kullanarak katılan bir edebiyatı mümkün kıldı.
Sosyalist devrim mücadelesinin aktif bir unsuru olabilecek bir edebiyat; o dönemin yaşanan somut koşulları içinden seçeceği tekil olaylar ve karakterleri yansıtırken bunlara bağlı olarak sosyalizmin insanlık tarihi açısından gerekliliği, önemi ve olanaklarını da sanatının tüm yaratıcı araçlarını kullanarak görünür kılmaya çalışmıştır.
Maksim Gorki’nin Ana adlı romanı, sosyalist gerçekçi edebiyatın ilk eseridir. İlk kez bu romanda, eleştirel gerçekçilik nitelikçe aşılmıştır. Romanda; Rusya proletaryasının örgütlü sınıf kavgasından yalnızca tekil somut bir bölüm gösterilmektedir. Ne var ki sınırlı bir ortamda, bu tek bir fabrika çevresinde birkaç kahramanın yaşamı -yani tekil- anlatılırken; gerçekte tüm bir çağın toplumsal güçler ilişkisi (temel karakteri), tarihin nereye doğru aktığı… ortaya konulmaktadır. Zaten gerçek sanat eserinin asıl değeri; özeli (tekili, sınırlı olanı) somut biçimde gösterip yaşatırken esas olarak geneli (tümeli, sınırsız olanı) göstermek veya sezdirmektir. Devrimci sanat, bugünü gösterirken esas olarak geleceğe ışık tutar. Örneğin sınıflar mücadelesi içinde bir muharebede, tekil bir olayda yenik düşebilirsiniz; devrimci edebiyat bir bu yenilgiyi en gerçekçi biçimde yansıtırken öte yandan nihai zaferin -tarihsel ömrünü tamamlamış gerici sınıflara değil- tarihsel olarak devrim güçlerine ait olduğunu gösterir.
Devrimci teori ve sosyalist fikirler işçi sınıfına mal olduğu -daha doğrusu komünist hareket ile işçi hareketi birleşip kaynaştığı- bir ortamda, işçi sınıfının mücadele saflarına yeni güçler (aydınlar, yoksul köylüler, ezilen kimlikler ve inanç grupları, gençler, kadınlar…) akın eder. Böylece devrimci fikirler, soyutluktan çıkıp maddi bir devrim gücüne dönüşür. İşte böylesi bir ortam, yani geleceği temsil eden toplumun en dinamik güçlerinin sosyalizme ve sosyalist mücadeleye yöneldiği bir ortam, sanatsal olarak inandırıcı sayısız konular, karakterler ve “imge”ler olanağını sanatçıya cömertçe sunar. Kendisi de bu mücadelenin ve dönüşümün içinde yer alan devrimci sanatçı, sanatsal yaratıcılığını ortaya koyarak işleyeceği zengin malzeme ile yüz yüze gelir.
Sosyalist Gerçekçi Edebiyatın Nitel Farkı
Bilindiği gibi; Balzac, Tolstoy, Flaubert, Zola, Tolstoy, Gogol, Dostoyevski, Dickens… gibi on dokuzuncu yüzyıl yazarları açık seçik bir devrimci perspektiften yoksun olmalarına karşın, toplumsal gerçekliği -gerçeğe saygılarının ve dehalarının gücüyle- derinliğine ve birçok boyutuyla yansıtmayı başardılar. Böylece eleştirel ve sosyalist gerçekçiliğe bir temel hazırladılar.
Sosyalist gerçekçi edebiyat anlayışı, gerçekçi edebiyatın tarihsel akışı içinde nitelikçe bir sıçramadır. Dünyayı (gerçekliği) kendi akışı içinde ve bütün bağlantılarıyla bir bütün olarak kavraması; görünen yüzeyin altındaki asıl görülmesi gerekeni göstermesi ve geleceğe dair net bir perspektife sahip olması; en iç karartıcı koşullarda bile umutsuzluk ve çıkışsızlığa teslim olmadan devrimci bir iyimserlik taşıması… onu farklı kılar. Bu fark; olumlu kahramanın kişiliğinde, onun olaylar, koşullar ve diğer kişiler ile kurmuş olduğu ilişkilerinde belirginlik kazanır.
Radek, özlü bir anlatımla şöyle demektedir: “Gerçekçilik; çöken kapitalizmi ve çürüyen yoz kültürünü yansıtmak değildir sadece; aynı zamanda yeni bir toplumu ve yeni bir kültürü yaratabilecek yeni bir sınıfın doğuşunu, onun tarihsel misyonunu, kavgasını yansıtmaktır.” Gönüllü olarak tarafını seçmiş olan devrimci edebiyatçı bu çelişkiler içinde yürüyen inişli çıkışlı toplumsal hareketin nereye yöneldiğini sezdirmeli, göstermeli ve insanları yıkılması mukadder olanı yıkılması ve gelecek olanın inşası kavgasına katmalıdır. Ve bu işlevini mutlaka yüksek bir estetik düzeyde eserler yaratarak yerine getirmelidir.
Eleştirel gerçekçilik ile toplumcu gerçekçilik kıyaslandığında, bu nitelik farkı daha bir açıklıkla gün ışığına çıkar: Hiç kuşkusuz ki eleştirel gerçekçilik, edebiyat sanatına çok yüksek değerler katmıştır. İnsanları ezen, çok yönlü baskılar altında tutan, onları insanlıktan çıkararak birbirine düşman eden… toplumsal ilişkileri en acımasız bir gerçekçilikle apaçık ortaya koydular ve bütün bunlara isyan eden olumlu kahramanlar yarattılar. On dokuzuncu yüzyılın bu olumlu kahramanları; içinde yaşadıkları bu kahredici koşullarla uzlaşamayan ve daha uyumlu, daha insanca iyi bir yaşam için çaba gösteren kahramanlardır. Ne var ki bu kahramanlar yalnızca kendi güçlerine, kendi iradelerine dayanarak böyle bir yaşamı gerçekleştirmek isterler. Ne yazık ki yaşadıkları dönemde kendilerinin bu öznel çabalarını destekleyecek toplumsal güçler ve nesnel koşullar henüz ortada yoktur. Esasen durdukları yer ve görüş açıları (sınıfsal ve ideolojik konumlanmaları) yeni yeni filizlenen ve geleceği temsil eden toplumsal güçleri ve geleceği görebilmelerine uygun değildir.
20 yüzyılın eleştirel gerçekçileri de ( Hemingway, Steinbeck, Remarq…) çok çeşitli ve üstün yaratıcı yetenekleri olan ve daha iyi bir yaşam düşleyen, fakat toplumsal koşullar böylesi bir yaşamın olanaklarını tümüyle ortadan kaldırdığı için düşlerini gerçekleştiremeyen kahramanlar yarattılar. Bu kahramanlar sürekli daha iyi için çabalarlar; fakat hayat bu çabaların önüne yenilmez engeller çıkarır; yaptığınız her şey darmadağın olur. İçinde yaşadığınız koşullar ve ilişkiler ağı nedeniyle attığınız her adım sizi yıkıma götürür. Bütün bireysel direnişinize ve irada gücünüzü son haddine kadar kullanmanıza karşın yenilmeye mahkûmsunuzdur.
20. Yüzyıl gerçekçilerinin eserlerinde betimledikleri hayat, gerçeklikteki koşullara çok büyük oranda uygun düşmektedir. Bu yetenekli yazarlar, insanların uzlaşmaz sınıflara bölündüğü, bir kişinin kaderinin ve olanaklarının esas olarak toplumsal konumuna göre belirlendiği, her türlü ilişkinin insan ihtiyaçlarına göre değil, kâr ölçütüne göre düzenlendiği bir kapitalist toplumdaki insanların durumunu apaçık gözler önüne sermektedirler. Fakat insanın bu durumdan kurtuluşu onlara göre imkânsızdır ve iyice köşeye sıkıştırılmış olan insana hiçbir çıkış yolu göstermez. Bu umutsuzluk ve çıkışsızlık öylesine vurgulanır ki, geleceğe yönelik bir perspektif ve bir ışık, hiçbir umut kalmaz. Martin Eden’in veya İhtiyar Balıkçı Santiago’nun daha iyi, daha güzel, daha umutlu bir yaşam için bütün çabaları boşunadır.
20. Yüzyıl Çöküş Edebiyatı ve Sosyalist Gerçekçilik
20 yüzyılın çöküş edebiyatı ise, var olan yaşamı gerçekçi anlayışların tersine tamamen çarpıtarak sunar. Onlara göre insan ile toplum arasındaki ilişkilerin -insanın kendine ve topluma yabancılaşmasının- temelini oluşturan ve tarihsel olarak geçici bir formasyon olan kapitalizm (Burjuva Özel mülkiyet düzeni) sorumlu tutulmaz, sorgulanmaz. Onlara göre burjuva-kapitalist toplum koşulları, geçici tarihsel koşullar değil, insan varlığının değiştirilemez ezeli ve ebedi evrensel yasalarıdır. Onlara göre, insanın yabancılaşması, kıstırılmışlığı, yalnızlığı ve boğuntusu -içinde yaşadığı koşulların bir ürünü değil- insan varlığının her çağda ve her yerde geçerli varoluş koşuludur; yani yabancılaşma insanın kaderidir. Çöküş edebiyatı, son tahlilde insan kişiliğini toplumdan koparmakta ve insanı insanlığından çıkarmaktadır.
Sorun, her zaman olduğu gibi dünyaya (insana ve topluma) bakış sorunudur; yani “ideolojik sorundur.” ( Nesnelliğin reddi, insanın öznelliği eğer çevresinin nesnel gerçekliğinden koparılıp anlatılırsa bu öznel kişilik yoksullaştırılmış olur. Camus, Gide, Joyce, Musil, Kafka gibi… birçok yetenekli yazarların dünya görüşleri eserlerini sakatlamıştır. Örneğin Kafka, olağanüstü duyarlılığına, eşsiz anlatım gücüne karşın –dünya görüşü nedeniyle- gerçekçi sanatın özü olan özel ve genel arasındaki kaynaşmayı gerçekleştiremez. Ona göre insan; Tanrı tarafından yüzüstü bırakılmışlık, mutlak yalnızlık, anlamsız ve saçma bir hayatın içindedir.
Bu üç edebiyat anlayışını kısaca bir arada değerlendirirsek şunu söyleyebiliriz: Eleştirel gerçekçilik, toplum ve kişilik arasında karşılıklı ilişkiler ve bağlantıların imgesini oluştururken okuyucuya – geleceğe yönelik bir umut, bir çıkış üretemese de- bu bağlantıların niteliğine ve hayatın kendisine ilişkin derin ve keskin bir bakış sağlamaktadır. Oysa çöküş edebiyatı insan kişiliği ile toplum arasındaki gerçekte var olan bütün bağlantıları ve karşılıklı etkileri koparmaktadır. Geriye yalnızlık, yabancılaşma, insanı bir karabasana ve boğuntuya sürükleyen bir hayat kalmaktadır.
Sosyalist gerçekçi edebiyat ise eleştirel gerçekçi edebiyatın en güçlü yanlarını almış, onları zenginleştirmiştir ve en önemlisi de gerçekçi edebiyat anlayışına çok önemli bir nitelik kazandırmıştır: Bir yandan insanları sömüren ve ezen düzeni, öte yandan bu baskı ve sömürünün asıl nedenlerini gösteren ve insanların özgürce yaşamasını engelleyen her şeyi şiddetle reddeden; öte yandan da yalnız reddetmekle yetinmeyip yarattığı olumlu kahramanlar aracılığıyla bu gayriinsani koşulların ortadan kaldırılması mücadelesini olumlayan bir edebiyatı mümkün kılmıştır. Bu mücadelenin başlamasıyla insan özgürleşmeye de başlayacak, zafere ulaşmasıyla da birey ve toplum arasındaki ilişkiler sağlam, uyumlu ve insani bir zemine oturacak, böylelikle de nice emeklerle özgür bir yaşam inşa edilecektir. Özetle sosyalist gerçekçi edebiyat, böylesi bir yaşam için örgütlü mücadeleyi öne çıkaran ve bu mücadeleye kendisi de doğrudan katılan bir edebiyattır.
Toplumcu gerçekçi edebiyatın olumlu kahramanının daha güzel bir yaşam için verilen mücadelenin doğrudan öznesi olması; -eleştirel gerçekçiliğin tersine- yalnızca kendisinin bireysel arzusuna, yeteneklerine ve irade gücüne değil; yaşamın kökten dönüştürülmesinin nesnel yasalarının bilincine, hayatın sunduğu nesnel olanaklara, toplumsal güçlerin örgütlü mücadelesine dayanmaktadır. Bu bilinç; bu edebiyatın bu mücadeleye boylu boyunca katılmasını; insanları ve toplumu dönüştürürken kendisini de dönüştürmesini de sağlar. Devrimci edebiyat ve edebiyatçı; sınıf bilinci ve geleceğe yönelik devrimci tarihsel iyimserlik sayesinde, umutsuz gibi görünen durumlarda -geçici yenilgi ve siyasi gericilik ortamlarında bile- en ufak bir umutsuzluğa kapılmadan toplumsal işlevini yerine getirir. Ve bu, özellikle bu karanlığın koyulaştığı dönemlerde çok daha önemli ve gereklidir.
Devrimci edebiyatçı; kendiliğinden bir sınıf olan ve kendiliğinden davranan proletaryayı, kendisi için savaşan bilinçli bir sınıfa dönüştürmenin –özellikle de siyasi durgunluk ve/veya gericilik dönemlerinde- ne büyük çabalar gerektirdiğinin bilincindedir ve bu bilincin gereğini en yaratıcı biçimde eseriyle yerine getirmeye çalışır. Tarihsel devrimci iyimserliğini kaybetmez. Örneğin N. Ostrovski’nin “Ve Çeliğe Su Verildi” Romanındaki Pavel Korçagin’in bedenini ölesiye yıpratan bunca savaştan sonra tamamen kör olup da yatağa düştüğü halde bile, yeni bir yaşam uğruna verilen Sosyalist kuruluş mücadelesine hala omuz vermeye çalışması buna iyi bir örnektir. Yine Thomas Kornaros’un Fırtına Çocukları’ndaki yaşlı komünist işçi Stavro Amca örneği, onun zindan koşullarında insandan umut kesmeyen devrimci sabrı, bir başka örnektir.
Hayata Paralel Akan Bir Edebiyat
Geçmişten geleceğe gürül gürül akan ve ilerledikçe yeni kaynaklarla beslenen ulu bir ırmak gibidir hayat. Kimi zaman çağlayanlar gibi hızlı, kimileyin menderesler çizerek yavaş akan, ama hiçbir zaman kendini tekrarlamayan, sürekli yenileyen bu hayat, devrimci edebiyatçıya eserlerin yaratabilmesi için olağanüstü zenginlikte malzeme sunar. Devrim mücadelesinin inişleri çıkışları arasında her birinin toplumsal içeriği tekrarlanamaz -yani sadece bir kerelik olan- çeşitli olaylar ve sorunlarla karşılaşırız. Rüzgârın yelkenleri şişirdiği devrimci yükseliş dönemleri, yenilgi ve siyasi gericilik dönemleri, devrim, iç savaş, sosyalist kuruluş dönemleri, emperyalist haydutların işgallerine karşı sosyalist anayurdu savunma dönemleri…farklı farklı içerikleri, görevleri, karakterleri…öne çıkarırlar. Bütün bu mücadele evrelerinin biçimlendirdiği karakterlerin, yarattığı olanakların sanat yoluyla canlandırılması sosyalist gerçekçi edebiyatın ana misyonudur. Bu nedenledir ki -tıpkı bilimsel devrimci teori gibi- sosyalist gerçekçilik de tarihsel akışı içinde sürekli gelişir ve zenginleşir.
Tekil bir olayın ve birkaç kahramanın somutluğunda sanatın büyülü gücüyle okuyucuya bütün bir yaşamın, genelin ve geleceğin sezdirilip gösterilebilmesi ve yaşatılması yaratıcı edebiyatın ayrıcalığıdır. Hayata dair bu tür bir bilgi ve yorumu; ne bilim, ne felsefe, ne teoloji… sağlayabilir insanlığa. Örneğin Fransız ihtilalini, iyi tarih kitaplarından öğrenebilirsiniz; ne var ki Dickens’in “İki Şehrin Hikâyesi’nde” ihtilalin içinde yaşarsınız. Tıpkı Nâzım’ın “Kışlık Saray” şiirindeki gibi, Topal Sergey’le birlikte elde silah iktidarın fethine katılır ve geleceğe dair çok somut, çok insani düşler kurarsınız.
Bilimsel analize dayanan tarih ve toplum bilinci devrimci edebiyatçıya; ne denli gayriinsani ve olumsuz olursa olsun içinde yaşanılan ortamın ve koşulların geçici olduğunu, bu durumu dönüştürecek nesnel olanaklar ve potansiyel güçlerin var olduğunu açık seçik ortaya koyar. Bu potansiyel gücü, reel bir devrimci güce dönüştürmek: muazzam bir teorik, ideolojik, örgütsel ve siyası faaliyetler gerektirir. Kendisi de bir özne ölerek bu mücadele –proletaryanın devrim mücadelesi- içinde yer alan, süreci ta ortasında ve kendi içinden yaşayan devrimci sanatçı ve edebiyatçı; yaratıcı gücünü ve yeteneklerini son sınırına kadar kullanarak bu mücadeleye kendi katkısını sunar. Çünkü sosyalist gerçekçiliğin dayandığı en temel ilkelerinden biri de gönüllü olarak seçilen ‘taraflılık ve işçi sınıfı ve emekçi halka bağlılık’tır.
Devrimci edebiyatçı gönüllü olarak tarafını seçmiş; bütün yaratıcı yeteneğini tarihsel misyonu ve alın yazısı dünyayı değiştirmek olan işçi sınıfına ve devrim mücadelesine adamıştır. O işçi sınıfı ki;
-Bütün kötülüklerin temel kaynağı olan özel mülkiyet düzenini (vahşi kapitalizmi ve emperyalist haydutluğu) yıkarak,
-Böylece sınıfları, her türlü baskıyı ve sömürüyü ortadan kaldırarak,
-İnsanların barış, bolluk ve doğayla uyum içinde özgür yaşadığı bir dünyayı inşa edecek devrimin temel gücüdür ve bu görev onun tarihsel misyonudur.
Komünist toplum;
-Çalışmanın bir zorunluluk olmaktan çıkıp kendini gerçekleştirmenin yaratıcı bir mutluluk anlamı kazandığı,
-Her bireyin bütün yeteneklerinin çok yönlü olarak ve son sınırına kadar serpilip gelişerek çiçek açtığı ve
-Ve böylece insanların tam olarak kendini gerçekleştirebildiği bir toplumdur.
Devrimci sanatçı ise; “İŞÇİ SINIFI”nın devrim mücadelesi ile kendi kaderini birleştirerek kendini tüm varlığı, olanakları, yetenekleri ile devrim davasına adamış olan bir savaşçıdır. Sanatını ve yaratıcı yeteneklerini son sınırına kadar kullanarak bu kavgada yerini alan bir sanatçıdır.
Gönüllü olarak benimsediği ve kendini adadığı devrim davası kendisine önemli sorumluluklar ve özel görevler yükler:
-İşçi sınıfını, emekçi halkı ve gençliği aydınlatacak,
–Halkın bilincini, duyarlılığını geliştirecek ve gerçekliğe bakışlarını keskinleştirerek kavrayışlarını derinleştirecek,
–Onları örgütlenmeye, devrimci eyleme ve daha güzel bir dünya için savaşmaya yöneltecek, yüksek bir estetik değer taşıyan yapıtlar vermekle yükümlüdür,
Hiç kuşkusuz ki ortaya konan sanat eserlerinin sağlam bir toplumsal öz taşıması -, doğru şeyler söylüyor olması- yetmez; her şeyden önce o ürünün gerçekten bir sanat eseri olması gerekir. Yani somut bir özeli (tekili) anlatarak genelin ve geleceğin yansıtılabilmesi ve yaşatılabilmesi, derin bir teorik devrimci kavrayış ve üstün bir sanatsal yaratıcılık ister.
Çok özet bir anlatımla DEVRİMCİ EDEBİYAT eserinin; devrimci bir gelecek tasavvuruna (perspektife) ve devrimci iyimserliğe sahip olması, dile getirdiği dönemin ve toplumun bütünlüğünden koparılmaması, eksiği ve fazlası olmayan (ağyarını mani, efradını cami) bir yapısal bütünlük taşıması, aktardığı sağlam bir toplumsal öze uygun düşen bir biçime (öz-biçim diyalektiği ve uyumu) kavuşmuş olması -ve hepsinden önemlisi de- zengin bir imge dünyası yaratarak insanı derinden etkileyen, sarsan, duygulandırarak düşündüren, düşündürerek duygulandıran, zihindeki bulanık izlenim ve kavramları sanatın keskin ışığıyla netleştirip dupduru bilince çıkaran, okuyucu ve izleyicide zengin çağrışımlar ve hayranlık duyguları ve coşku uyandıran yüksek bir sanatsal ve estetik düzeyi tutturmuş olması gerekir. Yani sanat eseri, gerçekten sanat eseri, şiir gerçekten şiir olmalıdır.
Bu sanat düzeyi tutturulamazsa Belinski’nin dediği gibi: “ Bir şiir, halkın en acil sorunlarına en doğru çözümleri getiriyor olsa bile, eğer şiiriyet (estetik değer, sanat değeri) taşımıyorsa o çok kötü sunulmuş bir iyi niyetten başka bir şey değildir.”
Hiç kuşkusuz ki –daha önce de vurguladığımız gibi- ortaya konan sanat eserlerinin doğru şeyler söylemesi, sağlam bir toplumsal öz taşıması yetmez; her şeyden önce o ürünün gerçekten bir sanat eseri olması gerekir.
Örneğin sağlam bir toplumsal özün (içerik, muhteva), yetersiz bir sanatçının elinde ziyan olabileceği gibi; en bireysel-tekil bir konu bile usta bir devrimci sanatçının elinde estetik bir yaratıcılıkla toplumsala, genele, tekilden tümele ve geleceğe uzanarak yüksek nitelikli bir sanat eserine dönüşebilir.
Ayrıca şunu da önemle belirmeliyiz ki Terry Eagleton’un da belirttiği gibi “Marksist materyalist teori, kültürel ve edebi analizde eşsiz ve paha biçilmezdir. İnsan tarafından üretilen maddi ve manevi kültür, insanın yaşamı ve ta kendisidir. Edebiyat ve edebiyat eleştirisi ise manevi kültürün bir parçasıdır; o nedenle de kendi çapında siyasal ve düşünsel (ideolojik) mücadelede yer alır.” ( )
Sosyalist Gerçekçi Edebiyatın Zenginliği
Sosyalist gerçekçi edebiyat, olağanüstü çeşitlilik gösteren çok renkli bir edebiyattır. Değişen ve dönüşen hayata ve verilen mücadeleye paralel olarak hiç kuşkusuz ki daha da zenginleşecektir. Bu, niçin böyledir?
En başta, bir sanat eserinde, onu yaratan sanatçının özgün yaratıcılığı ve yalnızca kendine has bireysel özellikleri billurlaşmaktadır. Her gerçek sanatçı ve her gerçek sanat eseri deyim yerindeyse biriciktir; tekrarlanamaz. O nedenle denilebilir ki ne kadar büyük devrimci sanatçı varsa o ölçüde farklılıklar gösteren sosyalist gerçekçi yaratma biçimi vardır. Gorki, Şolohov, Nazım, Neruda, Aragon, Brecht, Orhan Kemal, Ehrenburg…vb.
İkinci olarak tarihsel akış içinde belli dönemler, belli olaylar, o dönemde öne çıkan sorunlar, çağın ruhunu temsil eden kişilikler, değişen güçler dengesi ve mücadele biçimleri sürekli farklılıklar gösterir. Bütün bunların her birinin bir daha tekrarlanmayacak özgün yanları vardır. Hayata keskin bir ışık düşüren, görünenin altındaki asıl görülmesi gerekeni sanatsal yaratıcılığının büyüleyici gücüyle gösteren devrimci sanatçı; o dönemin özgün yanlarını ve olumlu devrimci özgün kişiliklerini konu olarak seçer. Örneğin devrim öncesinde karınca sabrıyla (tıpkı Yarın Bizimdir Yoldaşlar romanında olduğu gibi) gizli parti çalışmasının gizli kahramanlarını, devrim ve iç savaş sırasında kendini sınırsız olarak devrime adamış savaşçıların destansı kahramanlıklarını, sosyalist kuruluş dönemindeki çoşkulu devrimci romantizmini, emperyalist işgale karşı partizanların direnişini… ve bu dönemlerin ruhunu kişiliğinde yoğunlaştıran karakterleri ortaya koyan bir edebiyat; hem konu, hem sanatsal yaratıcılık yöntem ve araçları, hem eserler yönünden olağanüstü bir çeşitlilik, renklilik, yaratıcı yöntem zenginliği gösterecektir.
Devrim için mücadelenin, devrimin ve devrimci kazanımların korunması çabalarının kaderini belirleyecek olan şey, bu mücadeleye katılan tüm insanların ve kesimlerin bütün fiziksel ve ruhsal (manevi/düşünsel ve duygusal) güçlerini en üst düzeyde ortaya koyabilmeleridir. 1917 Devrimi’nin başarılması, iç savaşta devrim kazanımlarının savunulması, ardından yeni bir toplumun inşası ve daha sonra da faşist saldırganlara karşı büyük savunma savaşının zaferi mücadeleye katılan bütün emekçi sınıf, tabaka ve halkların kendini mücadeleye sınırsızca adaması sayesinde mümkün olmuştur. Bütün bu karmaşık süreçler, devrimci edebiyatta işlenecek, değerlendirilecek ve estetik düzeyde yansıtılacak konular, kişiler ve sorunlar bakımından çok zengin malzeme sunar. Bildiğiniz gibi ve ne yazık ki daha sonra ise çok büyük mücadele, özveri ve bedellerle kazanılanların çoğu, öncelikle bu bağlar çözüldüğü için kaybedilmiştir. Bu çözülüş süreci de nasıl ki bilimsel teorik bir Marksist analizi gerektiriyorsa, devrimci edebiyatçı da bu süreci estetik düzeyde işleyip sunmalıdır.
Sosyalist gerçekçi edebiyat, hayatı Yani bir bütün olarak toplumsal gerçekliği somut tarihsel akış içindeki sınırlı bir kesitte somut olarak çözümler. En azından seçtiği kişilerin yaşam eylem ve davranışlarını belli bir zamana, belli bir çevreye ve belli bir mekâna oturtarak sunar. Ancak bu sayede toplumcu gerçekçi edebiyat, toplumsal işlevini yerine getirebilir. Böylece yaşam sürecini etkileyerek toplumun dönüştürülmesine dolaylı yoldan katkıda bulunabilir. Tam bu noktada bilinmesi gereken çok önemli bir durum daha vardır ki; sosyalist gerçekçi edebiyat, yalnızca tekil durumları yansıtmakla kalmayıp bu somut durum ile genel ve insanlığın tarihsel ilerleyişi arasındaki bağı yaratıcı biçimde yansıtabildiği için etkisi de her zaman hem mekan bakımından çok yaygın ve derin olur.
Sosyalist gerçekçi edebiyat ve onun dayandığı ilkeler, yarattığı sanatsal formlar bu güne kadar -tıpkı devrimci teorimiz gibi- çok geniş kapsamlı ve tarihsel akış içinde geliştirilip zenginleştirmeye hep açık olmuştur:
Geçmişin sanatında oluşmuş kalıcı, anlamlı, değerli ve önemli olan ne varsa onu kendine katmış, bu değerleri geliştirerek zenginleştirmeyi başarmıştır. Bundan sonra da gelecekteki sanatsal zenginlikleri kapsayıp özümleyerek yetkinleştirebilecektir.
Sosyalist gerçekçi edebiyat yine bu ilkeleri sayesinde insanlığın geleceğe yürüyen yorucu, çelişkilerle dolu büyük yolculuğunda ona sanatsal yaratıcılığıyla eşlik edecek, katkıda bulunacak ve ortaya çıkan yepyeni olguların yeni sanatsal ifadelerinin yol ve yöntemlerini bulacaktır.
Ve bu yolculuğu sırasında bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da, geçmişi, çürümeyi ve çöküntüyü temsil eden sanat anlayışlarına karşı mücadele edecek, işçi sınıfından ne insanlığın geleceğinden yana taraflı bir sanat teorisi olarak sanat ortamını kaplayan ayrık otlarını ve kitle sanatı denilen uyuşturucuyu toplumsal yaşamdan söküp atarak etkisiz kılmaya devam edecektir.
Ve son olarak bilelim ki; devrimci sanat ve edebiyat devrimci mücadeleye paralel –yani ondan etkilenip onu etkileyerek- yürür. Düşman sınıfın krizi alabildiğine derinleşip müzminleştiği halde bu krizden devrim yoluyla çıkışı gerçekleştirecek güçler yeterince örgütlü ve mücadeleci değilse (örneğin işçi sınıfı büyük ölçüde örgütsüz ve sosyalizme sırtını dönmüş durumdaysa; komünist hareket parçalı, güçsüz, işçi hareketinden uzakta ve kafa karışıklığı ve ideolojik savrulma içindeyse ) bu ortamda büyük devrimci sanatçıların, büyük sanat ve edebiyat eserleri ve kuramsal çalışmaların ortaya çıkışı çok zordur. Büyük sanatçıların, büyük sanat eserlerinin, büyük kuramların asıl yaratıcıları büyük olaylar ve büyük mücadelelerdir. Destansı toplumsal şiirler yazılabilmesi için, destansı büyük toplumsal kahramanlıklar gerekir. Devrimci teori, devrimci sanat ve sanatçı, devrimci edebiyat ancak yığınları kavrayan devrimci mücadelenin bereketli toprakları üzerinde yeşerebilir ancak.
Devrimci Edebiyatçı
• Devrimci teoriye hakim olmalı; bu birikim ve bilinç yardımıyla gerçekliğin gözlerinin içine dimdik bakabilmeli ve görünenin altındaki asıl görülmesi gerekeni bütün ilişkileri çelişkileri ve çatışmaları içinde bütün bağlantılarıyla ve hareket halinde görebilmeli; Filiz halinde olsalar bile gelişip güçlenen ve geleceği temsil eden yanları ile bugün güçlü görünseler de çözülüp dağılan yanları ayırt edebilmelidir. Devrimci bilimsel tarih ve toplum teorisi, onu ustaca kullandığında devrimci sanatçıya gelecekle ilgili nesnel olanakları ve olasılıkları gösterecek ve yarattığı devrimci edebiyat eserlerine Net bir perspektif kazandıracaktır. Bu nitelik onu, Eleştirel Gerçekçilik dahil, bütün diğer edebiyat anlayışlarından farklı ve değerli kılacaktır.
• Hangi çağda ve dünyanın neresinde olursa olsun büyük sanatçıların ürettiği ve zamanın sınavlarından geçmiş sanat eserlerini, düz bir okur gibi değil, Bu Üstün kalıcı nitelikleri nasıl kazandıklarını anlamaya çalışarak okumalı, incelemeli ve onlardan yararlanmalıdır. Bu eserlerin ağırlığı altında ezilme meleği, onlardan yaratıcı biçimde yararlanarak Kazanımlarını kendi sentezine katmalı ve kendi Özgün ürünlerini yarat malıdır. Özgün, estetik değeri yüksek ve kalıcı bir sanat eseri yalnızca yetenek değil, aynı zamanda büyük bir birikimin, yoğun ve titiz bir emek ürünüdür.
• Sanat kuramlarına, estetik bilimine ve farklı eleştiri anlayışlarına hakim olmalı, ulusal ve dünya edebiyat tarihi ve edebiyat bilimi konularında birikimli olmalı; özellikle de sosyalist gerçekçi kuramcı ve eleştirmenleri -György Lukacs’tan, Ernest Fischer’e, Brecht’ten, Terry Eagleton’a, Plehanov’dan Pospelov’a // Asım Bezirci’den Fethi Naci’ye kadar- eleştirel bir anlayışla incelemelidir. Bu alanda yapılması gereken çalışmaları sadece devrimci sanat kuramcıları ve eleştirmenlerine terk etmemelidir.
• Devrimci bir sanatçı olarak aynı zamanda örgütlü ve örgütçü olma görevini de üslenmeli meslektaşlarının örgütlenmesi ve hak arama mücadelesinde en aktif, en çalışkan ve en kibirsiz biçimde yer almalıdır. Sermayenin yayımlamak istemediği üstün nitelikli eserleri ve periyodik yayınları okuyuculara ulaştırabilmek için yayın kooperatifleri benzeri kuruluşları inşa ederek sermaye düzenine karşı bir sanat ve edebiyat cephesi örülmesine yardımcı olmalı, başı çekmelidir.
• Memleketimiz, bölgemiz ve dünyamızda tarihsel akışı içinde yeni ortaya çıkan “insan manzaraları”nı yakından tanımalı, titizlikle incelemeli ve estetik düzeyde okuyucuya sunabilmelidir. İşçi ve emekçileri, bizim insanlarımızı onlara tepeden bakan bir burjuva veya küçük burjuva sanatçı (ördeğin Yakup Kadri’nin Yaban’da köylüyü anlattığ) gibi dışarıdan bakarak anlatan değil, onlarla iç içe yaşayan, onları seven ve anlayan, onların daha güzel bir dünya kavgasına katılan devrimci bir sanatçı olmanın avantajını kullanarak (örneğin Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Uzerinde’de olduğu gibi) içlerinden biri olarak içeriden anlatmalıdır.
• Eserini yaratırken sanatsal yaratıcı yeteneğini sonun son sınırına kadar kullanarak, emeğine ve zamanına acımadan yapabileceğinin en iyisini en güzelini ve en öz gününü ortaya koymaya çalışmalıdır.
• En değerli, en güzel şeyleri bile kirleten, alım satım konusu yapan, en üstün yetenekleri bile harcayıp süründüren veya parayla satın alan bu kapitalist yayın ve sanat dünyasında namuslu ve onurlu kalabilmek için büyük bir çaba ve örgütlülük gerekir. Devrimi sanatçı; küçük burjuva bireyciliği, bencilliği, kıskançlıklar, kendini beğenmişlikler, dedikodular, çıkarcılık ve ikiyüzlülükler ortamında bile örgütlü ve devrimci olmanın verdiği güçle tertemiz kalmalı; bununla da yetinmeyip insanları hemen yargılayarak üzerlerine bir çarpı çekmeden önce, onları ve onları bu hale getiren koşulları anlamaya, dönüştürmeye, insanlaştırmaya ve kazanmaya çalışmalı; devrimci alçak gönüllülüğüyle, genç yetenekleri destekleyen dayanışmacı özelliğiyle, örgütçü ve örgütlü kişiliği ve yarattığı eserleri ile herkesten farklı ve örnek alınacak bir kişilik çizmelidir.
• Taşranın veya büyük kent karmaşasının yalnızlaştırdığı yetenekli ve namuslu sanatçılara ve gelecek vaat eden genç sanatçı adaylarına dostça ve kardeşçe yaklaşarak destek olmalıdır. Tıpkı kıskançlık nedir bilmeyen ve tanıdığı bütün sanatçılara ve genç yeteneklere sürekli destek olan, önlerini açan Nâzım’ın yaptığı gibi.
Özetlersek; “Sınıfa karşı sınıf” ilkesi; her alanda olduğu gibi sanat ve edebiyat alanında da geçerlidir. Tarihsel ömrünü çoktan tamamlamış olan ve müzminleşmiş bir kriz içinde debelenip duran ve -ne yazık ki biz bugün yeterince örgütlü ve güçlü olmadığımız için- tarihten gün çalan burjuvazinin çöküş (dekadans) edebiyatına ve hiç bir sanat değeri taşımayan yaygın kitle kültürüne karşı işçi sınıfının tarafını seçmiş devrimci edebiyat cephesini örüp yükseltmek zorundayız. Bu görev; tüm devrimci sanatçı, edebiyatçı, kuramcı ve eleştirmenlerden tekrar kolları sıvayıp işe koyulmalarını bekliyor. Düşünce ve sanat dünyasının bütün dokularına sızarak onu kirleten liberalizm, ulusalcı ve dinci gerici anlayışları, Bu ayrık otlarını temizleyip tıpkı geçen yüzyılda olduğu gibi entelektüel üstünlüğü tekrar ele geçirmemiz gerekiyor. Doğrularımız ve yanlışlarımızla, son iki yüz yıldır ürettiğimiz bilimsel ve sanatsal eserler ve devrimci hareketimizin yetiştirdiği üstün kişiliklerle arkamızda olağanüstü zenginlikte bir birikim duruyor. Bu kaynaktan beslenerek bu alanda da yeni bir sıçramayı gerçekleştirmek için yola çıkmanın zamanıdır. Tarih bize en ağır krizlerin, ileriye doğru devasa bir devrimci sıçramayla çözüme kavuştuğunu gösteriyor.
Özet Kaynakça:
• Gennadiy N. Pospelov : Edebiyat Bilimi (I-II) , Bilim ve Sanat Yay., Çev. Yılmaz Onay
• K. Marx – F. Engels : Yazın ve Sanat Üzerine (I-II), Sol Yay.
• Georg Lukacs : Avrupa Gerçekçiliği, Payel Yay., Çev. Mehmet H. Doğan
• Georg Lukacs : Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, Payel Yay., Çev. Cevat Çapan
• Bedrettin Cömert : Sanat ve Toplum, İki aylık dergi, Eylül- Ekim 1978, s. 35-56
• Bilim ve Sanat Üzerine: B. Kuznetsov (ve arkadaşları), US yay., Çev. Oğuz Özügül
• Edebiyat Kuramları ve Eleştiri: Berna Moran, Cem Yayınevi, 3. Basım, 1978
• Ernest Fischer :Sanatın Gerekliliği, Kuzey Yayınları
::::::::::::::::::::