Devrimci ve Komünist hareket içinde demokratik devrim – sosyalist devrim tartışmasının yüz yıllık bir geçmişi var. Bu tartışmada ileri sürülen tezleri üç başlık altında toplamak mümkündür; 1- Burjuva demokratik devrimin tamamlanmadığı, bu yüzden işçi sınıfının önündeki devrimci aşamanın demokratik devrim aşaması olması gerektiği, 2- Geniş bir küçük burjuva kitlenin bulunduğu bir ülkede, bu küçük burjuvaziyle ittifak kurmadan iktidarın alınamayacağı, küçük burjuvazinin sınıf konumu gereği sosyalizm mücadelesinden uzak duracağı, böyle bir durumda sosyalist devrimin savunulamayacağı.3- İşçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin sosyalist bir devrimi gerçekleştirmek için yeterli olmadığı tezleridir.
1848 devrimlerine gelindiğinde, feodalizm ya Fransa’da olduğu gibi, tamamen tasfiye edilmiş, ya da İngiltere’de olduğu gibi bazı ritüellere indirgenmişti. Farklı kapitalist gelişme aşamalarında bulunan Avrupa’nın diğer ülkelerinde ise feodalizm şu ya da bu biçimde iktidardaydı. 1848 ‘de Fransa’da başlayan devrim, bütün Avrupa’yı devrim dalgası içine çekti ve iktidar sorununu ilk kez proletaryanın önüne pratik bir sorun olarak koydu. Başlangıçta işçi sınıfı monarşiye karşı burjuvaziyle aynı safı paylaştı. Burjuvazinin monarşi ile ittifaka yönelmesi, yeni toplumun iki sınıfı arasında ilk büyük çarpışmayı başlattı. İşçiler, burjuvaziyi ancak silahlı bir devrimle yenebileceklerini içgüdüleriyle kavradılar; burjuvazinin silahsızlandırma girişimine silaha daha fazla sarılarak cevap verdiler. 1848 devrimlerinde proletaryanın “proleter bir bilince sahip olmadan yaptığı bir diğer proleter iş de burjuva devletin karşısına kendi devletini koyması oldu. Şubat devriminde “biçim bakımından abartılmış, içerik olarak çocuksu, bu yüzden de burjuvaca olan hak istemleri” için burjuvazinin ardından yürüyen proletaryanın Haziranda burjuvazinin denetiminden kurtulup özgürleşmesinin ardındaki sloganı: “burjuvazinin devrilmesi! İşçi sınıfı diktatörlüğü!” oldu. (Marx, Fransa’da Sınıf Savaşları, Sol Yay. s.59)
Ancak bu devrimler başta Almanya olmak üzere burjuvazinin ihanetine uğrayarak sonuca ulaşamadı. Almanya’da feodal soyluluk eski ayrıcalıklarının önemli bir bölümünü, en önemlisi de feodal toprak mülkiyeti egemenliğini korudu. Lenin, Marx’ın 1848 tarihli Neue Rheinische Zeitung gazetesinde 1848 devrimleri üzerine yazdığı makalelerden şu sonuçları çıkardı; “Bu bize dört önemli önerme getiren çok öğretici bir bölümdür. 1- Tamamlanmamış Alman devrimi tamamlanmış Fransız devriminden yalnızca Alman burjuvazisinin genel olarak demokrasiye ihaneti ile değil, özel olarak da köylülere ihaneti bakımından da ayrılır 2- Özgür bir köylüler sınıfının yaratılması demokratik devrimin kesin sonucuna götürülmesinin temelidir 3- Böyle bir sınıfın yaratılması ve feodal hizmetlerin ortadan kaldırılması, feodalizmin yıkılması demektir, ama henüz sosyalist devrim demek değildir. 4- Köylüler, burjuvazinin, yani gericiliğe karşı onlar olmaksızın “güçsüz” kalan demokratik burjuvazinin “en doğal” müttefikleridirler” (Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü –Sol Yay.35
İşçi sınıfından olan korkusuyla burjuvazinin kendi devrimine ihanet ederek feodal soyluluğa sığınması, Avrupa’da yeni bir süreci, feodalizmin yavaş yavaş tasfiyesi sürecini başlattı. Kapitalizm geliştiği ölçüde feodal toprak mülkiyeti çözülmeye yüz tuttu. Bu çözülme süreci aynı zamanda köylülük içinde, yoksul, küçük, orta ve zengin köylülük olmak üzere ayrışmayı da hızlandırdı. Avrupa’da feodalizmin çözülme süreci 1800’lerin son çeyreğinde büyük ölçüde tamamlandı. Geriye kalan kimi feodal ayrıcalıklardı. Nitekim 1869’da kurulan Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Erfurt programında Almanya’da bir demokratik devrimden söz bile edilmedi. Lenin Almanya’da 1848 devrimi ile daha sonraki durumu karşılaştırarak şunları yazdı; “Somut siyasal amaçlar, somut koşullar içerisinde belirlenmelidir. Her şey görelidir, her şeyi akıp gider ve her şey değişir. Alman sosyal demokrasisi, cumhuriyet istemini programına koymuyor. Almanya’da durum öyledir ki, bu sorun pratikte sosyalizm sorunundan ayrılamaz.( Engels, Almanya için, 1891 Erfurt Programı’nın taslağını yorumlarken cumhuriyetin ve cumhuriyet için savaşımın öneminin küçümsenmesine karşı uyarılarda bulunmuş olsa bile!) Rus sosyal demokrasisinde cumhuriyet isteminin program ve ajitasyon dışı bırakılması diye bir sorun hiçbir zaman olmamıştır bile, çünkü ülkemizde cumhuriyet sorunu ile sosyalizm sorunu arasında ayrılmaz bir bağ olduğu sorunu bizde söz konusu edilemez. 1848’in Alman sosyal demokratının cumhuriyet sorununa özel bir ağırlık vermemiş olması oldukça doğaldır ve bu, ne bir şaşkınlığa ve ne de bir suçlamaya neden olabilir. Ama 1848 de cumhuriyet sorununu arka plana iten bir Alman sosyal demokratı düpedüz bir devrim haini olurdu. Soyut gerçek diye bir şey yoktur. Gerçek her zaman somuttur.” (age. 27-28)
. Rusya’ya gelince, Rusya’da, kapitalizmin belirli bir gelişme düzeyine rağmen iktidar feodal soyluluğun (çarlık) elindeydi ve feodal mülkiyet sistemi egemendi. Nasıl ki, Almanya’da “1848 de cumhuriyet sorununu arka plana iten bir Alman sosyal demokratı düpedüz bir devrim haini” idiyse, Otokrasinin iktidarda olduğu Rusya’da, demokratik devrimi atlayan bir sosyal demokrat da aynı kaderi paylaşmış olurdu.
Rusya’nın bu somut durumu (çarlığın iktidarda oluşu) Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) programına, Avrupa’daki diğer partilerin programından farklı olarak, minimum ve maksimum program olarak yansıdı. Rusya’da çarlığın yıkılarak yerine işçi sınıfıyla köylülüğün ittifakına dayalı, toprağı köylüye verecek, ulusal sorunu UKKTH çerçevesinde çözecek demokratik bir cumhuriyetin kurulmasını öngören minimum programda işçi sınıfıyla ilgili önlemler sekiz saatlik işgünü ve siyasal özgürlüklerin tanınmasıydı. Devrimin kesintisiz bir biçimde gelişerek proletarya diktatörlüğünün kurulması maksimum programı oluşturuyordu. Nihai amaç ise komünizmdi. Bu program ilk sınavını 1905 devriminde verdi. İşçi sınıfı ve köylülüğün mücadelesi çarlığı sarsmış olsa da yıkamadı, yani burjuva demokratik devrim tamamlanamadan kaldı.
Lenin, “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” broşüründe 1905 devrim deneyimini dikkate alarak Bolşeviklerin taktiğini yeniden değerlendirdi; Rusya’nın o günkü objektif ve subjektif koşullarının “işçi sınıfının hemen ve tam kurtuluşunu olanaksız kıldığı” (1) somut durumundan hareketle, sosyalizm amacına varabilmek için, proletaryanın gelişmekte olan burjuva devrimine katılmakla kalmayıp, bu devrimi kesintisiz olarak, “kesin devrimci amaca” (2) (işçi -köylü devrimci demokratik diktatörlüğü) bağlayarak, çarlığa karşı savaşımda kesin zaferden çıkarı olan köylülük üzerinde hegemonyasını kurmak zorunda olduğunu, feodal gericiliğin iktidarda olduğu bir ülkede sosyalizmi başka bir yoldan gerçekleştirmenin olanaksızlığını belirtti.
Çarlığa karşı savaşımda yer alan güçlerin sınıfsal konumlarını ve amaçlarını göz önünde tutarak, “Rusya’nın ekonomik ve politik düzeninin burjuva demokratik doğrultuda oluşup dönüşme”sinin kaçınılmaz olduğunu ve bu dönüşümün iki farklı biçimde sonuçlanabileceğini vurguladı: “a) ya her şey çarlığa karşı devrimin kesin zaferiyle sonuçlanacaktır, b) ya da kesin zaferi sağlayacak olan güçler yeterli olmayacak ve her şey burjuvazinin en tutarsız, en bencil öğelerinin çarlıkla uzlaşmasıyla sonuçlanacaktır.”(3)
Kapitalizmin, emperyalizmin tam ve doğru bir çözümlemesine dayanan, Lenin’in kesintisiz devrim tezi “İki Taktik” te konulduğu biçimiyle, genel olarak kapitalizmden sosyalizme geçişin bir teorisi değil, Rusya’nın o günkü koşullarının değerlendirilmesine dayanan bir çözümlemedir ve ancak bu çerçevede, kapitalist ilişkilerin varlığına rağmen feodal sınıfın iktidarda olduğu ülkelerle sınırlı bir geçiş teorisi olma özelliğine sahiptir. Lenin’in şu sözleri bu saptama için yeterince açıklayıcıdır. “Avrupa’da sosyal demokrat çalışmanın gerçek siyasal içeriği, devletle tüm egemenliği elinde tutan burjuvaziye karşı proletaryayı iktidar savaşına hazırlamaktır. Rusya’da ise sorun sadece modern bir burjuva devleti yaratmaktır. Bu devlet ( çarlığın demokrasi üzerinde zafer elde etmesi durumunda bir junker monarşisine, (1905 devrimindeki gibi – ya da demokrasinin çarlık üzerinde zafer kazanması durumunda ) köylü demokratik cumhuriyete benzeyecektir. Bugünkü Rusya’da demokrasinin zafer kazanması, ancak köylü yığınlarının, hain liberallerin değil ama devrimci proletaryanın önderliği altında gitmesiyle mümkündür. Tarih henüz bu soru hakkında kararını vermiş değil, Rusya’da henüz burjuva devrimleri tamamlanmamıştır.” (4)
Tarih Şubat 1917’de kararını verdi. Çarlık yıkıldı, ama somut durum Bolşeviklerin öngördüğü biçimde gerçekleşmedi. Daha doğrusu Lenin’in öngördüğü olası biçimlerden,“ya da kesin zaferi sağlayacak olan güçler yeterli olmayacak ve her şey burjuvazinin en tutarsız, en bencil öğelerinin çarlıkla uzlaşmasıyla sonuçlanacaktır.” en kötüsü gerçekleşti.
Burjuvaziyle küçük burjuva partilerden (Kadetler, Menşevikler ve Sosyal Devrimciler) oluşan bir burjuva hükümet kuruldu. Bu hükümet, eski toplumun devlet aygıtı, ordusu ve bürokrasisine dayanıyordu. Hükümetin arkasında ise Çarlığı yıkan işçi, asker ve köylü Sovyetleri vardı. Çarlığı yıkan işçi, asker ve köylü Sovyetleri ve iktidarı gaspeden burjuva hükümetten oluşan ikili iktidar uzun süre yan yana var olamazdı. “Rusya’da proletaryanın siyasal yetersizliği, yetersiz bilinç ve örgütlenme derecesi”, iktidar ikiliğinin burjuvazi lehine çözülmesine yol açtı.
Lenin 1917 Şubat devriminde ortaya çıkan bu yeni durumdan hareketle, yeni durumda partinin ana şiarının sosyalist devrim olması gerektiğini ortaya koydu. Lenin 1905’te kaleme aldığı İki Taktik broşüründe bunu önceden haber vermişti; “Rus otokrasisine karşı savaşımın son bulacağı ve Rusya’da demokratik devrim döneminin geçmişte kalacağı bir zaman gelecektir; o zaman, proletaryanın ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü vb. konusunda “irade birliği”nin sözünü etmek bile gülünç olacaktır. O zaman geldiğinde, proletaryanın sosyalist diktatörlüğü sorununa doğrudan değineceğiz ve bundan daha ayrıntılı bir biçimde söz edeceğiz”.(Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü –Sol Yay.28)
Rusya’nın koşullarındaki hangi değişim böyle bir strateji değişikliğine yol açmıştı ?
Şubat devrimi kendi görevlerinin hiçbirini çözememiştir ( toprak sorunu, ulusal sorun, sekiz saatlik işgünü vb. olduğu gibi kaldı). İşçi sınıfı ve yığınların durumunda hiçbir iyileşme sağlanamadığı gibi, devrimden sonra açlık, Rusya’nın bir numaralı sorunu haline geldi. Devrimle birlikte yığınların bilinç düzeyinde bir değişiklik olmasına rağmen, bu değişim bilinçte bir sıçrama noktasına varamadı. Bunun en açık kanıtı fiili iktidarı elinde tutan Sovyetlerin büyük çoğunluğunun (Menşevik ve SD çoğunluğunun) kendi isteğiyle burjuva hükümeti desteklemeye devam etmesiydi.
Ne var ki tüm bu gerçekleşmeyenlere karşın Rusya’nın toplumsal yapısında köklü bir değişim gerçekleşmiş, iktidar feodallerin elinden burjuvazinin eline geçmişti. Lenin’in yeni stratejisini dayandırdığı ana nokta işte buydu.
Lenin bu yeni durumu kavrayamayan, eski tezde ısrar eden Bolşeviklere karşı şu temel argümanları ileri sürerek kendi tezini savundu. Önce Rusya’nın eski ve yeni durumu arasında bir karşılaştırma yaparak değişenin ne olduğunu ortaya koydu.
Lenin, 1917 Devrimi öncesi ve sonrası somut durumu ele alarak bu yeni taktiği şöyle açıkladı: “O tarihlerde (1917 Şubat devrimine kadar olan süre kastediliyor-y) burjuva devriminin öngününde ya da tamamlanmamış bir burjuva devriminin akışı içinde bulunuyorduk ve görev her şeyden önce bu devrimi krallığın yıkılmasına kadar götürmekti. Şimdi krallık yıkılmış bulunuyor. Rusya’nın, başında Kadetler, Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler bulunan bir demokratik cumhuriyet haline gelişi ölçüsünde burjuva devrimi tamamlanmıştır…. Yalnız proletarya ve köylüler krallığı devirebilirler, o çağda bizim sınıf siyasetimizin belirleyici ilkesi bu olmuştur. Ve bu ilke doğru idi. 1917 Şubat ve Mart ayları bu ilkeyi bir kez daha doğrulamaktan başka bir şey yapmadı. Yalnız proletarya en yoksul köylüleri (…) yöneterek savaşı demokratik bir barışla sona erdirebilir (…) ve sosyalizme doğru mutlak olarak zorunlu olan, acil bir hale gelen adımları atabilir. Şimdi sınıf siyasetimizin belirleyici ilkesi budur.” (5)
Lenin’in bu tezine karşı çıkanların dayandıkları ana nokta; 1917 Şubat devriminin öngörüldüğü gibi (“Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü”) biçiminde gerçekleşmediği, bu devrimin önüne koyduğu hiçbir sorunu çözemediği, dolayısıyla henüz “burjuva demokratik devrimin tamamlanmadığı” tezidir. Bu tez dün ve bugünde demokratik devrimi savunanların dayandıkları en temel argüman olmaya devam ediyor.
Bu noktada sözü Lenin’e bırakalım:
“Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Bu sorun aydınlatılmadıkça devrimde kendi rolünü bilinçli bir biçimde oynamak ve hele devrimi yönetmek söz konusu edilemez.
Devrimimizin, bir iktidar ikiliğine yol açmış olmak gibi büyük bir özgünlüğü var. Önemi her şeyden önce kavranması gereken bir olgu bu, onu anlamadan ileri gitmek olanaksız. Eski “formül”leri, örneğin bolşevizmin eski formüllerini tamamlayıp düzeltmesini bilmek gerek, çünkü bu formüller genellikle doğru çıkmakla birlikte, somut uygulamaları farklı oldu. Bir iktidar ikiliğini eskiden ne kimse düşünür, ne de düşünebilirdi.” (6)
“Bugünkü Rusya’ya özgü olan şey, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğinden ötürü, iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı proletarya ve köylülüğün yoksul katlarına devredecek olan ikinci aşamasına geçiştir.” (7)
“Şubat – Mart 1917 devriminden önce devlet iktidarı, Rusya’da eski bir sınıfa, başında Nikola Romanov’un bulunduğu feodal toprak soylularına aitti.
Bu devrimden sonra, iktidar başka bir sınıfa, yeni bir sınıfa, burjuvaziye ait bulunuyor.
İktidarın bir sınıftan ötekine geçişi, sözcüğün salt bilimsel anlamında olduğu kadar, politik ve pratik anlamıyla da bir devrimin birinci, başlıca ve esas belirtisidir.
Burjuva devrimi, ya da burjuva demokratik devrim, Rusya’da, bu bakımdan tamamlanmıştır.
Şimdi, burada, kendilerine ‘eski bolşevikler’ demekten hoşlanan karşı-görüşlülerden yükselen itirazları duyuyoruz: her zaman burjuva demokratik devrimin ancak “proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik iktidarı” son bulabileceğini söylemedik mı? Bu, tam tersine, henüz başlamış bir olay değil mıdır?
Yanıt veriyorum: Bolşeviklerin fikirleri ve sloganları, bütünü içinde, tarih tarafından doğrulanmışlardır; ama somut gerçek olaylar, bizim önceden görebildiğimizden başka şekilde oldu: daha özgün, daha çeşitli biçimde geçti.
Bunu bilmemek ya da unutmak, yeni ve canlı gerçeğin özgünlüğünü incelemek yerine, ezberlenmiş bir formülü ahmakça yineleyerek, partimizin tarihinde bir kere daha tatsız can sıkıcı rol oynayan bu “eski Bolşevikler” gibi davranmak olurdu.
“Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik iktidarı”, Rus devriminde daha önceden gerçekleşmiş (belli bir biçimde ve belli bir noktaya kadar) bulunuyor, çünkü bu formül sadece sınıflar arasındaki ilişkiyi öngörüyordu, bu ilişkiyi, bu işbirliğini gerçekleştiren somut siyasal bir kurumu değil. Hayatın gerçekleştirdiği “işçi ve asker vekilleri Sovyetleri”, işte, “proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik iktidarı”
Her kim ki, bugün “Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü”nden başka söz etmez, hayatın gerisinde kalır ve bu yüzden de, pratik olarak, proletarya sınıfının mücadelesine karşı küçük-burjuvaziye geçer ve “bolşevik” devrim-öncesi meraklı şeyler arşivine, (“eski Bolşevikler” arşivlerine de denilebilirdi) kaldırılması gerekir.” (8)
Lenin, Kamanev’in, “Lenin yoldaşın genel şemasına gelince, bu şema, şu burjuva demokratik devrimin tamamlanmış olduğu tezinden hareket etmesi bakımından ve bu devrimin derhal sosyalist devrime dönüşmesine dayanması yüzünden bize kabul edilmez bir şema olarak görünüyor” biçimindeki, bugün de karşımıza çıkan o çok meşhur “demokratik devrim tamamlanmamıştır” itirazını ise söyle yanıtlar.
“Burada iki büyük yanlış var. Birincisi, burjuva demokratik devrimin tamamlanmış ya da tamamlanmamış olduğunu anlama sorunu yanlış konulmuştur. Sorun şeylerin yalnız bir yanını dikkate alan, nesnel gerçeğe uygun düşmeyen soyut ve yalın bir biçimde konmuştur. Kim ki sorunu böyle koyar, kim ki bugün “burjuva demokratik devrim tamamlanmış mıdır?” diye sorar, en azından, son derece karışık ve hiç olmazsa iki yön içeren bir gerçeği anlamak olanağından kendini yoksun kılar; teoride bu böyle. Pratikte ise acınacak bir şekilde küçük burjuva devrimciliğine teslim olur.”(9)
Lenin burjuvazinin iktidara geldiği bu koşullarda devrimin bir sonraki aşamasına geçişi sosyalist devrim şiarıyla somutladı. Partiyi bu sloganın yanlış kullanılmasına karşı da uyardı. Sovyetlerde çoğunluğun Menşevik ve Sosyal Devrimciler’de olduğu sürece bu sloganın hemen bir ayaklanmaya çağrı şiarı olmadığını, tersine Sovyetlerde çoğunluğu kazanmadan bir ayaklanmanın zaferi getiremeyeceğini söyledi. Ayrıca iktidar Sovyetlere şiarının bir hükümet değişikliği anlamına gelmediğini vurguladı; “Ama, İktidar Sovyetlere sloganı, eğer çoğu durumda değilse, sık sık son derece yanlış bir biçimde, “Sovyetlerde çoğunluğu sahip partiler tarafından kurulmuş hükümet” anlamında anlaşılmaktadır; ve biz işte bu son derece yanlış kanı üzerinde daha ayrıntılı bir biçimde duymak istiyoruz.
“Sovyetlerde çoğunluğa sahip partiler tarafından kurulmuş bir hükümet” demek, tüm eski hükümet aygıtı, tepeden tırnağa bürokratik, tepeden tırnağa antidemokratik, hiçbir ciddi reformu, hatta Sosyalist devrimciler ile Menşeviklerin programında yer alan reformları bile gerçekleştirmekte yeteneksiz bir aygıt olarak kalmak üzere, hükümet bileşimi içindeki ilişkilerin değişmesi demektir.(77) …Bu, “sosyalistler”in katıldıkları tüm “koalisyon” hükümetlerinde, “sosyalistler”in aslında yararsız ya da halk öfkesine karşı burjuva hükümette paravana, paratoner hizmeti gören bir süsten, hatta aralarında bazıları son derece iyi niyetli olsalar bile, yığınları bu hükümet yardımıyla bir aldatma aracından başka bir şey olmadıklarını açıklar. 1848’de Louis Blanc ile böyle oldu; İngiltere ve Fransa’da sosyalist katılımlı hükümetler ile onlarca kez böyle oldu; 1917’de Çernov ve Çereteli ile böyle oldu ve burjuva rejim sürdükçe ve eski burjuva bürokratik devlet aygıtı olduğu gibi kaldıkça da böyle olacaktır. (78)…
“İktidar Sovyetlere”, bu tüm eski devlet aygıtının, her türlü demokratik girişkenliği engelleyen bürokratik aygıtın kökten bir düzeltilmesi; bu aygıtın ortadan kaldırılıp, yerine yeni, halkçı, gerçekten demokratik bir aygıt, Sovyetlerin, yani, işçiler, askerler ve köylüler, örgütlü ve silahlı halk çoğunluğunun aygıtının geçirilmesi; halk çoğunluğuna, yalnızca milletvekillerinin seçimi için değil, ama devlet yönetiminde reformların uygulanması ve toplumsal dönüşümlerde de girişkenlik ve bağımsızlık gösterme yetkisinin verilmesi anlamına gelir. …(77)
Oysa, işçi, asker ve köylü temsilcileri Sovyetlerinin büyük değimlerinden biri de, son derece yüksek, ölçüştürülemeyecek biçimde daha demokratik, yeni tip bir devlet aygıtını temsil etmelidir”. (Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü –Sol Yay.77 – 79)
Burjuvazinin iktidara gelmesiyle birlikte devrimin önündeki demokratik sorunların (toprak, özgürlükler, UKKTH sorunu vb.) çözülememiş olması, bizzat bu devrimin önderliği ve bu önderliğin feodal gericilikle uzlaşmasıyla bağlantılıdır. Bu durum sadece Rus devrimiyle ilgili değil, 1848 sonrası Avrupa devrimlerinin genel çizgisidir. Bu sorunlar ya Almanya’da olduğu gibi, kapitalizmin gelişmesine paralel olarak, burjuva iktidarlar tarafından süreç içinde tasfiye edilmişlerdir. Ya da Rusya’da olduğu gibi, sosyalist devrim tarafından çözülmüşlerdir. Buradan kalkarak demokratik devrimin tamamlanmadığı tezine sarılmak, Lenin’in eleştirdiği eski Bolşevikler gibi davranmak olur.
İkinci tez küçük burjuvazinin konumuyla ilgilidir. Bu teze göre nüfusun büyük bir kesimini küçük burjuvaların oluşturduğu bir ülkede sosyalist devrim programı ile küçük burjuvaziyi kazanmak, harekete geçirmek mümkün değildir. Her şeyden önce ne ölçüde gelişmiş olursa olsun (gelişmiş, ya da gelişmekte olan) sadece proletarya ve burjuvaziden oluşan saf kapitalizm yoktur. Kapitalizmde bu iki temel sınıf arasında dar ya da geniş bir küçük burjuva kesimi yer alır. Bu küçük burjuva kesimi, varlığını ücretli emeğin sömürüsüne dayandıran (küçük işletme sahibi, orta ve zengin köylü vb.), ya da geçim araçlarına sahip olmakla birlikte ücretli emeğin sömürüsüne dayanmayan (esnaf, zanaatçı, dükkâncı, küçük köylü vb), iki ana kesime ayırmak mümkündür. Küçük burjuvazinin burjuvaziyle proletarya arasındaki bu aracı konumu onun niteliğini belirler. “Burjuvazinin konumunu özler, ama en küçük bir talih tersliği, bu sınıf bireylerini proletarya saflarına düşürür.” ( Engels- Almanya’da Burjuva Demokratik Devrim, 275)
Burjuvazi ve proletaryadan oluşan saf bir kapitalizm olamayacağı gibi, salt proletaryaya dayanan saf bir devrim de mümkün değildir. Proletarya bugüne kadarki tüm devrimlerin zaferi ve yenilgisinde önemli bir rol oynayan küçük burjuvaziyi görmemezlikten gelerek, onu burjuvazinin kollarına iterek iktidar savaşını zafere taşıyamaz. Özellikle küçük burjuvazinin nüfusun büyük bir kesimini oluşturduğu bir ülkede, proletaryanın bu kesimi kazanması, ya da en azından tarafsızlaştırması bir seçim değil, bir zorunluluktur. Peki, proletarya kendi programından taviz vermeden küçük burjuvaziyi nasıl kazanabilir?
Küçük burjuvazinin sosyalizm hedefine kazanılamayacağına dair itirazın temelini şu görüş oluşturuyor; “Sosyalist devrim programı bir sınıf olarak tüm burjuvaziyi, burjuva mülkiyeti tasfiye etme programıdır. Sosyalist devrim programı, yalnızca büyük burjuva mülkiyetini değil, küçük burjuva mülkiyeti de tasfiyeyi önüne hedef olarak koyan programdır.”
Yukardaki alıntıda doğrularla yanlışlar birbirine karışmış durumdadır. Sosyalizm üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine dayanır. Proletarya iktidarı aldıktan sonra tüm üretim araçlarının mülkiyetini toplumsallaştırmakla yükümlüdür. Bu noktada mülkiyetin küçük ya da büyük olması bir ayrıcalık yaratmaz. Komünistler proletaryanın iktidarı aldığında üretim araçlarının özel mülkiyetine son vereceğini asla gizlemez, küçük de olsa üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti savunmazlar, “çünkü bireysel mülkiyetin var olduğu yerde ve var olduğu ölçüde ortak mülkiyetin olanaksız” olacağını bilirler. Ancak proletarya iktidarı aldıktan sonra üretim araçlarını bir çırpıda toplumsal mülkiyete geçiremeyeceklerini de bilirler. Çünkü sosyalizm ancak kapitalizminden devralınan miras üzerinde kurulabilir. Birincisi, proletarya milyonlarca küçük üreticiyi görmemezlikten gelerek proleter devrim gerçekleştirilemeyeceği gibi, devrimin ilerlemesi de sağlanamaz, yani proletaryanın devrimi gerçekleştirmek için ittifaklara ihtiyacı vardır. Bu ittifakların başında da zaten kapitalizmin gelişmesiyle hergün yok olan, proleterleşen yoksul köylüler, şehir ve kent küçük burjuvazisi ( esnaf, dükkan sahipleri, küçük köylüler ve tarım gündelikçileri) gelir. Kapitalist üretim karşısında yok olmaya mahkum olan bu kesimin kapitalizmle olan çelişkileri, onların, mülk sahibi olmaları nedeniyle proletaryayla olan çelişkilerinden daha güçlüdür. İkincisi proletarya iktidarı aldıktan sonra üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti bir çırpıda ortadan kaldıramaz, bu işi ancak, üretici güçleri geliştirdiği oranda ve ölçüde gerçekleştirebilir. Küçük üretimin yerine bir şey koymadan onu toplumsal mülkiyete dönüştürmek proletaryaya kazançtan çok zarar verir. Engels’in de belirttiği gibi, Komünistlerin küçük burjuvazinin yok oluşunu önceden görmüş olmaları, bu yok oluşu çabuklaştırmalarını gerektirmez.
Engels Almanya’da Burjuva Demokratik Devrim’de tam da bu sorunu ele aldı; “Peki, kırsal nüfusun bu bölüntüleri arasında Sosyal Demokrat Parti’nin kazanabileceği bölüntüler hangileridir? … Küçük köylüden başlayalım, Küçük köylü genellikle, Batı Avrupa için, sadece tüm köylülerin en önemli olmakla kalmaz, ayrıca tüm bu sorun bakımından bize bunluklu (cascritique- eleştirel-y) örneği de sağlar. Eğer küçük köylü karşısındaki konumumuzu saptarsak kırsal nüfusun öbür ögeleri karşısındaki tutumumuzu belirlememizi sağlayan işaret noktasına da sahip oluruz. (age.-Sh.410)
Küçük köylüden, burada, onun ailesi ile birlikte düzenli olarak işleyebileceğinden daha büyük ve ailesinin beslenmesi için zorunlu olandan da daha küçük olmayan bir toprak parçasının sahibi ya da kiracısını -özellikle sahibini- anlıyoruz. Öyleyse bu küçük köylü, küçük zanaatçı gibi, modern proleterlerden, çalışma araçlarını henüz elinde bulundurması bakımından ayrılan bir emekçi, yani aşılmış bir üretim biçiminin bir kalıntısıdır. … kısacası, bizim küçük köylümüz, aşılmış bir üretim biçiminin her tür kalıntısı gibi, çaresiz bir biçimde yıkıma mahkumdur. Gelecekteki bir proleterdir.” (age.-sh.411-412)
“Bu bakımdan sosyalist propagandayı can kulağı ile dinlemesi gerekir. Ama içine işlemiş bulunan mülkiyet duygusu onu bundan alıkoyar. Kendi küçük toprak parçasını korumak için ne kadar sert bir biçimde savaşım vermek zorunda kalır, umutsuzluk onu oraya ne kadar sıkı bir biçimde kenetlerse, toprak mülkiyetinin ortaklaşa mülkiyete geçirilmesinden söz eden sosyal demokrat da, ona o kadar, tıpkı tefeci ve avukat gibi, tehlikeli bir düşman olarak görünür. Sosyal demokrasi bu ön yargıyı nasıl yok edebilir? Kendi kendine ihanet etmeksizin, ölmekte olan küçük köylüye ne verebilir?” sh.416-
“Sosyalizmin çıkarı bireysel mülkiyeti sürdürmekte değil ama yok olduğunu göstermektir çünkü bireysel mülkiyet var olduğu yerde ve var olduğu ölçüde ortak mülkiyeti olanaksız kılar. …Küçük toprak üzerinde çalışan köylülere, kapitalist üretimin üstünlüğü karşısında onları bireysel mülk ve işletmelerinin sahipleri olarak koruyacağımız vaadinde bulunamayız. Onlara sadece, onların mülkiyet ilişkilerine, onların isteğine karşı, kaba güç yardımıyla karışmayacağımızı vaat edebiliriz. Ayrıca, kapitalistler ile büyük toprak sahiplerinin küçük köylülere karşı savaşımının, daha bugünden itibaren, daha dürüst araçlarla yürütülmesi ve bugünkü dolaysız soygun ve dolandırıcılığın olanak ölçüsünde engellenmesi için elimizden geleni de yapabiliriz. …Ve biz, kesinlikle küçük köylüden yana olacağız; yazgısını daha katlanabilir kılmak, eğer aklı yatmışsa kooperatife geçişini kolaylaştırmak, ve hatta, aklı yatmamışsa ona kendi küçük toprak parçasının sahibi olarak düşünme zamanı bırakmak için, elden gelen her şeyi yapacağız. Önce kendi hesabına çalışan küçük köylünün, gücül olarak bizden olduğunu düşündüğümüz, sonra da partimizin çıkarına olduğu için, böyle davranıyoruz”.(age.-sh.426)
“Proletarya içine düşüşlerini önleyeceğimiz, henüz köylü olarak kazanabileceğimiz köylülerin sayısı ne kadar büyük olursa, toplumsal dönüşüm de o kadar hızlı ve kolay olacaktır. Bu dönüşüm için kapitalist üretimin her yerde son vargılarına kadar gelişmesine, son küçük zanaatçının, son küçük köylünün, büyük kapitalist işletmenin kurbanları durumuna düşmelerine dek beklemeye zorlanmak, bize hiç de yarar sağlamaz.” (age.-sh.427)
Engels aynı eserinde proletaryanın orta, büyük köylülük ve büyük toprak sahipleri karşısındaki tutumu için de şunları yazdı; “Orta ve büyük köylüler, orta ve büyük köylüler olarak var oldukları sürece, ücretliler olmaksızın işlerini yürütemezler. Öyleyse küçük topraklı köylülere varlıklarını küçük köylüler olarak sürdüreceklerini vadetmek, eğer bizim için sadece bir budalalıksa, aynı şeyi orta ve büyük köylülere vadetmek, hemen hemen dolaysız bir ihanet olur.” (age.-sh.429)
“Eğer bu köylüler bugünkü üretim biçimlerinin kaçırılmaz yıkılışını anlarlar, eğer bunlardan gerekli sonuçları çıkartırlarsa, bize geleceklerdir ve onların dönüşmüş üretim biçimine geçişlerini elimizden geldiğince kolaylaştırmak da bizim işimiz olacaktır. Böyle olmazsa, onları kendi yazgılarına bırakmak ve bizim de onların çağrılarımıza kulak verecek olan ücretlilerine yönelmemiz gerekecektir. Çok olanaklıdır ki, zorla kamulaştırma burada da söz konusu olmayabilecek ve bu biraz kalınca kafaları sağduyuya açmak için burada da iktisadi gelişmeye güvenebileceğiz.” (age. -sh.430)
“Ancak büyük mülkiyete ilişkin olaraktır ki, her şey çok yalındır. Burada karşımızda açık bir kapitalist işletmeden başka hiçbir şey yok ve herhangi bir iç tedirginliği de söz konusu olamaz. Önümüzde tarımsal proleter yığınlarını görüyoruz ve bu da ödevimizi çok açık duruma getiriyor. Partimizin iktidara geçer geçmez yapması gereken şey, tıpkı büyük sanayiciler gibi, büyük toprak sahiplerini de mülksüzleştirmektir. Bu kamulaştırmanın karşılık ödenerek ya da ödenmeyerek yapılması ise, özünde bize değil, ama iktidara geçme koşullarımıza ve özellikle de büyük toprak sahibi efendilerin tutumuna bağlı bulunacaktır. Bir zarar ödentisinin her durumda kabul edilemez bir şey olduğunu hiç mi hiç düşünmüyoruz; eğer tüm bu çeteden kurtarmalık vererek kurtulursak, kendisine göre bunun bize daha ucuza mal olacağını Marx bana kaç kez söyledi bilmem. Ama bizim buradaki işimiz bu değil. Böylece topluluğa mal edilen büyük mülkler, topluluğun denetimi altında, kooperatifler biçiminde örgütlenmiş olarak, daha o andan itibaren onları işleyen tarımsal işçilere verilmelidirler.” (age. -sh.430)
Lenin, Engels’in bu açıklamalarını birçok yazısında (Proletarya ve Köylüler, Köylüler ve İşçiler, Moskova Parti Militanları Toplantısı’nda sunduğu rapor vb. ) ele alarak geliştirdi. Bu yazılarında proletaryanın küçük, orta, zengin köylülük, büyük toprak sahipleri ve aydınlar karşısındaki tutumunun ne olması gerektiğini açıkladı.
Yine Lenin, Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’nde tarım sorunu ile ilgili sunduğu taslak tezlerde konuyla ilgili olarak şunları belirtti; “Yalnız Komünist Partisi tarafından yönetilen kentlerin sanayi proletaryası, köylülerin çalışan yığınlarını sermayenin, büyük toprak ağalığının boyunduruğundan, kapitalist düzen varlığını sürdürdükçe kaçınılmaz olan emperyalist savaşların tahribatından kurtarabilir. Köylülerin çalışan yığınları için kurtuluşu, ancak onların devrimci proletarya ile kuracakları birlikte, büyük toprak ağaları ve burjuvazinin boyunduruğunun kırılması için proletaryanın mücadelesinin kayıtsız şartsız desteklenmesi ile sağlanabilir.”…
Lenin tezlerinde, köylülük içindeki ayrışma ile ilgili olarak da şunları yazdı; “Kent proletaryasının mücadeleye katmak, hiç olmazsa kendi davasına kazandırmak zorunda olduğu köylülerin sömürülenleri ve emekçi yığınları, bütün kapitalist ülkelerde aşağıdaki sınıflara bölünür:
1-Tarım proletaryası- (yıllık ya da mevsimlik işe alınan gündelikçiler, ya da çiftlik yanaşmaları) kapitalist tarım işletmelerinde ücretli emek karşılığında geçimlerini kazanan ücretli işçiler. …
2-Yarı-proleter ya da yarı köylüler – yani yaşantılarını kısmen kapitalist nitelikte tarımsal ve sanayi işletmelerde ücretli çalışma suretiyle sürdürenler; kısmen de, kendilerine ait ya da kiraladıkları ve ailenin ihtiyaçlarının bir bölümüne ancak karşılık veren bir küçük toprak parçası isteyerek sağlayanlar. Bütün kapitalist ülkelerde böyle köy emekçisi pek çoktur. …
3- Küçük köylüler – yani iş gücü kiralamadan işlediklerinin ve ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştıkları küçük toprakların sahibi bulunan ya da bu toprakları icarla tutan küçük tarım üreticileri. Bu kategori bir bütün olarak proletaryanın zaferinden hiç şüphesiz ki kazançlı çıkar; ….
Bütünüyle ele alındığında bu üç köylü tabakası bütün kapitalist ülkelerde köy nüfusunun çoğunluğunu meydana getirmektedir. Bu nedenle kentlerde olduğu gibi köylerde de proletarya devriminin başarısı tamamıyla sağlama alınmıştır. …
4-Orta köylülere gelince, sözcüğün ekonomik anlamıyla çok büyük sayılmayacak toprak parçalarının sahibi ya da onları kiralayan küçük çiftçileri anlamak gerekir, bununla birlikte 1- Devrimci proletarya, hiç olmazsa yakın bir gelecekte proletarya diktatörlüğü döneminin başlangıcında, bu toplumsal tabakayı kendi tarafına kazanmayı bir amaç olarak göremez; ancak onu etkisiz kılmakla yetinmek, yani proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadelede bu tabakanın tarafsız kalmasını sağlama almak zorundadır. … Kapitalist ülkelerin çoğunluğunda, proletarya iktidarı, özel mülkiyeti derhal ve toptan ortadan kaldırma yolunu asla tutmamalıdır; her durumda, bu iktidar, küçük ve orta köylülere, yalnız kendi topraklarının mülkiyetini değil, ayrıca (kiranın kaldırılmasıyla) mutlak olarak kiraladıkları toprakların bütününün mülkiyet hakkını da güvence altına alacaktır. … Böyle, derece derece, büyük bir ihtiyatla, proletarya devletinin iktidarı, orta köylülere karşı en küçük bir zor kullanmaksızın, verdiği örneklerden sağladığı güçle kolektif tarıma geçişi gerçekleştirmelidir.
5-Büyük toprak sahibi köylüler, tarımın kapitalist müteşebbisleridirler; bunlar, genel kural olarak, yanlarında birçok ücretli işçi çalıştırırlar ve “köylülükle” ortak yanları, ancak düşük kültür seviyeleri, yaşayış tarzları, bir de kendi işletmelerinde bizzat çalışmalarıdır. Devrimci proletaryaya açıkça ve kesin bir şekilde düşman olan burjuva katları içinde en kalabalığı budur. ,,,
6-Devrimci proletarya, soylulara ve büyük toprak sahiplerine ait olan topraklara derhal, hiçbir şart tanımaksızın el koymalıdır. …”( İşçi ve Köylü İttifakı –Sol Yay.210-217)
Engels ve Lenin’den bu aktarmaları yaptıktan sonra şimdi de sınıf mücadelesinin pratik deneyimini ele alalım; bilindiği gibi Şubat- Mart 1917’de yeniden ortaya çıkan Sovyetler, işçi sınıfıyla köylülüğün bağlaşıklığını temsil ediyordu. Henüz iç ayrışmanın başlangıcında olan köylülük, o tarihte Sovyetlerde bir bütün olarak yer almıştı. Çoğunluğunu Sosyal Devrimciler ve Menşeviklerin oluşturduğu Sovyetlerde, Rusya’daki mevcut partilerin hemen hepsi, Kadetler, Bolşevikler,Menşevikler, Sosyal Devrimciler vb. şu ya da bu ölçüde temsil ediliyordu. Kadetler, Menşevikler ve Sosyalist Devrimci’lerin oluşturduğu ve Sovyet çoğunluğunun desteklediği burjuva iktidarın uygulamaları Rusya’da kapitalizmin gelişmesinde gözle görülür bir ilerleme sağlayamasa da siyasal bilinci yükseltti ve toplumsal ayrışmayı hızlandırdı. Sovyetler içinde hem çoğunluk grup değişti, hem de, köylük içindeki ayrışma hızlandı.
Ekim devrimi öncesinde sosyalist devrim ifade eden “Bütün İktidar Sovyetlere “ şiarı Sovyetlerde bir değişimi öngörüyordu. Bu değişim devrim öncesinde gerçekleşti, siyasal çoğunluk Bolşeviklere, toplumsal çoğunluk da küçük ve yoksul köylülere geçti. Sosyalist devrim bütün bu değişimin sonucu, yani, işçi sınıfıyla yoksul ve küçük köylülüğün Bolşevik parti önderliğinde birleşmesiyle gerçekleşti.
Bu deneyim bize, mülkiyet sorunu çözülmeden de (ileride kooperatif mülkiyete geçişle çözülmek üzere) sosyalist devrim hedefiyle işçi sınıfıyla küçük burjuva arasında bir ittifakın kurulabileceğini gösteriyor.
Üçüncü teze, – işçi sınıfının bugünkü bilinç ve örgütlülük düzeyinin sosyalist bir devrimi gerçekleştirmek için yeterli olmadığı tezine gelince, bu tez bizde, demokratik devrimin daha geri bir bilinç ve örgütlülük düzeyiyle gerçekleşebileceği kanısını uyandırıyor ki, bu nereden bakılırsa bakılsın, anlamsız duruyor. Çünkü demokratik de olsa bir devrim sadece işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak açısından değil, işçi sınıfının bağlaşıklarını yönetip yönlendirmesi bakımından da işçi sınıfından yüksek bir bilinç ve örgütlenme düzeyi ister. Hegemonya bilincine ulaşamamış bir işçi sınıfı ne kendini devrimci bir sınıf düzeyine çıkartabilir, ne de bağlaşıklarını amacı doğrultusunda yönetebilir. Eğer işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi geriyse bu durumda bırakalım sosyalist devrimi, önüne ne sıfat eklenirse eklensin bir devrimin gerçekleşmesi mümkün değildir, gerçekleşse bile yaşaması olanaksızdır.
1- Lenin, İki Taktik, TKP Yay. s.12
2- Lenin, Tarım Sorunları I, Sol Yay., s.274
3- Lenin, İki Taktik, s.34
4- Rusya’da Parti İçi Savaşımın Tarihsel Anlamı, Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, Sol Yay., s.156
5- Lenin, Nisan Tezleri, Sol Yay., s.43
6- Ekim Devrimi Dosyası , Sol yay. s. 42)
7- Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi- Sol Yay.s. 10)
8- age. s.-19-20
9- age. s.25-26